10 Nisan 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

10 Nisan 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

B Sayfa Tarihi tetkikler: - Osmanlı tarihinin meşhur şahsiyeti: Halet efendi ** * | İkinci Mahmut zamanında İstanbulda kargaşalık son dereceyi bulmuştu [yınımlııç&ıihuphm kimse hayatından emin değildi, Halet Ka Yazan: İkinci Mahmut sanki Osmanlı impa> ratorluğunda hüküm sürüyordu. Hal - buki onun sürdüğü şey sadece salta -İ nattı. Her akşam Tophane köşkünde içki sofrasını kurar; bazı geceler kıya- fetini değiştirerek bazı mabeyin ıdıfıı- larile birlikte İstanbulun berber dük- kânlarını dolaşırdı. K Ötede asıl padişahlığı Hâlet Efendi yapıyordu. Sultan Mahmut Yeniçeri - lerin ellerinde can :;îîâî sırada kür- tulmuş ve tahta çıl Çok şeyler yapmak, Osmanlı imparatorluğunu ye- niliğe kavuşturmak istiyordu, fakat padişah olur olmaz da kendisini saray erkânile Hâlet Efendinin ellerine tes- lim etmiş bulunuyordu, HMet Efendi şehrin sokaklarında kargaşalıklara meydan vu—msnık, Bi- diş ve gelişi kolaylaştırmak için çok mühim bir karar vemişti: Ata, arabaya binmek için her halde hükümetten izin almak Jâzımdı. Bir gün, Kayseride bir haydudun bir kaç yüz kişi ile dağa çıktığı duyulur; köylerin ve kasabaların yakıldığına dalr haberlerin ardı kesilmezdi. Haydutlar üzerine kuvvet yollamak düşünülmezdi. Ondan önce Sivas ta - raflarında ortalığı kasıp kavuran baş - ka bir hayduda bol para vörilir, diğe- rinin üstüne gitmek için kışkırtılırdı. 1820 yılında, yedi ay içinde İstan - bulda tamam yetmiş üç yangın oldu. Her taraf derin bir sessizlik içinde u- yurken birdenbize bekçilerin ucu de - mirli sopaları kaldırımlara vurulur; bekçiler kalın seslerile bağırırlardı: — Yan...gın.,.va...Trri... Birbirine yaslanarak ancak ayakta durabilen evleri, kocaman ahşap ko - nakları alevler sarar; çıtırtılarla yanar- dı; Yeniçeriler, cebeciler hemen yeti - şirler, fakat yangın söndürmekten zi - yade mal yağmasına dalarlardı. O ka - dar ki artık hiç kimse rahat uyuyamı- yordu. Her evde birer ikişer nöbet bekle - mekten başka çare kalmamıştı. Halk dehşet içindeydi ve: — Kundakçıları niçin hükümet mey- dana çıkarmıyor? Halimiz niye vara - cak? $ Diye dertleşiyordu. Hâlet Efendi buna hemen çare bul- du: Kambur Süleyman adında bir ser- seriyi şehrin en kalabalık yerinde idam ettirdi. Kendi düşmanlarından mek - tupçu Ata Efendi Hle beylikçi Saip E- fendiyi nefyettirdi. Kargaşalıkların ardı kesilmiyordu. Saray bostancılarından birisi bir ka- din yüzünden bir hamalı öldürdü. Bir kumbaracı da bir Kürde kıydı. Hükü- met bu cinayetleri yapan askerlere hiç bir şey yapamadı. Hâlet Efendi hük - münü verdi: ; —- Bırakın, kendi intikamlarını ken- dileri alsınlar! Askerle hamallar ve Kürtler arasın- da müthiş bir muharebe oldu, Yirmi beşinci Yeniçeri ortasından bi- Tisi yetmiş birinci ortaya geçmişti, böy- le, bir ortadan diğerine geçmiye Ye - niçeriler arasında (semer devirme) derlerdi ve bir dava halini alırdı. Bu dava gittikçe büyüdü. Bu iki Yeniçeri ortası (bölük) üç gün üç gece karada | ve denizde tam manasile yaman bir muharebe yaptılar. Hükümet bunları ayırmayı düşün - müyordu. Aklınca onların terbiyelerini birbir- lerine verdiriyor; büyük bir iş görü - yordu. Morada bir ihtilâl çıkmıştı, bu ihti- lâle yardım etmek üzere İstanbulda ce- miyetler kurulduğu söyleniyordu. Hü- küniet ise gittikçe alevlenen ihtilâli bastıramıyordu. Günderdiği kuvvetler- den bir netice alınamıyor; daha büyi ordular öndemıa" te mümkün olamı- yordu. . H'ıeğ Efendi gene imdada yetişti: hi HAr a KA . efendi vükelâ meclisinde bu mesele görüşülürken şöyle dedi: «Şimdi meselâ | Okçular başındaki berberin başı kesilsin başkalarının yüreklerine siner ve ortalık düzelir. » Turan Can korku — Ne yorulursunuz? Rum patriği ile bir kaç papaz idam edin, Morada bakın ihtilâl kalır mı? Patrik Grigoryos patrikhanede asıl- dı ve üç gün asılı kaldıktan sonra de - nize atıldı, Üç Rum metrepolidi de İs - tanbulun üç yerinde ipe çekildi. Fakat bunlar ihtilâli büsbütün alevlendir - mekten başka bir netice vermedi. Şehirde Hâlet Efendi aleyhinde tek söz söylemenin cezası idam veya sür - güne gitmekti. 'Tok sözlü bir adam olan Benderli Ali Paşa sadrâzam olmuştu, fakat tok söz- lülüğü yüzünden onuncu gün azledil- di. Kıbrısa sürülmesine ferman çıktığı halde bununla kalınmıyarak idam o - lundu. Andre adasındaki voyvodalık müd- detini bitirerek İstanbula gelen Reşit Efendi isminde birisi kendi halinde ya- şıyordu. Fakat onun büyük bir kusuru vardı. O da Hület Efendinin idam et - tirdiği darphane mazırı Abdürrahman Beyin adamı olmasıydı, Reşit Efendi ansızın evinden kaldırıldı. Hapse atıl- dı ve idamına ferman çıktı. Bu sırada Hâlet efendinin yakınlarından, fakat merhametli bir adam bu zavallıyı kur- tarmak istedi: — Biyr genç adamdır, yazıktır. Başka rlü cezalandırılsa da canı bağışlan - Dedi, Hâlet Efendi adamcağızın yüzüne baktı ve hayrtet ederek şunları söyledi: | — Genci asmak yazık, ihtiyarı öl dürmek yazık, her zaman idam için or- ta yaşlı adamı nerede bulmalı? Cevdet tarihinde şu garip hikâye vardır: «İstanbulda ve dışa: h yatının hiç bir değeri yoktu. Adam ö dürmekle piliç kesmek bir gibiydi. Hattâ bir aralık İstanbulda serseriler pek çoğaldı. Ortalık karıştı. İnzibat kal- madı. Bunun önünü almak için çare a- ranıyordu. Bir gün vâkelâ meclisinde konuşulurken Herkes bir türlü fikir ileri sürdü. Askeri çoğaltmak, devriye gezdirmek, İstanbulda Sluranları birer birer tahkik ederek işsiz güçsüz olan - ları şehirden çıkarmak gibi şeyler dü- şünülüyordu, Hâlet Efendi bunları dinledi, dinle - di de bir neticeye bağlanmadığın: gö- rünce birdenbire âdeta çıkıştı: — Neden boş yere yorulursunuz. Bu- Jnun kolayı var: Şimdi Okçularbaşın - daki berberin başı kesi'sin, Başkala - rının yüreklerine korku siner ve orla -| hk düzelir. Oradakilerden biri hemen atıldı: | — Okçularbaşındaki berberini başı m) kesilsin? Aman, merhamet buyu - run, © benim berberimdir. Halet Efendi hiç istifini bozmadı ve şŞu cevabı verdi: — Ana mâhsus değil. Öte taraftaki berberin boynu vurulsun! Maksat hâ - Şıl olur. Bu inzibat usulü Hâület Efendinin idâmı taribi olan 1825 yılına kadar İs- tanbulda tatbik edildi. tü SA J Turan Can * |şehirlerde dolaşmalarını: |mek icab'eder. Bir kere EŞEKLER DE İNSANLAR ŞEHİRDE İSTEMİYORLAR Yazan: Mizahçı Eşeklerden - biri, yüksek bir yere Çı- kar: — Benim eşek ar kadaşlarım. Bugünkü ruzna - memizin en mühim maddesine geçiyo * rum, Bu hususa bil- hassa nazarı dikka:- tinizi celbederim. ç Bütün eşekler u- £ zun kulak kesilirler. Hatip sözüne anıra anıra devam eder; — İstanbul şehir | meclisinde hakkı - mızda söylenilenle - ri duydunuz mu? — Duyduk! — Mademki duy- — dunuz; — hakkımızı korumak zamanı - * nın geldiğini, hattâ geçtiğini bile anlamışsınızdır. Bizim a- leyhimizdeki raporu şehir meclisi kür- süsünde âvâzı bülent ile okuyan Refik Ahmet Sevengil! — Hayır, Sevengil olamaz, Sevme - yengil! — Evet Sevmeyengil bizden surat - sız diye bahsetti. — Suratsız kendisidir. a PU — Ama sonra tashih etti. Suı-alsızı.ll © suratsız okumuş, — Sür'atsiz de kendisidir. Hem o ka- dar sür'atsiz ki: Babıâli yokuşunu bi - zim en. ihtiyarımızdan, en yüklümüz - den daha yavaş çıkıyor. — Orası öyle; fakat onun okuduğu rapora göre biz şehrin güzelliğine ha- lel getiriyormuşuz. — Affetmiş anu. — Şimdi arkadaşlar, söz gizindir. Ne diyeceksiniz?. Beyaz eşek, boz eşek, kulağı kesik e- şek, taşcı eşeği, eşek oğlu eşek, sa - kanin eşeği, Nasraddin hocarın eşeği - nin torununun torunu, pastırmalık e - şek, hepsi söze karışırlar: — Biz, bizi istemiyen insanlara kar- şı koymalıyız. — Evet, karşı koymalıyız, — Beni dinler misiniz.. — Söyle, z — Söylüyorum. . — Şehirlerin —ilk sakinleri bizlerdik.. -Biz şehirler madan evvel şehre- girmi: Sehirleri kaplıyan binaların taşlarını, nı bizmtaşıdık. Şehrl kuran: hirden altmak istiyorlar. — Evet, doğru, dağdan gelenler bağ- dakini kovuyorlar. — Biz, bunun altında kalmıyacağız. — Kalmıyacağız. — Arkadaşlar bir teklifim var: Şe - hirlerde yaşıyan insanların vaziyetleri. ni-müzakere edelim.. — Edelim. — İnsanlar şehirlerin güzelliğine ha- lel veren çirkin mahlük'ardır. Onların ları o kadar çirkindir ki çıplak ayaklâ yürüyemezler. Vücudları o kadar çir- kindir ki çıplak gezemez, elbise giyer - ler. Bilhassa kulakları, başlarının iki yanına yapışmış' kaşık gihi şeylerdir. Onlara kulak mı denir?. Bizim en çir- kinimizin bile gene on santimden u - zun muntazam, mozon bir çift kulağı wardır. İnsanlar bizden çok geri mah - lükturlar, Güya onlarda da kadın ve erkek müsavatı vardır. Fakat asla.. ka- dın erkek Mmüsavatı ki medenileşmiş mahlüklarda vardır. n — © yalnız bizdedir. — Evet, yalnız bizde. Bizim erkeği - miz de, dişimiz de aynı işleri görürüz, Aynı derecede yük taşırız. Halbuki in - sanların erkekleri yük taşırlar. Kadın- ları taşımazlar. Erkekleri pantolon ce - ket giyerler.* Kadınları entari giyer - — Biz dişi, erkek hep avni tarz se- merler taşırız. İ * — İşte eşek, eşek oğlu eşek kardeş- lerim. Dediklerim, diveceklerim bun - lar.. şimdi bir karar vermeliyiz. — İnsanları şehirlerden dışarı çıka- ralım. — Çikaralım. — Şehirlerdeki evlerde, apartıman - larda biz yerleşelim. ; Sakanın eşeği — Ben zerzevatcının eşeği ile nişanlıyım. Bir yerde güzel bir apartıman biliyorum. Onun dör - düncü katı denize nazırdır, ben oraya yerleşeceğim. Gerçi merdiyenden çı - kıp inemezsem de söylediğim apartı - manın asansörü var, Asansörle çıkıp| inemezde değilim ya! ü Etrafa bir çam köküsu yayılır. Ko -| ku değişir. Fulya olur, koku gene deği- şir leylâk kokusu olur. — Bu koku ne? — Adadan bir mavnado'usu Ada & şeği gelmiş. İçtimaa iştirâk edecekler. Eşekler yüzlerini buruştururlar. — Mademki gelmişler. Buyursun * lar. Ada eşekleri, kırıta kirila yürürler, — Boönjur eşek dostlarımız, — Hoş geldiniz. — Şöyle bir piknik yapmak istemiş- tik. Burada toplandığınız duyduk. Belki bir tedansarı, belki de bir balo ve riliyor.. zannile geldik. — Zannınızda yanılmışsınız. — Ya demek öyle değil.. Bugün ha - va biraz bozuk, tura çıkmak imkânı ol- madığı için dinleniyorsunuz öyle mi? — Hayır hayır ben size antatayım; İstanbul şehir moeelisi bizi şehir harici- ne atmak istiyor. — Fena mı, şehrin havası esasen bozuktur. Sayfiye yerlerine gidersi - niz, — Alay mı ediyorsunuz? — Hayır ciddi konuşuyoruz. — Böyle ciddi konuşulmaz. Bizi is - |dağı temiyen insanları da biz islemyioruz. Onlar bizi şehirden atmadan; biz onla- Ti atacağız. — Olmaz! — Niye olmasın? * Tum da... | L $ sıritlarımızda bile neş'eleniriz P — Ben sakayi © tari giyiyor, eli incecik bir sopâa V «dır. Onunla bile F na vurmağa maz. Ben koş! t lüş güler ki: gi kahkahasının sesi, bizim en güzel limizin anırmasından bir kat daha *, sevinirim. Çok hoşlanırım. Biz bu İf sanlardan ayrılamayız, İstanbul eşekleri hiddetlenmişle! Kulakları kısılmıştır. Burunların hızlı hızli nefes alırlar. — Arkadaşlar, bu Adalı münasebt” sizlerin sözlerine kulak asmayın. lar eşeklik asaletini artık kaybetn ler, Yaptıklarına düpedüz insanlık © ler. — Evef, onların bu hallerine insalh hk derler. — Bunu söylemekle misafirlerimi” fazla hakaret etmiş olmuyor müuyu? — Az bile. Bizim gibi düşünmeye ler, bizden olmıyanlardır. Onlar m€f bahalık küstahlardırlar, Ada eşeklerinden biri sorar: — Moezbaha neresi, yeni bir me$ yeri mi? Orada caz var mı? Çiftler liyorlar mı? Gurup seyredilir mi? — Sen kendini kaybetmişsin, deli bi lâf söylüyorsun. — Hakare| ediyorsun, Adanın bar eşeği, şehrin bayanğı eşeğind böyle söz işitmek istemez. — İnsan sen de! — İnsan senin babandır. Eşekler birbirlerine karışırlar. P birlerini şiftelerle, Anıtırlar. Artık tima içtimâlıktari çıkmıştır. Ada i ıbul eşekleri yorg” meclisi — nasıl şekler hakkında bir karar vermi tşsa eşekler de insanlar hal karar veremeden dağılırlar. da Şbkr — Ne 9, oltana gerdanlığı taktın — Evet, deniz kızı avlamak ist

Bu sayıdan diğer sayfalar: