11 Şubat 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

11 Şubat 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

, 3 Sayfa sivi SON POSTA ” Şubat 11 ek e , Mevhum himaye | Şimali Amerikanın Tugranın menşei nedir ? ,Kızılay, tiyatre san'atkârları uğra dığı fel â ket Milyonlarca kişiyi açıkta bırakan ve yüzlerce cana malolan feyezanların aciklı tafsilâtı birliği ile alâkası olduğunu tekzip ediyor Bundan birkaç gün evvel, gazeteye parasız neşredilmek üzere gönderilmiş 4 * Üçüncü Sultan Murat yeni devleti nin ük olarak Rugoze cumhur. yetiyle yaptığı muahedenin üstüne slini basmıştı. Cengiz Han da eli- ni kırmızı mürekkebe batırarak resmi evrakı mühürlerdi. Selçuk devletinin çöküntüsü üzerin - de yenibir Türk devleti kuruluyor - du. Kısa bir zaman - da okâdar çabuk büyümüş, dört tara- fa > kadar da! bu - dak salmıştı ki her- kes hayret: ediyor » Aradan ancak genç Türk ünlerin a - ünde yıki- Isı büyük Româ im- Pa ra tor lu ğu nuh Yün eğmişti. Bizans- ta Türk hükümda - rının müsaadesi ol - mad'kça imparator - lar tahtların, sahip j olamıyarlar; oğul - larını memleketle - pine sokamıyorlardı Bu genç ve cesur devletin kudretini henüz kimse lâyıkile arılamamıştı Tâ Adriyatik denizinin Dalmaçya sahlile- rinde bir körfez içinde kurulmuş olan, yüzlerce yıldanberi orada varlık gös - teren küçük Ragoza cumhuriyeti her- kesten daha önce bunun farkına var - mıştı. Bugün Yugoslavyanın hir Umanı o iar ve (Dübzavnik) denilen bu şehirde zengin tüccarlarm kurdukları bir hü * kümet vardı. Akdenizin en işlek ve a - lış verişi çök yerlerinde, depolar, ma - ğazalar açıyorlar; gemilerile gönder » . dikleri mallar: burada satıyorlar; yahut j buralardan aldıkları malları başka yer lere götürüyorlardı. Tam manasile bezirgân kafalı adam- lardı. Alış verişlerinin tıkırında git - mesi için her ne lâzımsa yapıyorlar; bilhassa ticaret yaptıkları memleket. lerin büyüklerine hediyeler, hattâ ver- gi vermek suretile dostluklarını kaza « nıyorlardı. İşte bunlar anladılar ki eğer Türk vE. lerdenizi, Marmara ve Bizansta dile - dikleri gibi dolaşacaklar, İş yapacak- — Buralarda gemilerimizle serbest- çe gezmek ve alış veriş yapabilmek ü- zere size sığınıyoruz. Bu himaye kar - gılığı size her yıl beş yüz altın ödiye - Mim, dediler. Durup dururken, ayağımıza gelen, kendiliklerinden bize para vermek ig - tiyen bu usulü adamcağızlar elbet s0- Pa ile kovacak değildik, Birinci Murat bunların arzularını memnuniyetle ka- bul etti, ilk muahede tanzim edildi. Selçuk devletinin döküntüsü ara - sında şimşek hızile yükselen genç Türk devletinin, komşwlarile yaptığı ilk K mushede budur. (Ragoza tarihi) n! ya- zan (Engel) e göre Ragoza evrak mah- zeninde saklı olan bu muahede, hazır - andıktan sonra imza edilmek üzere bi- rinci Murada sunuldu. Padişah elini mürekkebe batırdı ve “altına deği - baş tarafına, ortadaki üç parmağı bitişik ve diğlerleri açık ol - mak Üzere bastı, İşte tamam beş yüz elli yedi sene Os- manlı imparatorluğunun iyi veya kö- tü bütün fermanlarının baş tarafına, büyük binalarla kapıları üstüne konu- Jan (Tuğrâ) buradan çıktı, Hattatlar (Sultan Murat bin Sultan Orhan Elmuzaffer daima) ibaresi «l işareti şeklinde yazarsk (Tuğra) yı yaptılar. (Hammer) bu vak'ayı anlatırken Sultan Muradın el bastığını onun okü- mâ ve yazma bilmediğine şahit olarak gösterir. Halbuki munhede veya fer - te le gi EN bf e vü EL z meblağ e di GN eyy süz meki Ab Sö By / G ; me LO 2s ; *ş VE devletinin himayesine girerlerse Ada-| İ Z manlara ei basmak âdeti birinci Mu - radın icadı değildir. (Namık Kemal) in Osmanlı tarihinin (287) inci sahifesin- de resmi kâğıtlara kırmızı mürekkeple (pençe basmak) âdetinin Cengiz Han tarafından usul tutulduğu yazılıdır. Cengiz Han okuma ve yazma bilmezdi ve büna rağmen imparatorluğun mü - him işleri ve emirlerile bizzat alâkadar olurdu. Ki basmak usulünün önün ta - rafından bir zaruret neticesi icat edil- diğine şüphe yoktur. Birinci Murat ta Orta Asyadan kalma bir Adetle ve ken- dinde pek haklı olarak gördüğü hü - kümdarlık sıfatile bunu yapmıştır. Şunu da sırası gelmişken yazalım ki Padişahlar (Tuğra) ların kendileri Yazmazlardı. Kendilerine çok itimat e- dilen ve güzel yazı yazan adamlar kul- lanılır ve bunlara (nişancı) denilir * di. Hattâ nişaneyların padişah veya ve- zirlerden habersiz olarak ferman çıkar- dıkları veya bazı açık gözlerin nişan - cıları bir köşede sıkıştırıp zorla ferman yazdırdıkları olmuştur. Arnavut beyi skender Bey bunların en meşhuru * dur. Yukarıda klişesini gördüğünüz gibi tir, Bu ferman İsviçrenin Zürih şehrinde bir profesörün hususi kütüphanesin - de, meşin bir mahfaza içinde bulun - muştur. Arkasında «Chr. Jac.» rümuz- ları vardır. Bunların (Kristof Jâkop) adına delâlet ettikleri san'lıyor. Aitın - da ise almanca (Bürgermeister) keli- mesi okunmaktadır. (Belediye reisi) demektir, Bunların altında da milâdi (1697) tarihi varsa da fermanın için - deki hlert (1115) tarihile karşılaşmaz. Hierf 1115 tarihi mitâdi (1705) demek- tir. 1697 tarihinin oraya yanlış olarak not edildiği anlaşılıyor. Bu ferman, Arap harflerinin Türk san'atkârları elinde kazandığı güzel bir karakter olan ve Siyakat deniien tarzda yazılmıştır. Zürih belediyesi bunu orada tahsilde bulunan Türk gençlerine okutmak istemiş, fakat ta - mamile okuyamadıkları için şehrimiz 44 üncü okul başöğretmeni İhsan Er - kılıca bir fotoğrafını göndermiştir. Yazı şöyledir: Mefahirülkuzat velhükkâmı meâli - maalfezail vel'ekârimi asilânei saağe- timden Belgrada varup gelence yol ü- zerinde vaki olan kadılar zeyyide faz- lühüm tevkli refti hümayun vâsıl olı- ,İcak malüm olg ki ardunca irsal olun - muştur, buyurdum ki hükmü şerifim her kanginizin tahtı kazasına varup da- hil olursa menzil beygiri bulunan yer- lerde ücretleri menzilcilerin yedlerin- de skçeden bini hesapta deyinlerine (Devamı 10 uncu sayfada) bir ilân benim elime geçmişti. Bu ilân- da, Kızılay cemiyetinin Beyoğlu mer- kezinin himayesinde «Türk Tiyat- ro San'stkârları Biri kurulacağı bildiriliyordu. O ilândan anlaşıldığına göre, kurula- cak birliğin maksadı, Türk tiyatroculu ğunda ıslahat yapmakmış. Mühtaç san- atkârlara yardım edeceği de bildirilen birliğe, san'alkârlar, okuyucular, sazen deler, hokkabazlar, cambazlar girebile- ceklermiş. Diğer meslekdaşlar, «Kızılay, Beyoğ Ju merkezi» nin adı Üzerinde ve tele- nin hüdütla - fon numarası bulunan ilân: okuyunca; T ğüt kışlağile ciddi bir teşebbüsten haberdar edildik Dumaniç yaylâğın - lerine kani olmuşlar, ve ellerindeki ilâ ; dan taşmış, şarkta Lİ ik nın muhteviyatını bir müjdeli havadis v Malki göbeği. e Mekaliğsn şekline sokarak sayfalarına geçirmiş - ler. Eğer, «Kızılya» isminin verdiği iti - mada kapılıp ta, ilânı biraz daha dik- katle gözden geçirmek lüzumunu duy- masaydım, ayni gafleti ben de göste- recektim. Fakat elimdeki kâğıtta yazılı olanları biraz dikkatle gözden geçirin- ce, derin bir hayrete düştüm: Çünkü imlâ, ve ibare hatalarile güç anlaşılır bir hale giren o beş on satır- lık ilânın çok ham bir kalemden çıktı- ğı Aşikârdı. O ham kalemi kullanan marifetsiz elin; . Türk tiyatroculuğunda ıslahat yapmak kadar yüksek bir iddiada bulu han - sahibi üstelik te, bir san'atkârla bir cambazı ayni içtimaf mertebede say mşk garabetini gösteriyordu. Ben, elimdeki ilânın altında koskoca bir imzası bulunan şahsı tanımıyor - dum. Eğer onun, Hilâliahmer Cemiye- tinin himayesi altına girebilişine şaş- masaydım, elimdeki kâğıdı, maceraya benzeyen garip teşebbüslerin vesikala- rile nice defalar dolup boşalmış olan se pete atacak, ve dudak büküp geçecek- tim, Fakat mahut ilânın matbu bir «Kı- zlay» anteti taşıması, beni daha titiz düşünmeye zorladı. Dün, bu entetin klişesi altına, bâna hayrel veren sor- guları sıraladım. Ve bu suretle de, Kı- zılayın Beyoğlu merkezini, hiç te ma- balline masruf olmıyan bu himayeden vazgeçirmek gayesini güttüm. Fakat hem birkaç sual neşretmenin beni gayetme eriştirme yolundaki kifa- yetsizliğini düşündüm, hem de bu te - şebbüsün mahiyeti hakkındaki bilgimi genişletmek lüzumunu duydum, Ve Kı xzlayın İstanbul mümessili Doktor Ne- şet Osmanı buldum. Neşet Osman bana, böyle bir birli- ğin Kızılay himayesine alındığından ha berdar olmadığını söyledi. Ve birkaç lardır. i i . saat sonrs da: vesika bize fermanlar ve (Tuğra) hak- e Birinei Murada bi N i ? Pe xw .| , — Hayret... dedi... Sade benim de- lez ir heyet gönderdi-| kında tam bir fikir vermeğe yetecek ÜN ve metkazi umumibi De de Katık Beyoğlu kaza merkezi Tiyasetinin hi - Mmâyemiz altında böyle bir birlik kuru lacağından malümatları yok!. Bizi $ . kaz ettiğiniz için, çok müteşekkiriz. Bu işin kimler tarafından ve ne müâksatla yapıldığını tahkik etmekteyiz. Netice anlaşılınca bittabi müteşebbisler hak » kında icap eden muamele yapılacaktır, * Neşet Osmanın bu sözlerinden, Kizıl- ayın böyle bir birliğin teşekküliyle u- zaktan yakından alâkadar olmadığı kat iyetle anlaşılıyor. Bu, benim o ilâna göz gezdirir gezdirmez duyduğum haklı hayreti gidermektedir. Fakat o hayretin yerini, © hayret ka- dar üzücü bir tessüf dolduruyor. Çün- kü anlaşılıyor ki, gayesi meşkük teşeb- büslere muhayyei himayeler arayan - lar, ve bu yolda Kızılay kadar temiz bir isimden istifadeye kalkışmaktan bi- le kaçınmıyanlar var, Bence Kızılay adını, bu kabil mak. satlara âlet olmaktan himaye ederken, çok şiddetli davranılmasını istemek, he pimiz için kullanılması zaruri bir hâk- tır. Naci Sadullah Bir Rumun küstahlığı Hristo isminde bir adam Taksim â- bidesine bir ölü ilânı yapıştırırken ya « kulanmıştır. Hristo bu işi şehrin en ka- labalık yeri Taksim meydanı olduğu i- çin yaptığını söylemiştir. Bina damları ve su... Amerikadan bildiriliyor: Amerikadaki son feyezanların kaba taslak bilânçosu şudur * Cincinnati'den 200,000 kişi, Padu - cah'dan 5000 kişi başlarını alıp kaçmış lar, ismini saydığımız şehirlerden 500 kilömetre ötede Colombu'da idarei ör- fiye ilân olunmuş. Menphis'de halk dehşet içinde, Lounville'de binlerce ton benzini nehir suları tanklardan a- lip çıkarmış, sokaklara dökmüş. Gafil ve tedbirsiz bir cigara suyun Üzerinde akan bu benzinleri tutuşturmuş... Şim di memleket baştan başa yanıyor... So kaklâr alev içinde, caddeler kizil parıl tılar halinde, evler, apartımanlar ateş içinde... Elektrik santralı işlemiyor. Şehri kızıla boyayan alevler olmasa, semalara aksedecek ziya bulunmıya - cak... Mahkümlar, hapishanelerindeki höcrelerinden çikamamışlar ve kapan Jarında ölen fareler gibi boğulup git - mişler... Halkın intizamını ordular te- min etmeğe uğraşıyor. Missisipinin alt kıyılarında beş yüz bin kişinin hayatı nı kurtarmak lâzım. Nehir suları 24 metre yükselmiş... Şimdiye kadar bu Manzara daima ayni hırçın suların 15 metreden fazla yük seldikleri ancak bir kere görülmüştür Çoşkun suların üstünde yüzen ölüleğ yüzlerce mi, binlerce mi, on binleref, mi? Kimse birşey bilmiyor... Telgrâfe telefon telleri kopmuş, milyarlarca 48 rar var... i # Missisipi nehrine haritada bir göz at nız, Fransanın 14 misli bir sahayı i keder. Eğer Misisipi nehrini ucundan 49 ip te dümdüz etmek imkânı bâsil oi 88, hattı üstüvadan Groenlanda kadaf uzardı. Saniyede naklettiği suyun ,darı tabii zamanlarda 20,000 metre mi“ ıkâbıdır. Bu mikdar Fransadaki Sef nehrinden elli defa fazindır. Bu rakamları nehrin yaptığı cinayef Jer tâdat edilmezse büyük birşey ifa: etmez. Size 1891 denehrin 21 metr# yükseldiği tarihteki faciaları sıralayıfk 24000 ölüm, 8000 kayıp, 12 milyar #9 rar ve ziyan... Yıkılan evlerin mikdari bir milyon ikiyüz elli bin... Amerikanın iklimi de halkının teb” (Devamı 12 inci sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: