13 Aralık 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

13 Aralık 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“ Ben bir timarhane kaçkınıyım!,, —Si Taş odanın duvarlarında gördüğüm garib yazılar * Vakvak Ahmed burada 4 saat kaldı,,, “Dilerim Rabbi Taalâdan Allah Raif denilen insafsızın canını alsın....,, Muharrir, deli olmanın insana verdiği —— Böylece abdesihane kapısının sağ ta- rafındaki küçük odaya tıkıldık. Küt! Yere düştüm. Burası, küçücük eski zaman evlerinin Busülhanelerine benzer bir oda. Zemin taş. Bir ot minder bile yok. Duvarlarda yazılar filân da var. De- mek buraya atılana deli gömleği giy- dirmiyorlar. Kabil olsa da kalksam, şu Yazıları okusam, Her tarafım sızlıyor. Bu vartada bir hayli dayak yemişim. Sanki ne demiye buraya geldim? Ne- ye gardiyanın başına tası geçirdim? Burada scek ne var? Şimdi ne olacak, yarın sabaha kadar burada mı kalacağım? Yattığım yer taş, başımın altına ko- tak bir şey yok, Üstelik elim kolum . ayağa kalkabilsem penoereden Yalvaracağım. Sinemalarda gördüğümüz Amerikan filmlerinde haydudlar tarafından bağ- lanan kahraman, ağzile iplerini çözer, kendi kendine ayağa kalkar ya. Bir tecrübe edeyim dedim. Yarım saatlik bir çabalamadan sonra belimi duvara dayıyabili di şu deli gömleğinin ipini çöz- ğe çabalıyalım. Amerikan filmlerindeki kahraman- lar nasıl yapıyorlardı? Ha, dişlerile ipi Çözüyorlardı. Âlâ biz de yapalım. Ya- palım ama, ip arkadan bağlı.. ben de deve değilim ki sırtımdaki ipi ısırabi- le arkadan bağlı olduğu zaman ken Maynard dişlerile ipleri kemire kemire koparıyordu. Tecrübe edelim.. Aah, olmadı. Ne yapsam ağzım iplere yetişmiyor. Beyhude yere kendimi yo- Tuyorum, Son bir tecrübe daha!, Gene Amerikan filmlerindeki kah - Tamanlar ipleri duvarın keskin tarafı- ha sürte sürte koparırlar. Bir de onu| Gdeneyeyim, deneyeyim ama, bunun i- Çin her şeyden evvel ayağa kalkmak lâzım. Haydi bakayım cambazlığa.. ya- Tım saatlik bir çabalamadan sonra a - Yağa kalkmağa muvaffak oluyorum. Fakat işin bir de fakatı meydana çı- kıyor. Duvarın keskin tarafı yok. Ne- Teye sürteceğim? Ayağa beyhude kalk- Mışiız, Oldu olacak duvarlarda — neler Yazılı, şunları okuyalım: «Vakvak Ahmed burada 4 saat kal- di «Dilerim Rabbı Taâlâdan Allah Raif denilen insafsızm canını alsın» «Elbet bir gün buradan kurtulurum. © zaman ne yapacağımı ben bilirim.» Yarı insan yarı balık resmi.. ve türlü türl imler, imzalar, işaretler.. Küçük pencereye gözümü iliştiriyo- rum, koridorda yalnız ipek pijamalı ü ile ga: nlar var. Karşıki taş in pe sinden bir narin baş r. Acaba kim? Sesleniyorum: — Komşu nas:lsın? — Burada olan nasıl olur?. — Senin de ellerin bağlı mı? — Hayır, senin? — Böenim bağlı. salâhiyetlerden birinden istifade ederken — Buraya girenlerin ellerini çözer- ler. Vay canına.. öyle ya, buraya diğer girenlerin de ellerini çözüyorlar ki du- varlara yazı yazabiliyorlar. Derhal İyaygaraya başlıyorum. Neden sonra İjandarma Ahmedle Niyazi bizim hüc- reye geliyorlar. Ve ipleri çözüyorlar. Şimdi bu taş odada nasıl sabahlama- h? Ayakta durmak kabil değil. Yere çömeliyorum, dizlerim ağrıyor. Otu - ruyorum, taş buz gibi üşülüyor. Ba: yorum düşünmeğe: — Ne demiye buraya geldim? Ne i- çin taş hücreyi görmek istedim? Aca- ba doktorlar teşhisde yanılmıyorlar mı? Ben sahiden deli miyim? - İçime kurd düşüyor. Ya sahiden deli isem, o vakit ne yaparım? Tımarhaneden nası! çıkarım? Deşene ki kendi ayağımızla deliğe girdik. Artık her şeye veda etmeli, Si- nemaya, tiyatroya, eğlenceye, gezme- iğe... Tıbbr adli ve tımarhane bana deli jderse ve deli raporu verirse acaba ka- zanır mıyım, kayıp mı ederim? Delilik bana neler kaybettirir? Bir düşünelim: | — Memuriyet alamam, 2 — Meb'us olamam; 3 — Ticaret odasına âzâ olamam, 4 — Belediye âzası olamam, 5 — Belediye reisi olamam, 6 — Evlenemem; 7 — İntihab hakkım olmaz, 8 — Veli veya vâsi olamam. Buna mukabil: | — İstediğim gibi küfredebilirim. 2 — İstediğim evin camını çerçev sini indirebilirim, 4 — İstedi lirim, $ — Adam öldürebilirim, 6 — Köprüleri bambalayabilirim, — ün bir şehri yakabilirim, 8 — Bütün bunlara mukabil aslâ ce- za görmem. Ahlâkın, kanunun her menettiği şeyi yapabilirim. Ve yaptıklarımdan — aslâ mes'ul olamam. Çünkü bir deli adamın ehliyeti cezaiyesi yoktur. Yarı uyur, yarı uyanık bu düşün - düklerimi görüyorum ve türlü türlü işler yapıyorum, Böylece uyuyakalmışım. Nasıl uyan- dığımı sizin tasavvurunuza bırakıyo - rum. Kemiklerim, vücudüm, her tara- |£ım sızlıyor. Vakit bir hayli ilerlemiş olmalı, sesler geliyor. Duvara tutuna, tutuna kalkıyorum, Ayaklarım uyuş - muş.. küçük pencereden bakıyorum. Gardiyan Mustafa koridoru siliyor, Taş hücredeki kadınsa şarkı söyl Daha ne kadar zaman geçtiğini bil- miyorum. Jandarma Ahmed kapıyı açıyor.. — Haydi bakayım kovuşuna, inşallah | akıllanmışsındır. m kimseyi tahkir edebi- (Arkası var) Yurddaş, Bankada bir tasarruf hesabın yok mu? Biriktirdiğin parâları niçin evde saklı - yorsun? Çalınsın, yansın ve faiz getir - mesin diye mi? 3 — İştediğim kimseyi dövebilirim, | , SON:/POSTA: glenmek için kaç para lâzım? On, on beş franga kâğî;âç—enlerle, elli bin franga kâğıd çekenler aşağı yukarı ayni heyecanı duyarlar - 14 —- — Nereleri gezdiniz? Gittiğiniz yerler nasıl, ucuz mu bari? İşte herkesin ilk önce birbirine sorup araştırdığı hep bu. Bir sırasını bulup bel- ki kendileri de biraz dolaşmayı, şuraya buraya gitmeyi kurmuş oldukları için, öy- le olmasa bile hiç olmazsa anlayıp öğren- mek için önümüze gelen sorar: — Yeyip içme, üst baş, öteller, pansi - yonlar ucuz mu? Ucuz, diyecek olursanız inanamıyan - | lar da var; bazılarından pek pahalı diye duymuşlar da ondan. Yabancılar, dünyanın her yerinde al- datılmıya, arada bir hiç yoktan, baş yere bir çok para harcamayı göze almalıdırlar. Fakat bir kere o muhitin içlerine, yerli - lerin yaşadıkları köşelere kadar sokul - dunuz, onlarla beraber yaşamıya alıştı - nız m: iş değişir. Bazıları bir şehre üç beş gün uğradıktan sonra: Ne kadar pahalı! Diye başlarını sallıya sallıya oralar - dan uzaklaşırlar; işte hep bundan, ucuz yaşanabilecek, aldanmadan alış veriş e- dilecek yerleri öğrenmiye vakit bulama- mış olduklarından ... Hele şöyle Desuvillede on beş, yirmi gün geçirdiğinizi duyanlar: — 009, r Re gitmiş ye dudaklarını bükerler. Öyle ya, Y hoşça vakit geçirmek için parasını nasıl har ce düşkün- lerinin toplandıkları yı Bir zamaı lar ya hesabsız kazanılmış, yahud da ba- badan kalmış. şimdi de gene öyle saymı- ya üşenerek harcanan paraların döndü- ğü yerlerde, büfün o milyonların en kısa zamanlarda yuvarlanıp gideceği gedik kim bilir nasıl korkunçtur, insana ilk ön- ce böyle gelir. Halbuki hiç de öyle değil- dir. Yer yüzünde banı memleketler vardır şallah... Desene para yeme- acağını bilmiyen e; |ki arada biraz eğlenmek, dinlenmek, bir kaç zaman şöyle hoşça vakit geçirmek is- lerin gidecekleri yerler, toplandık - ler pek pahâlıdır. Oralarda zen- ginlik demek, lüks demek, her şeyden evvel pahalılığa dayanabilmek demek - tir; zenginler de çok defa bunu böyle zan- yanında ka - yıkçının, boyacının da karnını doyura - eceği ahçı dükkânları, zeytin ekmek abileceği bakkallar da yok değildir. isinin ortasıdır; en büyük ek- siklik orta halli insanların — yaşıyabile- ceği oteller, lokantalar, gezip eğleneceği yerlerdir. İşte Paristen trene bindiniz, gidece - ğiniz yec dört saal u kta. Gidip gelme, birinci mevki altmış altı frank. Demek ki, üç liranın içinde... Bu bilet, altmış gün geçer. Trenden İndiniz. İstasyonun sağında Trowville, solunda Deauville, or- tasından da bir dere akıyor. Yabancı ise- niz, çantalarınızı istasyonda bırakırsı - nız, şöyle bir dolaşımıya başlarsınız. Üç beş dakika yürüdünüz mü, şehrin tam or- tasındasınız. Döviz, Amerikalılarla, İngi- lizlerden başka bütün yabancıların ke - sesini sımsıkı elinde tutan bir vasidir!.. Çaresiz, siz de paranızı idareli harcıya - caksınız. Gösterişi, bu tutuma en uygun pansi- yonlara, ötellere uğrarsınız: Günde 15 franga —odalar, yemesi içmesi, oda kirası hep içinde elli altmşı fran- ga pansiyonlar var. Pekâlâ, hepsi de yaşanacak yerlerdir amma siz bunları hoör görürseniz, şöyle biraz daha ilerler- siniz, işte kazinonun tam karşısında, cad- de üzerinde büyücek oteller, 40, elli fran- ga bir oda. Otelin lokantasında yeyip iç- mek isterseniz, üç öğün yemekle beraber hepsi 80, 90 frangı geçmez... Şöyle 20, 25 frank daha gözden çıkardınız mı, cad- de üstünde, denize karşı, güneşli bir oda- da yatabilecek, sofra l& en iyi içkiler eksik olmadan yaşıyabileceksiniz. Ağus- tosla eylülden başka aylarda ortalık da- yabancı bütün zenginlerin, | Yazan: Kemal Ragıb Enson ha ziyade ucuzlar; otellerin bile bu iki ay ayrı bir tarifesi vardır. Bir kere daha söylemiştim: Desuville daha şatafatlı, Trouville, biraz daha ba - bayanldir. Birisinde, bugünkü bakımdan atistokrat denilebilecek insanlar, ötekin- di senenin bir kaç ayını hoşça geçir- mek için az çok dünyalığı eksik olmıyan alliler toplanmıştır. —Adı, sefahat sında, Nis ile, Montekarlo ile, Bi - le yanyana anılan Deauvillede de gene o orta hallilerin yaşıyabileceği yer- orta (d | yariç ca Tokı mekler talar, birahaneler vardır; i oturduğunuz otelin lokanta - sında yemek istemezseniz sıra ile uzanan bu lokantalarda karnınızı doyurabilirsi - niz. İçlerinde üç kap yemeği 6 franga, sekiz franga verenler olduğu gibi en pa - halısı da on altı frangı, on sekiz frangı geçmez; hem şarabi da içinde.. Bu lo - İkantaları hiç de hor görmeyiniz. Belli başlı aileler yemeklerini hep burada yer- 1 İler; ucuzluktan başka, yemek saatlerin - de burada toplanmayı, herkes daha eğlen- İceli, daha tatlı bulur. Balık, istridye, ora- larda çıkan küçük küçük midyeler bu 10- kantaların en başlıca yemekleridir. Trou- villede rihtim boyunda, Deauvillede cad- delerin boylu boyunca, herkes bir yan - dan yer içer, bir yandan da gelene geçe- ne bakar, vakit geçirir... | Sonra, sütle muz, bizim bu en çok has- İretini çektiğiilmiz yiyecekler, yabancı |memleketlerin hemen hepsinde hem u - cuz, hem de katışıksızdır. Yemeklerden bir öğününü bunlarla geçirmek mide için Radyo neşriyatını İyice tanzim Etmek lâzımdır tınin monotonluğundan şikiyet yucumuz diyor ki: — Radyo Iidaresi değişmeden mu, hemen bütün — dinleylellerini Meteoroloji mütehassısı yaptı? a ye -| iç Ankara okuyucularımızdan — birt — bize | || sönderdiği bir mektubda radyo neşriya- | ediyor, haktı olup olmadığını, ekseriyetin fikrine tercümanlık edip etmediğini bilemiyoruz, bu ancak bir anketle anlaşılabilir. Oku- evvel programdan şikâyet edip duruyorduk. Fa- kat vaziyet gene aynidir. Bugüne kadar radyomuzda en ufak bir değişikliğe bile şahid olamadık. Hâlâ eski las, eski ha. mum, Yine o mahud «Balkonda saatler - ce, allı yemeni morlü yemeni — Akasyalar açarken, esmer buğun ağlamış.» ve ben- zeri plâklar gün aşırı tekrarlanıp dur- maktadır. Hele o «Türkiyede hava duru- mu» başlıklı çeyrek saatlik neşriyat yok birer $ verenler, görenlerin geçirdikleri çır pıntıyı duymazlar bile de uygun düşer, kese için de... Arada bir, beş frank verip küçük bir şişe şampan- ya alanlar kendi kendilerine bir ziyafet çekmiş olurlar. Yok eğer, kazinoda Handli racalarla Amerikalı milyonerlerle karşı karşıyı akşam yemeğ! yemeğe kalkarsanız iş de ğişir: Tabldot 75 frangadır ama, hafta - nn çok geceleri, 150 franga, 200 franga çı kar; şöyle böyle derken hesab pusulam dört beş yüz franktan aşağıya düşmez |Bizde de, Boğaziçinde, adı lâzım değil, ler pek çoktur. Caddelerin böyle boyun- | bir istridye lokantasında, bir iki saat de bir kaç yüz lira harcıyanlar ol « duğu gibi paralarını sokağa atmak çıl « gınlığına tutulan hovardalar, dünyanın hiç bir yerinde güçlük çekmezler; öyle « leri için burada da bin türlü kolaylık var« dır. Fakat siz de, onların yanıbaşında, üç beş İlraya hoşça vakit geçirebilirsi - niz. Kazinoda eli bin franga kâğıd çeken- lerin, bir gecede bır kaç yüz bin frank kazanıp kaybedenlerin başlı başına vil - lâları vardır. Otellerde de yatak odasın- dan başka bir de salonu, ayrıca banyosu olan bir daire kiralarlar. un için de günde üç beş yüz frangı gözden çıkat- malı... Adım başında verilecek bahşişler de ayrı.. Bu adamlar geçen sene bindik- leri otomobille bu sene kalabalığın ara - sına çıkmşktan utanırlar; işte bu asrım binbir gece masalları... Fakat onların ya- nı başında yüz frankla geçinmenin yolu« nu bilenler olsa olsa binlerle lirayı bir gecede harcamanın verdiği gururdan, (Devamı M üncü sayfada) Benebi memleketlerin radyoları her uk- Şam bir başka ve zengin programla din- leyicilerini kendine çeker, zevklerini ok- Şarken Ankara radyosu ayni — programı tatbik etmek, ayni teraneyi dinletmekten ve dinleyicilerini bıktırmaktan adetâ bir zevk duyar. Programında bir saal olan Türk muak ki yayımımı uzun fasılalakla, dinlenme- lerle, geç başlayıp, erken bilirmelerle ni- hayet 40 dakikanın içine sıkışlırır ki, ba da hemen her akşam ayni makam vegar- kıdır. Üç beş gün önce kutlulayıp, uğur- Tadığımız — Cumhuriyet — bayramımızda Bükreş, Belgrad radyoları bile yarımşar saatlen fazla müli marşlarımza, horaları- mizi, güzel şarkılarımızı çalmak surelile hem biz dostlarına bir cemile ve ham de programlarında bir değişiklik yaptıklarn halde, Ankara radyosu - mü: birkaç — söylev ük eyledi r plâk olsun ilâve sna - ayni pro€ u p etmedi.» ama yeni

Bu sayıdan diğer sayfalar: