3 Kasım 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

3 Kasım 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 Sayfa — ED SÖN POSTA EBİ BİR MESELE —| Bizim klâsiklerimiz var mı, yok mu? Bir taraftan Turhan Tan ile Nurullah Ataç arasındaki “ cahillik münakaşası , devam ederken öte taraftan esas mesele hakkında yeni noktat nazarlar ileri sürülüyor Bizim «Klâsiklerimiz var mı, yok mu?> anketi iki üstad arasında sıkıştı kaldı. Tarihçi M. Turhan Tan Nurullah Ataç için cahil demişti. Ayni cehaleti Nurullah Ataç ta Turhan Tana izafe ederek, dün 0- kuduğunuz gibi, ateş püskürdü. Münek- kidin <«Turhan Tan cahildir, bir şey bil- mez» ithamı üzerine ağız tadile bir dedi- kodu yapmak için, tencereyi maltızın ü- zerine bırakıp, eteğini beline soktuktan sonra karşıki komşuya, diğer bir komşu- yu çekiştirmek üzere koşan bir mahalle karısı telâşile hemen M. Turhan Tanın kapısını çaldım. Tarihçi, edib Nurullah Atacın hakkında söylediklerini okuma - mişti. — Ne dersiniz dedim bu işe?. . — Çok şey.. Kâğıdı kalemi hazırladım. Turhan Ten zehir zemberek cevabına başladı: — Babasının yalnız adına varis olabi. lJen ve matbuat âleminde bir tufeyli gibi Golaşan Nurullah Ataç, ilim ile cehlin ne olduğunu bile farkedemiyecek kadar şaş- kın veya idraki şaşı bir biçaredir. Bizim klâsik dediğimiz eserlerden onun lchte veya aleyhte bahsedebilmesi için, mese- lâ Sinan Paşayı düzgünce okuyabilmes! lâzım gelir. Hemen ilâve edeyim ki, Si- nan Paşayı dürüst okumak ilim teşkil etmez, fakat okuyamamak cehle delâlet eder, Bununla beraber bir hiç, hattâ hiça hiç olan bu adam hakkında benim söz söy- lemekliğim züldür. Yalnız babasını ta- nıdığım ve onu bu babaya lâyık görme- diğim için - altından bakır doğmasına benziyen bir tabiat garibesina işaret et- miş olmak kabilinden - Ismin, dile al- mıştım. Çünkü; kıymetli zekâların aile- “ lerde teselsül etmemesi de memleket için bir ziyandır. O, Türk — filozoflarından — Kızlı - zadenin mahik olarak tarif ettiği bedbaht evlâdlardandır. Bu filozofun ıfadesine gö- re, babasını çok geçen evlâda (faik), ba- basından Üstün olana (sabık), babasile hemayar olana (lâhik), Nurullah Ataç gibi babasının tırnağına yetişemiyenlere de (mahik) denir. Biz böyle bir derekede kalanlarla mü- nakaşa değil, hattâ müsadefeden dahi u- zak kalmağı şeref biliriz. — Peki onun klâsik tarifine ne buyu- rursunuz?. — Verdiği klâsik tarifi kendi kadar saçmadır. Bu mevzuda daha ciddi konuşulmak Jâzım gelirse şu hakikat üzerinde tevak- kuf edilmek icab eder: En basit, en şü- mullü tariflerine de mutabık olmak üze- re bizde klâsik eğer| deki tekâmül bugün klâsik eserlerden (5- tifademizi belki işkâl ediyor. Nasıl xI yeni ve eski dilde kabiliyeti olmıyan N rullah Ataç gibiler de esasen klâsikleri- mizden müstefid olamıyorlard:. Fakat bu vaziyet bizde klâsik eser bulunmadığını Kgöstermez. Bir misal ile fikrimi izah e- deyim: Dün yaşıyan bir adamın yarın ölmesi onun hayata doğmamış olmasını icab et. tirmez. Bizim klâsiklerimiz de ayni du- rTumdadır. varlığı * Bir taraftan iki üstad arasında mek.k dokuürken diğer taraftan da klâsikleri; zin olup olmadığı münakaşasına devam ediyoruz. Bugün de Muhittin Birgen dü- şüncelerini anlatıy Muhittin Birgen — Bu suale cevab verebilmek için ev- velâ eklâsik» kelir maksud olan ma- nayı tayin etmek lâzımdır. Eğer «eklâ- sik» ten maksadınız, mektehlerde nümu- ne ve derslerde esas olarak gösterilecek ecerlerse bizde, basit şekilde, bir derece- ye kadar vardır. Fakat, Avrupanın kliâs diye tanıdığı edebiyat devrina ald Türk nümuüneleri aramak istiyorsanız, yani su- ) | | Ankete cevab veren Muhittin Birgen alinizin maksadı bu düğümü çözmek ise, tereddüdsüzce — söyliyebilirim ki bizde klâsik yoktur. Edib, edebiyat, şair, şiir, bütün. bun- Dar muayyen bir içtimaf devrin ve mu- layyen kültür seviyesinin ve kültür mu- |bitinin şartları içinden Gdoğan içtimai |mahlüklardır. Garbdaki klâsikler devri- ni ve bu devrin edebiyat yaratıcılarını bizde de aramak için, Türkiyenin garb kültür muhiti ile fikren alışveriş ettiğini, Türkiyenin de ayni kültür seviyesinden, ayni içtimaf tekâmül şartları içinden ge- çerek, garb fikriyatile elele yürümüş ol- duğunu kabul etmek lâzımdır. Halbuki böyle bir şey vaki değildir. Türkiye çıra ziyasından elektriğe, kağnıdan kamyona, haremden sahne artistliğine ve nihayet en mutlakiyetçi bir sultanlar rejiminden eumhuriyete nasıl atlıyarak geçtiyse, ge- çiyorsa ve geçecekse, edebiyat tarihi ba- kımından da garbın klüsik diye tanıdığı devri atlayıp gelmiştir. Şunu da unutmayınız: Klâsik edebiya- tın en büyük mümeyyiz vasfı, ilhamımı ya doğrudan doğruya, yahud Roma vası- tasile Yunanistandan almış olmaktır. İ- çinde doğup büyüdüğü devirde garb me- deniyetinin «Yeniden Doğma» - Rönes- sans - dediği kültür tarihi devridir. Bu devirde yeniden doğan şey de Yunan fik- Ti ve Yunan estetiğidir. Bizler, garbın bu devrini hiç tanımadık. Onun neticeleri- hi; o da tanzimattan sonra ve sırf taklidei Atatürk köprüsünün Atatürk köprüsünün inşaatı âevam et- mekte, kenar ayaklar ikmal edilmiş bu- Junmmaktadır. Köprüyü inşa eden mü'- teahhid, ayaklara 22 ile 26 metre arasın- da bir derinlik vermek lâzım geleceğini iddia etmiş ise de, bu iddiayi tedkik eden belediye fen beyeti müteahhidi haksız |bulmuştur. Yeni ayaklar bir kısım yerde |18-20, bazı yerlerde de 16-18 metre de - rinliğindedir. Bu suretle kırk bin lira - lik bir tasarruf clde edilmiştir. Köprü - |nün açılıp kapanması için tüzum görü - len romorkörlerden birini mütecahhil AL manyadari getirmiş bulunmaktadır. İkin- €i romorkör de bir kaç ay içinde getiri - lecektir. Köprünün Unkapanı cihetine konacak on dubanın üstü döşenmektedir. Şehircilik mütehassısı Prost, Zeyrek - İten Unkapanına inecek yeni yolun fevkas ni olmasını tasvib etmiş ve Küçükpazar- |dan itibaren Eyübe doğru uzanan yolun fevkani yolun altından geçmesini ileri sürmüştü. Yapılan tedkikler sonunda bu- na lüzum görülmemiştir. Yalnız bu se - fer Zeyrekten Köprüye inen yol, fazla meyilli olacağından bu yoldan tramvay geçmesi mahzurlu görülmektedir. | Eyübe kadar uzıyan Halicin sağ yaka- sında yol sahası çoktur. Buna mukabil olarak gördük ve almıya çalıştık. Hâlâ da almakla meşgulüz. Dünya edebiyatı tarihinde garb klâsiği başlı başına bir devir ve bir âlemdir. Bi- zim edebiyatımız ise bu âlemi, onun mu- hiti içinde bulunmıyarak, çok — uzaktan ve çok sonradan tanımıştır. Yakın zama- na, yani benim mektebde edebiyal oku- duğum tarihlere kadar bizim edebiyatı- mız garba değil, şarka bağlıydı. Benim hocalarımın bir kısmı garbdan haberdar bile değildi; bizim elimizde klâsik olarak Şeyh Sadi vardı; Türk nesillerine, tama- men garba dönmüş bir edebiyat görüşü e edebi duygusu vermeğe çalışan ilk bir kaç edebiyat hocasından biri de ben oldu- | |ğuma göre, bizim edebiyat tarihimizde * klâsik manasile! - bir klâsik devir ara- mak beyhüde olduğu kadar lüzumsuzdur. Düşününüz: Türk edebiyatında garb tekniğini ve garb bedilyatını tamam sok- maya çalışan hocaların en yaşlılarından Jbiri ben olursam, bizim garb fik:.yatı ile İalâkamız ne kadar yenidir! Sizi temin ederim ki Türkiyede klâsik edib ve klâ- İsik eser bulmak şöyle dursun, Halla Ziya müstesna olmak üzere, garb klâsiklerini tamam tanıyan fikir adamı dahi yoktur. Esasen buna imkân da yoktu. Klâsiz. Mi iyi tanımak için, eski Yunancadan vazgeçelim, hiç olmazsa Lütinceyi bil- mek lâzımdır. Lâtince Türkiye Üniversi- tesine galiba son senelerde biraz girdi. Bizim Yunancamız Farsi, lâtincemiz de Arabidir. Biz de, ne hakla klâsik arıya- biliriz? Bu derin bahsi biraz daha aydınlatmak için şunu da ilâve edeyim: Klâösik edebi- yat, istisnasızca, yalnız Avrupada millt krallıklar devirlerini yaşamış m'llctlerde görülür. Biz ise milli krallık devrini ta- nımadık. Gayri milli imparatorluk dev- rinden milli cumhuriyet devrin2 geçmek için bir asrın büyük hercümerçleri için- de çalkandık. Diller, gene — istimasızca, milli krallık devirlerinde ınkişaf — eder, milli diller ancak bu suretle teşekkül e- der. Bizim osmanlıca milli bir d 1 değ İdi, Uzun zaman muayyen bir kalıba döküles medi ve tam döküleceği sırada vefat ede- rek milli dile karmakarışık bir miras bı- raktı. Bunun için bizde klâsik edebiyat devrini aramaya imkân yoktur. Buna mukabil 'Türk ve Osmanlı ede- biyatlarının, yalnız şarktan ilham ve te- sir alan devirleri vardır. Bu devirleri Bgü- zel işlemek, taklid gözile bizde klâsik edebiyat devrini aramaktan çok hayır'ı- dir, Nusret Safa Coşkun insaalı devam ediyor jevler mahdud ve çoğu dağinıktir. Sayısı bu kadar çok yolun inşasına, t:mııine. idames'ne hiç bir büdce kâfi gelmez, Bu sebeble yeni şehir plânı tathik edilirken lüzumsuz yolları hazfetmek icab edecek- tir. Eski İstanbul maddi ve manevi sıhht şartları haiz büyük yeşil sahalarda ya yılmış alçak evlerden müteşekkil — vâs? bir şehir parçası teşkil etmeğe müsald - dir. Buna mukabil Halicin sol yakası fazla |nüfus kesafetini haiz yüksek binah dar sokaklardan müteşekkildir. Beyoğlu ve Galata sokaklarının hepsini hem seyrü- jsefer ve hem sıhhi “bakımdan Benişlet - mek gerektir. Nazari olarak Halicin sol yakasını Taksime kadar yıkmak ve ye - niden bir plân üzerine yapmak lâzım gel mektedir. Müzeler umum müdür muavini Atinadan geldi Bir müddet evvel tedkik seyahati için Yunanistana giden — Müzeler U - mum Müdür muavini Arif Mansel dün şehrimize gelmiş, işlerile meşgul olma- ğa başlamıştır. “|arasında da yayıldı ve kısa bir zamanda Tarihten sayfalar: İkinciteşrin 3 Suçunu merdce itiraf etmenin mükâfatı... . » Cellâdlar bir kenarda hazır duruyorları rının vurulacağına artık şübhe İtalma: x 'dı. Bozguncuların hepsinin de boyunla- maştı. Harb meydanında ölmediklerine pişman olmuşlardı. Fakat iş işten geçmişti. İbrahim Paşa cellâdlara işaret etti. İri yarı herifler ellerinde yalın ve geniş ağızlı - kılıçlarile Osmanlı imparatorluğunun en kuvvet- İli, büyük ve zengin göründüğü — sırada |ssıl halk tabakası müdhiş bir baskı altın- İda inliyordu. Tarih gösteriyor ki millet- İler böyle zamanlarda çok geçmeden ara- larından bir veya birkaç kişiyi çıkarıyor- lar, onun etrafında toplanıyorlar ve zul- me karşı silâhlanıyorlar, 1528 de Anadoluda böyle bir hareket başlamıştı. ğ(ınmındn Kalenderoğlu adında bir derviş vardı. Bu adam kendisinin Hacı Bektaş Veli sülâlesinden olduğunu Söy- lüyordu. Soyunu da şöyle ayıyordu: «Kalender ibni İskender, ibni Balım Sultan, ibni Resul Çelebi, 1bni Habib e- fendi.» Habib efendi de «Hacı Bektaş Velinin, karısı (Kadıncık ana) dan burnu kanı damlasile nefis oğlu» idi. Hacı Bektaş Veli yeniçerilerin piri sa- şalhıyordu. Hattâ bir rivayete göre yeni- çeriler Sultan Örhan Yamanında onun |tarafından takdis edilmişti. Hacı Bektaş bu iş için Tokada gönderilen birkaç yeni- çerinin sırtlarım okşamıştı. Yeniçerilerin külÂhlarının arkasından sırtlarına doğru iıarkan ve (börk) denilen geniş keçe par- çasının o takdis hatırası olduğunu #söy- liyenler ve yazanlar vardır. Halbuki çok evvel gerek Selçuk oğulları gerek (Türk- Mogol) imparatarluğu sırasında Türkle- rin böyle külâhlar giydiklerini mevsuk kaynaklardan öğreniyoruz. Kalenderoğlu etrafına birçok - silâhh jve silâhsız halkı topladı. Anadoluyu ka. İsup kavuran Sancak beylerile beylerbe- İyilere karşı harekete geçti. Sultan Sü- Teymanın birkaç senede yaptığı — büyükz Hbarbler birçök masrafları icab ettirmiş, valiler de bu masraflara karşılık halk- tan ağır vergiler almışlardı. Ayaklanma hareketinin sebebleri arasında ve başta bu ciheti zikretmek doğru olur. Kalenderoğlu, devletin en çok güven- diği ve en kuvvetli ordusunu teşkil eden İyeniçerilerin tarikatinde bulunduğu, he- Je onların pirlerinin sülâlesinden olduğu için kendisine daha çok emindi, Hattâ yeniçerilerin kendisine karşı harbetmi- yeceklerini bile umuyordu. Bu ümid halk otuz bin kişi kadar toplandı. Bu büyük kuvvet Anadoluda devlet kuvvetine kar- g şahlanıyor, beylerbeyileri tehdid edi- yordu. İsyan Karamanda başlamış, Erzurum- da Pasin ovasına kadar yayılmıştı. Meş- hüur Anadolu Türkmen aşiretlerinden Çi- çekli, Akçekoyunlu, Masadlı ve Bozokla gibi aşiretler de Kalenderoğlu lırıhmı1 geçmişlerdi. | Kalenderoğlu üzerine Rumeli beyler- | beyi Yakub Paşa gönderildi. Bu vezir ve ordusu bir boğazda pusuya düşürüldü ve| dağıtıldı. Fakat Pasin ovasında karşılaş- | tığı Hüsrev Paşayı yenemedi. Bununla beraber kendisini çabuk toparladı, Ana- | dolu beylerbeyi Behram Paşayı Karaça yırda fena halde bozdu. Behram Paşa 'Tokad kalesine sığındı. Oradan en yakın sancak beylerine haberler gönderdi ve hemen imdada gelmelerini bildirdi. buçlulara doğru yürüdüler... Birçok sancak beylerinden başka Ha- leb ve Karaman beylerbeyileri de sofl hızla yardıma koştular, Kalenderoğlu vü onun etrafında zulme karşı ayaklanmıf olanlar yiğitçe dövüştüler. Tokad karşi” sında yapılan harb pek kanlı oldu. BİF çok timar ve zeamet atlıları harb mey* danında öldükleri gibi Karaman beyler” beyinden başka Amasya, Birecik ve Alâ* iye sancak beyleri de vurulup öldüler. Kalenderoğlunun isyanı İstanbulu te” lâşa düşürmüştü. Sadrazam İbrahim Pat şa üç bin yeniçeri ve iki bin sipahi alâ* rak hemen yola çıkmıştı. Tokad önünde” ki bozgunu Elbistan civarında iken hâ* ber aldı. Fena halde canı sıkıldı. Bu iştf beylerbeyi ve sancak askerlerile temil” Jenmiyeceğini —anlar Aynı zamandâ kendi kumandasındaki askerin fikirlerir nin çelinmemesi için evvelki harblerdi buzguna uğrıyanlardan hiç birini onları! aralarına sokmadı. Kim gelirse idam © dilecek ve gelenleri haber verenler mü* küfat göreceklerdi. Butdan başka isyanın sebeblerile ber taber Türkmen aşiretlerinin Kalenderoğ” Ju tarafına geçmelerinin de sebeblerini araştırdı. Anlaşıldı ki o yerler zaptolun” duğu zaman birçok kısımları Türkmefi beylerinin ellerinden alınmış, padişatıö malları arasına katıştırılmıştır. Türkmefi beyleri malşız ve gelirsiz kalına devlei” ten intikam almayı tasarlamışlar, Kö* lenderoğlu çıkınca onunla birleşmeyi C3” na minnet bilmişlerdir. İbrahtm Paşa birer adam göndererek 'Türkmen beylerine eski haklarının 4 verileceğini bildirdi ve sözünü tuttu. BU | hün üzerine Kalenderoğlunun — kuvveti çok azaldı. Hattâ birkaç yüz kişiden ibü* ret kaldılar, Sadrazam kendi kuvvetlerinden - bf yüz kişilik üç müfreze ayırdı. Bunlar! Çaşnigirlerden Bilâl, Mehmed ve Del Pervane adındaki adamların -kumandi” | larına verdi; âsiler üzerine günderdi. K” lenderoğlu bozuldu ve kaçtı. Başsaz dağ” larında yakalandı ve başı kesildi. * y Sadrazam bu işi bitirdikten sonra TW kad muharebesinde bozulan ve kaçanlı cezalandırmak istedi. Bir divan kurdu V€ Anadolu beylerbeyi Behram — Paşa il€ sancak beylerini çağırdı. Önce İbrabiff | Paşaya bakarak sert bir sesle sordu: — Bir bölük çırlak, çıplak, birer s€f” | desteli torlak eşkiyadan niçin firar etti” hiz? ğ Behram Paşa başını eğdi ve cevab VÖ remedi. İbrahim Paşa şimdi diğer beylt” re soruyordu. Onlar da uygun bir ceve' |bulamiyorlardı. Bu kadarla kalmıyorlâ'! birbirlerine: — Sen kaçtın! — Bozguna sebeb sensin! Diye çıkışıyorlar, hattâ sihıüyorlır*ı" Bu hal onların suçlarını azaltmak şöy dursun, çoğaltıyor ve hattâ gülünç olÜ” yorlardı, İ Cellâdlar bir kenarda hazır duruy0!” lardı. Bozguncuların hepsinin de boyul” larının vurulacağına artık şübhe kalmi” (Devamı 10 ncu sayfada) —

Bu sayıdan diğer sayfalar: