14 Nisan 1941 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2

14 Nisan 1941 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Milli müdafaanın İlk silâhı: Milli birlik Mamma Müittin BİLLEN mam uzoslavya ile Yunanistana karşı açılan Alman taar- ruzu başlıyalı henüz bir hafta ol- du. Muhtelif kaynaklardan gelen haberler gösteriyor ki bu memle- ketin yapmak istediği harbi, ilk gününden itibaren ta uğramış, daha doğrusu Yuyos- lav ordusu esaslı bir müdafaa va- ziyeti almaya dahi vakit bulama- mıştır. Bu bal, strateji bakımından bu memleketin san zamanlarda kül ve hattâ ümidsiz bir va; te düsmüş olmasından ileri geldiğin. de şüphe yoktur. Yedi memleketle hududu olan ve yedi tarafından birden hücuma uğrayan bir mem- leketin, bilhassa le motörlü bir İ#arruz karşısında, kendisini ko- lay kolay müdafaa edemiyeceği aşikâr idi. Bununla beraber, ara- zinin çak dağlık ve bir kı sa- hasımda geçidleri çok az olması, Yuşoslavyanmn, hiç olmazsa m ayyen bir sahasında, uzun müddet bir mukavemet harbi yapabilece- İl ümidlerini vermeğe o müsaiddi. Simdi ise, bugünkü vaziyete göre, bu tarzda bir mukavemet harbin den bahsetmek kabil olamamak- tadır. İşlerin birdenbire böyle bir saf- haya girişi, sade strateji vaziyeti vevahud, taarruzun motörlü l- ması keyfiyeti veyahud o hasmın tayyare bakımından sahib bulun- duğu üstünlük ile kâfi derecede izah edilemez. Yunanistan da he- men hemen ayni vaziyette bulun- duğu halde, önun gösterdiği mu- kavemet, hiç olmazsa daha canlı oldü. Yugoslavya ise, daha ilk earoşma gününden itibaren çö- zülmeğe başladı. Bunun sebebini, Yugoslavyanın dahili bünyesinde aramak iânm gelir. * Harb başlamak Üzere bulundu- ğu günlerde bu sütunlarda yazmış olduğumuz gibi. Yugoslavya tari- hin vücuda getirdiği bir memleket değil, Versaillein yapı bir kombinezondu. Versailles erkâm, bu memleketi kurarken, onun hayatiyeti bakımmdan acaba ne düşünmüsşlerdi? Bunu bilmevzi; fakat, yedi milyonluk bir Sırb kütlesinin sekiz milyonluk bir gayri Sırb kütleyi kolaylıkla ken- disine temsil edebileceğini tasav- vur etmek yanlış bir hesab ol muştur. Son Belgrad vukuatına | teseb-| büs ederken muhsrebeyi de gö almış olan Sırb nasyonalistleri, kabul etmek mecburiyetinde bu-; Yanacakları bir Yuzoslavya harbi değil, bir Sırb harbi olacağını el- bet düşünmüş olsalar gerektir. E-| ğer aksini düşünmüsler ve kendi- lerinden sonra en kuvvetli kütle arın sadakatleri Üz yapmışlarsa bun büyük bir hata olduğunda süphe | yoktur." Vukuat geçip (gittikten! ve hâdisat tarihe mal edildikten sonra Balkan dramının bu safhası elbet aydınlanacaktır. Merakım:- zın İzalesini o zamana bırakırsak, bugün icin gözümüze - çarpacak bakikat sudur:.İçinde kuvvetli bir! İsinirler üzerinde menfi bir İkalbin böyle bir münebbih tesire *İmzotlı gıdalar pek çoktur, Kutub SON POSTA Münevi kudretin ilk şartı milli birlik li Milli birlik öyle bir kuv. Çatalın mazisi Bir şatonun yemek odası - Esk insanlar nasıl yemek yerlerdi 7 Çay, kahve ve kakao hakkinda)Sonra birçok yerlerde, herkese ayrı yapılan bu münakaşalarda kim hak/aytı tabaklar verilmez, bütün bir hdi? aile müşterek ve büyük bir sahan - Çay ve kahve, az gıda iki madidan yemek yerdi. herkes için ayn 'dedir. Fakat iş bu kadarla kalsalaynı tabak kullanmak, ancak mo. gene iyi. Çay ve kahvenin, kalb ve|dern cemiyetlere hâs bir Adettir, tesiri - & k vardır. Vakıa az miktarda kahvel Bir 88Ki Zaman yeme alındığı takdirde kalb üzerinde mü- nebbih bir tesir yapar. Fakat her odası Yüksek taş merdivenlerden tr. İmanarak, imeş'alelerle aydınlat! büyük ve karanlik bir salona giri yoruz. Dişarısı henüz iyice aydınlık olmamna Tağmen pencerelerde ka. lin perdeler var. Zira vakit kıştır, odayı ucak tutmak lâzim. Çünkü 5 devirde henüz cam icad edilme - miş olduğu için yazın, pencereler #smamen açık, kışın ise kalın per- delerle örtülüdür. Burası bir yemek salonu olması- &n rağmen, ortalıkta yemek masa, gına benzer, hiç bir şey yok. Yemek masasını yemekten az önce getirir hiç de ihtiyacı yoktur. Sinra, kahve. nin vakitli vakitsiz ve İüzumundan Fakat kakao ile çikolatanın, bil - hassa çikolatanın vaziyeti hiç de böyle değildir. Çikolatada yağ ve seyyahlarının, uzun Kutub yolcu - huklarında beraberlerinde çok mik. tarda çikolata (o götürmeleri hiç de tesadüfü değildir. Kakao, çikolâtaya nazaran daha az gidalıdır. Kakao şöyle hazırla - nur. Kakao taneleri öğütülür, kav » tulur ve sonra da yağı alinir. Bunun içindir. ki kakaoda çiko- lataya nazaran daha az yağ vardır. Eski insanlar ne ile ve nasıl yerlerdi? birlik bulunmıyan bir memleket, | bugünkü muhârebeli sadmele- | rine karsı kuvveti mukave- metle karşılıyamıyor. Silâhtan ev- vel birlik, bugünkü harbin o ©sas şartlarındandır. yorlar; daha doğrusu hemen yapı. veriyorlar. İşte, kısa kollu, ev doku ye: vettir ki, onu yenebilecek kuvvet ederm aes DE EB e Milli birlik s henüz icad edilmemiştir. İYAT IT Adaptasıyon! Yazan: Halid Fahri Ozansoy Merhum Tahsin Nahid, Raki-|hiyetine bürünmüş oldu. Fakat|ergin be'yi adapte ettiği günlerde şöyle ejderdi: — Artık bu son adapte piyesim, ndan sonra hep telif esere ça- lışacağım. Ben sorardım: — Peki, neden, Jön Türk te- lifinden sonra o yolu inkişaf ettir- medin de? Derhal sözümü keserdi: — Öyle deme, Bilâkis ben piyes adaptesinden çok favda rördüm. İyi bir eserin mekanizmasını bu- nun kadar mükemmel öğreten bir ders yoktur. Fakat artık aldığım dersler kâfi. Bundan sonra yolum ebedi surette teliftir, Zavallı 'Tabsin ahid! Raki. be'nin adaptesi bitip te Darülbe- dayi'de provaları yapılırken her. gün artistlerin yanında idi# Fakat son provelar esnasında birdenbire hasta düstü ve çok geçmeden öl. dü. Rakibe de “onsuz aynandı. Ne rezin hatıra" Fakat ben- sahne ta- hakkuk ( ettiremeden Meğer yolu, edebi telife değil, e bedi karanlığa sapacakmış! Emin Bülendin dediği gibi: Mensi kalın yazılmamış ulvi ne şideler? Ne hüsran! Tahsin Nahid, o ul- vi meşidelerle beraber ulvi sahne cerlerini de, sönen zekâsı ile be- raber mezarın sonsuz ve korkunç sessizliğine götürdü.” ve Bugün bana acı acı bu hatırayı yâdettiren nedir? 'Tek kelime; Adaptasyon! Peki, adaptasyon nedir? Gene Tahsin Nahidin başka bir izahı ile: bir örgü, bir kanaviçe, Fakat yarabbi! Şu son yirmi beş yıldan- beri bu kanaviçeyi kimler kullan. madı ve ne şekillerde kullanma- dı?! Bazan koskoca garb roman- ları, türkçeye, yalnız insan ve mâ hel isimleri Türk 'smine çevrile- rek naklolundu ve bunların buz sına nakili diye bir muharrir adı şiller giyinmiş hizmetçiler göründü. | konuldu ise de bazilerına bu bile Arkalarında wzun konçlu san çö - raplar ve sivri burunlu kırmızı pa- Ibuçlar var. Kaş göz arasinda dört Yazla görülerek sadece bizim mu- harririn adı kaydedildi. Bu suretle bu çevirme eserler, ilk nazarda, pek tabif olarak sahte bir bürü- nüş! Zira, yamalı bohça gibi bu nevi eserler gene okuyanların gözleri önünde sırıttı durdu. Sonra hikâyeler, sonra gene pi- yesler! Bütün bunlar, hep adapte edilerek Türk edebiyatına zorla mal edilmeğe çalıştı. Nihayet bu komedi artık tahammül olunmaz bir hal akınca da, ilk zamanlar sin. si sinsi, sonraları açıktan açığa tonkidler, muahazeler baş göster- di ve işte en nihayet bu hoşnud- suzluk, o sakat çığırın geç te olsa haklı bir aksülâmeli halinde mey- dana gürültülü bir dava çıkardı İşte bugün, yazı âlemi, bu da vanm içindeyiz. İnkâr etmem: bir vakitler ben de bam piyesler ve bilhassa ko- mediler adapte etmiştim. Fskat şu var ki ben de Tahsin Nahid gibi bu yolda ysrarla devama taraftar değ'idim. Nitekim çok zamandan- beri o yoldan dönenler arasında yım. Nasıl dönmiyeyim? o Esefle görüyorum ki, gittikçe bir adap- tasyon salgını, sari bir hastalık gibi bitün edebiyat sahamızı sa- rıyor. Hele başka düden nakiller saklanmağa ( başlandığındanberi, bangi eser nakildir, hangisi telif- tir, bunu bile tefrik etmek güçleş- meğe başladı. Bir şiir okurken, güzel bir mırsam karsısında gayri fbtiyari düşünüyorsunuz: — Ba şairin başka şiirlerinde ben bu kadar güzel bir hayal ve his bulamadım. Sakın bu mısra bir garb şairinden mülhem oima- sın? Bu acı ve ihtimal çok haksız şüpheyi bir hikâyeye, bir romana da tatbik edebilirsiniz. Netice bir- dir: devamlı adaptasyoncuların en sonunda bizi sürükledikleri şüphe ve tereddüd uçurumu! Sonra bu meselenin çok hazin bir başka.safhası daha var: bu a- daptasyon hastalını gün geçtikçe öyle kökleşiyor, dalbudak salıyor ki, sonunda, bütün bu dallar sa- dece bir tek seyi boğuyorlar: mil N edebiyatı. Öyle ki, telif bir eser yazıp ta bir kitabecıya, hattâ bir gazeteye kabul ettirmek gücleşi- yor. Zira adaptasyon daha kolay vücuda gelmekte ve pek tabii u- Sözün kısası İmtihan geçiriyoruz E. Ekrem Ta AA üretimi, Trakya ve İş lanbul hakkında bir takım tedbirler aldı. Bunlar herhangi bir yakın tehlikenin o icabları değil, bilâkis uzağı düşünerek baş vuruk muş ihtiyati tedbirlerdir. Zaten harb patladığı günden- beridir cümhuriyet hükümeti a- zwmi durendişlik ve teenni ile ha- reket ederek her türlü ihtimale karşı soğukkanlılıkla ve metodla bazırlanmış bulunuyor. Bu seferki karar da işte o ha- arlıklar cümlesindendir; ve bun- dan maksad da bize bir taarruz vaki olur da harbe girersek Trak. ya, İstenbul ve civarı halkının ha- yat, emniyet ve iaşesini korumak, askeri harekâta mütekâs'i bir su- rette sahne olacak bu bölgeleri- mizde iaşe zorluklarının bir nere- .. |€eye kadar önüne Reçmektir. Bizim başkalarının toprakları üzerinde hiçbir emelimiz olmadi- ih için harbe mütcarrız sıtatile iş. tirak etmiyeceğimiz artık herkes çe malüm olmustur. Buna muka- taarruza uğramıyacağır muz hiç kimse temin edemez. Bu iyet karşısında her türlü ted- önceden almakta mazur ve pek haklıyız. Gafil davrananların başlarına ne işler açıldığını hemen görüyoruz; ve bu sebeble biz gafil avlanmak istemiyoruz. İstanbullu ve Trakyalı yurd- daşlarımıza hitaben, örtü idare ko- mutanlığınca neşredilen son tebli- ğin manası işte budur, ve sade bundan ibarettir. Şimdi, sevgili yurddaşlarımızın bu karar: nasıl karşılamaları 78. zim geldiğini söylemek sırası şek miştir. Bu, onlar için bir imtihan dev- resldir; ve bu imtihanda, bizi bu derece itina le düşünen, koruya» cak isabetli tedbirler alan hükü- metimize karşı afırbaşlılığımızın, soğukkanlılığımızın, temkin ve itidalimizin, birliğimizin, inancım mızın, elendiliğimizin, elhasıl mil. 1 kuyvetimizi vücuda getiren bü- tün haslet ve mezivetlerimizin öl. çüsünü vereceğiz. Bu iş biraz zor gibi görünür am- ma. vapacağız. Baska türlü biz benliğimizden feragat etmiş olu- jruz. Etrafımızda her vakitkinden zi» yade faaliyet gösteren fesada, de- dikodulara, şayialara kulaklarımı- m. biz de her vakitkinden zivade tıkalı bulunduracağız. Hakikati, itimadımızı kazanmış bülunan hü. kümetimizin tebliğlerinden gayri yerde aramıyacağız. En ufak bir korkunun, bir telâşın yersiz oldu- ğuna kanaat getirerek, olgun in- sanlara, en yerinde bir tâbir ilet Türke yakışacak sükünu ve vakarı göstermeliyiz. Zira viz bu imtihas nı sade kendi büyüklerimize karşı değil, hakikatte, gözleri tamamen bize çevrilmiş olen bir cihana kar. sı vermekteyiz. E e Üalu Şehir Mec'isi yarın toplanıyor Şehir Mexlisi yarın öğleden sonra Nisan içtima devresinin son toplan, tısını yapacaktır, İ Bu toplantıda Elektrik, Tram « İvay ve Tünel İdaresinin 1940 yih bilânço vaziyetile, belediye ulacak- larına mukabil Haliç Şirketi emva- Bu birlik, geçenlerde izah et- miş olduğum gibi söz halinde a- ğızlarda tekrar edilen bir birlik değildir. Bir milletin bütün ferd- leri arasında bir taraftan tarihin getirdiği bir takım duyguların ve tesanüd bağlarının, diğer taraftan da yaşanılan zaman icabatını iyi sa zenginlerinin sofralarında neler bulunmazdı! O devir zenginlerinin! bütün kap kaçağı ya altından ve - yahud gürşüştendi. Fakat gelgele- lim bunların en mühim bir şeyleri eksikti, Evet, altından, gümüşten kap - i olan bu anlamış ve tamam hesab etmiş bir şuurun vücuda getirdiği kuvvetli ve sarsılmaz bir birlik, herhangi bir muharebede herhangi bir mil- let için ilk silâhtır. Yugoslavya bu silâha hiç sahib olmadığı içindir ki ilk carpışmada sanki felce uğ- ramış gibi, hareketsiz kaldı ve bir kaç gün evvel Belgrada gidip hi kümet meclisine iştirak etmiş Jan Maçekin birkac gün sonra Hir- vatların istiklâl hareketine istirak etmiş olduğunu gördü. Demek ki, Belgrad hareketini vapmış olan, jar, hesablarını bu bakınılardan eks'k tutmuşlardır. Bir milli müdafaanın ilk şartı İvi snlasilmış ve tarihi hakikatle-| re istinad eden, siyasi olduğundan İdi. daha ziyade milli ve avni zaman- da içtima! bir birlik olduğunu bu acıklı misal ile bir kere daha kaydedelim. noksan olan şey çataldı, Evet, şu bildiğimiz alelide çatal, | Eskiden insanlar yemekleri elle. rile yerlerdi. Hem de beş parmak.! larını yemeklerin içine sokmak su - retile. .: Eski zaman insanlarının sofrala- tinda biçak ta kitti. Kalabalık bir «ile sofrasında ancak bir iki tane biçak bulunurdu. Herkes sofra kom şusunun bıçağından istifade ederdi. Eski devirlerde insanlar | tabak falan da kullanmazlardı. Tabak va. silesi, kocaman, yuvarlak o ekmek parçaları görürdü. Bu O yağlanmış ekmek parçaları, sonradan, ya fa- kirlere veyahud köpeklere verilir - “Tabak ve çatalın ancak 300 se. nelik. bir mazisi vardır. Bu zaman zarfında da, bu âletler, çok mahdud Eski zaman insanlarının, bilhas-layaklı sehpalar geti ler, üzerine | nakledenin sanki kafasından ve (Arkası sayfa 6 sütun 2 de) ruhundan doğmuş birer eser ma- İSTER INAN, İSTER iINANMA! İstanbulda kelli felli, görene | - girer, aksi yol tuttuğu hal- bürmet telkin eden öyle bir a- İse cezası göre 'nİ- dam vardır ki, adliye haberleri | hayet birkaç aydır. y Hapishaneye gider, raüddetini Bazan hâkim sorar: bitirir, sonra dolandırdığı para- münasebetile gazetelerde sik | Adam zabıta tarafından ara- | yı sakladığı Verden çıkararak İ | — Dosyaları tamam mı? Maznun şöyle bir çuvala ba- kar, bazan aklına eser: — Efendim galiba daha on ta- ne olacaktı, diyeceği tutar, Bu adam dolandırıcıdır, fakat sık adını, bazan da resmini gö- | nirken hiçbir zaman kaçmamış- rürsünüz. tır, işi bir hak ve alacak davası Kim bilir kaç senede birikmiş | şekline d mümkün ise 0- dosyaları koca bir çuvaldır, | nu yapar, değil ise cezasına kal- mahkeme salonuna güçlükle t8- | janır. Üç beş yüz lira, bazan da $ınır ve ne zaman görünse bü- a) birka isli B a ön düduklarda hir “ebenin | bölen sanat Sisli pre topla | yemeye koyulur, bir taraftan da bir yeni kazanç araştırır. Biz her gazele oküyanın bu adamı söylenmese deki bulup tahmin suçunu © şekilde işler ki, mese- | edebileceğine inanıyoruz, fakat le nihayel bir hukuk davası şek- İ ey okuyucu sen: İSTER iNAN, ve zengin aileler tarafından kulla - lm mıştır, emniyet altına almıştır. ISTER INANMA! cuza da satin alınabilmektedir. Bir | line konulan haczin kaldinlması işi ticaret isinde masraf ne kadar a-| görüşülecektir. zahrsa kâr da o nisbette coğala | smmm cağından, bu suretle, Türk edebi. | rih deliller ve misallerle ayni mes yatının zararına, üstüne şark eti-! sdleye tekrar geleceğim. Güce keti yapıştırılmış bir garb matahı| nenler dostlarım da olsalar ben! daha makbul oluyor. Yani adap-| mazur görsünler. Çünkü bu, her tasyoncu, müellifin üstünden at-| seyden evvel milli bir edebiyat liyarak, hokkabaz gibi el cabuklu.| davası, bir memleket davasıdır. ğu marifetler gösteriyor, bazan| Bu davada ise asla hatır, gönül Halid Fahri Ozanaı kendisini, ucuza mal sattığı gaze- telerde büyük muharrır, filân diye methettirmek imkânlarını da faz-|” Tasile buluyor. İşte bence, mese- lenin en facialı tarafı buradadır ve ne yazık ki, bu trajedi oyna- rırken, en anlayışlı seyirciler bile likayıd durmaktadır. Fakat niçin Tâkayıd durmalı? Buna hakkımız var mi? Bugünün ve yarının ede biyatı, hakiki den böyle âciz liyor? Eser yazan, yahud eser tet- kik ve tenkid eden, bepimizin bu işde bir mes'uliyet hissemiz yok mudur? O halde niçin sadece bir tarafa hücum ediyoruz? o Günah cümlemizindir, bütün yazanların ve yazdığın okutmak iddiasında ölanlarmdır. Hâsılı. ba hafta. bu, yaranın üstüne ben de parmağımı basıyorum. İcab ederse, daha sa

Bu sayıdan diğer sayfalar: