15 Ekim 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

15 Ekim 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

10 Sayfa ——— — em AT SON EBOSTA Son Posta'nın sivasi tefrikası : 56 Yazan : Arif Cemil Gondondan sonra katil Tayliryanın ikinci avukatı söz aldı ve Türklere, dinlerine ve ölmüş bir adamın şahsiyetine karşı hezeyanlar savurmaya başladı Hatdenberg — sokağındaki — hâdi - seden dolayı, her tarafta akıtılan kan deryalarına bir damla kan ilâve edil - miş olursa, ne yapalım taliimiz bizi kanlı ve dehşetli bir zamanda yaşatı - yor diye, bu sözle müteselli olarak mezkür hâdise üzerinden de geçip gi - deriz. Ben Talât paşanın şahsı hakkında bu- rada bir hüküm vermekten uzak bulu- nuyorum. Yalnız şunu söylemek isle- rim ki kendisine benziyen bazı arka - daşları gibi, o da münhasıran Türkler- le meskün bir Türk devleti tesis etmek istediği için Ermeni milletinin imhası- na çalışıyordu. Bunun için Avrupalılar nazarında aslâ caiz görülemiyecek va- sıtalara müracaattan çekinmiyordu. Asyada hayata daha az kıiymet ve- için bu gibi mezalimin hoş deşın'hr Çünkü Asyada yaşıyan ov]e dır ki meselâ Budistler gi- lara bile merhamet ederler. gmen, ben bugün top: n o adamı daha yüksek bir | zardan muhakeme ederek miyor um, Vu— kadar küçüklük ' nç bir talih üzerimize çi müş | bulunuyor. Bu talihin küçük bir pa çası da Hardenberg sokağındaki vak' dır. Fakat, şayet bir Alman mahkemesi bu talihe, facialarla dolu bir hayat ge- | Ççirmiş olan maznun Tayliryana karşı, | sükünetle düşünülerek tesis olunması | Jâzım gelen adaleti ihlâl mın Türklerin milliyetine, dinlerine ve ölmüş bir adamın şahsına karşı savur- duğu hezeyanlar, ağza alınır şeyler de- ğild. Onları işitenler bu gibi sözlerin hasıl olup ta bir mahkeme huzurunda | sarfedilebildiğine hayretten kendileri- | ni alamıyorlardı. Mahkeme reisi| Lehmberg bu sözleri büyük bir zevkle dinliyordu. O bu zevkini istediği gibi tatminde serbest olabilirdi. Fakat ay- ni zamanda Alman adliyesine leke sü - Tülr e de müsaade ediyordu ki işte buna bir türlü akıl erdirilemiyordu. Werthauer diyordu ki: « — Maznunun beraatine karar veril. mMesi her insanın duygularında mevcut olan bir şeydir. Burada mevcut olan müşkülât belki kendi kendimize şu su- ali sormamızdan ileri gelebilir: «Böyle bir şey yapmak doğru mudur? Bir adam diğerini — öldürdi halde öldüreni nasıl olur da mahküm etmeyiz? Biz Al- man adaletinin hâkimleriyiz. Hak ve adalet dairesinde hareket etmek için yeminliyiz. Onun için öldüren bir ada- m: adalet noktal nazarından serbest - bırakamayız.» Hayır, büu düşünceniz doğru değildir. Maznun, Alman ka - hunlarına nazaran beraat etmelidir. Bizler maznunun müdafileri, haksız bir karar verdirerek Alman kanunları- ni kirletmeğe teşvik etmek ( ! ) iste- miyoruz. Bütün dünyanın nazarları bugün bize doğru çevrilmiştir. Sizden sadır olacak hüküm binlerce sene son- Ta bile âdilane bir hüküm (!) olarak ta- nılacaktır.> ğil misiniz? Hiç sarhoşa sarhoş denir mi? Herif bu #özü duyunca ün kendinden geçti. e mi? Ben sarhoşum 'sünüz, ben sarhoş mu- , Trakeotomi sondasını — almış, çocuğa yaklaşıyordu. Bir takım bıçaklar da ma- lmişti. Madame Bluze: — İznim yok... Müsaade etmiyorum dedim ya! Doktor birdenbire elini boğazına gö- türüp: — Ha! diye bağırdı, Şah damarı kesilmişti. Yere yığılıver- di. Madame Bluze küçük bıçağı yere attı. Yaptığına kat'iyyen pişman değildi” Bilâ- — kis, fevkalâde sevinmişti. Oğlunu kurtar- Werthauer Bu parlak sözlerle jüri heyetini aldatmağa çalıştıktan ve bilâ- kis binlerce sene sonra bile adaletsiz bir hüküm olarak anılacak bir karar verdirmeğe teşvik ettikten sonra ö da, birinci avukat gibi Alman ceza kanu: nunun 5İ inci maddesinin tatbik edilip edilmiyeceği hakkında uzun uzadıya beyanatta bulundu, katilin ruhf ahva- lini mevzubahsetti. Ondan sonra şu he- zeyanları anlatmağa başladı: « — Maznunun cenup memleketler ahalisine mensup bulunduğu Ve ce - nupluların şimal ahalisinden daha a - teşli ve daha cevval olduklarını unut- mamanız lâzımdır. Oradaki milletler arasında daim! bir kan mücadelesi de- vam edip durur. Türklerin, her nereye gittilerse kan akıtılmasına delâlet eden bayraklarını da beraberlerinde taşı - dıklarını bilirsiniz. Bu bayraklar Viya- na surları önüne kadar gelmiştir. Şa- yet Türkler 9 zaman buralara kadar da gelebilselerdi bugün Almanyadan eser bile kalmazdı. (Arkası var) istanbul Borsası kapanış fiatları 14 - 10- 1937 — ÇEKLER Açılış 62675 0,7908 g5 150330 46975 87,1958 344395 63.8213 YASM 22.1960 41930 IL9M664 19696 41818 3.9888 101.3793 B4236 2.7410 20. 295 SUŞAS Kapanış 627.00 0,7901 234375 1,08 4.6957 67.1610 3,4900 63.7958 1.4310 81,5871 41 11.9617 1.9692 41818 mış, onu sadece bu hareketi ile iyileştir- miş gibi bir hissi vardı. Elise, doktor Baltusse'le beraber geldi. Yerdeki cesede, bir de onun başında vah- şi vahşi bakarak duran Madame Bluze'a baktı. İşi anladı: — Al dedi, zavallı kendisini yaralamış olacak... Zaten ben halinden korkmuş- tum: hiç o halde adam eline bıçak alır mı?... Buyarun, doktor, işte bizim küçük hasta burada... Yarınki nüshamızda: Son ses ve son nefes Yazan: Salâhattin Enis- Son Postanın tefrikası: 70 Çeviren: Ahmet Cemalettin Saraçoğlu Bir gün, bir Çin gazetesi, kaptan Lauterbah'ın İngılıll Kolombıyasmda bir vapurda tevkif edildiğini yazıyordu Nihayet bir «Sampan» «Çin yelkenli gemisi»r gördüm ve gemidekilere ses - lendikten sonra yelkenlinin bordasına tırmandım. Zaten kendimi ırmağa at- tığım — zaman vakit — kaybetmeden eŞanghay»ı terk etmek için bir plân ta- sarlamıştım. «Si-Kiang» ismindeki Al- man vapuru limanda idi. Geminin ku - mandanı eski, çok eski bir ahbabımdı. Binaenaleyh bu gemide çok emin bir melce bulabilirdim. Beni sudan çıkar- mış olanlara neden dolayı suya düş - müş olduğumu izaha bile lüzum görme- den beni hemen «Si-Kiang» vapuruna götürmelerini söyledim. Ben «Si-Kiange a vardığım zaman vapurda herkes -çoktan uyumuştu, Yal- niz nöbetçi tayfa lumbar ağzında nöbet bekliyordu. Geminin süvarisi vaktile bana muavinlik etmiş bir denizçi idi. Tayfaya kendisini uyandırmasını 8 ledim. Bizim eski ahbab arkamdan yıl sular akar bir halde kend ler görünce gözlerine inanamadı; jr dı. Bu suretle «Şan m son günleri «Si aplan kamarasında yaşadım. «Standard oil» kumpat sup kaptan «Bislersin Şanghaydı lunmakta olduğunu b.hyordı.m Bu zat İbir Avusturyalı idi ve yakın ahbabla- rımdan maduttu. Kendisine «Si-Kiange vapurunun üçüncü kaptanını göndere- Tik blnk yardım etmesini rica ettim, İki gün sonra bana mühürlü bir zarf geti- rildi. Zarfı alıp kamarama kapandım. Zarfta bir pasaport çıktı. Bu pasaport Amerikan bahriyesine mensup kaptan «Jolnson» namına tanzim edilmişti. Sonraları öğrendiğime göre hakiki bir kaptan «Johnsonsda varmış ve bu zat «Sanfransisko» da bir müddet içki ya- sağı memurluğu da yapmış. Pasaport- ta «yelkenli geml süvarisi» kaydı bu- lunduğundan bir Çinli terziye müraca- at ederek kendime iki kat Amerikan kaptan üniforması ısmarladım. Çinli ağzı kulaklarına vararak: — Vücudunuza bu üniforma ne kadar yakışacakl., deyip duruyordu. Ben he- rifin memnuniyet ve neş'esinin hakiki sebebini pekâlâ anlamıştım: O ünifor- manın bana yakışmasından ziyade iri yarı vücuduma fazla kumaş sarfedece- ğini ve bu itibarla fazla kazanacağını düşünerek yılışıyordu. Yalnız muhakkak olan bir şey varsa ©o da üniformayı arkama geçitince Bir- leşik Amerikan ticaret bahriyesinin en şişko kaptanı oluverdiğimdir. Bü hazırlıklar bittikten sonra dost- larımdan birisi bana Amerikan bayra- |ğını taşıyan «Mongolla» vapurile seya- hât edebilmem için bir bilet aldı. Bu yapur meşhur «Pasifik Mail» şirketine mmensuptu. Nihayet en son bir ihtiyat tedbiri ol- mak üzere «North China Herald» ga- zetesinin muharrirlerinden birisile an- laştım. Bu gazete Amerikan malı idi| ve gazeteci benim hakkımda bir tekim sahte hâvadisler yazarak peşime düş- müş olanları şaşırtacaktı. Alman klübü azasından bulunan muharrir «Emden» hakkında vermiş olduğum konferans esnasında benimle görüşmüş ve bu hu- susta aramızda bir kaç lâf geçmişti. Kendisi büyük bir samimiyetle: — Şüphesiz, demişti, size yardım e- debilirsem pek memnun olurum. Yal- hâvadisi ne şekil, zmamı arzu ediyorsanız bana söyleyiniz; derhal ya- Zarım,.. ... l hareket — etmek üzere bı.lu'ıuyo:'dım. muharrir arkadaşa bi- risini gündererek vaadını hatırlattım. Binaenaleyh «Mongolia» vapuru Şang- haydan ha: * eltikten sonra «North China Herald» gazetesi güya «Vanku- ver»den almış olduğu bir hâvadisi yaz- mak süretile Şanghay sokaklarında bir mernk ve heyecan uyandırıyordu. Bu |hâyadis İngılnlerm pek hoşlarına git- miş olacağında şüphe yoktu. Çünkü kağtan «Lauterbahsın İngiliz Kolombi- yası açıklarında-« Mounteagle » vapu- runda tevkif edilmiş olduğunu bildiri- yordu. Vakıa hukuku düvel ahkâmına göre ben bitaraf bir gemide açık denizde kendimi emniyet altında görebilirdim ancak «Mangolia» seferi esnasında mü- teaddit Japon limanlarına uğramak mecburiyetinde idi. İşte bir düşman memleket suları dahilinde bulundu - ğumuz anlarda İngilizlerin beni tevkif ettirmeleri muhtemeldi. Diğer taraftan Şanghaydan hareket eden hemen her vapurda muharip devletlere mensup casuslar bulunduğunu da herkes bilir- di. «Mongolla» vapuru « Vöoosung »da demir üzerinde yatıyordu ve gemiye giden yolcuları bir İngiliz tomorkörü taşıyordu. Bu romorkörün tayfası hep İ'ıgı izdi ve Amerikan vapuruna nak- yolcuları birer birer gözden dı. Vakıa şüphelendikleri adama, bitaraf sularda bulunmaları - | Yüzünden hiç bir şey yapamazlardı, an- cak telsizle Japonlara keyfiyeti haber verecekler ve vapur eNagaraki» lima- nına girince Japonlar o şüpheli kimse- yi yakalayacaklardı. Bu itibarla benim İngiliz romorkö- rüne binmek işime gelmiyordu, Bu iti- barla dostlarımdan birinin yardımile bir Çinli zenginine ait küçük bir istim- Resimli fıkra Son Postanın kış mevsimi programını İtesbit ederken sadece günün vak'ası, ma- bot buldum ve bu istimbota Amerikan| bayrağını çekerek doğrudan «Mongolia»ya gelip yanaştım. Amc! kan denizçisi «W. Johnson» yepyeni niforması arkasında vapura biner bin". Tmez «88» numaralı kamarasına hemef kapandı, Vakıa kamarada yalnız değil> dim; iki Ranzalı olan bu kamarada bif de yoldaşım olacaktı. Lükim bu zat he- nüz gemiye gelmemişt. Lâkin birat ” #onra gemiye gelen ufak tefek bir mis- yöner keşişin benim kamarada can yol*- daşım olacak kimse olduğunu öğrenin: ce sevindim. Zira bu yoldaş bir İngiliz yolcu olabilirdi. Akşam saat altıya doğru gemide ha- reket telâşları başgösterdi. Güverteye çiktım, yolcuları taşıyan ro morkörü «Aleksandr» sonuncu yolcu: ları da getirmişti. Romorkörün İngiliz, efradı Amerikan gemisinde pis pis do- laşıyorlar, etrafı kolaçan ediyorlardı. (Arkan var) Beşiktaşta lisan kursları Beşiktaş Halkevinden: Evimizde — açılan Fransızca, İngilizce, Almanea Gdersleri ayın On sekizinde başlıyacaktır. Kurslara devani eden talebenin kayıtlarının yenilemeleri ve iden devam etmek isteyenlerin de hef Bün saat 12 den akşama kadar Evimiz !dart memurluğuna müracaatla kayıtlarımı yap “ tırmaları lâzımdır. Müsabakamız numaralı fıkranın V. S.) diye bu fıkralar ve resimleri de gazeteden İkalesi, hikâyesi, romanı kâfi değil, biraz'sip listeye bağlıyarak bize gönderecek- eğlence lâzım, diye düşündük, bu dü- siniz. İşünce ile bir müsabaka tertib ettik, bn müsabakanın esası şudur: Müsabakanın BsaSsI Meşhur Bekri Mustafanın M tane fık- rasını seçtik. Her fıkra için bir Tresim iyaptırdık. Fıkralara 1 den 40 a kadar, fık- İraların resimlerine de gene (1) den, (40) a kadar numara koyduk. Hergün bu İtikralardan ve resimlerden birer tanesi- i dercedeceğiz. Fakat bu reszim o gün çıkan fıkranın değil, ya daha evvel çık- imiş, yahut ta daha sonra çıkacak bir fık-| zanın resmi olacaktır. Müsabaka bitince okuyucularımızdan oracağız: — Hangi resim, hangi fıkranındır? Siz de bize meselâ (40 numaralı resim, numaralı fıkranın, 4 numaralı resim 17) İnumaralı fıkranın, 14 numaralı resim Bu suretle siz okuyucularımız hem gü- zel bir fıkra okumuş, hem güzel bir sim görmüş, hem de bir müsabakanın| verdığ( heyecanın zevkini tatmış olacak- Mükâfatlar Bu müsabakada kazananlar arasında 75 okuyucumuza para mükâfatı vere ğiz. Müküfutların listesi şudur: 1 kişiye 100 lira » » » , , 2 ger buçuk lira Mükâüfat kazanan okuyucuları no tayin edecektir. Müsabakamıza 13 gün evvel başladık. On dördüncü resim fıkrayı aşağıda bulacaksınız, Resim:14 Fıkra:14 “Eğer şişe bitseydi,, Bekri Mustafa bir gün zil zurna sarhoş bir halde hodbehod Yeniçeri ağasının yanına çıkmıştı. Ağa Bekrinin bu tarzda yanına çıkmasına kızmıştız — Bu ne hal, dedi, böyle hodbehod sorup soruşturmadan Ye - niçeri ağasının yanına gelinir mi? $ Bekri Mustafa cebinden yarıya kadar inmiş rakı şişesini çıkardı: — Böyle hodbehod karşına çıktığıma şükret, dedi, eğer bu şişe 'bitmiş olsaydı, emreder seni yanıma çağırtırdım. | İ İ j

Bu sayıdan diğer sayfalar: