24 Kasım 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

24 Kasım 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İttihad ve YTerakkide on sene İkinci kısım No. SON POSTA 5 CİHAN HARBİNE NASIL GİRDİK ? Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Yaltadan dönerken Talât Paşa tahatladığını ve hafiflediğinisöyleyordu " Yalnız kalan Türciyeyi Panslavist Rusya ürkütmüş veirticaı tutmakta mütemadiyen Israr eden -İngiltere, Bâbıâl yi o kadar yıldırmıştı ki A!.mnnya ittifakı, herkese güzel bir siyaset olarak göründü Altı senelik bir tecrübe, bu | — müddet zarfında dahilden ve- hariç - ten başına gelen bin bir belâ, nihayet — ©nu Abdülhamidin tuttuğu aiyasete dönmeğe mecbur etmiş Jngiltereye u- Zattığı elin reddedilmesi, İngilizlerle — Ruşların anlaşmaları bütün bu neti - teleri doğurmuştu. İttihat ve Terakkinin bu Alman si- Yaseti harbden sonra çok zaman ten - kid edildi. Halbuki altı sene içinde bir kaç defa dahili, iki defa harici bir harb Börmüş olan İttihat ve Terakkinin Ab- dülhamitten almış olduğu miras o ka- dar ağır ve Balkan Harbinden sonra üğü vaziyet o kadar müşkül idi ki €ğer o, yalnız kendi kuvvetine güve - Herek memleketi kurtaramıyacağına t getirmiş olursa bunu elbet ta - bit görmek iktiza ederdi. Bununla be- Taber, o, belki de sırf hissiyat ve efkâ- T umumiyedeki temayüle tâbi olarak, Rene Almanya ile ittifak yoluna git - Meği istemiyecekti. Ancak Panslavist- lerin en kızgın bir devirlerinde Çarlı - Bın Türkiyeye son hücumları hazırla - Makta olduğunu ve İngilterenin de ar- tik bunlara karşı muhalefet edemiyece- ni anladığı zaman, ister istemez bu Yola gitti. Türkiye, eğer yalnız kalma- Mmak mecburiyetinde idiyse, eğer o ta- rihte «eğer hâhı selâmet derkenarest!» #özünün Türkiye için bir kıymeti kal- mamış bulunuyorduysa onun yupaca- & şey, Rusyanın dahil olduğu blok ha- Ticinde bir dostluk - ve istinatgâh ara- Mmak idi. O da yalnız Almanya idi. Yaltadan dönerken... Yaltadan dönerken Talât beyin ha- İni görmek, İttihat ve Terakkinin © Zamanki derdlerini duymak için kâ - fiydi, Bir zaman için olsun Rusya yü- künün hafiflemiş bulunmasını hisset- Mmek onu birdenbire sevindirmiş, ken- disine korkunç bir kâbusun ağır yükü altından kurtulmuş olmak zevkini ver- Talât Paşa Hariciye Nazırı ile Hürriy yaretlen çalışması beyhude değildi. Panalavist- lerin, Saray-Bosnayı hazırladıkları mu-ı hakkaktı. Bunun için bizlerin de hiç olmazsa oyalanmamız, avutulmamız ve bu suretle Almanların kucaklarına atılmaktan — menedilmemiz - lâzimdı. Harbi Almanyanın hazırlamadığının bence büyük bir delili de henüz Pren- çip taarruzu çıkmadan evvel onların bizim ittifak tekliflerimize pek kulak vermeyişleri idi. İşte, Türkiye ile Almanya arasında- ki ittifak, bütün bu vaziyetin mahsulü idi. Yalnız kalan Türkiyeyi Panslavist Rusya ürkütmüş ve irticaı tutmakta | mütemadiyen israr eden İngiltere Ba- biâliyi o kadar yıldırmıştı ki Almanya ittifakı, herkese, hattâ Fransa dostla - rına bile en güzel bir siyaset olarak göründü. Başka birşey yapılabilir miydi? Mademki Almanya bizim ittifak tek- et Tepesindeki istihkâm bahçesini zi- dönerlerken Kaldı ki ittifak yapmak mutlaka har- be girmek demek değildi. Bir harb pat- ladığı takdirde, bu gürültünün içinde yalnız olmaktansa memleket üzerinde en yakın istilâ ve fütuhat emelleri bes- leyenlerin karşı tarafındakilerle bera- ber olmak elbet en hayırlı bir yol görü- nüyordu. Biraz daha aşağıda anlataca- iim vechile İttihat ve Terakki ittifakı yaparken zaten harbetmeği düşünmü- yordu. Harbden yorgundu. İstediği şey, artık beynelmilel mücadele hayatında |yalnız kalmamak, kâh bir tarafın, kâh diğer tarafın üzerlerine hiç bir hak al- mayarak ve her defasında her hangi bir ücret mukabilinde lütfen yaptıkları si- yasi yardımlardan istifade ederek ya- şamak şeklindeki sürüklenmekten kur- tulmak istiyordu. Hülâsa, Osmanlı İm- paratorluğu, koskoca geniş arazisi tür- lü türlü milletleri ile etrafındaki em - peryalistlerin iştihalarını kabartan yağ- h bir vücud olduğu ve Avrupa huku « Mişti. Bu rahatlıkla onun bir çocuk |lifimizi, geç vakit, hattâ son dakikada, |kundan istifade hakkı henüz kabul e- #ibi poker oynamak için ısrar edişi hâ- | Saray-Bosna hâdiseleri arasında kabul |dilmemiş bir Asya parçası telâkki edil- lâ gözlerimin önünde duruyor. Bir tür-|etmişti, mademki daha 914 nisanında diği müddetce, Avrupanın o zamanki l kâğıt bulamadığımız için bir deste | Çarlığın üzerimizdeki tazyikı birden - kuvvet müvazeneleri sisteminde yal - kart dö vizit üzerine İzzet paşa ile bir-| bire kalkmıştı ve bir müddet sonya da'nız başına, müstakil ve sırf kendi kılı- kkte kâğıt işaretleri yapmış ve sonra zaten bütün dünyanın gözleri Sa -|İcına dayanarak bir siyaset yapamazdı. atlerce bu kâğıtlarla poker oynamış- 'yay-Bosna vukuâtına dönerek artık |Son bir asırdaki hayatı hep böyle hari- tık! Oyunu bitirip de hava almak üze-'kimsenin bizimle uğraşacak hali kak- |ei yardımlarla mümkün olmuştu. Bu te güvertöye çıktığımız zaman Rus se-'mamıştı, şu halde Türkiyenin Alman- |defa yalnız hariçteki yardımcı değişi - farethanesinin maiyet gemisinin Bizi | ya ile hiç ittifak yapmaması daha mâ-İyordu, çünkü tarih milletlere başka tâkiben dalgalar üzerinde sekmekte ol-|kül olmaz mıydı? Bu suali kendi ken- |başka roller vermişti: Dünkü yardım - duğu görülüyordu. Talât bey, Dö Girsi'dime ben pek çok defalar sordum velcılar, o zamanki düşmanlarla beraber İstanbula götüren yata uzun uzun bak-|üzerinde pek çok düşündüm. tıktan sonra, bana dönüp: O tarihte Türkiye çok zayıf, İtti - — Muhittin, bilir. misin, demişti,|hat ve Terakki çok yorgundu. Pans - üzun zamandanberi kendimi bugün ilk|lavizm ise İstanbul ve boğazlara hâ - İefa olarâk rahat ve hafif hissediyo -|kim olmak istiyordu. tum! Sonra da bir müddet durup tekrar İüşünmüş ve bu defa da: Avrupada çıkacak bir harbin, dö > nüp dolaşıp bizim üzerimizde akis ya- pacağı muhakkaktı. Çarlık galib ol - — Fakat, bunun sebebini de anla -|duğu takdirde Türkiyenin artık müs- mak lâzımdır! Demişti. Onun ne kadar zamandır derdli olduğu malümdu. Hep derdli idik. Fakat, bu Banslavist siyasetinin nâgihanı de - bişimine gelince o bir mesele idi. Son- tadan düşünürdüm ki o zamanki bu Ahavvülün bir sebebi de bizim ile Al- Hanya arasındaki dostluğun gitlikce irtması ve bizim tarafımızdan Alman- Va ile ittifak arzusuna düşüldüğünün 'e hattâ teklifler yapıldığının Ruslar #rafından duyulmuş olması idi. Sa » tonof'un beni çocuk aldatır gibi mü - lemadiyen Radoslavof hükümeti ile |Terakki için Almanya ile ittifak yap bir — Almanya aleyhine tıkıp doldurmıya'mak çok zaruri bir netice -oluyordu. |1 » a a Ki e kaiü takil bir devlet kalabilmesi mümkün olmazdı. Rusya mağlüb olmiya başla- dığı takdirde ise bizim için ya boğaz « ları açıp İstanbulu bir İngiliz-Fransız menzil noktası yapmak, yahud da aç- mamak için onlara karşı harbetmek bir mecburiyet şeklini alacaktı. Her iki halde de Türkiyenin vaziyeti kabul e- dilemez bir vaziyet idi. Ortada İstan - bulu almıya karar vermiş bir Çarlık ol- dukca, onu bundan menedebilecek ye- gâne kuvvet olan İngiltere de İttihat ve 'Terakkiye yüz vermiyerek memleket- te yalnız eski rejimi tuttukca İttihat ve olmuşlar, ortaya da, onların yerine, Almanya gibi büyük bir askert kuvvet çıkmıştı. Harbin kahramanları Hülâsa, İttihat ve Terakki, gelmek- te olan bir Avrupa bâdiresine yalnız başına ve bir seyirci olarak çıkamıya - cağını pekâlâ anlamıştı. Şunu iyi bili- (yordu ki bu harbde her büyük devletin başka bir hesabı vardı: İngiltere, hem Almanyayı, hem de Rusyayı yere vur- mak istiyordu. Fransa daimi bir Al « manya tehdidinden kurtulmak istiyor- du. Panslavizm de bir taraftan Avus - turyayı yıkarak Panslavizmi Avrupa- nın göbeğine kadar filen ilerletmek ve öte taraftan da boğazları ele geçirip buzsuz denizlere inmek istiyordu. Harb esnasında, bir gün, Buda - peştede Peşter Loid'in bugün hâlâ sağ olan başmuharriri Joşef Vesi ile ko © nuşurken daha o zaman Avrupanın en ince siyaset işlerine vakıf, birinci sınıf ıııete'ddııgılmbu:ll.hnınn— Asur kralı: Salmansar 0 gün fena halde kızmıştı. Dedelerinin cılız ve kü- çük devletini bir kaç misli büyütmüş, etraftak! bütün kabileleri kılıcına bo- yun eğdirmişti. Hattâ Babil hediyeler göndermiş, İrar dostluğunu biklirmiş, Mısır Firavunu: — Birlik olalım. Demişti. Fakat Anadoluyu elinde tutan Eti kralı Hatusilden ses çıkmamıştı. En çok güvendiği saray nazırı Hulayi ça- ğirdi: — Btilerin sağır kralına git, kör a - damlarının görmediklerini anlat. Eğer kafasında akıl tâşıyorsa bana ne yap- ması Jâzım olduğunu bilir. Eğer bil - mezse ben bildiririm. Hulay saray kapısında her ân eğerli duran atlardan birine bindi. Arkasına beş yüz atlı aldı ve Dicle kenarından Kızılirmak kıvrımının ortasındaki Ha- tusas'a gitti. Etilerin kralı sağır değildi. Adamla - rının da hepsi gözleri çok iyi gören kimselerdi. Fakat Salmansar, kendi gücünün önünde hiç kımıldamadıkları, hediye yollamadıkları için böyle diyor- du. * On dört gün sonra Hulay geri geldi ve Eti kralından şu haberi getirdi: — Salmansar kendisini o kadar bü- yük görmesin. Büyük olmıyanlardır ki büyüklük taslarlar. Kör ve sağır olan odur. Eğer kendisi buraya geleydi, | görmiyen gözünü ve işitmiyen kula - ğını keser, bunları baş yere taşımaktan kurtarırdım. Elçinin ve beraberinde gönderdiği askerlerin ne suçları var. Salmansar köpürdü. Ayağını yere vurarak haykırdı: — Dağılan askerfer çabuk toplan - sm ve ordu savaşa hazırlansın, Bir taraftan da Hulayi tekrar Eti kralına gönderdi: — Eğer kendisini gelsin karşıma çıksın! Degdirtti. Hatusil şu kı - sa cevabı yolla » di: — Büyükler kü- çüklerin ayağına gider. Salmansa- Tn kızginliği büs- bütün — artmıştı. Fakat son cevaba hak vermekten de kendini alamadı. Sahiden büyükler küçüklerin aya - ğına giderdi. O halde kendisinin yerinden kımıl- danması gurüruna dokunuyordu. Zaten Eti kralı da kimdi ki... Ku - mandan Bulasar da onun hakkından gelir, ya zincire vurarak dirisini, ya - hut başını keserek ölüsünü Ninovaya getirirdi. * Bulasar kırk yaşlarında iri yarı ve boğa gibi bir adamdı. On bin atlı ile Ninovadan çıktı. Bir kasırga gibi dağ- lardan, tepelerden ve ovalardan geçti. Her geçtiği yeri bir yangınla kavrul - muş gibi yapıyardu. Dizlerinin üstüne kadar inen dat gömlekli, zırhlı ve siv- ri miğferli Asur askerlerinin önünde hiç bir şey ayakta duramıyordu. Asur askerlerinin hepsi de kuman- danları gibi iriyarı adamlardı. Mızrak- ları, kalkanları, okları ve omuzların - dan bir kayışla asılmış olan enli ve kı- sa kılıçları vardı. Asur hududuna en yakın kale olan Komanada Eti prensi Şavaman valilik ediyordu. Bu cesur, mert ve zeki prens, kralm kizı Utaspa ile evlenmişti Utaspa henüz on sekiz yaşında çe - kik gözlü, esmerce, güzel bir kızdı ve onun kadar yakışıklı olan genç Şava - manla çok iyi bir çift oluyorlardı. Prens Şavaman iki bin atlı ile karşı çıktı. Kendisinden beş misli çok olan düşman ordusunu sarsmış, fakat yene- memişti. Derlenip toplanarak yeniden savaşmak için Komana kâlesine ka - pandı ve Kral Hatusil' in hazırlıklarını yapmak üzere vakit bulmasına çalış- tı. büyük sayıyorsa Kalenin duvarları önünde korkunç bir savaş vardı. Arkasında bir Eti or - dusu ve zorlu bir kale bırakarak ileri- ye geçmeyi korkulu bulan Bulasar bu işi bir an önce bitirmek istiyordu. Fakat bitmiyordu. Azkerlerinin arasında hastalık ta ba; Yarınki nushamızda : Bulutlar Yazan: Nino Frank Çeviren: F. Berçmen v..-' ni veriyordu Yazan: Kadirean Kaflı göstermişti. Prens Şavaman haber yolladı: — Bizi istediğimiz gibi çıkıp git - mekte serbest bıraksın. Kaleyi vere e lim, M Bulasar sevindi ve kabul etti. Yalnız bir şart koydu: — Aramızdaki sözleşmeyi yüz yüze yapmak isterim. Kimseye güvenemerna, Bunda bir domuzluk- vardı. Prens ürktü. Gitmek istemedi. Prenses Utaspa ona şunları söyledi, — Kabul et. Onun ordusu iki bin küe laç geriye çekilsin. Kaleden beş yüz kulaç ötede sen ve o yüzer atlı ile bu. luşun! — Bu, korkuludur. * — Kuvvetleriniz birbirinden çok ol mayınca niçin korkarsın? — Hakkın var. * Prenses Utaspa o akşam Mıisırlı lâe lasile başbaşa. verip konuştu. Ertesi sabah kaloden beş yüz kulaç öteye bir çadır kuruldu ve prens oraya gitmek için hazırlandı. Tam bu sırada Utaspa erkek elbisesi giymiş - olduğu halde göründü: — Ben de geleceğim. Dedi. — Fakat, nasıl olur? Ya düşman eli he geçersen? — Bu hiç bir zaman olmiyacaktır, Benim elimdedir. Çekiştiler, lâkin sonunda prens Şa « vaman boyun eğdi. Kaleden iki bin kulaç öteye çekilen Asur ordusundan yüz kişilik bir müfe reze ayrıldı. En önde altın yaldızlı miğlferi, kırmızı gömleği, parlak si « lâhlarile Bulasar vardı. Saçlarını ve sakalını yeniden ve ince ince örmüş, bağlamıştı. İki tarafın askerleri çadırın iki tara- fında saf yaptılar. Bulasar iki adamile çadıra girdi. Prensin yanında da iki adamı vardı. Bunlardan birisi karısıydı. Asur ku « mandanını bir dost gibi karşıladı, As- kerlerinin ve hal. kın hayatını kur- tarmayı çok isti « yordu. Bir hizmetçi al- tından bir tepsi içinde — altından iki'kupa ile bal şarabı getirdi. İki arasında kumandana sundu. Bulasar şarabı ağzına götürürken yanındaki adamlardan biri hemen o e nun elini tuttu: — Zehirli olabilir, dedi. Şavamanın canı sıkıldı. Çünkü böye le bir şey onun mertliğine sığmazdı. Bulasar kadehi ona uzattı: — Yarısını içiniz! Prens elini uzattı. Fakat bu sırada prenses Utaspa ilerledi. Kupayı aldı. — Ben içerim. dedi. Bulasar onun hiç erkeğe benzeme « diğini sezmiş gibi aç gözlerle baktı ve prense sordu: — Kimdir? Doğru söyle... — Karmndır. Kral Hatusilin kızı, Bulasar gülümsedi ve preasesin yas rısını içip de gülümsiyerek ona uzat « tığı kupayı son damlasına kadar bo « şalttı. Çabuk uyuştular. Yalnız kaleyi bo « şaltmak için verilen yirmi dört saati, prenses az buldu. — Üç gün ancak yeter! dedi, Bulasar onun iri elâ gözlerine baka- rak bunu da. kabul etgi, * Prenses Utaspanın tasası vardı. O « dasından çıkmadı. Yalnız üçüncü gür sabahleyin prens Şavaman'ı çağırdı: — Hemen şimdi düşman üstüne sal. dır. Kumandan Bulasar ölmüştür. Dedi. Ve onu zehirlediğini an'attı, Prens kızdı: — Bu mertlik değildir. — Yurdun kurtulması için başka ça« re yoktu. Ben de öleceğim, fakat ne çı- kar? Binlerle, yüz binlerle insan âan - cak bu sayede yaşıyabilecek!.. Eti ordusu güneşle beraber düşma - na saklırdı. Bulasarı uyandırmak — için çadırma girenler onu taş gibi kaskatı bulmuş - Lik lardı. Başsız kalan Asur ordusu dar - * ma dağın bir halde kaçıyor, prenses U. taspa ise dudaklarında hiç ölmiyen bir gülümseyişle prensin kollarında — son

Bu sayıdan diğer sayfalar: