15 Nisan 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

15 Nisan 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5 Gayfa EL KA AAA AAA LA ÇANAKKALE aimmmm. General Cemil Gonkun hatıraları: 14 samui SON POSTA : — Üç gün süren yersiz bir şenlik Akbaşa hareket ettik ve 18.30 da o- raya vardık. Vapura alınacak kimse ol- madığı için, Çanakkaleyi geçmiş bulu- nuyorduk. Akşamın alaca karanlığı içinde, gön- Jümde derin bir hüzün duydum. Ça - nakkaleye geldiğimiz zaman Akbaşa çıkmış idik. O geliş ile bu gidiş arasın- da, bence, y bir asker gözü ile ne büyük bir fark vardı. Şimdi, alayımın başmda ol#mamaktan, yaralı askerfer katılıp cepheden uzaklaşmak- rdum, Beni düşüncelerimden uzaklaştıran önüme getiriler akşam yemeği oldu Fakat, bu yemekte de, cephede alelâce- le ve cok zaman ayak üstünde yediğim gıdıfların tadı yoktu. Gene cepheyi ha- tırlıyor ve fedakâr eşeklerimiz, gözle- rimin önünde sanki bir geçid resmi yâ- pıyorlardı. General Cemil Conk'a sordum: — Uzun kulaklı feylezofların taam bahsindeki rollerini merak ettim. Lüt- atır mısınız generalim? İleri hatların geril rın mutfakları vardı. Pi ler, tahta sandıklar içir len yemek- konan temiz gaz tenekelerile uzun kulaklı feylezof-| Tara yükletilirdi. Bu fedakâr ve çalış- kan hayvanlar, koşa koşa tâ ileri hatla- ra kadar giderler; askerler, tıkır tıkır gelen bu müjdecilerin sal seslerini du- yar duymaz karavanalarını hazırlarlar idi. Bu suretle, cephe gerisinde pişirilen vemek soğumadan, askerlerin kursa - ğına gitmiş olurdu. General Cemil Conk'a harb tablido- tunun Jistesini sordum. Şu cevabı ver- dı: — Her nefere, günde 900 gram ek - mek verilirdi. Sıcgk yemeklere gelin- ce: Pirinç çorbası, etli fasulya, etli no- hud, bulgur pilâvı, kuru bakla ve hoşaf. Çerez olarak da kuru üzü rinde taburla-| üzüm ve kuru| Ifandık verilirdi. Ayni zamanda vakit vakit de tütün dağıtılırdı. Gelelim bahsimize: Vapurdan Ça - nakkalenin yer yer yandığı görülüyor- du. Bir akşam evvel, sedye ile seyyar mecruhin hastanesine nâkledilirken, denize vuran ay ışıklarını seyrediyor - dum. Fakat, bu akşam, denizde ayni lâ- tif dekor kalmamıştı. Mehtabın mat güzelliğini, Çanakkalenin alevleri sön- dürüyordu. hm üç buçuğuna kadar Akbaşta ik. Sonra gene yolumuza devam ve bir buçuk saatte Lâpsekiye var- Vapurdaki yaralılardah biri ölmüş- öpsekiye onun nâşını ve bu civar halkından olan yaralıları çıkardık. aat 7 de Karabigaya hareket ettik ve 11 de vardık. Karabigada âskere ye- mek verildi. Vapura yaralı alınac: için, dört saat ileride bulunan Bigaya haber gönderildi. Bu yüzden akşama İkadar hareket edemedik. Çaresiz saba- torpillerine hede â, Amerika sefarethane- tu ile yaralı nakleden va- gemiler hiç hir taarruza maruz Kalmı- yörlardı. Fakat, gece denize açıldığı - mız takdirde, düşman denizaltılarının kesi varid idi, Bu endişe yüzünden, yal- nız gündüzleri yolumuza devam edebi- liyor ve her ihtimale karşı da sahili ta- kib ediyorduk. Gece, kasaba donandı. Bu yersiz şen- liğe hayret ettim ve sebebini sordum. Dediler ki: «Zâti hazreti padişahinin mesanelerinde muvaffakiyetli bir taş çıkartma ameliyesi yapıldığından üç gün üç gece icrayı sürur edilmesi Da- hiliye Nezareti celilesince emrolundu!» Bu m ize devrin zihniyetini pek purlara kızıl haç çekildiği takdirde, bu| kızıl haç işaretini görmemeleri tehli -| İ güzel gösterir kanaatindeyim. 27 Haziran sabahı Bigadan şafakla beraber hareket ettik, Marmara adası nı sağımızda bıraktık, Silivriye doğru yollandık. Bu sırada bir torpidomuz ile bir de- nizaltınıza rasladık. 8,15 de Ereğli ö- nünden geçerken diğer bir denizaltısı- na daha tesadüf ettik Fakat bu gemi- nin bize mi, yoksx düşmana mu aid ol- duğunu anlıyamadık . Silivriye vardığımız zaman, saat 10 olmuştu. Buraya da iki şehid çıkardık ve yarım saat sonra tekrar yola koyul- duk. 16,45 de Sirkeciye, sevkiyat rıh- İtrmine yanaşmış bulunuyorduk. Vapura gelen iki doktor, hangi has- taneye gitmek istediğimi sordular: — Etfal hastanesine, cevabını ver » dım. Böylece, hasta arabalarından bi- rine binerek Şişli yolunu tuttuk. Aradan 18 gün geçti. Artık Temmu- zun 15 i olmuştu. Yaram iyileşmeğe başlamıştı. Kurşunun vücudüme girdi- gi ve çıktığı yerlerdeki kabuğun düş - mesini beklemekten başka yapılacak bir şey yoktu. Beni, Harbiye Nezareti muamelâtı zatiye müdürlüğünden istediler, Git - Müdür muavini Şevket bey : | « — Nazr paşa hazretleri, 10 uncu fırka kumandanlığına tayin edilmenizi emir buyurdular.» Dedi, Fakat hastane başhekimi Şev- ket bey ile operatör Raif Bey de daha birkaç gün istirahate muhtaç bulundu- ğumu bildirdiler. 20 Temmuzda, vaziyetin gayet acele hareketi icgb ettirmesine o binnen, 10 uncu fırka kumandanlığına Hüseyin Salâhaddin beyin tayin edildiğini ve uhdeme 4 üncü firka kumandanlığı- nın verildiğini, yedi gün içinde de vazi- femin başında bulunmaklığımı tebliğ ettiler, (Arkas var) moda me Viyana, Paristen Nisan 15 rkezliğini almak istiyor! Viyanada açılmış ola n ilkbahar sergisinin şeoyanı dikkat intıbaları Moda sarayında teşhir Bu fikbaharda Viyanada açılmış olan ticaret sergisi iki kısma ayrılmıştı, Bir kısmı sergi sarayında, diğer bir kısmı da| Praterde açılmış bulunuyordu. Sergi sarayında açılmış olan kısımda olsun, Praterdeki kısımda olsun sergi ile meşgul olanların en hurda teferrünta ka- dar dikkat etmiş bulundukları görülüyor. du. Sergi tanzim itibarile de, teşhir iti - barile de şayanı dikkafti, Praterdeki kı- sımda köycülük paviyonuna fazla ehem- miyet verilmiş ve paviyon çok güzel ter. tib edilmişti. Madencilik paviyonu da Yazan: Sabih Alaçam (|tarzı tanzim itibarile nazarı dikkati üze-| rine çeken bir köşe idi. Hava tehlikesin! karşı korunma levazımı teşhir edilen kö şelerde bilhassa çelikten yapılmış güllt şeklinde ufak kulübeler nazarı dikkağ üzerlerine celbediyorlardı. Bu gülle şeklindeki kalın zırhlı kufi belerin içine hava hücumu olduğu dâl kada saklanılacakmış. Üzerlerine kosko* ca binalar dahi yıkılsa, bunların devrilip şökmelerine imkân yokmuş. Her halde şehir müdafaalarında*kullamlacağı tah» min edilen bu küçük zırhlı kulübeleri herkes tetkik ediyordu. Çünkü diğer tw (Devam 11 nci sayfada) Hemen hergün gidiyor, haftanın üç, dört gecesini orada geçiriyordu. Genç kadın, sevgilisine gönlünün bü- tün sevgi kabiliyeti — ile bağlanmıştı. Gözü ondan gajrisini , görmüyor, dü - güncesi ondan gayrisine taallük etmi - nevazişlerden yordu. Füruzandan, başka hıç bir şı geçmediği hi madiyen en kiymetli hediyelerle aşkı - nın derecesini isbat eylemek Kaygu - sunda idi. Hürmüze, Avrupadan en güzel ara - bayı, Rusyadan en cins atları getirt - miş, en nadide mücevherleri ona al - muştı. Bu hediyelerden her birini, ka - dın müstesna sevinç tezahürlerile kar- şılıyor, sevgisi bir kat daha artı du. Çocukça bir gurur ile, ne türlü sevildiğini halka göstermekten, ilân et- mekien de ayrı bir zevk (o duyuyordu. Öyle ya, peşinde dolaşan paşa kızları- nı, hattâ sultanları bile nazarı istihkar ile görmeğe alışmış, Füruzan gibi bir genç onun münhasır malı değil miydi? |£ Bu mazhariyeti dört duvar arasında gizli tutmak, duyduğu hazzın yarısını heba etmekten başka ne mana tazam - mun ederdi? Onun için, fırsat bulduk- ça giyinip kuşanıyor, o mücevherlerini takıyor ve arabasına kurulup, yar ve ağyara meydan okur gibi seyir yerle - rine şitab ediyordu. O gün de, ayni maksadia opiyasaya çıkmıştı. Hayran nazarlar üzerine kon- dukça ruhunun gururla gıcıklandığını duyuyordu. Kupanın içerisinde geriye dogru oturmuş, incecik © peçesini kâh İndirip kâh aralıyarak, iki taraflı kal- dırımların üzerinde bu güzellik resmi geçidini seyreden kalabalığa bakıyor, şina bir çehreye rastgeldikçe azamet- Mi bir nazar atfediyordu. Ağır ağır ve birbiri arkasına ilerle - yen arabalaf mevkibi o Mahmud baba türbesinin hizasına gelince, (Vefadan gelen bir sırık arabasının yahlış ma - nevrası yüzünden ansızın o duruver - , mişti, Bir kaldırımdan ötekine geçmek için |saatlerdenberi fır - sat kollayan yaya - İlar bu cebri duruş - jtsn istifade ederek sokağın ortasına te | Tâşld atıldılar, Bu meyanda, “ bir kadın Hürmüzün at larının * en geçmek için seğirtti, Fakat o anda bey « den birinin ka- fa sallayışmdan korktu, ove tekrar geriye çekildi. O zaman Hür müzle gözgöze gel - diler. Kadın çok kr sa bir tereddüd ge - dibine sokularak, arabacı ile bir şeyler konuştu. cerenin camını indirerek, başını yak - laştırdı ve kadına sordu: — Ne istiyorsun, hanım? — Siz, hamamcı Osman efendinin kızı Hürmüz hanım değil misiniz? — Evet, — Arabacı bilmiyor da... — Sen nereden tanıyorsun beni? — Siz beyim elime doğdunuz. — Hatırlamıyorum, — Nereden hatırlayacaksınız? Bir Son Posta'nın Romanı : 105 kışın var, ba Ah yavrum ne kad ar güzelsin diyordu , girdi, ve gülümsedi. Sonrâ, tâ arabanın | yapıyor? İyi mi? — Sizlere ömür! — Ya! Vah, vah, vah!, Tazecik ka - Hürmüz merak etmişti. Oracıkta buldın!, kadından başka da kimse yoktu. Pen -İ Rânânın ölüm haberini duyar duy - maz, bu meçhul kadının gösterdiği te - ellümün samimiyeti Hürmüze tesir et- ti, Kafile de o esnada kıpırdamağa baş- ladığından arabanın kapısını aralık e - ederek: — Gel! dedi. Acele işin yoksa, hem gezer, hem de konuşuruz. Öteki, arabanın ihtişamına bakıyor, cesaret edemiyordu. Lâkin, sevdiği ve seneler sonra tesadüfen © ele geçirdiği İ bu ilk ve belki de son fırsatı kaçırmak zün yanına oturdu. Yüzüne iştiyakla bakıyor, ve: — Ah, yavrum! diyordu. Ne kadar da güzelsin! Hiç de- Zişmemişsin.. görür görmez tanıdım. Kendi de henüz genç sayılırdı. Yıp « ranmamıştı, o Serin bakışlı, ruh okşayı » &ı gözleri ve bu göz- leri gölgeleyen uzun kirpikleri vardı, Hürmüz: — Kendini bana daha iyice tamtır mısın, kadınım? de- di. —İsmim Şazi- mend. Bilmem bu ismi hatırlayacak mısınız? oRahmetli asıl annenizin akrabasıyım. Minicik i- ken size ben bakardım. — Hatırlıyorum ismini. Rânâ annem söylerdi. — Yal O çok severdi beni, Allah rah- met eylesin! Neden öldü? Hasta, falâin — Hali vakti iyi, hamdolsun! Beni de seviyor. — Oh! Lâzını olan o. Siz rahat olun da.. — Sen ne yapıyorsun? Evlendin mi, sen de? — Beni sormayın, kadınım! Evli İ * dim. Bir de çocuğum oldu. Sonra bi * zim efendinin elinden bir kaza çikmiş» arkadaşlarından birile kavga elmişleri o sırada arkadaşı vurulmuş. o Kocam tuttukları gibi, sorgu sual oetmedek hapse attılar. On beş sene hüküm giy * di.Aradan üç ay geçmeden, çocuğum ö# layının evinde kâhya kadınlık gibi, u© fak tefek hizmetlere bakıyorum, Ab» ne memnun oldum sizi gördüğüme! Dünyalar benim oldu! Yavruwüm!, Hürmüzün, ne vakittir böyi şefkatli bir can yoldaşına ihtiyacı vaf” dı, İsmini, analığının ağzından defaat © le işittiği Şazimendi yanına | alabilsf çok iyi olacaktı, Aralarında pek büyük bir yaş fari” da yoktu, Adeta arkadaş ( olabilirlei derdleşirler, konuşurlardı. — Şazimend! — Efendiciğim? — Ben islesem.. bana gelir misin? Cevab olarak, kadıncağız, sadece Hür müzün dizlerine kapandı. Gözlerindi sevinç yaşları gkıyordü, — Ne zaman gelebilirsin? Yerini rif et de, sana araba göndereyim. — Siz bana konağ ğınızın nerede ol *, duğunu söyleyin; ben gelirim. ; — Ne zaman gelirsin? — Hemen yarın. O kadar göreceği mı oldu? Zavallı ablacığım! — Kazaya uğradı. — Vah, vah! Siz.. evlendiniz tabif, Hürmüz, birdenbire hakikati söyle - mekten utandı. — Evet! dedi. — Beyiniz neci? Maşellah zengin ga- Mba, İkişi zade. sizi Oböyle saltana'la damlacık çocuktunuz. Rânâ ablam ne'endişesile, basamağa çıktı, ve Hürmü-! gezdiriyor. geldi ki! kopsf Söylediklerinin hepsi de içten KOfug şeylerdi. Bunlarda zerre kağar'”. yoktu. Rânânın ve Hürmüzün bati larına, aradan geçen yıllara (TA nf o derece bağlı kalmıştı ki, hamamda kızını ilk görüşte tanımak için c89 yi zü denilen manevi rüyet | hassa” çok yardımı olmuştu. (Arkası ver) merhuhü oldu.. şimdi, bir doktor mira"

Bu sayıdan diğer sayfalar: