Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.
ÇT ŞT CO K F P CA GARTU SON POSTA — i_ı' “Son Posta,, nın Hikâyesi *ıuın—ıııî 9 Hayat cilveleri £ AMNEEMDUR. Çeriren : Hasan Âli Ediz aKB : Şımdı size an%atacağım bu hikâye ci-. bilirsem ne âlâ! Aksi takdirde işler kö- ba" ?lçusunde bir hâdise değildir. Hattâ tü! Lâstiklerimi, şapkamı çıkarmadan, azı insanlar bunun inceliğini hiç de kav- 'palto ile oturmak icab edecek. rümıyacîldardu' Neyse.. aziz dostumuz Vasili İvaniç Meselâ cepleri dolu bir adamın bu ya- paltosile, lâstiklerini çıkardı. Bunlara Zima esaslı bir alâka göstereceğini hiç |şapkasını da ekledi ve vestiyerdeki a - Uummuyorum. Fakat buna karşılık avuç | damlardan birine uzattı: dolusvu Para kazanmıyan bir adam benim| — Affedersin, amca, dedi, ufaklığım bu hikâyemi derin bir alâka ile okuya -|çıkışmadı, bu elimdeki'eri saymadan öy- Cklr. lece kabul et!.. k_;’e gene, böyle bir adam hikâyemizin| — Aksi gibi vestiyerdeki adam lânet he- z îamğ_m olan Vasili İvaniç Rastopir -|rifin biriymiş.. eline sıkıştırılan paraları kin'e .kğ“)’ük bir sempati gösterecektir. saydıktan sonra: Vasili İvaniç veyahud Rastopirkin tı—l — Seni'itoğlu it, seni! diye söylendi. Yatroya gitmek üzere kendisine bir bilet Beni dilenci mi sandın da elime altı ka- satm aldı. pik sıkıştırıyorsun!. Bu hareketine kar- Vasili Rastopirkin, gündeliğini alır, al- şılık lâstiklerini suratına çalmadığımıa ma_z, hâ.ıttâ santimini daha sarfetmeden, /| dua et!.. Haydi defo! bakayım karşım - doZİ“ tiyatroya yollandı. Kendisine par -|dan.. tğl'm cîn altıncı sırasında bir bilet teda- Vestiyerdeki adamın bu sözlerinden rik etti. sonra derhal bir münakaşa kapısı açıldı. Dün iki otomobil kazasında iki kişi yaralandı Dün şehrimizin muhtelif — yerlerinde iki otomobil kazası olmuş, iki kişk yara- lanmıştır. Belediyeye aid şoför Lütfinin idare- sindeki 163 plâka sayılı otomobil İstiklâl caddesinden geçerken 70 yaşlarında Dur- kin adında ihtiyar bir kadına çarpmış ve vücudünün muhtelif yerlerinden yara- lanmasına sebebiyet vermiştir. Yaralı kadın Beyoğlu hastanesine kaldırılmış, kazaya sebeb olan şoför hakkında kanu- ni takibata başlanmıştır. İkinci kaza da Maçkada vukubulmuş- tur. Beyoğlunda oturan Suphi adında bir genç Meşrutiyet caddesinden geçerken, şoför Nurettinin idaresindeki 1795 sayılı otomobilin sademesine maruz kalmış, başından yaralanmıştır. Yaralı genç Beyoğlu hastanesine kal- th Rastopirkin çoktandır, - tiyatro g.ıb'ı bir.kü!tüı müessesesinde birkağ saa- h.mn geçirmeği özlüyordu. İşte bundan ö- türü de, göz bile kırpmadan bütün bir r_ubleyı' gişeye sundu, Sadece, biletçi e- ünden parayı alırken, içinden bir ah çek- Vasili İvaniç, bu gece içim ihtimamla hazırlandı, yüzünü yıkadı, traş oldu, bo- yunbağı taktı.. Vasili İvaniç, Vasili İvaniç! Ah, ah! Hayatta ne tuhaf aksilikler buulndu - ğunu hiç düşünmedin mi? Hayatın bin- bir çeşid cilve'erinden hiç olmazsa tanesi hatırına gelmedi mi? Kravatımı karken senin çelik elin titremedi mi? Oh, oh. Vasili İvaniç! Bilsen hayatta ne aksilikler, ne kötülükler gizlidir!. Kavga, gürültü başladı. ' Vestiyerdeki adam danalar gibi hay - kırıyordu. î — Hemen defol buradan git! Yoksa e- limden bir kaza çıkacak.. Vasili İvaniç de: — Bu kadar yüksek sesle bağırma be miskin adam, diyordu. Verdiğim para ile iktifa ederek paltomu filân muhafaza et; yarın sana üst tarafını getiririm! Vestiyerdeki adam bir türlü yumuşa - |Mmak istidadını göstermiyordu: — Ben, ne senin eşyalarını muhafa - !rum. Derhal çek arabanı!. Tiyatronun diğer hademeleri de işe ka- rıştılar. Altı kapiğin bir sadaka gibi ve- dırılmış, kaza etrafında tahkikata baş- lanmıştır. yun başlamıştı. İçeriden müzik sesleri ge- liyordu. Adamcağızın elinde bilet vardı; ha'buki içeri giremiyordu. Ufak bir tereddüdden sonra tekrar ve süratle soyundu. Paltosunu, lâstiklerini, 'şapkasını bir çıkın yaptı.. elinde bu çıkım jolduğu halde salaon kapısından geçmek )s- tedi. Fakat gene müsaade etmediler: — Yok, ne hacet, dediler, bari evinizi bit za ederim, ne de paranı a'ırım. Şu mey - de sırtlayıp gelseydiniz!.. ta- menetsiz suratını görmek bile istemiyo -| Halbuki zaman geçiyor, mızıka sesleri [hahabam yükseliyordu. Nerede ise oyu- ,pün birinci perdesi bitmek üzere idi. Zaval'ı Vasili İvaniç ârtık tamamen Halbuki tiyatro vakti gelince Rasto -'rilmesi meselesi etrafında kendi arala -| kendinden geçmiş bir halde idi. Tekrar pirkin, fevkalâde şen ve fevkalâde neş'eli bir ha'de tiyatroya gitti. Yolda'giderken de şunları aklından ge- wi_riycıdu: «Birçok insanlar var ki, şu da- kikada meyhanelere, birahanelere gidi - yorlar. Orada kafalarını tütsülüyorlar, a]k.olün verdiği bir şımarıklıkla birbir - lerinin başlarını, göz'erini kırıyorlar, ben İise tiyatroya gidiyorum. Elimde -- bilet var.. orası güzel, sıcak, kültürlü bir yer- dir. Sonra bütün bunlara karşı verdiğim paı_: da ;ır tek rubledir.» asili İvaniç, oyunun başlamasına vir- mi dakika kala tiyatroya gğldi. e L *«Soyununcıya kadar, tuvalete — gidip kravatımı biraz sıkıda bağlayıncıya ka - dar tam vakit olur!» diye düşündü. Bizim sevgi'i Vasili İvaniç dostumuz soyunmağa başladı. Tam bu sırada gözü- ne, vestiyerdeki bir ilân ilişti.. İlânda şunlar yazıyordu: ğ «Palto, şapka vesairenin muhafazası için 20 kapik vermek Mecburidir.» Bu ilânı görür görmez Vasili İvaniçin kalbi duracak gibi oldu.. kendi kendine. — Eyvahlar olsun, diye söylendi. Ben- de bu kadar para yok. Biletin parasını ta- mamen verdim. Fakat başka param kal- madı.. belki sekiz kapik kadar bir şey ç- kar. Bu kadar bir parayı kabul! ettire - rında münakaşaya başladılar. Bu arada zaman da durmadan geçiyor- du. Sön seyirciler içeri giriyor, oyun da başlıyordu. Vestiyerdeki adam hâlâ öfkesini ala- İmamıstı. Vasi'i İvaniçi işaret ederek: beraber gelsin.. paltosunu filân kendi mu- hafaza-etsin!.. Vasili İvaniç hırsından ağlamak üzere idi: — Âh sen koöca bunak.. vakit müsaid olsa idi bu söylediğin sözler için ben se- nin sakalını yolardım.. fakat ne yapayım ki oyun başlıyor. K Vasili İvaniç, bu sözleri söyledikten sonra pa'tosunu giydi. Lâstiklerini şap - kasının içine koyarak bunları koltuidarü ve tiyatro salonuna girmek istedi. Fakat kapıda duran hademeler, sırtında paltosu olduğu için 'anu içeri bırakmadılar. Vasili İvaniç, adeta ağlar gibi bir sesle: — Kardeşler, sevgili yoldaş'ar, diyor- du, baksanıza elimde biletim var.. şunun bir ucunu koparıverin, benim de içeri girmeme müsaade edin!. Vasili İvaniçin bu sözlerini dinleme - diler. Onu gene içeri bırakmadılar. Vasili İvaniç ne yapacağını şaşırdı. O- vestiyerdeki kapıcıya koştu: — Ah sen koca moruk, ah, diye söy - lendi.. karıştırdığın haltları beğendin mi? Bilet elimde olduğu halde içeri gi - remiyorum. Bir aralık ikisi arasında az, daha bir — Bu parazit, diyordu, bir başka defa dövüş çıkacaktı.. fakat tiyatronun diğer listin topraklarının en acayib ve hayrete | tiyatroya geldiği zaman kendi askısile / hademeleri işe karıştılar da bu fena hâ -|şayan bir köşesidir. Zaman, zaman kan diseyi önlediler. Hattâ içlerinden en mer- ihameılisi o'an bir ihtiyar: | — Doğrusunu isterseniz, dedi sizin bu Xakşamki haliniz bana dokundu. Eşyala - rınızı benim vestiyere asınız! Hem şimdi sizden para filân da istemiyorum. Fakat peygamber aşkına yarın getirmeği unut- Imaymız!. Vasili İvaniç mahzun bir eda ile: — İkinci perde başladıktan sonra eş - |yalarımı vestiyere vermek neye yarar? |Simdi artık içeri girsem bile hiç bir şey 'anlamama imkân yok.. ben piyesleri so- nundan seyretmeğe alışmamışımdır. Vasili İvaniç, tiyatroya girmekten vaz geçti. Elindeki bileti satılığa çıkardı. B'ıp bir be'â ile, onu sokak dilencilerinden bi- 'rine on altı kapiğe satmağa muvaffak ol- du. Vestiverdeki düşmanına okkah bir küfür savurduktan sonra da sokağa fır- ladı. «Son Posta» nın tarihi tefrikası: 4 || B Merzuk hana inen yük arabalarının denklerine bağladıkiarı ipleri getirdi. kadar sürdü. Yaralılar da dahil olduğu şekilde birbirlerine bağlandı ki, Arıkbo-| ğa onları manda sucuklarından yapılmış birer hövenge benzeterek tükrüğü gen - zine kaçıp boğulurcasına öğürene kadar kahkahalarla güldü ve sonra hancıya: — Bana bak -dedi- bizim gideceğimiz yerlerde ne çarşı var, ne pazar, tabii aç- lıktan ölecek değiliz ya. Çabuk bize bir! şeyler tedarik et.. Önce tereddüd eder gibi görünen Mer- zuk Arıkboğanın hafif bir tekmesini ye- yince iki büklüm olarak hemen mahze- jne indi ve dört kangal sucuk, altı çift so- mun ve bir testi pekmezle çıktı. Baybars, Arıkboğanın kulağına: — Bunu serbest bırakırsak çok fena olur, diye fısıldadı. İhtiyar kurt zaten onu düşünmüştü. Hancının getirdiklerini a!'dıktan —sonra herifi bir itişte mahzene düşürdü ve ka- pağı üzerine kapadı. — Şimdi hiç bir tehlike kalmadı. — Evet mesele meydana çıkmadan bu- radan uzaklaşmalıyız. Nayman atları hazırlamıştı. Çok güzel ata binen Baybarsın karısı da dahil ol- duğu halde dört kişi ata bindiler ve Musa vadisinin karanlık yollarına saptılar. * Bu vak'a 1259 senesinde Musa vadisi- nin küçük ve tarihi köyünde geçiyor. Birçok okuyucularımıza yabancı olan ,bu mevki, bugün Maverayi Erdün ema- iretinin merkezi Maan şehrinin şimali garbisine tesadüf eder. Musa vadisi Fi - pıhtısı gibi kızaran yüksek ve yamık yüzlü tepelerin arasında oyulmuş dar ve uzun bir hufre! Binlerce zakkum ağaçları ve rengâ - renk çiçeklerle gölgelenmiş, âadeta kab - Jettarih devirlere doğru uzanan esrarlı bir dehliz. Bir zamanlar, Musa Peygamberin âsâ- sını sürüp geçtiği bu vadinin nihayetinde mabed'eri saray ve sütunlarile eski bir şehir harabesi yükselir: Petra şehri! Milâddan altır asır evvel Tabaehler adında çalışkan bir millet yüksek bir me- deniyet vücude getirerek, zengin ticaret kervanlarile taşıdıkları cenub ülkeleri - nin bütün servetini şu gölgeli ve muh- kem vadide toplamışlardı. Ne yazık ki etrafı kaptlıyan yüksek dağlara rağmen | bu servet ve ihtişam diyarı Romalıların | gözünden kaçmadı ve güzel Petra şehri* bir gün Tedmür ve Ba'lebek gibi tarihin | meşhur taş yığınları arasına karıştı. Kölemenlerin bağlanması yarım- saat' AYBARS Yazan: Hasan Adnan Giz Yeni dostlar İşte romanımızın başladığı küçük ka « saba bu harabenin yanıbaşındadır. Gü « neşin ateşli ışıkları, tarihi bir cinayetin sahnesi olan o kızıl tepelerin en yükse- argın Musa vadisinden çıktılar. Yağmur- ların dağlardan söküp getirdiği binlerce çakıl taşı ve molozlarla dolan ve gayri muntazam bir merdiveni andıran vadiyi, her dakika ayakları sürçen atlarla çık « mak hakikaten pek müşkül olmuştu. Bu tehlikeli yoldan kurtulduktan son- ra yüksek ve ârızalı tepelerden geçtiler. İki saat kadar süren bir yolculuktan son- ra kapanık bir meşe ormanına girmişlerr — di. En önde giden Arıkboğa saatlerden - beri karısının yanında susan Baybarsla; en geride kırbacile kuru dalları vurup kıran Naymana dönerek: — Buradan iki saat ötede Şöbek ka « — sabası var -dedi- şu serin gölgede biraz mola versek fena olmaz fikrindeyim. Baybars atını durdurarak yorgun kâ« rısının kulağına fısıldadı: — Gene Gerk sultanının topraklarına giriyoruz. : Bu sırada Gerk ve Şöbek kaleleri Eys yübi prenslerinden Fatihiddin Mugayyi- sin idaresinde Suriye ve Mısır hükümet « lerinden ayrı ve müstakil bulunuyordu. Bir müddet evvel, taraftarlarile birlik- te Suriye hükümdarı Me'ek Nasıra karşı isyan ederek mağlüb olan Baybars, yakın dostu olan Gerk sultanına iltica etmişti. Birkaç ay sonra Suriye ordusu Gerk üze- rine yürüyünce Fatihiddin Baybarsı ser« best bırakarak arkadaşlarını Melek Nâ - sıra teslim mecburiyetinde kalmıştı. Fes na bir şekilde terkettiği bu topraklara tekrar yaklaşmak şimdi namdar emire çok ağır geliyordu. Baybars bu düşüncelere dalarken, A « 'rıkboğa deminki sualini cevahsız bırakan Naymana tekrar hitab etti: — Sen ne kadar susarsan sus delikan- h Ben şu serinlikte biraz dinleneceğim ' Nayman her zaman yaptığı gibi hiç ses çıkarmadan omuzlarını silkti Yüzünden |Baybars gibi onun da sıkıldığı anlaşılı - — yordu. Daima sükütu tercih eden bu garib ta« tiatli genç daha Musa vadisinden ayrılır ayrılmaz yol arkadaşlarımı atlatmak is » temiş, fakat iyi kalbli Arıkboğa onları yalnız bırakmayı Türk Alplarımnın insan- lık kaidelerine uygun bulmamıştı. Merd adam çevik bir sıçrayışla atından atlıyas rak heybesinden baba Merzukun hazırla» dığı nevaleyi çıkardı. — Şimdi bu gölgede mükemmel bir halde sekiz kişi kol ve bacaklarından o ' ğini yalayıp geçerken dört yolcu yorgun — yemek yenmez mi? Nayman sen bize şu — k kaynaktan biraz su getir. (Arkası var) Son Pastanın tefrikası: 13 Ey w Siret kendini zaptedemiyerek elini uzatıp hafifce Hicranm be elini okşadı: — Çok mütevazısinız. ., Hicran bu teması uzatmak istemi - yormuş gibi derhal yerinden kalkarak köşedeki pivyanonun başına geçti. Son- ra Sirete dönerek: ha AMusi-kiyi de resim kadar sever misiniz? Siret biraz daldığı düşünceden uya- narak: | — Çok severim. Fakat hiç bir meha- retim yok, ., — Ya dinlemesini? pi Bayıılmm. Hicratı piyanonun kapağ iya pağını açarak labufeîye ilişti. İnce zarif parmakları fi dişi tuüsların üstünde bir çift güver- cin yavrusu gibi uçuşmiya başladı. Si- ret havret ve heyecanla yıız.'ınn:nşı bakı- yordu.. Piyîıpodan büyük bir üstad debasıl_e değil fakat emsalsiz bir duygu kaynadından billür nağmeler taşmıya yaz ve ince 'başlamıştı. Şimdi fil dişi ve madeni notlarına idünya seslerinin en — güzeli olan tatlı, hafik bir kadın sesinin mestedici 'ahbengi kariışmıştı. Bu Şü - bert'in «Küçük bir kırmızı gül» şarkısı idi. Siret rüyaya dalmış gibiydi, Şüber- tin Viyana ormanlarının ahengini din- liyerek bestelediği bu ebedi şarkı genç san'atkârı büyülü bir rüyaya daldır - mıştı.,, Yavaşca yerinden kallkarak bir sgölge gibi piyanonun başına gidip dur- du. Şarki bittiği zaman biraz duman - lanmış gözlerini genç adama kaldıran Hicran pembe dudaklarının uçlarında- ki hazin bükülüşlerle: — Ben bu sarkıyı çok severim. Ve ezberden çalabilirim. -dedi- Siret onun ellerini öpmiye cesaret edemdi. —Yalnız hassas gözlerinin taabbüd derecesine varan hayranlığile bakıyordu. İki genç fânilerin duyacağı en ilâhi bir vecde kapılmış susarlarken, mut - fakta kahve pişiren Mustafa ile yemek- leri dolaba yerleştiren asçı da anlama- dıkları bu musikinin gene her insanın kulağına hoş akisler yapan berrak ve billür kadın sesine kendilerini vermiş- terdi. Ses kesilince aşçı: — Bu hanım beyin yeni emüdiresi mi*» Metresi mi?-diye sorunca- Musta- fa köpürdü: — Var gif oradan, beyin eski müdi- resi varmıyvdı ki yenisi olsum... Hem ağzını çalka sen.. şu melek gibi kız etini yedirecek kuşa benziyor mu ulan?! Aşçı güldü: — Sen ne anlarsın ondan... Beni kendin gibi budala mı sanıyon sen? — Beni günaha sokup durma. O kız müdires olur mu hiç sersem... Bütün gece odasında çocük gibi- mişil mışil uvudu. O Meyremana ayol. Meyrem - ana... Bir daha bu sözü ağzına alavım dermne. Kapı yoldaşlığın hakkını falan tanımam, kafana inerim... Aşcı yumuşar gibi göründü: — Peki. gabül... Amma velâkin a- teşle pamuk işi bu yavrum.. ateş alır bir gün elbet. — O zaman da belediye sağ olsun.. nikâhı kıvıverir. Mustafa kahve fincanlarını kayarak: — Şimdilik onlar dünya ve ahiret kardeş bunu böyle bil sen! dedi. Siret hâlâ mebhuttu. Hicran yavaş- tepsiye ça oivanodan kalkarak genç san'atkâ - rın önünde durdu: — Yemekten sonra istirahat etmek istemez misiniz? — Size tâbiim. — Ben yemeklerden sonra' yatmak âdetim değildir. Fakat siz biraz uzanı -« nız. Ben de kendime bir iş bulurum. Siret kendisine imkânsız bir şey tek lif edilmiş gibi: — Beni niçin mahrumiyete — mah - küm edivorsunuz Hicran hanım. Bera- ber aoturamaz mıyız? ; — Elbet otururuz. Hem size bir is - teğinizi hatırlatacağım. Siret heyeca'nından sarardı. Hiecran devam etti: — Size modellik yapacağım. Yorul- maz mısınız? — Yorulmak mı? Siz beni sevinçten çıldırtacaksınız. Meğerse hayat ne gü - zelmiş varabbi! — Söyleyiniz bana Siret bey.. nas'l poz vermemi istivorsunuz? Siret bir hamlede dısarı cıkarak e - linde zarif bir paketle geri döndü. İn- ce beyaz kâğıdı açtıkları zaman için - den bir kac metre bevaz seffaf ibekli bir şifon çıkarak deniz köpüğü gibi ka- napenin üzerine döküldü. Hicranın büsbütün bpembeleren vü - züne Siret yalvaran bir nazarla bakı - yordu. size alarak: a — Peki «dedi- Ne istediğinizi anlı « yorum. Şimdi hazırlanacağım. ' Siret, boğuk ve titrek bir sesle ce « vab verdi: ğ Sizi atelvemde bekliyorum. Bir yığın beyaz tülün arasında uçar gibi yemek odasından çıkan Hicranm arkasından Siret de çıkarak atelyesine — giyip paletini hazırlayınca'ya kadar ka- mahlfiku andıran Hicran — göründüğü zaman Siret onun dizlerine kapanma « mak için kendini zor tuttu. O mübalâ. gah sansasvonlar duyduğu zaman bile kendisine hâkim olmağa alışık bir izos raktere malikti. Fakat büsbütün sarars — mıştı. Bu. Jevend, ince ve beyaz stlilet — karşısında cidden Venüsler, Minerva « — lar birer hantal cadıya |benziyorlardı. — Siret bu harikulâde kadın endamı kötu sısında san'at veedinin en erişilmez zit vesinde gözlerinin karararak — başmım döndüSünü duvdu. Ve bir an gözlerini kapadı. İcinden bir dua gibi: A —- Bu ne erişilmez bir saladet?! -di « vordu- Korkuvorum! Zevk ve saadetiri bu kadarından korkuyorum. K Hicran ipek tülü avuçlarının içine . — İlâheler gaibi keşfederler elbet, — pı açılarak çıplak vücudünün üzerine — sardığı beyaz tüllrin içinde semavi bir — (Arkası var) ğ doğru yürüdü. Beyaz keten gömleğini — f