3 Nisan 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

3 Nisan 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

3 Nisan Casus T BEk-eta l 3-4- 808 | İttihatçılar tarafından mesleklerinden edilenler, vazifelerine alınıyorlardı lar, eğer kara yolunu takip edeceklers SON POSTA Sinclair Lewis'ten Hukuk - fakültesinden — şahadetnamemi aldığım yık, a yaştaki her delikanlı gibi be- nim de burnum havalarda idi. Çabucak göhrete ermek, avuç dolusu para kazan - mak kibar konaklarına ziyafetlere çağını: mak, kibar konaklarına ziyafetlere gağnl- Ve orada da kumarbazlık, dolandırıcılık, | dirilen yemek mi, yoksa konuşulan” şeyler hattâ vasıtalık gibi iğrenç işlerle meşgul| Mi daha öldürücüdür, bu pek kestirilemez. Sön Postanın Tefrikası: 28 Volmıya başlamıştı. Fakat bir gün Misır za»| Fakat bunları sonradan anladım; © za - yanlarına hiç bir eşya almadan Şirketi Hay-'bıtası onu bir cürüm irtikâp ederken sahte | Manlar çok toydum, zengin bir kızın bana viye vapurlarına biniyorlar; muayyen olan | Türk zabiti üniformasile yakalamış, hap- | Yutulup varıvereceğini umacak kadar toy.. üç iskeleden birine çıkıyorlar; bu iskele - lerin mıntakalarıtda bulunun - ve adres- leri kendilerine verilmiş olan - köşklere müracaat ediyorlar, geceyi orada geçiriyor lardı. Ertesi gün kıyafetlerini tebdil ede - vek; Alemdağı, Gebze tarikile — Anadolu yoluna düzülüyorlardı. Ayni suretle vesika alarak deniz yolun- dan gidecek olanlar da, Karadenize işliyen vapurlardan birine — biniyorlar; — İnebolu, Zonguldak, Samsun iskelelerinden birine çıkıyorlar. Orada vesikalarımı göslerip hü- viyetlerini de isbat ettikten sonra, vazife başına gönderiliyorlardı. İstihbarat servisi, bir hayli uğraşmasına vağmen, kara yolandan bu sevkiyatı idare edenleri öğtenememişti. Onun için bütlün gayretini, deniz yolundan Anadoluya ge - çenlere basretmişti. Bunun için de muhtelif vasıtalara mü - racaat eylemişti. Nihayet, hava mensuplarından bulu - man ve muhalif Hikirlerile meslekdaşları - (dürü umumisi miralay Halil Bey zama - dam vaktile Şimal ormanlarındı nn bile menfuru olan (F) isminde — birİnında tekrar zabıta hizmetine girmiş; siya- | Mr. Hodgins'in baktığı çok mi genç, bu vazifeyi deruhde etmişti. se atmıştı. İhsan bit çok defalar hapse gırıp çık » mak ve Misir zabitasını biktirmiük türe - Ble tam altı sene Mısırda, vakit geçirmiz; mütarekenin akdini müdeakip bir (hti - hatçı mazlüm ve mağduru) maskesi tak rak koşa koşa İstanbula gelmişti. | Malâm ya.! Hof hangi sebeple olursa ol- sun, İttihatçılar tarafından mesleklerinden tard ve tekaüt edilen, kanımi sebeplerle âdil mahkemeler tarafından — aleyhlerinde büküm verilenlerden çoğu, o devirde ken. dilerini (mağlüm ve mağdur) göstererek | damat Ferit Paşa hükümetine müracaat &- derler; - her we ayarda, her ne karatta ©- barsa olum, bütün ittihatçı düşmanlarını bayrağı altına toplıyan - damat Ferit Paşa hükümetinin bir emrile tekrar işletine gi - rerler; senelerce evvel terkettikleri vazile- | Terinin başına geçerlerdi. | İşte İhsan da bu cümledendi. Poliz mü- | vi kasımlardan birine yerleşmişti. Ve artık | Amma kurduğum hülyalara hiç te uy - Miyan bir işe girmeğe mecbur oldum: Bü- Yük avukatlardan biri, Hodgins, beni ya - fana on beşinci kâtip diye aldı. müdafaaname hazırlamak için değil, tebli- ğat memüru diye... «Ne yapalım? dediler. merdivene en alt basamaktan başlanır. ..» Hiç te tatlı denecek bir iş değildi! »Tebli- gat> için gittiğim aktris Jocalarından arka- ma bir tekme yüyerek kovulduğum, bir çok kapılarda — pestilim çıkasıya gördüm... O hayattan o kadar neftet edi « yordum ki kaç defalar. parlak istikbal mitlerine veda edip anamın babamın kö - yüne çekilmeği düşündüm: orada her hh de hemen bit avukat olüverirdim. Bir gün Mr. Hodgins beni çağırttı. Nav- yorktun kark mil ötede New-Mullion adın- da küçük bir kasabaya göndereceğini söy- kedi. Orada Oliver Lutkins diye bir adam varmış. ona tebligat yapılacakmış. Bu a- galışmış, dm bir sı - hırlama davasının iç yüzünü bilirmiş. Onu Nasılsa damarlarına girdiği bir kaç genç (ondan sonra da işini gücünü, - tanıdık, ta- | şahitlik için çağırmıştık amma bir türlü zabitten, hangi gün Anadoluya geçecek -|ymadık; bildik, bilmedik - kıyıda köşede | getirememiştik. berini öğrenmel Bunu, istihbarat servisine haber ver - mekle beraber, kendi de güya yolcu gibi (Gülcemal ) vapuruna binmişti. İngilizler, vapurdakileri — şüphelendir. - kalmış olan itçihatçıların ayaklarma ip ta- | kıp çekmekle geçirmişti. Gerek Halil Bey ve gerek ondan bir müddet sonra polis müdürü unmınizi olan | Nureddin Bey; - İstanbal hükümetinin Ü- | Köylerde her şeyin ande ve temiz oldu- ğunu sanırdım, trenden indiğim zaman bu kanaatim hayli sarsıldı: — New-Mullion'un sokakları çamurdan geçilmiyordu. dük - kânların camları da pislikten — şeffaflı memek için zahiren hiç bir alâka göster «| —— , o muru sifatile, kendilerine verilen e-| kaybetmişti. Kasabanın beş altı bin nüfuk memişlerdi. Fakat vapur hareket edip te mirleri ifa etmek ve hükümele müzaheret|*4 vardı amma gene bir kömür amelesi yola düzülür düzülmez derhal tevkif et - mişler; Kızkülesi önüne çekmişler; demir- betmişlerdi. Vapurda, yüzü mülecaviz sivil zabit ile, İstanbuldan Amadoluya gönderilen — otuz ı:ı ve bir merkez memuru bulunuyor - (Bu polisler, güya Anadolu — ahvaline muttali olmak üzere gönderiliyordu. Hal- buki bu vazifepörver ve vatansever efen- diler Anadoluya geçer geçmez; derhal İs- ü irmişler; — milli gayeye mal, üç - dört gün Kızkulesi açığında, ab- Tuka altmda bulundurulduktan sonra, için- deki yolcular başka bir vapura nakledil - mişti. Bu suretle İngilizlerin gözünden kaça- bilen zabitler, Anadoluya geçmişler; mü- him vazifeler ifa etmişlerdi. Ele geçen za- bitler ise, günlerce İngiliz hapishanelerin - de, Sansaryan hanının bodrumlarında sü- ründükten sonra, merkez kumandanlığına teslim edilmişlerdi. v Damat Ferit Paşa hükümetinin — polis müdiri umumisi olan Tahsin Beyin maiye - tindeki resmi taharri memurlarından maa- da, bususi bir istihbarat şebekesi kulla - mırdı. Ve bu bapta ihtiyar ettiği masrafla- mı da doğrudan doğruya (yüzbaşı Benet) ten alırdı. Bu istihbarat teşkilâtı; bir taraftan İs - tanbakdaki kuvayi milliye merkezleri et - rafında döner dolaşırlar; diğer taraftan da mühtelif vasıtalarla - ve kendilerine mer - Bt tâli casuslarla - Anadolu harekâlı ve Ankaradaki hükümetin girli — mukarreratı hakkında malümat almıya çalışırlardı. Bu şebekenin en mühim erkânından biri, (İhsan) isminde bir polis hafiyesi idi, Ka- ra gözlü, kara kaşlı, kırmızı yanaklı, eti- Be dolgun ve yakışıklı bir genç olan İh - san oldukça iyi bir ailenin evlâdı olduğu halde gençliğini mülevves mecralarda ge- Çirmiş: bir aralık her nasılsa polis idaresine intisap eylemişti. Faka' yaratılışında bo - zukluk olan bu genç, zabıta mesleğinin şe- ref ve kudsiyetini takdir edecek bir ruha malik olmadığı için Calata ve Beyoğlu so- koklarında da meslek terbiyesine uygun gelmiyecek haller de irtikâp etmiş; zabıta hizmetinden tardedilmişti. İrikâp — etiği uygunsuzluklar, yalnız tart cezasile kal - mamış, hakkında kanuni takibat başlamış- &. Bunun üzerine İhsan, Mesra — kaçmıştı. göstermekle beraber - mümkün olduğu ka- dar şahsiyattan uzak kalmıya ve bahusus kuvayi milliye taraftarlarına karşı elle - tinden geldiği kadar biaraf ve garazıız bulunmuya çalıştıkları için, İksan, bu iki polis müdürü umumisi zamanında büyük müddet sonra vaziyet değişmişti. Casus « koğun büyük bir revaç bulduğu bu devir « de, İhsan da faaliyete geçmişti. Gene bu şebekenin erkâmı asliyesinden de, Tahsin Bey hususi memurlarından An- karalı Hilmi Efendi idi... Uzun boylu, kum- ral bıyıklı, elâ gözlü bir adam olan Hilmi Efendi, ötedenberi muhalif geçinirdi. Ken- disi Ankaralı olmak hasebile, Ankaradaki tanıdıkları vasıtasile iş görebileceğini tah- mnin elmiş; Tahsin Beye müracaat ederek casusluk işlerine girmişti. Ve bu işe, vak- tle zirnat mekteplerinden birinde istihdam edilmiş olan Fuat Efendi isminde bir ar - Hilmi Efendi, bu casusluğu; bir zaman- lar Fuat Efendiyi Bursa tarikile Ankaraya göndermek, oradaki tanıdıklarile temas et- sonra bundan vaz geçerek bizzat Anka - raya gitmiye ve orada casusluk otmiye ka- yar vermişti. Fakat kuvayi milliyenin istih- barat bürosu, derhal bu teşebbüsten ha - H, l Tahsin Beyin en güvendiği memurlar - dan biri de ekseriya Üsküdar tarafların da dolaşan Hamdi isminde eski bir hafiye idi. Bu Hamdi, hakikaten korkunç bir ca- yus idi. Erenköy «ilâh deposundan, tersa- den bu faal ve bamiyetli vatanperver şe « bekesini Ferit Paşa hükümetinin ve İngi - lizlerin eline teslim eyliyen, ve zavallı (merhum Tevfik Süküti) nin idamına se « bebiyo! verenlerden biri de bu adamdı. Karşısına çıkan babası olsa, menfaati uğ « runa cayıt cayır ateşlere yakardı. İlk za « manlarda, İngilizlere casusluk etmişti. Son- raları, ayrıca Tahsin Beyin şebekesine de Hamdi, bu iki başlı işi başarabilmek için motörcü Çopur Abdi isminde biri ile bir leşmişti... Abdi - İngilizlerden ahnacak kı- mk dökük silâhlarla, beş on sandık bozuk cephaneyi - kuvayi milliyeye götürmek ba- hanesile uk sık Anadoluya gidip gelecek, oradaki bildikleri ,tamdıkları vantasile bir çok şeyler öğrenecek, bu suretle de ensus- ( Arkası var ) kampına benziyordu. © beş altı bin kişi içinde bakılacak bir surat vardı: İastanyon kapısında bekliyen a- rabacı. Kırklık bir adam, al yanakh, açık yüzlü, pehlivan yapılı... Arkasındaki mavi minlan gerçi pek temiz değildi amma göz- lerinden keyif akıyordu. Hani bazı adam- lar vardır, herkesi sever, omzunuza vura- gak konuşur; © arabacının da öyle insan - lardan olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. — Oliver Lütkins isminde biri varmış, onu bulmak istiyorum, dedim. — Latkins mi? Bit saat önce buralar- da idi. Vallahi © herif öyle kolay kolay bu- hanmaz! Hep oyun için adam arar durur. Şimdi belki saraç Fritz Beinke'nin orada- dır, dükkânın arkasına çekilip poker ey - marlar. Aceleniz var ma? — Evet, öğleden sonraki trenle döne - ceğim. Ne için geldiğimi anlatmamağa karar wermiştim; — romanlardaki, — tiyatrolardaki polis hafiyeleri gibi esrarengiz bir tavır ta - kınmıştım. Arabacı: Evlât, dedi, ben bu kasabanın a bacısıyım; emanetçilik te ederim. Ben g- dip çekçeği koşayım, Lutkins'i beraber a- rarız. Onun nerelere gidebileceğini bilirim. Öyle neşeli bir adamdı ki, bana karşı öyle babacan bir hal takınmıştı ki hemen içime emniyet geldi. İşin içinde onun çıkarı vardı; amma bütün köyü yaya dolaşacak değildim ya! Ben arabaya binecek olduk- tan sonra varsın parayı öyle babacan bir dam kazansın. Şaatini iki dolara pazarlık ettik. Arabanın kapısını açıp yerlere kadar eğilerek: «Buyurun beyim» diyecek insan- lardan değildi; «beyim demek — ona hiç güpbesiz ölmekten de ağır gelirdi. Cüle - yek: — Araba hazır, evlât! dedi Sanki onu tâ çocukluğumdanberi tanı- yordum, o kadar kanım kaynamıştı. Köy- Tüler n adamlardır! O arabacı da, ba- DA iyilik olsun diye, Oliver Latkins'i bul - mağı kafasına koymuştu. Biraz sıkılarak: — İşinize karışmak gibi olmasın amma delikanlı, dedi, bana öyle geliyor ki, siz Oliver'den para istiyeceksiniz. Ondan pa- ra çıkmaz; Altı ay oluyor, pokerde bir çey- zek dolarını kazandım, hâlâ verecek. Kö- tü adam değildir, değildir, elini cebine at- mak isternez!.. Siz ondan para istiyecek - seniz biz onu habersizden yakalayıverelim. Siz dükkün dükkân gezip onu sorarsanız herkes, daha şapkanızı görünce, — sizin şehirden geldiğinizi anlar, Latkims'i eliniz- den kaçırırsınız. Siz işi bana bırakın. Doğruşu emsalsiz bir adamdı. Ben bir başıma Lutkins'i nasıl bulunum? Onun se- mimiliğine ben de şamimilikle mukabele | BAA dövüldüğüm | 'çok oldu. Şehtin en Ücra, en pis köşelerini (Cetim, Lutkins'i niçin aradığımı söyledim. Arabacı beni ciddiyetle dinledi, kırk yaşın- da bir adamın beni böyle dinlemesi kol- tuklarımı kabartti: Dedim yal çok toy - dum. Ben sözümü bitirince o benim om- zuma vurdu: — Lutkins kardeşe bir oyun edelim de görsün! dedi. — Haydi, gidelim. — Benim adım Williaım Magnussan'dur amma burada herkes bana Bill der. —« Pekâlâ, Bill. Önce saraç Beinke'nin dükkânına mı gideceğiz? — Evet, bizim ahbap belki orada po- ker oynuyordur. Blöf dedin mi, karşısına çıkacak yoktur. Bill'in sözlerinden anladığıma göre Lut- kins'in hareketlerini beğenmiyordu amma gene de ona kasşi bir hayranlığı vardı. Müddeiumumi olsa onu tevkif — ettirirdi amma aN a kıyamazdı. Saracın dükkânt önünde durduk, — Bill önden girdi. İçeride, sığır paçası yağı ile kanrşık bir koşum kokusu vardı. Kısa boy- u, yanık yüzlü bir adam olan Mr. Beinke bir çiftçiye yeni bir hamut satıyordu. Bill, yarı yapmacıklı şen bir tavırla: Bugün Lut! Onu dostlarından biri anyor dal.. Beinke bana baktı, bir düşündü. sonra: — Bir çeyrek evvel burada idi, dedi. İsveçlinin oraya tıraş olmağa gitmiştir. — Görürsen söyle, poker aynamak için anyoruz. Haber aldık, 6 kumardan — pek hoşlanırmış... YARIN: Heder olan hayat Yazan : Ercümend Ekrem ins'i görmedin mi? de- di. dükkânma — vardık. Bili hep önden gidiyordu, ben kapının ö- nünde kalıyordum. Berbere de, içeride otu- ran iki müşteriye de sordu. Lutkina oruya uğramamış. Berber gülerek: İsveçlinin berber — Görmedim, görmek te istemem, de- di; sen görürsen söyle: Bana iki dolar bor- €u var, versin de getirirsin. Müşterilerden biri Lutkins'i caddede a- şağı doğru inerken görmüştü. Biz tekrar arabaya binerken Bill: İsveçli itikarı kesmiş, muhakkak öbür berbere, Gray'ye tiraş oluyordür, — dedi; çok tembeldir. kendi kendine uraş ola - maz Gray'in oraya vardık. Lutkins beş daki- ka önce çıkmış, tütüncüye doğru gitmiş Tütüncüye sorduk, sigara almış, amma 0- rada durup kanuşmamış. Böylece saat bire kadar peşinden koştuk. Artık karnım acık- maştı. — Ben aradığım şahidi “bulmağı pek istemiyordum; Bill'in berberler, kasa- banın papazı, hekimi, dükkâncıları hak kında anlattıklarını dinlemek daha hoçu ma gidiyordu. Tatlı bir dedikoducu idi. — Yemek yesek nasıl olur? dedim. El- bet te bildiğiniz iyi bir Takanta vardır. — Beni karım evde bekler. Ben lokan- tadan hiç hoşlanmam; burada dört taha| var; hiç biri de iyi değil. Sizin güzel man- zaraya merakınız var madir? Wade's Hill'e bir çıktınız mı, cennet gibidir. Bizim ka - dına bir dolar verirsiniz, lokantadan hem daha ucuz olur, hem daha temiz. Yemeği yanımıza ahr, gider tepede yeriz. Dostum Bili'in paraya düşkün olduğu belli idi; şehir uşağına gösterdiği misafir- perverlik sadece insanlık sevgisinden doğ- ma değildi. Ona, yemekte geçirdiğimizi de sayarak alü saat parası verdim. — Amma, doğrusunu isterseniz, benimki de kurnaz. bku; çünkü ona verdiğim para cebimden aı ARABACI Çeviren : Nurullah Ataç nı*î'îrvjfi değil, yol masrahı diye Mr. Hodgins'düş çokacaktı. Ben, bir para sarfetmeden, Onun köylülere mahsus «aklı selims | ç İşeydi. Dağın tepesinde oturduk, açağıda yılankavi akan irmağı seyrederek kammı - mızi doyürdük. Bill, şelkatle karışık bis dedikodu merakı ile, New - Mullion'lulare dan bahsediyordu. Her şeyi biliyordu, gö- zünden hiç bir şey kaçmıyordu amıma gene de her şeyi anlıyor, müsamaba ile görü - yordu. Papazın karısını anlattır O hafta içinda ne kadar borç para aldıysa pazar günlü mek için köye gelen mekteplilerin elbiseleri , ile alay etti. Ayukatla karısının kavgala - rını anlattı: kadın kocasına yakalık taktır« mak istiyormuş amma avukat boyunbağı takmağa bir türlü razı olmuyormuş. — Bill öyle tatlı anlatıyordu ki bütün © adamlar gözümün önünde yaşıyor sandım ve bilt gün içinde New - Mullion'u, yıllarca otura duğum sehirden daha İyi tanıdım. t Bili, kalabalık şehirleri, biç bilmiyordu — amma bir çok işlerde çalışmıştı: duvarcı « hık etmiş, çiftliklerde uşak diye çalışmış a« yak sabcılığı etmiş, odunculuk, dülgerlik etmiş, daha bir çok işler görmüş. Bütün bunlar ona sadelik öğretmiş, karşısında « kine de sirayet eden bir neşe — vermişti. Doğrusu bana iyilik etti. Bugün bile onu hatırladıkça, bazı kimselerin eşöyle tam köy uşağın dedikleri zaman ne kasdettiks lerini anlıyorum. Amma o tepede, yemiş ağaçları arasında daha fazla oturamazdık; Oliver Lutkins'i aramamız İâzundı. — Uğraşmamız — boşuna — çıktı. Nihayet arabacı, Lutkins'in arka « daşlarından birini buldu ve onun ağzını &- tayıp Lutkina'in çiftliğe, anasının yanına ini öğrendi. Jozakta idi. Bill içini çı | ekerek; — Oliver'in anasını bilirim, dedi. Şirret İbir kadındır. Bir gün trenden emuna Bi Bill'in sözlerini dinliyerek keyfediyordumu — tabit hâkimliği benim için ne istifadeli L kilisede o kadar bağırırmış. Tatili geçirt » — ö * » kasabadan üç mil — & mıana bir sandık çıktı, götüreyim diye bana — emanet ettiler, sandığa iyi bakmadın diya etmediğini koymadı. Onun sandığını, yu« murta sepeti sallamadan — götürmeli imitç © cadı. hiç yöksa altı ayak boyandadır, e ni de boyuna görel Öyle de çeviklir kil Bir de dilini görmeli, bit küfür savurur, en yüzü yırtık erkek bile haya eder. Oliveş kendisini aradığımızı haber almış. gidip a- nasının dizi dibine sığınmıştır. Hele ba « kalım, belki yıldırınız. Amma siz işi bana birakın. Sizin belki okuyup yazmanız kuve vetlidir amma iş küfüre binince yaya ka « hrsınız! Bizim araba, harap bir çiftlikten içeri — girdi. Eteklikli dev gibi bir şey bizi güle » vek karşıladı. Bill arabadan atladı ve ca dıya hemen sert sert: — Beni tanıyor musunuz? dedi. Ben arabacı Bill Magnusson'üm. Oğlunuz Oli- miş. Kadın alayla gülerek: — Nerede olduğunu ne biliyorum, |de bilmek isterim, dedi. Bill: — Biz masal dinlem Kkanlıyı müddeiumu Ver Lutkins isminde bir. DİZİ arıyacağız. ei | iz, dedi; bu da « — göndermiş. Oli « | İ bulmak için evie Bill sesini yükseltince devler anası sar « sılır gibi oldu: İçeriye, mutfağa girdi. pe « — sini birakmadık. Eğildi. firinin alt gözüne den bir ütü çıkandı ve bunu bir silâh gibl |kullanarak üzerimize yürüdü. aü | — Defolun oradan! İstediğiniz ye; arayın amma Tutfaktan hemen cıkmaz mz-ikinizi-de fıtina âökar yakarı |* (Lütfen sayfayı geviri $ S ver'i arıyorum; bu delikanlı da dostlarıme — dandır, oğlunuza verilecek hediyesi var « — # <Y

Bu sayıdan diğer sayfalar: