October 9, 1935 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

October 9, 1935 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

($ON POSTA Bir Deline Var Yazanı Hatice Hatip Genç Kadın Bir An Durmuştu.. Gide ; Aciz Gibi Görünüyordu Rüzgüârın cırdadı. içinde gne bir Bir tramvay daha gel- uğultusu — Vladmir gliyor. Dediler... Tahminlerinde yanılma- umışlardı. Biraz sonra yere inmiş kara ibir kuş gibi kanatları rüzgâürda çırpı- nan bir şekil gördüler. Bu şekil sokak gığını içeriye sızdıran tünel gibi kapı- nın üstüne çizilmişti. Bu kanatlar onun ziyah cübbesi idi. Üç insan ona yak- laştı ve bir iki dakika sonra Edirneka- pıdan Tekfur sarayına doğru giden suzların boyunca uzayan sokakta iler- liyorlardı. Sokak pek karanlık ve çamurlu idi. Yılışık, yıvışık cusallat bir çamur mü- temadiyen ökçeleri zaptediyordu. Sokakta kendilerinden ve biraz ön- Terinde ilerleyen bir sarhoştan başka bir iki sokak köpeği de vardı. O ka- dar.., TFekfur Sarayının Yanında Sarhoş rüzgârın uğultusunu fırtına- nin gürültüsünü istihkar eden gür bir sesle bir gazel okuyorda. K Bu gazel sessiz, sadasız sokağın için- | “de öyle akisler yapıyordu ki, gece çok ilerlememişti ama — İstanbulun bu ke- | »nar mahallesinin bütün ışıkları sönmüş we bütün insşanları uyumuştu galiba. ** O Epey'ilerlemişlerdi... Eğer gece biraz daha aydınlık olsaydı artık Tek- fur sarayının cephesi oymalı, süslü bal- — koönile görünecekti... z Fekat bu zifiri karanlık sokakta hiç birşey' görünmüyordu... ' Hatta birbirlerini göremiyorlardı — Şimdi bir yokuşa gelmişlerdi... Yokuş fan aşağıya inmeğe başlamışlardı. || Şimdi ufak meydanımsı bir yera gel- mişlerdi. Burada bir sokak feneri yanı- yordu. Solda surlara ve Tekfur — sarayının içine doğru giden boş arazi vardı. 'Sağda camları kırık, kapıları rezele- L rinden çıkmış eski ve harap bir cami. Fenerin ışığı o civardaki cam fab- rikasından atılmış, lüzumsuz cam kül- — gelerinin üstüne çarptıkça bir kristalin menşurundan çıkan - pırıltılara benzi- yen bir çok pırıltılar, çömlek gibi kul- lanılan bu arsayı karanlıkta kapağı açılmış bir mihrace hazinesine benzeti- — yordu. : *.. Nereye Gideceğiz? Genç kadın biran tevakkuf otti ve — etrafına bakındı. Gideceği yolu tayin- den âcizdi galiba. Bunu anlıyan Nor- ton fısıldar gibi sordu: — Ne tarafa gideceğiz?.. — Herhalde surları gözden kaçır: Omuyalın... Metruk camiinin güvercinlik- | Terini yuva yapmış olan yarasalar rüz- görle havada kanat çırpıyorlar. Vakit- siz geçen bu yolcuları tanımak ister- miş gibi başlarında dönüyorlardı. Bir az ilerleyince yolun karşısına başka bir arsa gelmişti. Solda daima sur ba: zan evlerin arasında kaybolarak ba- /— zan gene bütün heybetile yükselerek devam ediyordu. | Sola saptılar... Bir müddet yürüdü- ler,.. İki katlı ahşap bir ev yolu kapıs yordu. Dar bir sokaktan sağa döndü- | Tler.. Burası çirkef —sularının aka, aka O yarıklar hasıl ettiği bir yokuştu ve bu Yokuş bir sokaktan daha fazla kuru- — muş bir dereye benziyordu. * Rüzgürm içinde indiler. Solda iri | bir servi yıldızlara doğru yükselmişti.. Demir parmaklıkların arkasından be- yaz bir iki mezar taşı ve büyücek bir Vlâhit görünüyordu. Burası bir türbe İdi,.. Genç kız hafifçe ürpererek: — Mezarlık, dedi.,, Ve içinden fatiha okuyarak adımla rını daha sıklaştırdı. Onlar da bu seri tempoya uydular. ... Solda muazzam bir kapı. Yüksek Bir kapı vardı. Surların ortasında açıle mış ve oyuğundan kırlar, mozarlıklar örünen müszzam bir kapı Sağa döndüler,.. Biraz daha vürü- -N - |düler, Demindenberi — yürüyorlardı. | !Uhk sokaklar arasında âdeta kendi- lerini kaybetmişlerdi. Fakat nihbayet İğrikapıyı bulmuşlardı. Ve orasını bulunca da genç kız artık cihet tayinine muvaffak olmuştu. Te- reddüt etmeden sağa dönmüştü. On beş-yirmi adım sonra bu sokak geniş- ledi. Arsamsı, meydanımsı birşey ol- du İleride sarı bir duvar vardı.. Ve üs | tünde istavroz olan bir kilise kapısı..: | Onun biraz ötesinde bir simitci farı- | nında çıraklar şarkı söyliyerek çalışı- |yorlardı. Sağda bir evde.. bir. kadın ,hıçkırırık ağlıyordu. Ve rüzgâr başı sersem eden, saçları |dağıtan, nefesi kesen rüzgâr burada, bu meydanda anafor yapıyordu. ... Panalya Kilisesinde a Genç kadın tevakkuf etmişti... Eli- le kiliseyi gösterdi: — İşte Panaiya kilisesi... Ötekiler ahşap bir evin cumbaları taşan yan sokağa sapmışlardı. Papaxz kapının yanına yaklaştı. Zili çaldı... Gecenin, rüzgârın uğultusu içinde u- zaktan bir çıngırağın çalındığı duyul. du. Beklediler... Ses sada yoktu. Bu çıngırak hiç kimseyi uyandırmamıştı... Ötekiler büyük bir dikkatle dinliyor- lardı... & Bir daha çıngırak çaldı... Sonra rüzgâr uğuldadı... Uğuldadı... Gene çıngırak sesi... Gene dakikalarca beklediler. Uzun boylu adam: — Kimseler yok burada dedi... İçe- ri nasıl gireceğiz? Kapının önünden ayrılan papaz da onların yanına gelmişti. — Kapı açılmıyor dedi ... Hayret Ve Sevinç Bu ara şiddetli bir rüzgâr Norto- mun başındaki şapkayı önüne katmıştı. Norton şapkasının arkasından fırtadı. Şapka yerde uçuyordu. O da koştu. Allahtan şapka bir kapının pervazına takılmıştı. Yoksa yetişemiyecekti. Şapkasını almak için öyle telâşla atıldı ki... Sendeledi. Eli kapıya çarp- tı. Bu şiddetli vuruşla kapı ardına ka- dar açıldı. Kendisini toplıyan Norton büyük bir hayret ve ayni zamanda büyük bir se- vinç hissetti. Kapının önünde durarak onlara işaret etmeğe başlamıştlı. Başkaları da duyar diye yüksek sesle konuşamıyordu. Yüksek sösle konuşamadığı için on- lar sözlerini duymuyorlar, Karanlık olduğu için işaretlerini de göremiyor- lardı, Papaz: — Kuzum Norton nerede? Diye sordu. — Oraya şapkasının arkasından git- Işık Yakınız! ı Hep beraber iki üç adım attılar, |Şimdi rüzgârla tekrar kapanmasın Üye kapının yanından ayrılmıyan Nor- | tonu gördüleri | — Geliniz, geliniz gözlerim iyi seçe- biliyorsa, burası kilisenin bahçesi. | — Evet.. Evet bu kapı kilisenin | avlusuna açılıyor. | Burası küçük bir bahçe ve yahut bir| vlu idi. Tam karçıda tarasamsı bir ye- | re çıkan bir merdiven vardı. Solda ah | şap merasim salonu, sağda ince hivl yol.. Sonra kilisenin camekânlı antres P — Goldkoveky ışık yapınız. | | — lşıkmı?.. | Bir dakika sonra dört insan esraren- giz gölgeler gibi tik tabanlı iskar: pinleri bir tek scs çıkarmadan yürüme- jüe başladılar... *.. |taı. Fakat içeri acelı — Geliniz... Geliniz buraya geliniz. ($ 9 - 10- 935 ceği Yeri înn Evvelâ sağa saptılar... Bu yolun sa- gı bahçe duvarı, solu kilise idi ... Geniş merdivenleri aşağıya doğru inmoğe başladılar... — Nereye gidiyoruz? — Ayazmaya. — Ayazmaya mı? — Evet, çünkü bu kilise yeni bir kili« sedir. Bizans devrinden kalma olan şey bu avlu ile bu ayazmadır... Onun için taş ayazma olmalı ki fakat ayazma nö- rede... Bu kiliseyi Siz tanıyor musu- nuz? — Hayır tanımıyorum. Yalnız kitap- ta ayazmanın, avlunun bilmem kaç a | yak merdiveninin aşağısında olduğunu | okudum... .. Pencereye Yaklaşınca.. Komşuların nazarı dikkatini celbet. memek için elektrik lâmbasını söndür- müşlerdir Bu merdivenlerden gene dar bir ye- re geliniyordu. Bunun karşısında evler vardı.. Fakat sağda aşağıda kilisenin altında bir pencereden gördükleri ışık ile tevakkuf ettiler. Genç kız: — Ayazma galiba. Ve ayazmanın penceresine yaklaştı. Demir kafesli pencereden Aizze | resimlerile süslenmiş bir masa görünü- | yordu. Hazreti Meryemin resmi önünde büyük diğer aziz ve azizelerin önünde küçük mumlar yanıyordu. — Ayazmanın kapısını açalım dedi. Bu kapı demir bir kapı idi. Kocaman | bir kilidi vardı. Fakat besbelli Goldkovskynin kilit. K kapıları açmakta çok mümaresesi vardı. Birkaç dakika içinde kapı açıl- dı. Hepsi genç kıza yol verdiler. .. Küçük Taşlıkta.. : Evvelâ genç kız, içeri girdi... Açılan kapıdan giren rüzgür yanan mumları söndürecekti... Alevleri öyle karışmış- girdiler ve kapı- yı kapadılar... Burası rutubet ve gün- lük kokuyordu. İnsan buraya girer gir- moz kendini alaturka bir hamamın hiç ısınmamış soğukluğunda zannediyordu. ( Arkası var ) AŞK KADRiLi (Dle Katz'im Sack ) lâtif ve fantezi bir komedi müzikal oynıyanlar: MAGDA SCHNEİDER THEO LİNGEN ve WOLF ALBACH RETTY Bu Cuma akşamı ilk büyük suvare olarak SÜMER Sinemasında gösterilecektir. uet — Muvalfakiyeti Vahşi ı!lır kralı REKS TÜRKÇE SÖZLÜ Hayeon - Aşk - Dahşet Tepebaşı Şehir Tiyatrosunda 10-935 Çürşamba akşam saat 20 de ÖLÇÜYE ÖLÇÜ Hoanbul Belelgesi ŞehirTiyatrosu ». N l ! —— Altın Fışkıran O vakit Molina gene avaz avazı — Yakalayım! Şu dişi köpeği yakala- yın... Çabuk!.. Çabuk! diye bağırırdı. Hizmetçilerden biri dorhal ileriye ıulı-_ rak dişi köpeği tasmasından tutar, öleki de arkasında vaziyet alırdı. O vakit Mo- lina biraz gevşer, ağzı kulaklarına vararak gülümser. Bir müddet yüzüme bakar ve ondan sonra gök gürlemesini andıran bir saslet: — Ola Amigo! Ke tal, ke tal diye beni istikbal ederdi. y Hizmetçiler ileri atıkp kapıyı saçmak ir- terlerse de o derhal sert bir bakışla onlara mâni olurdu. Çünkü sahnede rol oynuyan bir aktör tavrile ve bana daha fazla ilti- fat etmek maksadile kapıyı kendisi açmak islerdi. Kapının tek kanadından ben de, a- tım da geçebileceğimiz halde a, iki kana- dı da arkasına kadar açar ve ben avluya girerdim. Dona Dolores Hizmetçilerden biri hayvanımı alıp gö- türürken Don Alibro da kolumu çıkarak |derecede elimi sallar, sanki senelerdenberi Rörüşmemişiz gibi bir sürü sualler sorardı. Bundan sonra bu iriyarı İspanyol kolum - dan tutarak beni eve götürürdü. Burada |karısı Dona Dolores beni daima güler bir 'yüzle karşılar, tatlı ve munis sesile carası- ra kendi evimi ziyaret etmeği hatırladığım- dan dolayı memnun olduğunu söyledi. Dona Dolores tab'an tatlı bir. kadındı. |Daüssılanın verdiği hüzün onun bu halâve- tini bir kat daha artırıyordu. ları haritalarla kaplanmıştı. Seyahat ırn.l-l su onun bütün mevcudiyetini sarmiıştı. H.ıç durmadan karada ve denizde yapmak is- mağının ucile ve yahut ta köşede duran bi- |lürdo istakasile haritadaki nehirleri ve dağ silsilelerini takib eder, onlar hakkında ben- den malümat isterdi. Deri yığınları Yemek odasının Yanıbaşında misafir odası vardı. Burası da tıpka bir müzeye benziyordu. Baştan aşağı deriler, halr yı-| jonları, dolmuş kuş ve hayvanlarla — yarı yarı dolu idi. Yılan derilerile, aralan deri-| leri birbirine karışmıştı. Bunların kimi duvarda asılı, kimisi gelişi güzel yere atıl- İmaştı. Her tarafta İspanyol tabloları, Ha- |beş tespihleri, gümüş tel işlemtler, tüyler, mızraklar, deriden yapılmış kalkanlar, bı- | çaklar, kılıçlarf ve devekusu yumurtaları vardı. Devekuşu yumurtaları altın yaklızlı we birçoğu çatlak olan aynaların önüne x- sılmıştı. Bu çatlakları gizlemek için ayna- tan bu kışımlarma çiçek resimleri yapılmış- |ta. Odada lâke ve yahut yaldızlı birçok İsandalye ve kanape de vardı. Orijinal fikirler Hizmetçilerin dairesi ağıına kadar yerli Molinanın yemek odasının bütün duvar- | todiği seyahatlerden bahsediyordu. — Par-| LN Memleket : 17 HABEŞİSTAN Muhayyel Vahşi Hayvan lar Öldüren Bir Avcı Yazan: L, M. Nesbitl avdet edip de Avrupaya döneceği man ekseriya bütün kamp levazın | tutturabildiğine Adisababada sali WMolinı da bu edevatı bu gibi se! lardan - toplamıştı. Uzun bir seyahat Bu kampı birkaç hafta evvel kı muştu ve düşürdükçe daha iyi alarak bunu gittikçe ıslah ediyor * zenginleşiyordu. O, zaten rastgele n temadiyen kullanılmış silâh, deri, doldurulmuş hayvan alır, misafir 00 sini ve müzesini doldururdu. memleket dahilinde uzun bir se te hazırlanmakta - olduğunu - sö; Nihayet o da orman patikalarında yt rüyecek ve duyduğu vahşi ları ve hayvanları kendi j le görecekti. Hatta bu büyük sefer iç |şimdiden kendini hazırlıyordu. O 'ziyarete gittiğim zaman, bazan küçi bir mavzer silâhı çıkarırdı. Bu kutusundan çıkardığı zaman bir tabancadan ibaretti. Fakat |kabzasına vidalandığı zaman mel bir tüfek olurdu. Garip bir avcılık Don Alibio bu silâhı koltuğunun tına sıkıştırır ve arka avludaki kampın çadırları arasında, hakiki ” ormanda imiş gibi yarı cesur, yarı ihtiyatkâr tavırlarla dolaşır ve büti harekâtile vahşi hayvan avını ederdi. Her adımda seri bir. hareketif başını evvelâ bir tarafa, sonra öbür fi rafa çevirir, keskin bakışlarile muha) yel bir çalılığın içinde saklanan gen' müuhayyel bir hayvamı arardı. Birde bire durur, gergin, tetik bir vaziy€ alır: — Hal... Buradan bir şey kaçı Yolumun üstüne geliyor, bam! Al na! Şimdi de öteki gözü atalım.. Bant' Hah!.. Yıkıldı. Öyle maceralar ki İşte... diye bağırır ve böylece da solda muhayyel vahşi ha; |öldüre öldüre avlunun duvarına kı gider; ondan sonra da dönüp muz fer bir eda ile gülümserdi. Artık noktada oyun biter ve dostum halini alırdı. erkek, kadın ve çocuklarla doluydu. Don| — Don Alibio İspanya şehirlerinin kif (Alibionun mesleği oldukça kür getirdiği için bunlar Adisababadaki — hizmetçilerin ;hemen hemen en iyi balılanları idi. Maa- mafih Don Alibio Rulet masasını idare et- “mekten maada başka işlerle de meşgul o- luyordu. Her şeyden Bahseder, bilmediği| İşeyler hakkında bile kendine göre garip, Vorijinal fikirler beyan ederdi. Bütün bir samün kütlesine hitap ediyormuş gibi dai- ma yüksek sesle konuşurdu. Jestleri son derece manidardı ve bunlar yalnız ellerile çehresine münhasır kalmıyordu. Maksadı- ni İyice anlatabilmek için bütün — vücudü harekete geçiyordu. Mükemmel bir silâh kolleksiyonu Bu zatın en küçüğünden tutun da fil a- vında kullanılan en büyük tüfeğe varıncı- |ya kadar büyük bir silâh kolleksiyonu var- dı. Arkadaki avluda bütün techizatile tam İbir de kamp vardı. Ortada iki büyük ça dir ve etrafında da omahrus küçük mahruti çadırlar kurulmuştu. Büyük. | çadırların içinde seyyar karyolalar, ve por- İtatif masalar ve sandalyeler vardı. Çadır direklerine çeşit çeşit matralar acılmıştı. Bu, doktor Sturmerniki gibi yeni bir kamp değildi. Burada bulunan bütün Çeşya müstameldi ve Adisababada sa- tın alınmıştı. Bir seyyah ve yahut da bir maden arayıcısı memleketin içeri taraflarında yaptığı bir seyahalten mı azamında kumarhane — işletmişl |Hatta, Barslonda bir aralık tiyal müdürlüğü bile yapmıştı. İki sene € 'vel, söylemek istemediği bazı e& giz esbab dolayısile memleketini t ketmeğe mecbur kalmış - ve Marsilyaya gitmiş. Burada birkaç kaldıktan sonra her gün ayni ayni kahvenin ayni masasında otu sütlü kahve içen bir adam nazarı d |katini celbetmiş. Molina fazla dememiş ve bir gün bu muntazam * detli adamla konuşmuştu. Açlık Zavallı açlıktan ölmek üzere © fakat bunu sakfamağa çalışan bir R! “mütlcesi imiş. Adamcağızın yaşı: mesi bile bir mucize imiş. Çünkü yf mi dört saatlik gıdası yumruk kı İbir fırancala ile bir bardak sütlü veden ibaretmiş. | Cüz'i bir para mukabilinde bir # van arasındaki bir yığın paçavran :iı'mıinde yalıyor, Rusyadan — gelei 'parası hakkında hükümetin vereci kararı bekliyormuş. ( Arkası var) ” a— » MUHTAÇ OLDUĞUNUZ İNKİLÂBA KAVUŞTUNUZ!. YILDIZ - (Etoile) Sİnemasında zengin ve rakipsiz şaheserler programl | Dalma. birincl vizyon * Fiyatlarda tek bilet usulü * sinama tekaiğinde bir inkılâp “olan muhteşem müziksel eserler. BAHŞIŞ. VE PROGRAM ÜCRETLERİ TAMAMEN KALDIRILDI. !

Bu sayıdan diğer sayfalar: