30 Nisan 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

30 Nisan 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

lll ü 10 Sayfa OLUMMANGASI DEski Osmanlı Veliahdı öld “ Son Posta ,, nın tefrikası: 68 geride bıraktığı Cenanının Cemlil; Yazan A, R. SON POSTA Yusuf İzzeddin intihar etmiştir muhabbetini Melihadanda bekliyordu |Yazan: Ercümend Ekrem Ve bilhassa, - o zamana göre - mit- ralyözlerin, ne dereceye kadar mües - sir bir silâh olduğu öğrenilmek isteni- yordu. Cemilin verdiği cevaplar, bu iki a- damı memnun etmişti. Yüzlerinde, tat- h bir tebessüm belirmiş! € giltikçe canlanan ümitlerin — verdiği bir neşe içinde sual ve cevaplar birbirini takip eylemişti; — Pek iyi, Cemil Bey. Bu mitral - yöz, yahut nordenfild denilen makineli silâhı kullanmayı bir adam ne kadar zamanda öğrenebilir?.. — Zeki bir adam için bir buçuk, iki aylık meseledir... Yalnız, nişangâh kullanmayı öğrenmek biraz — güçtür. Bunun için de epeyce zaman ve tecrü- be lâzımdır. — Meselâ, ne kadar zaman?.. — Hiç olmazsa, altı yedi ay... — Pekâlâ, Cemil Bey... Şimdi size, bir teklifte bulunacağız. — Buyurun. — Bu makineleri bizim adamları - mıiza öğretmek için muallimlik vazi - fesini kabul eder misiniz?. Cemilin, bütün vücudu - titremişti. Sanki başından aşağı, bir kova buz gi- bi su döküldüğünü zannetmişti. Der - hal kaşlarını çatmış; sert bir sesle: — Hayırl.. Diye cevap vermişti. — Size, maaşınızın beş misli fazla para veririz. — Hayır!.. — Eğer isterseniz, bin altın da pe- şin takdim ederiz. — Hayırl.. Köşedeki adam: — Yâ, veled!.. Diye dışarıya seslenmiş; içeri giren genç Cebelliye, nargileyi göstererek: — Tönbekiyi tazele. Emrini vermişti... Ve, uşak dışarı çıkarken, başını gene Cemile çevirerek sözüne devametmişti: — Bu teklifimizi niçin reddediyor - sunuz?.. — Tabit.. Çünkü ben, askerim... Va- zifemi, nasıl terkederim?.. Kendi or - dumdan başka yerde, nasıl hizmet e- debilirim .. — Fakat, şimdi siz burada, vazife- de değilsiniz. Sadece bir menfisiniz. — Bir asker, mensup olduğu ordu- nüun üniformasınımtaşıdığı müddet zar- fında, her dakika vazifede demektir... Hakkınız var. Şu anda menfiyim. Fi'- len vazifede değilim. Fakat yarım saat sonra beni çağırıp tâ bir kıt'aya tayin etmiyeceklerini kim temin edebilir? Cebelli genç uşak, tekrar içeri gir - miş; elindeki altın işlemeli gümüş nar- gile başlığını yerine yerleştirdikten son- ra, çekilip gitmişti. Köşedeki şeyh, elindeki nargile mar- pucunu dizlerinin üstüne bıraktıktan sonra sözüne devam etmişti: — Cemil Beyt.. Biz, sizin buraya ne maksatla gönderildiğinizi çok iyi bili- yoruz. Sizi bir kıt'ya tayin etmek ve bir vazifeye göndermek şu tarafa dursun; hattâ, şu kale kapılarından bir adım bi- ke dı$şarı çıkarmıyacaklarına çok emin olabilirsiniz. Göreceksiniz.. Bütün hayatınız, bu kale duvarlarının içinde çürüyecek; bu kıymettar gençliğiniz de, burada sö - nüp gidecektir... Halbuki siz, bu mu- hitte büyük işler görecek, hürriyetini- zi kazandıktan sonra da çok yüksek mevkiler ihraz edebilecek bir gençsi - niz... Ve ayni zamanda, zeki ve aklı selim sahibisiniz. Bilirsiniz ki talih in- sanların yüzüne her zaman gülmez. Ve fırsat denilen şey de, her zaman ele geçmez. Gözlerinde cazip ve sehhar bir kuv- vet olan o beyaz sakallı adamın ağır a- ğır söylediği bu sözler Cemilin ruhun- da garip akisler husule getiriyor; onu, derin düşüncelere sevkediyordu. Bir taraftan dudaklarına dayadığı nargile- nin zarif marpucundan sık sık nefes- ler çekerken, beş aydanberi dimağını kaplıyan siyah perdenin arkasında bir takım şimşekler çaktığını hisseyliyor- du. Başı, hafif hafif dönüyor; gözleri- nin önünü, tatlı bir sis tabakası bürü- yordu. Kulaklarında, derinden gelen bir ses uzayıp gidiyordu. Cemil bu se- si; her gün ayni saatte ve ayni dakika- kada işitmiye alışkın olduğu, (Meliha) nin şarkı seslerine benzetiyordu. O Meliha ki; tam dört buçuk aydanberi onun derin hasretini çekiyor.. Her gün, ayni saat ve ayni dakikada onun altın bileziklerle sıyanmış olgun ve yuvarlak kollarını gördüğü, ve sesini dinlediği halde, onun yüzünü bir kere bile doya doya göremediğine üzüm ü - züm üzülüyordu. Üç aydanberi, hemen her gün Me- lihaya bir mektup yazmış; o pencere- sini açarken, odasının içine fırlatmıştı. Fakat Meliha, bunların bir tek tanesine bile mukabelede bulunmamı; bir demir, bir ağaç parçası gibi lâkayt kalmıştı. Acaba Meliha, bu kadar hissiz ve anlayışsız mı di?.. Hayır... Eğer öyle olsaydı; her mektubun atılışından beş on dakika sonra, cski bir arapça şarkı- nın, her gün tekerrür eden, şu nakaratı duyulmazdı: Ey, benden aşk istiyen genç!.. Evvelâ, beni sevdiğini isbat et. Çünkü aşk, fedakârlıktır. Aşk ...Evet, Cemil, onu seviyordu. Birdenbire anasından mahrum kalan küçük bir yavrunun, her kadının ku - cağına atılarak ondan şefkat dilenme- si gibi, tabit bir muhabbetle seviyor.. ( Arkası var ) DA A ÖZ T aa lerimden hiç bir şikâyetim yoktur. Ken- dinizi benim yerime bir koyun. Şimdi kış zamanı. Dışarılar buz gibi. Ne yapabili. rim? Evimde otursam soba masrafı ağır geliyor. Sokaklarda dolaşsam bastalar - maktan korkuyorum. Bu çareyi buldum. En tanınmış doktorların muayenehanesine gidiyorum. Böylece hoş bir gün geçire - ceğimden eminim, Daima hastalar kala - balık. Ben iyi bir koltuğa gömülüp rahat rahat vaktimi geçiriyorum. Canımı sıkan bir tek şey var, o da doktorların bekleme odalarına koydukları resimli gazeteleri sık sik değiştirmemeleri... Amma onun da çaresini buldum, gazeteyi, kitabı. kendim getiriyorum! Bittabi hep ayni yerlere git- a içinde bir miyorum; bir gitiğime © daha uğramam. Hem düşünün, bekleme odasında görüp hiç tanımadığım adamla- rzın konuşmalarını dinlemek he kadar e lenceli! İnsan onlara bakmakla neler öğ- Bütün duyduklarımla bir roman renr yazabilirim. Kapı açıldı, ibtiyar da sustu. Camların arkasından doktorun gölgesi gözüktü; ih- tiyarı — Kalkın, rica ederim, dedi, siz buyu- run! Viktor, onun hikâyesine © kadar alâka göstermişti ki ağrılarını unutmuştu. Fakat doktorun yanında ihtiyarı unutup la - nni hatırladı. Doktor. onu muayı teşhisini koydu, reçete yazdı. Hastalık va- him bir şey değildi. Viktor, bir an evvel evine dönmek arzusu ile çıktı. Hizmetçi kız koşarak geldi ve doktora: — O ihtiyar zat gitti, dedi. Daha fazla bekliyemiyeceğini söyledi... Viktor © garip #adamın anlattıklarını hatırladı, az kalsın ağzından kaçırıp dok- tora da söyliyecekti. Hizmetçi kız, nefes aldıktan sonra ilâve etti: — Camlı dolaptaki biblolarla bir de tablo ortadan kaybolmuş... Viktor şimdi işi anlamıştır O melek yüz- lü, sâf bakışlı, herkesin muhabbetini ve iti. barını kazanmasını bilen o ihtiyar, meğer bir kunszmış! O işgüzar herifin fendine kendinin ka. pıldığını itiraf etmeden çekilip gitti. e d ieü İlk kısmın hülâsası (Yusuf İzzeddinin Veliaht olma- sından biraz sonra Teşrifatı Divanı Hümayun memurluğuna tayin edildi- ğini söyleyen Ercüment Ekrem, Yu- suf İzzeddinin deli olduğunu bu yüz- den kendi kendini öldür. ü iddia etmektedir. Ba vadide görüp işittik- lerini anlatıyor.) usuz İzzeddinde deliliğin bir kaç çeşidi birden vardı: Mega - loman'dı; yani kendisini dünyada her varlıktan üstün gördü. Darüttakibe müptelâ idi; nazarında herkes ona düşman, her hareket onu imhaya ma- tuftu. Manyak'dı; yanında hangi bir hastalığın adı geçse derhal o hastalı - ğın bütün ârazını kendi kendine bu - lurdu. Sadikti; etrafındakilere ufak te- fek eziyetler vermekten zevk alırdı. Bu delilik çeşitlerinden sade bir ta- nesi bir adamı intihara sevk etmeğe yeterken, hepsini birden nefsinde ce- metmiş bir mütereddi şehzadenin ken- di canına kıymış olması neden mucibi hayret ve istiğrap addedilsin? Bahusus ki, bu adam, en son oyna- mış olduğu facianın bir kaç defa u - mumi provalarını bile yapmıştır. Ve bu provalarda hazır bulunanlarla, ge- rtek o esnada ve gerek bilâhara her hangi bir suretle müdahale edenlerin bazıları hâlâ sağdır. kendilerinin mü - saadelerini istihsal edebilirsem, mesru- datımı ayrıca kiymetli — ifadelerile de tevsika çalışacağım. Abdi in intihar mı ettiği, yoksa katil mi edildiği bir muamma halini al- miş ve bu muamma çözülememişti. Fakat bunun sebebi vardı. O hâdise- den sonra mutlakıyet devam - ediyor - du. Beşinci Muradın üç aylık fasılai #altanatını müteakip tahta geçen Ab- dülhamit, Mithat paşadan, Damat Mahmut paşadan ve bunlar gibi daha bir takım hür fikirli devlet adamların- dan meşru bir şekilde kurtulmak için, katil nazariyesini kabul etmek şeyta- netini gösteriyordu. Buna muhalif bir fikir ve kanaat beslemek — muhatıralı idi. Onun için, hakikatı bilenler limen- faatin susmuşlardı. Hali hazırdaki şerait öyle değildir. Yusuf İzzeddinin ne suretle öldüğü yalnız ve yalnız tarihi alâkadar eder. Bu sebepten, hiç kimsenin, hakikatı ne gizlemeğe, ne de tahrif etmeğe hak- kı da yoktur, menfeaati de.. Bu işte behemehal bir gayri tabiilik aramak, Said molla gibi mücessem hile ve hud'a bir şahsı leimin ve yahut ki bu ayarda her hangi bir ayyarın mak- satı mahususla işaa eylemiş olduğu hezeyandan istişhad etmek tarihe hür- metsizlik olur. Yusuf İzzeddin Zincirlikuyu'daki köşkünde intihar etti. Hâdise günü ya- nında hiç bir yabancı yoktu. Zaten o vehham adam yabancıları yanına ya- naştırmazdı - bile. İntihar — geceleyin, sabaha karşı ve harem dairesindeki ya- tak odasında ve yatağının içinde vu - ku buldu. Oraya kadar, değil böyle bir işi becerecek hariçten biri, fakat daire erkeklerinden, tabiri mahsusu ile «Bey- “İler» den birinin dahi sokulmasına im- kân yoktu. Ne ise, vak'aya sonra yine avdet e- deceğim; şimdi evveliyatını serdede- yim, * Balkan harbinin ferdasındayız. E - dirne istirdat olunmuş. Bu mes'ut hâ- disenin ehemmiyetini arttırmak için, Osmanlı padişahı, veliahdını, düşman- dan kurtarılan ülkeye selâmını ve mah- zuziyetini tebliğe memur etmiş. Tegşrifat müdüri umumisi, şefim e- mail Cenani beyden emir aldım: — Efendinin maiyetinde buluna - caksınız! Merasimi tanzim ve idareye memursunuz.. Bir akşam üzeri, Sirkeciden, husu - A ER, İlk kısmın hülâsası (Yusuf İzzeddinin katledildiği id- diasında bulunan Ziya Şakir bir ro- manı için malümat toplarken ahbap- larından Birinin: «Bizim Bir hemşeri sizinle görüşmek istiyor. Tarihe inti- miyorum.» dediğini anlatıyor.) ay Rıza sualime cevaben: — Evet.. 30 eeei idü miu? Nisan ürü öld Yusuf İzzettinin köş künden bir görünüş Yusuf İzzeddin katledilmiştir Yazan: Ziya Şakir Verdiği kıymetli malümattan da bir hayli istifade ettim. Bu malümat, kıy" metli olmakla beraber bir çok sakat noktalara da istinat ediyor. Bilhasst görüş ve muhakeme ediş noktalarındaâ beni kâfi derecede tatmin etmiyordu. Araştırmalarıma — devam — ederkeli müracaat ettim. Bu zattan aldığım Vusuf kzasddin” l malümat daha çok ehemmiyeti hâiz * dinin nasıl öldürüldüğünü anlatacak,| : Ahval ve vakayi ile daha dedi. — Bu zat, Yusuf İzzettin Efendi - nin öldürüldüğüne kani mi? — Kani mi, ne demek.. bizzat için- de bulunmuş... Bundan dolayı kendi- si de vicdanen fevkalâde muazzep. Bu sözler, beni şiddetle alâkadar et- bir şekilde münasebet göstermekte |" di. Fakat hakikat yine tevazzuh ede memiş ve dimağımdaki düğüm, çö” izülememişti. Gerek hafız İsmail beylt ve gerek otel sahibi zat ile mülâkatlar jtm tekerrür etti. Bu arada söylenel mişti, Çünkü, bana ifşaatta bulunacak bir çok isimlere müracaat İâzım olan bu zatın sözleri; yalnız benim | Ve müracaat ettiğim - kadın ve er * şahsi merakımı değil; tarihin en mü -|kek - alâkadar zevatın adedi de him bir sirrını da ifşa edecekti. O zat ile mülâkat için bir gün tayin ettirmesile ayrıldım. Bir kaç günü sa- bırsızlıkla geçirdikten sonra, tekrar mağazaya uğradım. O gün orada, gö- rüşeceğim zatı bilen ve hattâ, benimle görüşmek arzusuna da şehadet eden diğer bir zat vardı... Rıza Bey: — Maalesef hastalığı devam ediyor. Her halde bir kaç gün daha sabretme- niz İâzım. Dedi. Öteki zat ta Rıza Beyi tasdik etti. Artık, Rıza beyin mağazasına deva- mı, iş gün edindim, Fakat beş on gün sonra; bana ifşaatta bulunacak zatın, tebdil hava için Erenköyüne götürül - düğünü işittim. Bir kaç kere Erenköye gitmek için Rıza beye ricada bulundum. Fakat her defasında: — Adamcağız, çok rahatsız. Hele biraz daha bekliyelim. Cevabını alıyordum. Yaz, öylece geçiyordu. Yazdığım (İttihadı - Terakki) tefrikası da ilerli- yordu. Artık sıra; umumf? harp hâdi- satina ve bu arada (Veliaht Yusuf İz- zettin efendi) nin (esrarengiz bir su- rette vefatına) geliyordu... Bu mesele etrafında malümat toplamağa çalışır - ken, bir vasıta ile (Hafız İsmail) bey isminde bir zatı tavsiye ettiler. Bu zat, dört sene kadar Yusuf İzzettin efendi- nin maiyetinde bulunmuştu. O esna - da - ve şimdi de - Topkapı sarayı mü - zesinde çalışıyordu. Derhal hazıf İsmail beye gittim. takdim ettiğim zaman, dikkat ettim: Efendi çok sinirli idi. Kendi kendine bir şey * ler homurdanıyordu. Bana güç hal ile bir: «Memnun oldum!» Diyebildi. Trakyanın yanmış, tahrip olunmuş | iheimal verilir mi? Her taraf ovasından geçiyoruz. Efendi, lend! a. Trakyanın her bucağı temiftf D kompartımanına kapanmış, — kimseyi kabul etmiyor. Beri yanda yaverleri - le beraber, oturduk, konuşuyoruz. Be- ni öteden beri tanıdıkları — ve bana i- timad ettikleri cihetle, * muhaverele - rinde ihtiyatlı davranmağa lüzum gör- müyorlar. Biri ötekine diyor ki: yi geçti. Bu mülâkatlar ve uğraşmalar, yat nız bu meselenin karanlık noktalari nt bir hayli aydınlatmakla kı mifi yakın tarihte (Osmanlı Hanedanı) & rasında geçmiş olan bazı entrikalari hakikatlarını da öğretmişti. * Yusuf İzzettin efendinin ölümün * deki esrarı araştırırken, biraz n rücu etmek; (Abdülmecit) in zamanında sarayda cereyan eden €f trikalara kısa bir göz gezdirmek lâ zımdır, | Abdülmecit devrinde, Osmanlı raylarında gizli ve sinsi bir reka? başlamıştı.*Âdeta hanedan ikiye âY ” rılmıştı. Hanedandan, saray n larından ve hattâ hükümet bir kısmı, halen padişah olan mecidin tarafını iltizam ediyor; Ab dülmecit sarayının sefahatini hot miyen zümre de (Veliahp, Abdülk” efendi) ye taraftarlık eyliyordu. Abdülmecit, saltanatı yalnız H67 sulbünden gelenlere hasretmeyi kut 7 muştu. Onun için de Abdülâziz yi veliahtlıktan ıskat ederek yerin? sevgili oğlu (Murat efendi) yi mek istiyordu. paşayı âltıncı defa olarak kamına geçirmiş; ve fikrini de b F ta kabul ettirmişti. (Arkası var) J4 ediyote #w — Efendi beyhude telâş korktuğu şeyin vukuuna i: Diğeri: — Tabit! diyor. Bulgar Ç buralara kadar sokulup - barıt” aekef | Meğer, sonradan bana izah © öp lar ki, Yusuf İzzeddin, bir ı;':., ' lenmiş olması muhternel her çuf Bulgar çetesinin dinamitle treni Ve A masından korkuyormuş! ü j hal etmesi lâzım gelen bir sır var. Bu| Sirkecide büyük bir otel sahibinin d& — sırrın benimle beraber ölmesini iste-|bu mesele hakkında bir hayli malümat! olduğunu işittim. Ve derhal bu zata dâ | ! | |

Bu sayıdan diğer sayfalar: