23 Mart 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Kalan görüntüleme: 0

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. Daha yüksek sayfa görüntüleme limiti ve diğer özellikler için abone olun!

Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ÇT ŞT CO K F P CA GARTU SON POSTA — i_ı' “Son Posta,, nın Hikâyesi *ıuın—ıııî 9 Hayat cilveleri £ AMNEEMDUR. Çeriren : Hasan Âli Ediz aKB : Şımdı size an%atacağım bu hikâye ci-. bilirsem ne âlâ! Aksi takdirde işler kö- ba" ?lçusunde bir hâdise değildir. Hattâ tü! Lâstiklerimi, şapkamı çıkarmadan, azı insanlar bunun inceliğini hiç de kav- 'palto ile oturmak icab edecek. rümıyacîldardu' Neyse.. aziz dostumuz Vasili İvaniç Meselâ cepleri dolu bir adamın bu ya- paltosile, lâstiklerini çıkardı. Bunlara Zima esaslı bir alâka göstereceğini hiç |şapkasını da ekledi ve vestiyerdeki a - Uummuyorum. Fakat buna karşılık avuç | damlardan birine uzattı: dolusvu Para kazanmıyan bir adam benim| — Affedersin, amca, dedi, ufaklığım bu hikâyemi derin bir alâka ile okuya -|çıkışmadı, bu elimdeki'eri saymadan öy- Cklr. lece kabul et!.. k_;’e gene, böyle bir adam hikâyemizin| — Aksi gibi vestiyerdeki adam lânet he- z îamğ_m olan Vasili İvaniç Rastopir -|rifin biriymiş.. eline sıkıştırılan paraları kin'e .kğ“)’ük bir sempati gösterecektir. saydıktan sonra: Vasili İvaniç veyahud Rastopirkin tı—l — Seni'itoğlu it, seni! diye söylendi. Yatroya gitmek üzere kendisine bir bilet Beni dilenci mi sandın da elime altı ka- satm aldı. pik sıkıştırıyorsun!. Bu hareketine kar- Vasili Rastopirkin, gündeliğini alır, al- şılık lâstiklerini suratına çalmadığımıa ma_z, hâ.ıttâ santimini daha sarfetmeden, /| dua et!.. Haydi defo! bakayım karşım - doZİ“ tiyatroya yollandı. Kendisine par -|dan.. tğl'm cîn altıncı sırasında bir bilet teda- Vestiyerdeki adamın bu sözlerinden rik etti. sonra derhal bir münakaşa kapısı açıldı. Dün iki otomobil kazasında iki kişi yaralandı Dün şehrimizin muhtelif — yerlerinde iki otomobil kazası olmuş, iki kişk yara- lanmıştır. Belediyeye aid şoför Lütfinin idare- sindeki 163 plâka sayılı otomobil İstiklâl caddesinden geçerken 70 yaşlarında Dur- kin adında ihtiyar bir kadına çarpmış ve vücudünün muhtelif yerlerinden yara- lanmasına sebebiyet vermiştir. Yaralı kadın Beyoğlu hastanesine kaldırılmış, kazaya sebeb olan şoför hakkında kanu- ni takibata başlanmıştır. İkinci kaza da Maçkada vukubulmuş- tur. Beyoğlunda oturan Suphi adında bir genç Meşrutiyet caddesinden geçerken, şoför Nurettinin idaresindeki 1795 sayılı otomobilin sademesine maruz kalmış, başından yaralanmıştır. Yaralı genç Beyoğlu hastanesine kal- th Rastopirkin çoktandır, - tiyatro g.ıb'ı bir.kü!tüı müessesesinde birkağ saa- h.mn geçirmeği özlüyordu. İşte bundan ö- türü de, göz bile kırpmadan bütün bir r_ubleyı' gişeye sundu, Sadece, biletçi e- ünden parayı alırken, içinden bir ah çek- Vasili İvaniç, bu gece içim ihtimamla hazırlandı, yüzünü yıkadı, traş oldu, bo- yunbağı taktı.. Vasili İvaniç, Vasili İvaniç! Ah, ah! Hayatta ne tuhaf aksilikler buulndu - ğunu hiç düşünmedin mi? Hayatın bin- bir çeşid cilve'erinden hiç olmazsa tanesi hatırına gelmedi mi? Kravatımı karken senin çelik elin titremedi mi? Oh, oh. Vasili İvaniç! Bilsen hayatta ne aksilikler, ne kötülükler gizlidir!. Kavga, gürültü başladı. ' Vestiyerdeki adam danalar gibi hay - kırıyordu. î — Hemen defol buradan git! Yoksa e- limden bir kaza çıkacak.. Vasili İvaniç de: — Bu kadar yüksek sesle bağırma be miskin adam, diyordu. Verdiğim para ile iktifa ederek paltomu filân muhafaza et; yarın sana üst tarafını getiririm! Vestiyerdeki adam bir türlü yumuşa - |Mmak istidadını göstermiyordu: — Ben, ne senin eşyalarını muhafa - !rum. Derhal çek arabanı!. Tiyatronun diğer hademeleri de işe ka- rıştılar. Altı kapiğin bir sadaka gibi ve- dırılmış, kaza etrafında tahkikata baş- lanmıştır. yun başlamıştı. İçeriden müzik sesleri ge- liyordu. Adamcağızın elinde bilet vardı; ha'buki içeri giremiyordu. Ufak bir tereddüdden sonra tekrar ve süratle soyundu. Paltosunu, lâstiklerini, 'şapkasını bir çıkın yaptı.. elinde bu çıkım jolduğu halde salaon kapısından geçmek )s- tedi. Fakat gene müsaade etmediler: — Yok, ne hacet, dediler, bari evinizi bit za ederim, ne de paranı a'ırım. Şu mey - de sırtlayıp gelseydiniz!.. ta- menetsiz suratını görmek bile istemiyo -| Halbuki zaman geçiyor, mızıka sesleri [hahabam yükseliyordu. Nerede ise oyu- ,pün birinci perdesi bitmek üzere idi. Zaval'ı Vasili İvaniç ârtık tamamen Halbuki tiyatro vakti gelince Rasto -'rilmesi meselesi etrafında kendi arala -| kendinden geçmiş bir halde idi. Tekrar pirkin, fevkalâde şen ve fevkalâde neş'eli bir ha'de tiyatroya gitti. Yolda'giderken de şunları aklından ge- wi_riycıdu: «Birçok insanlar var ki, şu da- kikada meyhanelere, birahanelere gidi - yorlar. Orada kafalarını tütsülüyorlar, a]k.olün verdiği bir şımarıklıkla birbir - lerinin başlarını, göz'erini kırıyorlar, ben İise tiyatroya gidiyorum. Elimde -- bilet var.. orası güzel, sıcak, kültürlü bir yer- dir. Sonra bütün bunlara karşı verdiğim paı_: da ;ır tek rubledir.» asili İvaniç, oyunun başlamasına vir- mi dakika kala tiyatroya gğldi. e L *«Soyununcıya kadar, tuvalete — gidip kravatımı biraz sıkıda bağlayıncıya ka - dar tam vakit olur!» diye düşündü. Bizim sevgi'i Vasili İvaniç dostumuz soyunmağa başladı. Tam bu sırada gözü- ne, vestiyerdeki bir ilân ilişti.. İlânda şunlar yazıyordu: ğ «Palto, şapka vesairenin muhafazası için 20 kapik vermek Mecburidir.» Bu ilânı görür görmez Vasili İvaniçin kalbi duracak gibi oldu.. kendi kendine. — Eyvahlar olsun, diye söylendi. Ben- de bu kadar para yok. Biletin parasını ta- mamen verdim. Fakat başka param kal- madı.. belki sekiz kapik kadar bir şey ç- kar. Bu kadar bir parayı kabul! ettire - rında münakaşaya başladılar. Bu arada zaman da durmadan geçiyor- du. Sön seyirciler içeri giriyor, oyun da başlıyordu. Vestiyerdeki adam hâlâ öfkesini ala- İmamıstı. Vasi'i İvaniçi işaret ederek: beraber gelsin.. paltosunu filân kendi mu- hafaza-etsin!.. Vasili İvaniç hırsından ağlamak üzere idi: — Âh sen koöca bunak.. vakit müsaid olsa idi bu söylediğin sözler için ben se- nin sakalını yolardım.. fakat ne yapayım ki oyun başlıyor. K Vasili İvaniç, bu sözleri söyledikten sonra pa'tosunu giydi. Lâstiklerini şap - kasının içine koyarak bunları koltuidarü ve tiyatro salonuna girmek istedi. Fakat kapıda duran hademeler, sırtında paltosu olduğu için 'anu içeri bırakmadılar. Vasili İvaniç, adeta ağlar gibi bir sesle: — Kardeşler, sevgili yoldaş'ar, diyor- du, baksanıza elimde biletim var.. şunun bir ucunu koparıverin, benim de içeri girmeme müsaade edin!. Vasili İvaniçin bu sözlerini dinleme - diler. Onu gene içeri bırakmadılar. Vasili İvaniç ne yapacağını şaşırdı. O- vestiyerdeki kapıcıya koştu: — Ah sen koca moruk, ah, diye söy - lendi.. karıştırdığın haltları beğendin mi? Bilet elimde olduğu halde içeri gi - remiyorum. Bir aralık ikisi arasında az, daha bir — Bu parazit, diyordu, bir başka defa dövüş çıkacaktı.. fakat tiyatronun diğer listin topraklarının en acayib ve hayrete | tiyatroya geldiği zaman kendi askısile / hademeleri işe karıştılar da bu fena hâ -|şayan bir köşesidir. Zaman, zaman kan diseyi önlediler. Hattâ içlerinden en mer- ihameılisi o'an bir ihtiyar: | — Doğrusunu isterseniz, dedi sizin bu Xakşamki haliniz bana dokundu. Eşyala - rınızı benim vestiyere asınız! Hem şimdi sizden para filân da istemiyorum. Fakat peygamber aşkına yarın getirmeği unut- Imaymız!. Vasili İvaniç mahzun bir eda ile: — İkinci perde başladıktan sonra eş - |yalarımı vestiyere vermek neye yarar? |Simdi artık içeri girsem bile hiç bir şey 'anlamama imkân yok.. ben piyesleri so- nundan seyretmeğe alışmamışımdır. Vasili İvaniç, tiyatroya girmekten vaz geçti. Elindeki bileti satılığa çıkardı. B'ıp bir be'â ile, onu sokak dilencilerinden bi- 'rine on altı kapiğe satmağa muvaffak ol- du. Vestiverdeki düşmanına okkah bir küfür savurduktan sonra da sokağa fır- ladı. «Son Posta» nın tarihi tefrikası: 4 || B Merzuk hana inen yük arabalarının denklerine bağladıkiarı ipleri getirdi. kadar sürdü. Yaralılar da dahil olduğu şekilde birbirlerine bağlandı ki, Arıkbo-| ğa onları manda sucuklarından yapılmış birer hövenge benzeterek tükrüğü gen - zine kaçıp boğulurcasına öğürene kadar kahkahalarla güldü ve sonra hancıya: — Bana bak -dedi- bizim gideceğimiz yerlerde ne çarşı var, ne pazar, tabii aç- lıktan ölecek değiliz ya. Çabuk bize bir! şeyler tedarik et.. Önce tereddüd eder gibi görünen Mer- zuk Arıkboğanın hafif bir tekmesini ye- yince iki büklüm olarak hemen mahze- jne indi ve dört kangal sucuk, altı çift so- mun ve bir testi pekmezle çıktı. Baybars, Arıkboğanın kulağına: — Bunu serbest bırakırsak çok fena olur, diye fısıldadı. İhtiyar kurt zaten onu düşünmüştü. Hancının getirdiklerini a!'dıktan —sonra herifi bir itişte mahzene düşürdü ve ka- pağı üzerine kapadı. — Şimdi hiç bir tehlike kalmadı. — Evet mesele meydana çıkmadan bu- radan uzaklaşmalıyız. Nayman atları hazırlamıştı. Çok güzel ata binen Baybarsın karısı da dahil ol- duğu halde dört kişi ata bindiler ve Musa vadisinin karanlık yollarına saptılar. * Bu vak'a 1259 senesinde Musa vadisi- nin küçük ve tarihi köyünde geçiyor. Birçok okuyucularımıza yabancı olan ,bu mevki, bugün Maverayi Erdün ema- iretinin merkezi Maan şehrinin şimali garbisine tesadüf eder. Musa vadisi Fi - pıhtısı gibi kızaran yüksek ve yamık yüzlü tepelerin arasında oyulmuş dar ve uzun bir hufre! Binlerce zakkum ağaçları ve rengâ - renk çiçeklerle gölgelenmiş, âadeta kab - Jettarih devirlere doğru uzanan esrarlı bir dehliz. Bir zamanlar, Musa Peygamberin âsâ- sını sürüp geçtiği bu vadinin nihayetinde mabed'eri saray ve sütunlarile eski bir şehir harabesi yükselir: Petra şehri! Milâddan altır asır evvel Tabaehler adında çalışkan bir millet yüksek bir me- deniyet vücude getirerek, zengin ticaret kervanlarile taşıdıkları cenub ülkeleri - nin bütün servetini şu gölgeli ve muh- kem vadide toplamışlardı. Ne yazık ki etrafı kaptlıyan yüksek dağlara rağmen | bu servet ve ihtişam diyarı Romalıların | gözünden kaçmadı ve güzel Petra şehri* bir gün Tedmür ve Ba'lebek gibi tarihin | meşhur taş yığınları arasına karıştı. Kölemenlerin bağlanması yarım- saat' AYBARS Yazan: Hasan Adnan Giz Yeni dostlar İşte romanımızın başladığı küçük ka « saba bu harabenin yanıbaşındadır. Gü « neşin ateşli ışıkları, tarihi bir cinayetin sahnesi olan o kızıl tepelerin en yükse- argın Musa vadisinden çıktılar. Yağmur- ların dağlardan söküp getirdiği binlerce çakıl taşı ve molozlarla dolan ve gayri muntazam bir merdiveni andıran vadiyi, her dakika ayakları sürçen atlarla çık « mak hakikaten pek müşkül olmuştu. Bu tehlikeli yoldan kurtulduktan son- ra yüksek ve ârızalı tepelerden geçtiler. İki saat kadar süren bir yolculuktan son- ra kapanık bir meşe ormanına girmişlerr — di. En önde giden Arıkboğa saatlerden - beri karısının yanında susan Baybarsla; en geride kırbacile kuru dalları vurup kıran Naymana dönerek: — Buradan iki saat ötede Şöbek ka « — sabası var -dedi- şu serin gölgede biraz mola versek fena olmaz fikrindeyim. Baybars atını durdurarak yorgun kâ« rısının kulağına fısıldadı: — Gene Gerk sultanının topraklarına giriyoruz. : Bu sırada Gerk ve Şöbek kaleleri Eys yübi prenslerinden Fatihiddin Mugayyi- sin idaresinde Suriye ve Mısır hükümet « lerinden ayrı ve müstakil bulunuyordu. Bir müddet evvel, taraftarlarile birlik- te Suriye hükümdarı Me'ek Nasıra karşı isyan ederek mağlüb olan Baybars, yakın dostu olan Gerk sultanına iltica etmişti. Birkaç ay sonra Suriye ordusu Gerk üze- rine yürüyünce Fatihiddin Baybarsı ser« best bırakarak arkadaşlarını Melek Nâ - sıra teslim mecburiyetinde kalmıştı. Fes na bir şekilde terkettiği bu topraklara tekrar yaklaşmak şimdi namdar emire çok ağır geliyordu. Baybars bu düşüncelere dalarken, A « 'rıkboğa deminki sualini cevahsız bırakan Naymana tekrar hitab etti: — Sen ne kadar susarsan sus delikan- h Ben şu serinlikte biraz dinleneceğim ' Nayman her zaman yaptığı gibi hiç ses çıkarmadan omuzlarını silkti Yüzünden |Baybars gibi onun da sıkıldığı anlaşılı - — yordu. Daima sükütu tercih eden bu garib ta« tiatli genç daha Musa vadisinden ayrılır ayrılmaz yol arkadaşlarımı atlatmak is » temiş, fakat iyi kalbli Arıkboğa onları yalnız bırakmayı Türk Alplarımnın insan- lık kaidelerine uygun bulmamıştı. Merd adam çevik bir sıçrayışla atından atlıyas rak heybesinden baba Merzukun hazırla» dığı nevaleyi çıkardı. — Şimdi bu gölgede mükemmel bir halde sekiz kişi kol ve bacaklarından o ' ğini yalayıp geçerken dört yolcu yorgun — yemek yenmez mi? Nayman sen bize şu — k kaynaktan biraz su getir. (Arkası var) Son Pastanın tefrikası: 13 Ey w Siret kendini zaptedemiyerek elini uzatıp hafifce Hicranm be elini okşadı: — Çok mütevazısinız. ., Hicran bu teması uzatmak istemi - yormuş gibi derhal yerinden kalkarak köşedeki pivyanonun başına geçti. Son- ra Sirete dönerek: ha AMusi-kiyi de resim kadar sever misiniz? Siret biraz daldığı düşünceden uya- narak: | — Çok severim. Fakat hiç bir meha- retim yok, ., — Ya dinlemesini? pi Bayıılmm. Hicratı piyanonun kapağ iya pağını açarak labufeîye ilişti. İnce zarif parmakları fi dişi tuüsların üstünde bir çift güver- cin yavrusu gibi uçuşmiya başladı. Si- ret havret ve heyecanla yıız.'ınn:nşı bakı- yordu.. Piyîıpodan büyük bir üstad debasıl_e değil fakat emsalsiz bir duygu kaynadından billür nağmeler taşmıya yaz ve ince 'başlamıştı. Şimdi fil dişi ve madeni notlarına idünya seslerinin en — güzeli olan tatlı, hafik bir kadın sesinin mestedici 'ahbengi kariışmıştı. Bu Şü - bert'in «Küçük bir kırmızı gül» şarkısı idi. Siret rüyaya dalmış gibiydi, Şüber- tin Viyana ormanlarının ahengini din- liyerek bestelediği bu ebedi şarkı genç san'atkârı büyülü bir rüyaya daldır - mıştı.,, Yavaşca yerinden kallkarak bir sgölge gibi piyanonun başına gidip dur- du. Şarki bittiği zaman biraz duman - lanmış gözlerini genç adama kaldıran Hicran pembe dudaklarının uçlarında- ki hazin bükülüşlerle: — Ben bu sarkıyı çok severim. Ve ezberden çalabilirim. -dedi- Siret onun ellerini öpmiye cesaret edemdi. —Yalnız hassas gözlerinin taabbüd derecesine varan hayranlığile bakıyordu. İki genç fânilerin duyacağı en ilâhi bir vecde kapılmış susarlarken, mut - fakta kahve pişiren Mustafa ile yemek- leri dolaba yerleştiren asçı da anlama- dıkları bu musikinin gene her insanın kulağına hoş akisler yapan berrak ve billür kadın sesine kendilerini vermiş- terdi. Ses kesilince aşçı: — Bu hanım beyin yeni emüdiresi mi*» Metresi mi?-diye sorunca- Musta- fa köpürdü: — Var gif oradan, beyin eski müdi- resi varmıyvdı ki yenisi olsum... Hem ağzını çalka sen.. şu melek gibi kız etini yedirecek kuşa benziyor mu ulan?! Aşçı güldü: — Sen ne anlarsın ondan... Beni kendin gibi budala mı sanıyon sen? — Beni günaha sokup durma. O kız müdires olur mu hiç sersem... Bütün gece odasında çocük gibi- mişil mışil uvudu. O Meyremana ayol. Meyrem - ana... Bir daha bu sözü ağzına alavım dermne. Kapı yoldaşlığın hakkını falan tanımam, kafana inerim... Aşcı yumuşar gibi göründü: — Peki. gabül... Amma velâkin a- teşle pamuk işi bu yavrum.. ateş alır bir gün elbet. — O zaman da belediye sağ olsun.. nikâhı kıvıverir. Mustafa kahve fincanlarını kayarak: — Şimdilik onlar dünya ve ahiret kardeş bunu böyle bil sen! dedi. Siret hâlâ mebhuttu. Hicran yavaş- tepsiye ça oivanodan kalkarak genç san'atkâ - rın önünde durdu: — Yemekten sonra istirahat etmek istemez misiniz? — Size tâbiim. — Ben yemeklerden sonra' yatmak âdetim değildir. Fakat siz biraz uzanı -« nız. Ben de kendime bir iş bulurum. Siret kendisine imkânsız bir şey tek lif edilmiş gibi: — Beni niçin mahrumiyete — mah - küm edivorsunuz Hicran hanım. Bera- ber aoturamaz mıyız? ; — Elbet otururuz. Hem size bir is - teğinizi hatırlatacağım. Siret heyeca'nından sarardı. Hiecran devam etti: — Size modellik yapacağım. Yorul- maz mısınız? — Yorulmak mı? Siz beni sevinçten çıldırtacaksınız. Meğerse hayat ne gü - zelmiş varabbi! — Söyleyiniz bana Siret bey.. nas'l poz vermemi istivorsunuz? Siret bir hamlede dısarı cıkarak e - linde zarif bir paketle geri döndü. İn- ce beyaz kâğıdı açtıkları zaman için - den bir kac metre bevaz seffaf ibekli bir şifon çıkarak deniz köpüğü gibi ka- napenin üzerine döküldü. Hicranın büsbütün bpembeleren vü - züne Siret yalvaran bir nazarla bakı - yordu. size alarak: a — Peki «dedi- Ne istediğinizi anlı « yorum. Şimdi hazırlanacağım. ' Siret, boğuk ve titrek bir sesle ce « vab verdi: ğ Sizi atelvemde bekliyorum. Bir yığın beyaz tülün arasında uçar gibi yemek odasından çıkan Hicranm arkasından Siret de çıkarak atelyesine — giyip paletini hazırlayınca'ya kadar ka- mahlfiku andıran Hicran — göründüğü zaman Siret onun dizlerine kapanma « mak için kendini zor tuttu. O mübalâ. gah sansasvonlar duyduğu zaman bile kendisine hâkim olmağa alışık bir izos raktere malikti. Fakat büsbütün sarars — mıştı. Bu. Jevend, ince ve beyaz stlilet — karşısında cidden Venüsler, Minerva « — lar birer hantal cadıya |benziyorlardı. — Siret bu harikulâde kadın endamı kötu sısında san'at veedinin en erişilmez zit vesinde gözlerinin karararak — başmım döndüSünü duvdu. Ve bir an gözlerini kapadı. İcinden bir dua gibi: A —- Bu ne erişilmez bir saladet?! -di « vordu- Korkuvorum! Zevk ve saadetiri bu kadarından korkuyorum. K Hicran ipek tülü avuçlarının içine . — İlâheler gaibi keşfederler elbet, — pı açılarak çıplak vücudünün üzerine — sardığı beyaz tüllrin içinde semavi bir — (Arkası var) ğ doğru yürüdü. Beyaz keten gömleğini — f

Bu sayıdan diğer sayfalar: