8 Şubat 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 3

8 Şubat 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hergün Rejim Aleyhinde î'alebe Kovulabilir Mi? I.'Iamallar Meselesi » Rejim Aleyhinde Çalışanlar: Ankarada cereyan eden suikast dava - Sının evvelki günkü celsesinde müddei muminin iddianamesini uzunluğuna bi - naen okumamışsanız, okumanızı — tavsiye ederim. Bu iddianame, on üç senedenberi re - jim aleyhinde çalışan teşkilâtların bir ta- rihçesini ihtiva etmektedir. Bu memleketle alâkası olmıyan Çer - kesler, Kürtler ve Ermeniler senelerden - beri durmadan, — yılmadan, — utanmadan | faaliyetlerine devam ötmişler. Kâh hu -| dutlarımıza kadar sokulmuşlar, kâh vatan topraklarına kadar girmişler. Her defa - sında uyanık duran Türk emniyet teşki - lârile karşılaşmışlar ve muvaffakiyetsizli- ğe uğramışlar. Bu itibarla bu iddianame bize, hâlâ re- jim etrafında dolaşan tehlikeye gözlerimizi açmamızı temine hizmet etmiştir. Düşmanlar uyumuyorlar, biz de uya - mik duralim. * Mektepten Çocuk — Kovulabilir Mi? Geçen gün mekteplerden birinde bir ha« ca ile talebe arasında bir. hâdise — olmuş. Muallim talebeyi muahaze etmek — isteri: 'Talebe de elinde bulunan hokkayı hocanın başına fırlatmış.. İş Maarif — mü lüğüne kadar intikal etmiş ve Maarif müdürlüğü bu talebenin bir daha mekteplerden hiç bi - rine kabul edilmemek üzere tardına ka - tar vermiş. 'Terbiyesiz bir talebeye ceza vermek, o- nu © mektepten kovmak, yahut mahkeme- ye verip bir cezaya çarptırmak mümküu- dür. Fakat bir vatandaşı mektepte okumak mahrum etmek hakkı maarife verilmiş midir? Maarifin vazifesi okul - maktır. Tahsil kanunen mecburidir. Ka - nunun tahsile mecbur ettiği bir çocuğu biz mektebimizden kovmak hakkına sahip mi- yiz) Ben bu talebe üzerinde dürmuyo - rum. Prensip meselesini münakaşa edi - yorum. Bence, halkçı bir rejim hiç bir va- tandaşı tahsil hakkından mahrum ede - mez. * 125 Kilo Taşıyan Hamal: Bir Avrupa gazetesinde Türkiyeden bahsederken: okumuştum. — Orada hâlâ hayvanın işini insanlar | görür, deniliyordu. Bununla sokaklarda a- | ğar yükler altında ezilen hamalları mu - rat ediyordu. Medeni memleketlerin hiç birinde 80- kaklarda yük taşıyan bamallara tesadüf e- demezsiniz. Orada hayvanların işi hay - vanlara, insanların işi makineye gördürü - lür. Biz hâlâ hayvanların işini insanlara - Eminönü kaymakamlığı insafa gelmiş, hamalların yüz kiladan fazla yük taşıma Tarını yasak etmek istemiz. Hamallar buna itiraz etmişler, bu sikle- tin 125 kiloya çıkarılmasını istemişler, Onlar yaptıkları işin fecaatini anlamı « yabilirler. Fakat anlıyanlar artık bu işi mö- töre havale etmenin yolunu bulmalıdır. - lar. * Hem Kel, Hem Fodul: Haliç vapurları bir müddettenberi be- Tediye tarafından işletiliyor. Haliç şirketi ziyan ettiğinden bahsederek işi yuruda bı- takmak istemiş, belediye şehrin nakliye iş- Terini sekteden korumak için vapurları biz- zat işletmeğe mecbur kalmıştı. Haliç idare heyeti bundan memnun de- Bil Şimdi kışmış. Haliç halkı sayfiyeler - den evlerine dönmüşlermiş. Onun için yol- €u fazla imiş. Falan filân... Yani, iş belediyeye geçince nazarların - da kıymet kazandı. Mademki öyle idi, niye işe devam etmediler? Niye halkın ihtiya. <cından evvel kendi kârlarmı düşünerek şi- küyete kalktılar. Belediye ziyan edebilir, çünkü belediye- nin makkadı kâr etmek değil, halka hiz - met etmektir. Şirketihayriyeciler bunu #>lamiyorlar. İş ellerinden kaçtıktan sonra — hakikati _mkı,.î.—wı—. Fakat aruk iş işten ş ğ / ',Resimli Makale SelEşT tE Sokakta, tramvı. 3, vapurda, çayda, hülâsa her- kesin bulunduğu kalabalık yerlerde çantasını açıp yüzünü pudralıyan kadını beğeniyor musunuz? Kafesten ve peçeden daha yeni kurtulan Türk kadınının bu ifrata düşüşü bize hoş görünmüyor. Bütün kıymetini güzelliğinden ibaret sayan ka- d için bundan daha tabü bir şey olamaz. Yüzünün boyasını *—ııu—iıhııdı-ıdıpıdnlıımııun yırdınıuihlş SON POSTA - Paf 'ıD Fakat meyiz. çekinmeyiniz, fakat B Yırtık Kadın ' İ"İln"'_)l 1-ttj | .“/ a AÇ İ yaç duymasını tabil görmek lâzımdır. biz şarklılar kadında biraz da çekingen- Hik, biraz bicap, biraz vekar aramağa alışmışızdır. | Güzel kadını severiz, fakat boyalı kadını beğen- Güzelliğinizin icap ettirdiği tuvaleti - yapmaktan bir kadınım en büyük meziyeti olan veka- rınıza halel getirmemek şartile. SÖZ ARASINDA ) i perestliği meşhurdur., Millt veya içtimai â- detleri arasına ımnıı bir çok şeyler, saçmı | da olsa, kökleşir kalır. | Maamafih — zamanla terkedilen bazı üGdot- ler yok değildir. E Bundan üç asır ev- veline gelinceye ka- dar, İngiltere sarayında, geceleri, koridor- larda horoz öttürmek âdeti vardı. Gece- min sssızlığı içinde, loş dehlizlerde akisler barakarak etrafa yayılan bu keskin, tüyler üÜrpertici ses, hakikatte horoz gırtlağından değil, insan boğazından çıkıyordu. © devirlerde, Avrupanın pek çok yer- küçi vücutlarının şeklini değiştirerek canbazha- lerinde, çalıp, yüzlerin: nelere maskara, krallara soytarı imal e- den bazı kimseler, gırtlakta bir takım cer- rtahi ameliyeler yaparak, insan sesini ho- ToZz sesine benzetmenin de yolunu bulmuş- lardı. İngilterede, böyle horoz seali -kim- seler tedarik edilerek, zabit yapılır, kadar her saat başında öterdi. Sonraları, çocuk çalan haydutlar ı:n-; kil edilince, bu vazife sadece horoz sesinin taklidi suretiyle yapılmağa başlandı. * Ölçüye Göre Adam Çinde, vaktiyle bir sınıf san'atkâr tü- zemişti. Bu san'atkârlar, zenginlere ve sa- raylara ölçü üzerine adam imal ederler, soytarı ve cüce yaparlardı. Bu iş için, evvelâ, bir, nihayet bir bu- çük yaşında bir çocuk tedariki şarttı. Bu gocuk, vücuduna verilmek. istenilen şekil- de bir küpün içine oturtulur. daha doğru- su bu küp, istenilen şekle göre çocuğun etrafına örülürdü. Çocuk, vücutça serpil- me çağını aşıncaya kadar bu küpte kalır, büyüyen azası küpün içinde sıkıştıkça bi- çimsizleşir, eğri büğrü bir hal alırdı. Za- gece | horozluğu işiyle tavzil edilerek sabahlara | manı gelince, Çinli san'atkâr, küpü kırar, kumbaradan para boşaliir gibi çorağu çı- karır ve bu ucubeyi, ağırlığınca altıma sa- tardı. Tabiatın yarattığı biçimsizliklerle ikti- fa edemeyip onunla yarış etmeğe kalkan ve muvaffak olan bu adamların san'ati de, bereket versin bir çok eski san'atler gibi artık yok olmuştur. HER GÜN BİR FIKRA Onun için Ya? Vaktiyle bir doktar Ormanyan vardı. Gayet. tuhaf bir adamdı. İl- mi zaramaız olduğu gibi, ıvikıeleıw- le de şöbret bulmuştu. Bir gün, Ormanyan efendi dost- larından birisiyle birlikte — Beyoğlu caddesinden #eçiyordu. Birdenbire telâşla karşı kaldınma geçti. Dostu bu hareketin sehebini runca, doktor, uzaktan geçen bir damı işaretle: 0- a- — Ben şu zatın karısını tedavi et- tüm.. dedi. — E, ne oldu? Öldü mü,. Bilâkis kurtuldu da, o- nun için herifin gözüne görünmek is- —Hayır, 1 — Konyada bir ova, halk şâirlerinin çaldığı musiki âleti. 2 — Kömürü bol bir memleket. 3 — Buzda bir adam — düştü, mutfaklarda bulunur. 4 — Yemek dağıtan yer, 5 — Kesemizden çıkan şey, 6 — yeğmük T — Para ile'oyüanan öğuük uzakları gösterdiğimiz zaman — sarfederiz. 8 — Yama bağlantı, bir işin sonu boş çı- kınca kullanırız. 9 — Arttırma, musikide sevgili. bir ses. 10 — Bir ses, kadınlarda bulunur, | N1 — Gizli, Türklerin sevdikleri hayvan. Yukarıdan Aşağıya! | — Eğemenlik. 2 — Bağışlamak, yumuşak değil. 3 — Memnu., 4 — Orta- dan yok olmak, tabii bir hâdise, küçük. 5 — Bal veren hayvan, bir renk. 6 — Sorgu edatı, bağışlamak, modern. 7 — Kucak, B — Mahvedici. 9 — Dört tarafa bulaşma. 10 — Babanın eşi, sokucu hay- van. |1 — Harpte kazanılır, yama, l Eski Esir Tacirinin Rorcu İskandinavyada mü - zik Hol — sanatkârlığı etmiye başlıyan sa - bik. boks .ıınpiyoh,l rağbet — görmektedir. y Bunun başlıca sebebi şimal memleketlerin- de zencinin ender « huşudur. ve ilâve ede- lim. Ona terbiye &- dilmiş bir maymun gözüyle bıkılnmkr.-dıı. yiyecek içecek, hattâ çiçek gönderilmek- | tedir. Avtupa gazetelerinin anlattıklarına göre zenci boksöre bu sekilde iltifat edenlerin en başında bir İngiliz ailesi bulunuyormuş, ve iltifatları o kadar devamlı bir hal al « mış ki zenci boksör nihayet meraka düşe- rek aile reisinden sormuş ve şu cevahı ah mışt — Mesele zamnettiğinizden basittir. Bü- yük babam servetini esir ticareti yaparak kazanmıştı. Ben ve çocuklarım gördüğü- müz bir zenciye iltifat etmekle siyah ırka kargı üzerimizde bulunduğunu ıındıiımıı borcu ödüyoruz. * Dünyanın En Şikemperver Nllloll «Bütün dünya milletleri arasında en İşti- halisi, en şgikemperveri muhakkak Alman milletidir. Bu bususta Jules Huret vaktile yaptığı bir çok seyahatler esnasında işittiği bir hikâyeyi anlatır. -Bu hikâye ko- lonya şehrine yerleşip evine bir hizmetçi (kadın almak istiyen bir İngilizin hikâye - İsidir. İngiliz hizmetçiden şartlarını — sorar. kadın: — İşte, diye anlatmıya başlar: Sabah - leyin saat altıda evinize gelirim. Bana ek- mek, sütlü kahve ve tereyağı — verirsiniz. Saat sekiz buçukta jambon ile bira, on bu- çukta kahve, ekmek, domuz yağı isterim. Ssat birde öğle yemeği vaktidir. Çorba içerim, et, sebze yerim. Üstüne kahve ile bira alınm. Sant dörtte bir parça peynir, ekmek ve kahve. Saat altıda biraz reçel ile domuz sucuğu yerim. Saat sekizde ak- şam yemeği zamanıdır. Ne verirseniz ye- rim. Ücretim günde üç buçuk marktır. | İngiliz gayet soğukkanlı bir adamdır. Hikâyeyi dinledikten sonra sorar: — Çok âlâl Fakat şayet sizden bütün gün yemek sofrasından kalkmamanızı is - tersem ne ücret talep edersiniz?. Bu hikâye Almanların aleyhinde bulun- mak için uydurulmuşa benzerse de akla| aykını seylerden değildir. Zira Alman mil- Teti gerçekten günde altı defa yemek yer. Bu yemek umumiyet itibarile fazla iti - nalı değildir. Fakat Alman milleti için mü- him olan şey keyfiyet değil, kemmiyettir. İSTER İNAN İSTER İNANMA! Dün gazeteleri karıştırırken gözüme şöyle bir başlık ilişti: «Şehir Meclisinde hararetli bir münakaşa » — Çocuklar, dedim, dinleyin. Şehir meclisinde dün hara- retli bir münakaşa olmuş. Ne olabilir tahmin edebilir misiniz? Kimi casma köprü», kimi su, bazısı süt, bamsı şehrin pisliği meselesi olacak diye tahminlerde bulundu. — Bilemediniz, dedim ve okumağa başladım: İSTER «Şehir meclisinde İNAN İSTER İNA n idalei dğüüüned hti ei ” halle ve sokaklar hakkındaki encümen kararı bir saat devam eden hararetli münakaşalara sebep olmuştur. Encümen Ak- saraydaki Nevbahar ve Kâtibi Adil sokaklarının isimlerinin deği; tirilmesini teklif etmiş. Şu isim mi konsun, bu ad mı takılsın di- ye aza bir saat birbirine girmiş. w—wühnmd& NMA! SözıE_ Kısası Dayak Düşkünleri E. Ekrem-Talu Habeşistana ait havadis, fıkra, kâye modâ oldü. Bütün dünya mi 'atı hergün bunlarla dolu. — Bazılı vakit buldukça, ben de merakla ediyorum. Bu cümleden olarak lerde bir Fransız gazetesinde şöyle B | muhabir mektubu vardı: 4 Habeş erkekleri karılarına karşı Ç* | İsert ve zorlu davranırlarmış. Kilil (lığın ne demek olduğu bilinmeyen diyarda, kocalar, sebepli sebepsiz, rılarına basarlarmış sopayıl, - Tuhafı gu ki, Habeşli bayanlar P dayak faslından memnun imişler. O 'ların indinde bu bir sevgi nişanesi — 'miş. Öyle ki, muhabirin görüşmüş d'ııgu bir Habeş kadını, beyaz erkel rin karılarını kat'iyyen dövmedikle! işitince şaşakalmış ve: — Şayet, demiş, kocam haftada W değilse bir defa bana sopa çekme? © zaman başka bir kadını — sevdiği hükmeder ve destiyi kafasında p |lardım! Kocam beni dövmese, kat komşu benimle alay ederler, âleme * paze olurum. j Muhabir, biraz sonra, bu day#F| düşkünü bayanın kocasiyle de görüf| müş, o da karısının ifadesine şu $0 Wİerî katmış: — Karımı haftada bir mutlaka verim. Ortada bunu icap ettirecek sebep olmasa da, ben mutlaka bir hane bulürum. Karım dayağı |çünkü başkalariyle dertleşmek için vesile bulmuş olur. Ve karımı dövd ğüm günler o daha güzel ye İpişirir ve beni daha çok sayar. Feminizm cereyanının alıp - düğü bu asırda, Habeş kadınlarının © dayak düşkünlüğünü, o cereyanın * raretli müdafii bulunan zevatın tet müllerine arzederim. | Tevfik Fikretin: Elbet sefil ol kadin, alçalır beşer!n dediği demie? bile ne bizde ne de başka ülkelef |dayak yiyen, dayağı bir sevgi ni sayan kadınlar yoktu. j O zaman şâirin kavlince alçaları T© şeriyet, Habeşistandaki bu vaziyet İ qmndıı yerlenn dıbme geçmelidir. g) Özlıı Sozler : ymamamıı Oscar Wilde Diyor K" Hakiki yaşımı söyliyen bir kadına İt etmeyiniz. Zira önu söyliyen bir kadille — şeyi söyliyebilir. Dünyada kendisine güzel sözler diği zaman hoşlanmıyan bir kadın o! ceğini zannetmiyorum. Zaten kadınlaft harikulâde yapan yegâne meziyet bu” Ruh ihtiyar doğar ve gittikçe &' ; şir. Bu hayatın gülünç taralıdır. Vücut ise genç doğar ve zamanla yarlar. Bu da hayatın acı tarafıdır. — ği | Kadınlık tarihi dünyanın — tanıdiğ! kötü bir zilüm tarihidir. Zayıfların ği vetlilere tagallübü; sonue gelmiyen İistipdat budur. | Gençler sadık olmak isterler; fakt İğildirler. İhtiyarlar ise sadakatsız listerler, fakat olamazlar. Ş Erkekler kadınların ilk üşığı. — Kaf da erkeklerin son sevgilisi olmak #” | İnsanların gayri ahlâki dedikleri ’lıı. insanların ayıplarını gösteren T |lardır. Diyorlar ki, dünyanın büyük — b İzini akıl yarattı.. Fakat, unutüy? dünyada' cn büyük üğahları 'da SN rattı. Erkekte istikbal, kadında mazi Biliyor Musunuz? ——— —— | — Bize en yakın Türk hül arasında müslümanlığı ilk olarak Ka den kimdi? Zi 2 — Büyük muharebeye son vr"' ” tareke kaç gün sürdü? h 3 — Cebelüttarık ne vakittenbtt” f k gilterenin elindedir? 4 — Eski Misirhlar zamanında. nasıl yapılırdı? b 5 — Umuni barpteni evval' yaf kahve, sşabun, pirinç vaşati katf — satılırdı? j (Cevapları yarınki sa)ş y ni

Bu sayıdan diğer sayfalar: