30 Nisan 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

30 Nisan 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

0 Sayfa ÇÖKEN BOĞAZİÇİ: 3 Yirmi haneli SON POSTA Vaniköy Yol var; fakat üstünden geçen yok. Ev var, fakat hepsi birer harabe... Vaniköy bir istilâ ordusu tarafından yeni terk edilmişe benziyor. Çıktığımız yer bir iskele mi?.. wapur İâalettayin, sahilde böş bir yere mi bizi bıraktı. Her köyün iskel, © köyün| merkezidir, değil mi?. Orada dükkânlar, çarşılar, kahveler velhasıl o köyün nesi var. #a hepsi bulunur, Fakat burada iri bir ağa- ca asıilmış balık ağlarından başka hiç bir şey göremiyorum. Köprüden 11 i bilmem ne kadar geçe wapurile hareket etmiş olduğumuz için bir bayli de acıktık. Deniz havası iştihayi faz- la açıyor galiba. Bu kriz zamanında Bo - ğaziçini rağbetten düşüren sebeplerden bi- vi de bu iştiha açıklığı olacak Sahile adımımızı atar atmaz ilk işimiz lokanta aramak.. Burada lokanta, — ahçı dükkânı nerede. Dükkâna benzer, köye benzer bir şey yok. Kalın duvarların ar- kasındaki bahçelerde yarısı yıkılmakta 0- lan ve yarısı yıkılmış köşkleri — ve tozlu, kirli camları âmâ gözler gibi görmeden bakan boş yalılarile burası bir istilâ ordusu karşımnda tamamile terkedilmiş bir di - yara benziyor. H biraz evvel ellerimizden bilet - lerimizi alan memurlar bile âdeta bir efsun- a sırıa kadem bastılar. — Vaniköylüler uyuyorl.. — Vaniköylüler ölmüş. — Evet Vaniköylüler erbabı tasavvufun, Yazan: Suat Derviş Yoksa | Boş ve wsız Vaniköy sabilleri Genç arkadaşım başmdan beresini çı karıyor, samı saçlarının arasından ince par- maklarımı geçirerek onları düzeltirken: — Peki erbabı tasavvufun ve mevlevi dervişleririn gazabı nereden çottı) di * yor. — Bekle, diye cevap veriyorum. — Bu Vani Efendi mütesamıp bir zatmış. Erbabı tasavvufa ve dervişlere pek ziyade kı - ve ermiş mevlevi derviplerinin gazabına uğrnyarak hâk ile yeksan olmuşlar galiba. Arkadaşım bu — sözümün olduğu yerde duruyor: — Neden? — Neden olacak, bu köye ismini veren Wani Efendidir, ondan. — Vani Efendi mi? Büsbütün anlıya- madım. O da kim oluyor. — Tarih kitaplarına göre dördüncü Sultan Mehmet zamanında Sultanın şeyhi olan çok © devrin Üzerine ve bütün şehzadelerin hocası Alim bir adammış. Onu ziriâzamı olan Köprülü Mehmet Paşazade Fazıl Ahmet Paşa Vandan İstanbula ge- tirmiş... Evvelâ Yenicamide vüizlik etmiş.. — Ey sonra... — Sonrası bu. ve- Nasıl yapmışsa yap « mış, padişahın gözüne girmiş olacak ki ona daha eskiden aPapaz korusu» ismi verilen buralarını ihsan etmiş. Eskiden — buraları bostancıların imiş... — Sen neler de biliyormuşsun?.. Az kaldı, «Boğaziçi hakkında senden (de yazı istesinler, sen de öğrenirsin.n di- yordum. Fakat kendimi tutarak ve arka- daşlarımın yanında kredimi muhafaza et - mek için: — Canım bunlar bilinmiyecek şeyler mi — diyorum. zarmış. Hele mevlevilerin en büyük düş- manı imiş... — Neden hele mevlevilerin?.. — Ne bileyim ben. it tarihi yazanla- Benim bildiğim şey İstanbuldaki mevlevihanelerin bir zamanlar kapatılma- Za 80114 sına sebep olmuş bulunmasıdır. Vaniköy halkının da birdenbire böyle ortadan kay boluşu daha doğrusu kaybedilmiş gibi gö- rünüşü böyle bir manevi lacak vehmini verdi bana, Hakikaten şayanı hayret bir şey... De- desi olacağını tahmin ettiğimiz bu caddenin bekleşip —duruyoruz. “Ne bir araba geçiyor, ne bir insan, ne bir canlı mahlük... Hayır, hayır yalan söylüyorum. Bakım- gz bir iki piliç, at geçmiyen bu yolun or- tasında beyhude yere gıda ariyorlar. Şimdi gri mantosunu, yeşil elbisesinin omuzlarına atan genç bir arkadaşım: — Fakat iki gözüm diyor, senin malü- matfuruşluğun karnımızı doyurmuyor, biz Belki ortasında ilerliyelim.. Bakalım ileride ne var... bir dükkân buluruz. Baş ön adım sonra, sahranın ortasında bir vaha bulmuş yolcular gibi sevinçle ba- fırıyoruz... Bir bakkal dükkâ: Hemen bakkal dükkânına giriyoruz. Fa- “CGÖNÜL İŞLERİ Bir Erkek İki Kadınla Evlenebilir mi? «Beş senelik evliyim. Kocam iş ica- — Bi senenin altı ayını dışarlarda geçirir. Nihayet bir gün oralarda da ikinci bir karısı olduğunu öğrendim. Buraya dö- mer dönmez kendisine — öğrendiklerimi söyledim. İnkâr etmedi. - Yalnız gerek benim, gerek çocuklarımın selâmeti için bir rezalete meydan vermememi, — hiç bir şey olmamış gibi hayatımıza eskiden olduğu gibi devam etmemi söyledi. O wakit büsbütün şaşırdım. Derhal aynıl. mak istedim. Fakat iki çocuğum ayak- larıma bağlanmış iki demir gibi hareke- $ ftime mâni oldu. Ne yapacağımı şaşır- dim. Na yapayım? Faika İlk yapacağınız şey, o kadının nikâblı olup olmadığını tahkik etmektir. Bir a- dam kanunen iki kadınla — evlenemez, Kocanız onu aldatıp nikâh kıymışsa ce- za görür. Nikâhsız evlenmişse tehlike o didile onu o kadından uzaklaştırabilir. - #iniz. Fakat bunun en kestirme yolu ko- canızı bir daha Nereye gidecekse beraber gitmek, onun başka bir kadınla meşgul olmasına mey- dan vermemektir. Yoksa boşanıp bü - tün hayatınızı ve çocuklarınızı felâkete sürüklemenizi tavsiye etmem. yakız bırakmamaktır. * «Kariısiti sevmediğini söyliyen — evli bir erkekle sevişiyorum. Bu sevişme « miz altı ay sürdü. Bana karısını er geç boşıyarak benimle evleneceğini söylü- ordu. Bir gün birbirimizden ayrı ya - şıyamazdık. Fakat bir ay var, ortadan kayboldu. Ne kendi görünüyor, ne de bir mektup yazıyor. Onun bu hali beni mdişeye düşürüyor. Siz ne dersiniz? » Hicran Bu adamın sizi aldattığı ve hevesini akdıktan sonra ortadan kaybolduğu an. laşılıyor. Evli bir adam zaten kolay ko- lay evini ve çocuklarını feda edemez. Siz onun vaitlerine aldanmakla hata et- mişsiniz. Bu adamı beyhude bekleme- yin. Hayatınızdan onu silmeğe çalışın. TEYZE zabın tesiri o- | kat ümidimiz daha ileride gıcak — yemek bulmak olduğu için bir iki paket şokola sardırdıktan sonra, kapısının — üzerinde - ki tabelâdan ismini öğrendiğimiz bakkal Bay Macitle konuşmağa başlıyoruz: — Köyünüz çok tenha.. — Yook, kalabalıktır. Yürmi hane ka- dar var.. Nikbin bir bakkal... — Size bu kadar hane çok mu geliyor? « Bütün Boğaziçi tekü tenha... — Ne olacak bayan.. böy Neresine gitseniz Bizim köyümüz küçüktür. — Sizden başka bir dükkân yok mu köyde?.. — Hayır, ben buranın biricik bakkalı- yım.. — Demek yirmi evin insanı sizi geçin- direcek kadör alış, veriş ediyorlar. — Elhamdülillâh ölmiyecek kadar kaza. bi İnıyoruz. Kuleli mekteplileri'de bazan bize mindenberi Vaniköyünün en büyük cad - | uğrarlar... — Bu yıkık yalılar, neden yıkılmış?. — Tamir görmüyorlar da ondan. Be- lediye yıktırıyor. — Yât... — Bunlar kime nitti?.. — Eski vükelâya aitti... Eskiden bu - rada yirmi kadar yalı vardı.. On sekiz, yir. mi de hane. Şimdi hepsi söylediğim gibi yirmiye indi. — Boj lar neden?.. Neden olacak... ğişmiş te ondan... İyi hava burada, güzel manzara burada, sessizlik, rahat burada... Her şey, her şey burada, ucuz ev de bu - rada,.. Fakat ne bileyim ben, insanlar koyun sürüsüne benziyor. Çobanın önünden bir koyun ayrıldı mı sürü de arkasından gider. Şimdi insanlardan biri çıkmış, Sundiye, Bostancı taraflarına gitmiş diye herkes a- kın, akın o tarafa gidiyor. — O tarafta tramvay var, Vapur var, ine artık rağbet yok, diyor- İasanlar artık de - kolaylık var. —— Rağbet te var. İstanbullular bu tar fa da rağbet ederlerse buraya da para di külür. — Peki amma, evvelâ patayı dökmek, sonra' rağbeti beklemek daha doğru de - ğil mi?.. — Şirket, şirket diye halk şikâyet edi- yor. Şirketin yolcusu yok ki şirket fiatları indirsin. Bu da kazanacak ki vapur işlete- çek.. Şirket bu; fıkaraperver cemiyeti de- ğil ki... — Bu tarafta görülecek ne var? — Hiç bir şey yok... Yani çok şey var.. Şu yolu tüttunuz mu, yukarıda Tasathane var. — Oyğaya gideceğiz, onu biliyoruz, baş- ka? — Başka Kuleli mektebi. — Onu da biliyoruz. Başka?.. — Başka hiç bir şey yok... — Rasathaneye nereden yol gösterir misiniz?.. — Hay, bay... Dışamı çıkan Bay Macit bize gösteriyor. — İşte yol... — Bu yol mu? — Evet diyor. satbanenin bahçesine gidersiniz. Ve biz gene bugün de keçiler gibi Bo- #aziçinin yolsuz dağlarına tırmanıyoruz. Suat Derviş Hai ğlanlı d bir sirt Hamallarla Başbaşa Sırt hamallığı muzır değilmiş, hattâ arkalık bır çok hastalıklarda ılaç İ diye kullanılırmış! * * * Hamallar sırt hamallığının kaldırılması hakkındaki haklı kararı yanlış anlamışlar. Aralarında bir ço rivayetler dolaşıyor. “Bizi arabaya koşacaklarmış » diyenler bile var. Yazan: Selim Tevfik Hamallar hakkında yeni verilen karar hatırlardadır elbet: Yakında arkalarında. İki semerler indirilecek, ve hepsi de yükle- rini, Maçka yolunda çocuk gezdiren Al- man mürebbiyeleri gibi el arabaları içinde | taşıyacaklar. $ıtt 've sirik Bamallığının kaldirilması- | | | — — Girmez olurlar mı? Can atarlar #f ma, alan kim? Kadrolarında münhal muş. Senin anlayacağın memuriyet gibi şey bu Belik hamallığı,.. Bir açık oldu idi bin kişi birden koşuyor yerinel.. — Şu sirt hamallığının kalkmasınü dersin? — Vallahi beğim... Bizim hanımız. mamımız yok. Üç, beş, ne çıkıyorsa gU merden çıkıyor. Önü da sırtımızdan lar mıydi, dümandır halimiz... Hem neden kaldımyorlarmış meri? — Arkada yük taşımak sıhhate d! nur. ni çok paraya, ve uzun zamana mütevuk- |kıf bulan mütehasmslar var: Onlara bakarsanız, yüklerin arabalar- la taşınması — bir çok vesaite, ve tesisata muhtaçtır; a«İskele lâzımdır. «Antrepon olarak ya- pilmiş binalar lâzımdır. Dekovil lâzımdır. Ceniş sokak lâzımdır. Vinç lâzımdır. Mey- dan İ Lâzımdır. Lâzımdır. | V bunların temin edilebilmesi en nikbin bir hesapla yüz milyar Kraya, ve bir asra mütevakkıftır. » Muhakkak ki bu bedbin hesapları ç- karanların, ya rakam hakkında — fikirleri yok, yahut ta hiç para görmemişler. Buna rağmen itiraf etmek lâzımdır ki, sırtta yük taşınmasını kaldırmak sanıldığı kadar masrafsız ve zahmetsiz bir iş de de- ğildir. Fakat, insanları yük altında inlemek- ten kurtarmak, yapılmasında — gecikilmiş vazifelerimizden biridir. Bu - itibarla, kadar bahalıya mal olsa bile, bu vazifenin ihmali hiç ca- iz değildir! bu — Ben ilimcesini anlamam. Fakat işde yanlışlık olacak, Çünkü — biz hasta hamalır sırtına ilâç gibi vunmıl- «lautmayar, sırt ağrılarına, - birebirdir. mübarek, Semeri sırtlayıp arkanı msittin da, sıklam terledin miydi, ne öksürük b ne aksırık! Hem ben iş başında olsam, bütüt tanbullulara birer hafta semer vu Biter hafta yük taşısınlar, bak ©! sonra hastaneye, eczaneye, doktora b ya Tüzüum kalır mı? Bir kavgaya tutuşsak, üç bin bütün İstanbulu önümüze katarız izniyle. Kim demiş semer bize yaramıyor diy©i * Ben dün, günümün — Nereden gelir sizin arkadaşlar? — Mamleketlesinden... — Malatyadâi Erzurumdan, Sivastan; Çangırıdan... İstanbul hamallarının dörtte saydığım yerden gelmedirler. Söze karışan Niğdeli Mustafa sanki si iddia edilmiş gibi: — Vallahi beyim, dedi, hamallar $f muslu adamlardır. j Şu, Bahçekapıda, bir şekerci Narliyfi vardı. Hani şu meşhur milyoner Narliy Bir gece kasasını açık unutup gilif Mağazada yatan bir hamal — Mehii vardır. Şimdi (65) yaşındadır tam. O damcağızın © gece ekmek alacak yokmuş. Fakat kasanın başucunda sab kadar beklemiş. Hem de açı açına- Hem düşünün ki, kasada (30) bin #? tin varmış. Sorarım suna, kaç — kab çıkar bunu yapacak ? Bugün altın köstekli, altın dişli, kürk paltolu, — pırlanta yüzüklü beyfend (30) bin altın için değil, (30) kâğıt harsızlık ediyorlar. Amma nedir? Bizim sermayemiz # — musumuzla arkalığımızdır. Sen kıravatlı bir efendisin. Çık wr-“ piyasaya. Eğer beş dükikada (500) * bulabilirsen (5000) okka yükünü bet ? YASIZ Laşırım. Amma şuradan hangi hamalı gönü sem on dakikada bulur. İnanmazsan bir bardak çayına V sedelim, şimdi göndereyim birini. -- Güldüm: — İnandım. dedim. Ve bardağımt son çay yudumunu içerken sordum —— p — Demek, arabayla yük taşımak ze gelmiyor! Niğdeli Mahmet omuz silkti: — Alayı bırak allahini seversen: Ât raba, bizim gibi fakir hamallara aei:'-* Partıman sehiplerine yakışır! Selim TE' ” bir kaç #aatini, hamalların dertlerini not etmekle — geçir- dim: İçlerinde, verilen bu son kararın haki- | üçü bi ki mahiyetini anlayabilmiş olanlar yok de. | necek kadar az. Çoğu da, bu hayırlı adımı en — yanlış tefsirlere uğratmışlar. Ve bu telâkki, bu tefsir hataları — yü- zönden, manâsız endişelere düşmüşler. Kimisi: — Hamallık kalkacakmış! Diyor. Bazıları: — Biz aralacı olacakmışız! Diyorlar. Hattâ içlerinde: zi arabaya koşacaklarmış! Diye tasalananlar bile var! x Etrafımı çevirenlerin en dili düzgünü anlatıyor: — Bugün İstanbulda on beş fazla hamal vardır. Bu bamallardan üç bin, üç bin beş yü- zü Belik hamallarıdır. Başlarında birer kâtipleri, birer kelba- şıları birer de kâhyaları vardır. binden Toptan iş aralarında Belik hamallarının işi iştir: görürler, ve ne — kazanırlarsa taksim ederler. Onlurın teşkilâtına dahil olanlar, has- talansalar bile paralarını alirlar. Ve ayda bir a otuz kırk kâğıda para demezler. — Ya geri kalanlar? — Geri kalanların halleri - dumandır: İçlerinde günde bit çeyrek kazanamayan- lur vardır. « Üç çeyreği doğrultan, Kâbe taşı gibi arkalığını öper. — Onlar niçin teşkilâta girmezler? Muhatabım manâsız bir sual sormuşum gibi gözlerini açtı: Bidilir, bize Bu sirti tırmanınız, tTa-

Bu sayıdan diğer sayfalar: