8 Şubat 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 1

Kalan görüntüleme: 0

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. Daha yüksek sayfa görüntüleme limiti ve diğer özellikler için abone olun!

Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

- bir kalabalıkla dolmuş, taşmış, kori - € Sayfa SÖON POSTA " n FF gn (: Türkiyenin demir ve çelik şehrinde neler gördük ? Karabükte gece hayatı Evlilerle bekârlar bir futbol sahasında karşılaşmayı kararlaştırmışlar, fakat müsabaka günü yağmur yağdığı için bir kısım evliler zevcelerinden izin alamamışlar, neticede evliler takımı sahaya eksik çıkarak mağlüb olmuş Karabük gecelerinden intıbalar: Bir danslı toplantıda fabrika mühendisi ve memurları ailelerile... —H — Bu son yazımda size Karabük gecele- rini anlatacağım. Çünkü bu ağır sanayi merkezinde, işin haricinde geçen zaman- lar ve bu zamanların geçiriliş tarzı ha- kikaten anlatmağa değer. Gündüzleri şehirde garb cephesi kadar sükünet hükümfermadır. Fakat akşam, fabrikalar ve bürolar paydos ettikten sonra, yavaş yavaş şehir bir gece hayatı- nın seferberliğine başlıyor. Elbette Ka- rabüke, tayin edilmemiş bir zaman için yerleşerek, yerlileşmiş mühendisler, me- murlar hesabına konuşarak, Karabükte her Allahın gecesinin eğlenceli, neş'eli geçtiğini ve bundan dolayı, Karabük sa- kinlerinin pek memnun olduklarını iddia edemem. İçlerinde hareketsizlikten sız- lananlara da tesadüf ettim. Fakat Kara- bükte hayat, yalnız işle ev arasından iba- ret değildir. Samimi, vakti can sıkılma- dan geçirecek eğlence muhitleri teşekkül yeni şehrin iş hayatile beraber ruhunu da, içtimai çehresini de anlatmalıdiır. İşte bu iki sebeble, yazımın son kısmı- nı Karabükün şehir hayatını anlatmağa tahsis ediyorum, Evli memurlar, bittabi biraz da kalbur Üstü gelenler, muntazam ve konforlu a- partımanlarda oturuyorlar. Bekâr — me- murlar için birer katlı pavyon şeklinde büyük binalar yapılmış, iki kişiye bir oda düşüyor. Pavyonlarda kalorifer ve elek- trik mevcud... : Yazımın bir yerinde işaret ettiğim gi- bi, Karabükün noksanlarından birisi de, şehirde bir pazar teessüs etmemiş olma- sıdır. Memurin lokantasına bağlanmak istemiyenler için yegâne istinadgâh bir tek bakkaldır. Rakibsiz-ticaretin müşte- ri aleyhine meydana getirdiği muhtelif isimli tezahürleri sayıp dökmeğe lüzum var mı?.. Fabrikadan avdet eden mühendisler, etmiştir. Ben bunları anlatmak istiyorum. İmemurlar bir müddet sonra klüpte topla- Bilmiyorum, belki de Karabükteki iki| gecelik ikametimin Cumartesi ve Pazar günlerine tesadüf etmesi mi böyle gör—i meme sebeb oldu? Maamafih bahlıların, | toplantıların sık sık yapıldığını mütead-l did defalar duydum. | Bu mevzu Üzerinde niçin mi ısrarla duruyorum? Bunun iki sebebi var: 1 — Karabükü anlatmağa başladıfım günden itibaren birçok okuyucularımın | müracaatile karşılaştım. Hattâ telefonla soranlar, bizzat gelip konuşanlar oldu. Muhatab kaldığım yegâne sual şu İdi: «— Karabük nasıl bir yer, gidip otu- rulabilir mi?>» 2 — Yeni teessüs etmiş bir sanayi şeh- rini yazmağa kalkışan bir muharrir, o! nıyorlar. Pingpon masasının hararetli maç ları, tavla partileri bir tarafta oyun sa- lonunu gürültüye boğarken, diğer salon- da, şöminenin karşısındaki rahat koltuk- larda ağır başlılar mütaleayı ve konuş- mayı tercih ediyorlar. Klüp gece daha neş'eli oluyor. Herkes ailelerini de getirdiği için kalabalık artı- yor, Muhtelif oyunlar, müsahabelerle neş'eli birkaç saat geçiriliyor. Bir köşede bakıyorsunuz, klüp idare heyeti toplanmış, büfenin fişlerini tesbit ediyor. Diğer tarafta spor k!lübü mensub- ları toplanmışlar, yeni maçlar hakkında konuşmalar yapıyor. Maç dedim de aklı- ma geldi. Bir Pazar evvel evlilerle - be- kârlar arasında bir futbol maçı yapılmış.. fakat maçtan evvel yağmur yağdığı için, evlilerden pek çoğu eşlerinden izin ala- madıklarından sahaya gelememişler.. bu yüzden evliler takımı eksik bir kadro ile çıkmış ve (6-2) mağlüb olmuş.. bekâr bir memur; — Karısına mağlüb olanların bize ga- lib gelmesine imkân mı vardı? diyordu. Talihimize bulunduğumuz akşam İngi- İlizlerin danslı toplantıları varmış.. me- murin lokantasının geniş salonunu dol- duran İngilizler, mükemmel bir cazın Prefakatinde durmadan dansediyorlardı. İngilizler, çalışmasını bildikleri gibi - bütün garblılar böyledir - eğlenmesini de, eğlencede tenevvü temin etmesini de biliyorlar. Orhan isminde genç bir memur da İn- gilizlerin programına sesile iştirak etti: İspanyolca birkaç şarkı söyledi. Geç vak- te kadar asla ayarı bozulmıyan bir neş'e havası içinde eğlenildi, yenildi, içildi. İngilizler, — Karabüke — umumiyetle ailelerini de beraber getirmişler. İnce bacaklı, tarçın renkli İngiliz misleri, Ka- rabükte insanı hayrete düşürecek bir 808- yetenin teşekkülünde herhalde âmil olu- yor'lar. Bu demek değildir ki, bizim ba- yanların bu işdeki rolleri küçüktür. Ha- yır, bilâkis iki cepheli bir gayret, Kara- bük hesabına daha faydalı oluyor. * Gece, saat yarım.. Dönüyoruz. Gecenin ortasını bulduğu- muz halde Karabük, sokaklârında, evle- rinde yanan ampullerle ışıl ışıl... Fabrikadan tarafa bakıyorum. Hava- gazı bacasından fışkıran çiy ışık altında fabrikaların faaliyetini müşahede ediyo- rum. İşte yüksek fırının kıpkızıl ağzı... (Devamı 8 inci sayfada) «Son Posta» nın zabıta romanı: 74 Rıdvan Sadulluh Sonra serkomiserin muavinine döne - rek; — Osman Beyin nerede olduğunu bi - liyorsunuz, zannederim! dedi. — Evet kendisi anlatmıştı. — Onu mümkün olan süratle çağırma- nızı rica edeceğiz. Kendisini burada, a - partımanın önünde bekliyeceğiz. O gel - meden binaya girmiyeceğiz. Takriben ne kadar vakitte gidip gelebilirsiniz? — Yirmi dakikadan fazla sürmez, zan- nederim, — Âlâ! O halde derhal hareket ediniz. Memur hızlı adımlarla uzaklaştı. Rıdvan Sadullah bize dönerek: — Her şeyi Osman Beyle beraber gör- mek daha iyi olacak. Vereceğim iaahatı onun da dinlemesini istiyorum! dedi. Memur hakikaten iyi tahmin etmişti. Tam yirminci dakikada serkomiser Os - man Bey soluya soluya apartıman kapı - sından içeri giriyordu. Rıdvan Sadullah kendidini görür gör - mez: — Hayrola Osman Bey, dedi, neş'esiz- galiba? — Vallahi hemen hemen yok hocam, — Genç kız doğruca Raif Beyin evine gitti, değil mi? — Evet. — Zannederim evden bit daha da dı - şarı çıkmadı? — Çıkmadı. — Ev her taraftan muhasara altına a- lınmıştı değil mi? — Mükemmel surette, — 'Telefon muhaberesi imkânı da yok- tu? — Yoktu. — Sen evi nereden gözetledin? — Karşı kaldırımda bir aşağı, bir yu - karı piyasa ettim. O kadar yorgunum ki sin, bize verecek mühim bir haberin yok, | lim. Yazan: CEVAD FEHMİ Kuklanın katli anlatmıya başladı ayaklarımın sızısı belki günlerce geçmi-' yecek. ! — Peki Osman Bey, şimdi genç kızım bizim evimizden ayrıldıktan sonra tanı- madığımız yabancı bir şahısla, bir erkekla temas etmediğine sureti kat'iyede kani bulunuyoruz, değil mi? — Evet, öyle hocam. — Yengesi Leylâ Hanımdan ve Leylâ Hanımın hizmetçilerinden başka kimse ile görüşmedi? ı — Görüşmedi. ! — Ev halkından dışarı çıkan oldu mu? — Öğleden evvel aşçı kadın çıkıp dön- dü. Öğleden sonra da Leylâ Hanım çıktı Rıidvan Sadullah: — Mükemmel dedi, şimdi biz de eve girmeden evvel icab eden raporu vere « lim, Muavinin sana her şeyi anlatmıştır amma bir kere de ben tekrarlamalıyım. Böyle söyliyerek sandık hikâyesini an- lattı, sonra ilâve otti: — Bu süretle öğreniyoruz ki katil a - partımana girip çıkmıştır, şimdi buyurum | ne yaptığını öğrenmek üzere içeri gire« Rıdvan Sadullah öne düştü. Merdiven- leri tırmanmağa başladık. Yeni bir facia ile karşılaşacağımız ku- runtusu itiraf ederim ki beni bir hayli heyecanlandırıyordu, — Serkomiser ile müddeilumumi muavini de telâşlı idiler, Hattâ Rıdvan Sadullahın dahi merdi - venleri çıkmakta ! lüzumundan fazla ace- le ettiğini gördüm. Evvelâ bizim kata uğradık ve ilk rahat nefesi orada aldık, Bize kapıyı a- çan dadı hiç bir fevkalâdelik olmadığını söyledi. Doktordan başka kimse gelme - mişti. Şimdi biz kapıyı çalıncıya kadar Necdetin yanından ayrılmeamıştı. Bu İza. BER Dikkat! Roman burada bitmedi. Arkası 8 inci sayfadadır. Ağırceza salonu, davanın bütün cel- selerinin dinleyici yekünuna muadil dorlar bile adam almaz bir vaziyete gelmişti. Salondaki heyecan havası, heyeti hâkimenin yerini almasile artmıştı. Söz müdafaa için suçlunun avukatına ve - rildi. Avukat. ayağa kalkarken, salon - daki son ses kırpıntıları da kesildi. Öksü Tükler, kıpırdanmalar durdu. Suçlu - nun avukatı, saklamağa muvaffak o - lamadığı bir heyecan içerisindeydi. Cübbesinin kollarından içeride kalmış ellerini, dirseklerinden çektiği bol kol- larından kurtararak masaya dayadı. Ö nündeki kâğıd parçalarını yanyana koydu. Gözlüğünü düzeltti, boğazına tak:lan pürüzü de bir öksürükle temiz- ledü_:ten sonra gittikçe yükselen, yük - seldikçe de iİhtizazı azalan bir sesle müdafaasına başladı. S ü de, fakat saklx. Dud: YERA Cem iki ya- nında, avukat konuşürken — hasıl oî;'ı acı tebessümleri, istihzaya kaçan bazı çizgileri saklamağa uğraşıyordu. Belli «Son Posta» nın tefrikası: 25 Mahkeme yüzde yüz bu cezayı ve - recekti. Avukatının kurtarmak için çır pmmasına hayret ediyor. yaşamak iste mediğini kaç kereler tekrarladığı, üze- rine düşmemesini yalvardığı halde bu adamın musırrane kurtarma yolları a- raşt'rmasına bir türlü aklı ermiyordu. Vazifesini mi yapıyordu? — Muhakkak ki, evet.. fakat bazan vazifeleri hâdi - selere intibak ettirmek icab etmez miydi?.. Bu adamı kurtarmakla ne kazana - caktı, Şöhret mi? idi ki, onca avukatın müdafaası bir ko- medyadan başka bir şey değildi. Vazi. yeti güzel idare etmişti. Kızı sözünde durmuş, öldürülen kadının “anası oldu- ğunu haber vermemişti, Müddeltmu - minin istediği cezayı temin he hazırdı. ğ SEE DA tey Böyle bir insanın yaşamağa mah - küîn edilmesi pahasına kazanılmağa değmez.. Bi Tit Buna kurtuluş mu denilirat? Bu kurtulüş için bu kadar nefes tü- ir jnsanı öÖlümden mi kurtaracak - NOT ketmeğe, heyecana kapılmağa ne lü - zum vardı? Bünları düşünüyor, kendisi için çır- pınan bu adama karşı minnet yerine hiddet duyuyordu. O, hâlâ, ellerini, kollarını havalara kaldırarak, sesini alçaltıp yükselterek bir facia aktörü gibi konuşmasına de - vam ediyordu: — Muhterem hâkimler; - karşınızda dünyanın en bedbaht bir İnsanı, en ta- Hhsiz bir babası var.. bu baba ki, oğlu- nun en rmel'un bir illete yakalandığını hissetmiştir. Bu baba ki, henüiz en ta - ze çağında bulunan oğlunun bir ran - devu evinde gençliğinin, istikbalinin kemirildiğini görmüştür. Bu faciaya müdahale hakkı ve vazifesi idi. Oğlu- na bu müthiş bastalığı aşılayan, evlâ - dını dehşetâver bir girdaba sürükleyen fahişenin ayağına gidiyor, niçin? Onu i İntikamını almak için mi?. GÜNAHK ÂRLAR <—? TLİK Hayır. kendisinin şuuruna hâkim o- lamıyarak huzurunuzdî haykırdığı, muh- terem müddeiumuminin teşhisini koydu- ğfl taammüden katil, müekkilimin o eve gidişile zerrece alâkalı değildir. Hayır îfer_?dilerim müekkilim oraya bu kadını öldürmek için gitmemiştir. Fakat ka- dın, bu akıbete uğramak için müekkili- mi tahrik etmiştir. Bağrı yanık, ne yaptığını bilmez bir babaya nasıl muamele etmiş, onun ev- lâdını terketmesi hususunda yalvarma- larına ne şekilde mukabele etmiştir ki, zavallı baba, onun üzerine atılmış ve öldürmek için değil de, tehdid maksa- dBile gırtlağını sıkmıya mecbur kalmıtır. unu hepimiz tahmin ve tasa e- biliriz: Müekkilim öraya Aysîqğlâr- mek için gitmedi. Bunun en bariz is- batı, üzerinde bir çakı dahi bulunma- yışıdır. Eve belki hiddetli; asabiyetten lan bu hiddeti bir taammüd addedebilir miyiz?, Müekkilim, kadının sebeb olduğu bir feveranla, girtlağını sıktığı zaman, maksadı onu öldürmek değildi. Bu asa- biyetle, küfretmek, ne bileyim âsabına hâkim olamıyarak bir yumruk salla- mak gibi harekettir. Lâkin bu hareketi bir ölüm halinde tecelli ettiren gene kadındır. Ne yapmış olmalıdır ki, kim- bilir., müekkilim takallüs eden parmak, larının derecesini, arzusuna göre ayar- layamamiştır. Yalvarmanın temin ede- mediği işi tehdidle görmek istiyen bu zavallı baba, kadının kendisini çileden çıkaran ve meselâ hâlâ o yavrucuğu yakmakta devam edeceği inadile, şuu» runu kaybetmiş, kadın - boğulmuştun Bence bütün hâdise bundan ibarettir. Çocüğün ölümü bununla alâkadı ve fa« kat bambaşka bir vaziyettir. Burada meşru müdafaa — mevzuubahstir. Ço- cuk sevdiği kadını yerde görünce ba- basmın üzerine atılmış, küstah bir ha« reketle sustalı çakısını çekmiştir. Bas ba burada kendi hayatını değil, çocu- ğunun istikbalini korumak istemiştir. Evlâdı bir baba katili olacaktır; onu bu denaetten kurtarmak için mukave- met etmiş, debelenmiş, bizzarure o da taarruza geçmiş fakat... titriyerek koştu. Bu baba için haklı o- (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: