Son Posta 15 Eylül 1942 sayfa 4 | Gaste Arşivi

15 Eylül 1942 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 4

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

- 3/2 Sayfa z SON POSTA- Eykâl 15 «Son Postas nın tarihi tefrikası: 54 «Son Posta»n nın edebi romanı: 198 Mehmed Paşa Halil pehlivan - ve Deli Hasandan çok umudluy- du. Bu itibarla terddüd etmeden padişaha teminat verdi: — Eminiz padişahım. — Ya, nasıl başlamağı düşü- nürler idi? — Mutemed yoldaşlar — bula- hm derler idi efendim. Ortalık artık — iyiden iyiye ağarıyordu. Sultan Mahmud Be- şir ağaya döndü: — Şimdi kaç bin altun tedarik edebilürsiz? Hazinei hassadan akça çıkarmak istemeyüz lala. Şayi olması ihtimali vardır. (Ba şını sadrazama çevirdi|) sizde akçe yok mudur? Mehmd Peaşa başını önüne eğüp mırıldandı: — Otuz sekiz günlük «Mührü şerif hâmiliyüz» padişahım! Bu sefer Sultan Mahmud ba- şını önüne eğdi. «Otuz sekiz gün- lük sadrazamız« demek he- nüz çbir şeyler yuı_ıamadık!ıı de mekti. Birinci Mahmud tekrar kızlar ağasına döndü: — Kaç bin alitun verbilürsiz didündü! Beşir ağa ellerini ovuşturdu: — Ne miktar lâzım ise padi- hım. !41_ Meselâ beş bin! , — Heman teslim eyleyelim. — Durman, altunları vezir sa rayına irsal eylen. (Sadrazama bakıp gülümsedi| Beş bin altuna kaç baş satun alursız paşa? Mehmed Paşa sarardı: — Şimdülük beşi pazarhlkta- dır!. Sustular, kızlar ağası ile Moh- med Paşa haremden çıkıp kızlar ağası dairesine gittiler.Merdiven başına geldikleri zaman ağa Mehmed Paşanın elini tutup sor- du: — Altunları aldıracak mısız sultanım, Yoksa tarafımızdan ir- | salini mi arzu buyurursuz? — Beşir ağanın pınl,rı kendi v mın işine gelmiyordu. Gelmeme-l sinin sebebi de boş boğaz hadım ağalarının dillerini tutamamaları düşüncesinden ileri geliyordu: — Kethüda Musatafa Beyi gönderelim ağa hazretleri, ke- rem buyurup kendüye teslim ey- lersiz! Dedi. Darüssuade taşlığında ayrıldılar. Mehmed Pasa dozru vezir sarayına gitti. Halil pehli- van ve arkadaşları bekliyorlar- dı. Paşanın geldiğini görünce he- lecanla ayaklandılar. Kollarını ardına bağlayıp sordu: — Beş bin altın kifayet eder mi? Deli Hasan ağanın gözleri parladı: — Yeter sultanım. — Akçeleri şimdi tesellüm e- decek misiz? — Yok sultanım, bunda kal- sun. Yoldaslar nasıl olsa saraya geleceklerdir. Kendülerine tak- sim olunur! Mehmed Paşa Deli Hasanın ne demek istediğini birdenbire anlayamadığı için sordu: — Yoldaşlar saraya mı gele- cekler der idiniz? — Beli, öyle arzeylemiş idik. — Ya, sarayı hümayunda ne işleri vardır? Deli Hasan manalı manalı gü- Kümsedi: — “Münasib mahallere gizle- nüp eşkiyayı katleyleyecekler- dir! — Kaç nefer «serdengeçti» tedarik edebileceksiz Hasan a- ga? : — Anı şu saat kestiremeyüz benim sultanım. Burada Halil pehlivan lâkır- dıya karıştı: - — «Dinar» kaziyesi hallolun- du sultanım. Şimdi bir şartımız dahi vardır. Sadrazam gözlerini açtı: — Söylen ağa. Halil ağa yerinde şöyle bir kı- pırdandıktan sonra ağır . ağır| PATRONA HALiİLİN AKIBETİ — Bir kıt'a fermanı hümayun dahi ister idük. Mehmed Paşa boynunu ileri- â'e doğru uzatıp gözlerini büz- ü: — Fermanı hümayun mu der- siz? — Beli, devletlâ efendim. Kat- ledilecek beş nefer kimesne var- dır. Şevketlü padişah fermanı ol- madın anları kendülüğümüzden «izale» eylemiş oluruz! — Fermanı hümayuna; «Pat- rona Halil, Saraç Mehmed, kah- veci Ali ve boynu «Urlu» adlı a- dına yazılmaludur! Urlu adımı işitir işitmez esirci Şüca Çelebi yerinden üç karış sıçradı: — Aman sultanım, Urlu ağa- yı katman, anın verdüğü silâh- şörler sayesinde «âmenen» hu- zuru şerifinize gelinebilinmiştir. Hem bu âdemden «emri hayırda» ziyadesile istifade dahi - memul bulunur! Dedi. Koynundan hemen bir pusula çıkararak sadrazam Meh med Paşaya uzattı. Esircinin ver- diği pusula Urlunun evinde cbal- h şeftali» «Selma» nın gizlice verdiği kâğıddan başka şey de- ğildi. Selma, pusulada: «Urlu ile Patrona Halilin araları gayet a- çık olduğunu, sabahleyin az da- ha pâala yalaya gelmelerine - kıl payı kaldığını» yazıyordu. Mehmed Paşa pusulayı dik- katle okuduktan sonra keyifli keyifli gülümsedi;: — Bre siz «cevher damarının göbeğine uğramışsız da hâlâ aşıkkı şefe» mi eylersiz? Ya, bu Urlu şakisinden ne deyü istifade eylemeği düşünmezsiz) Bu â- dem bir çalışta Halil iblisini pa re pare edemez mi idi? Halil pehlivan güldü: — İt iti dalamaz derler sulta- Erke YAZAN: gi kadın NUSRET SATA COŞ$KUN , — Schubert deyince aklımıa siz geliyorsunuz Vedad Bey! Si- zin y da böyle ikisi kuy vetli bir film seyretmek, Schu- bert'i dinlemek ne saadet! Sonra içini çekerek ilâve etti: — Böyle büyük san'atkârların hayatına karşımış kadınlar na bahtiyardırlar değil mi? — Pek zannetmem! — Hayret!.. Niçin Vedad Bey? — Çünkü, san'atkârlar umu- miyetle bedbaht olurlar. Hayat- larına karışan kadınlar onların karanlık, bedbin ruhlarına biraz ışık verirlerse de mukadderatla- rını değiştiremezler. Hepâinin korkunç akibetleri vardır. İşte Schubert, işte Mozart, işte Beet- howen.. Edebiyattan da misal vereyim mi? — Fakat bir kadının büyük bir san'atkârın hayatına karıs- makla duyduğu saadet, sonra ce- keceği ıztırabları gölgede bıra- — Zannettiğiniz gibi değil. San'atkârların hayatına girmek büyük bir saadet değildir. San'at kârlar, derbeder, serazad, sers<e- ri ruhlu, savuruk insanlardır. Ha- yatlarına karışan kadınlar, bir müddet için onlara intizam, il- ham verirler. Sonra gene san'at- kârın çılgınlığı nükseder. Onla- rın sefil bahtlarına iştirak mec- buriyeti vardır ki, her kadın bu kadar kuvvetli olamaz. —Bir kadın kendinde bu kuv- veti bulursa!.. — Kendi kendini sefalete, a- zaba, hüsrana mahküm etmiş de- rektir. — Niçin istikbaliniz hakkında bu kadar bedbinsiniz Vedad Bey? ç Ru sualle birdenbire şaşırdım. Bütün bunları kendimi hiç dü- şünmiyerek, söylemiştim. Bu su- al, birdenbire beni mazinin kır- sağına attı. Buradan istikbalimi de gördüm. Ben ne Schübert, ne Sa- dolayısile onları benimsemiş, dai- ma ruhumda hissetmiş — bulunu: yorum, Lâkin san'atkârın hali ve istikbali için, hüküm verircesi Yaratır / — Çok düşündünüz, fakat biz şey söylemediniz! ileri sürdüğüm iddialar doğru değil mi? Ben onların küçük çapta bir modeli sayılamaz mı: yım? Benim hayatıma Schubert te olduğu gibi bir Karolin Ester- hazi, ne Mozarda olduğu gibi bi Atoyzia Veber, ne Beethowen gi- bi bir Ciyuliyeta girdi. Kalbimi dolduran, inin olduğu kad. halin, halin olduğu kadar istik- balin de kadını, Semahat var. Fakat o, diğer büyük meslektaş- larımın hayatına giren kadınlar gibi ben bir san'atkâr vasfını al- madan kalbimi doldurdu. Diğer kadınlar, bu san'atkâr- lara ilham verdiler. Halbuki Semahat, benim bit san'atkâr olmamı teminden son- ra ilham vermekte de devam etti. Bu bakımdan benim Sema- hatim hepsinin — sevgililerinden daha kıymetlidir. Bu düşünceler içinde istikbalimi de gördüm. San'atkâr dostlarıma — benziyen tarafım, benim de inkisara uğra- yışımdır. Çünkü bu kadınlar na- sıl onların olmadılarsa, Semahat te tamamen benim değil! Bilhassa sonlarımız birbirleri- ge çok benziyecek! Ben de yal- nızlık, hüsran içinde Ççürüyüp gitmiyecek miyim) İstikbalime çok bedbin bakıyorum. Bana göz kırpan hiçbir ümid yok. Andr&â Theuriet'in bir sözünü hatırlıyo- rum: «Mes'ud hayat yoktur, mes'ud günler vardır» diyor. Ne doğru.. Fakat benim için ne uzak.. Mes'ud hayat yoktur, güzel,, peki, hani benim mes'ud günlerim! O kadar az ki., Ken- dimi bir an Gönülün havasına kapılarak mes'ud bulmuştum. Şu halde bu saadetin kıymetini bil.. Kendini mes'ud bulduğun hergün kârdır Vedad! Gönül, uzun ıııun_dü;ündü_iü— Dedi. Gözül , Sehubert'in, ümidsiz aşkını hissetmeğe, duyurmağa çalışan artist te, verdim: — Artık adamakıllı yaşlan:- dım. Böyle olduğu halde haya- tımda bir intizam yok. Bu yaştan sonra insan ne ümid eder ,istik- balden ne bekler? Niçin romantiğim böyle?.. Bir derdleşme ihtiyacını mı hissedi- yorum! Yüzüme baktığını sezdim; ben de başımı çevirdim. Göz göze geldik. Hafif aydınlık içinde bir kat daha güzel görünüyordu. Gözlerini kaçırmadı. Ooh, bu ba- lnşlır. hiçbi üşkülât çek ge çözülüverecek ne karışık manalar naklediyordu. . — Sizi bedbaht eden bir ka- dın var biliyorum. Bu kadımı u- nutun, kalbinize yeni bir aşkın heyecanını doldurun Vedad Bey! Boş bulundum, onun hayatım- da bir kadın olduğunu Füsundan duyduğunu unutarak — soruüver- dim: — Hangi kadın!... — Bu sırrınızın bence malüni olduğunu biliyorsunuz. Meçhul olan bu kadının kim olduğudur. Titredim. Gönül, Aannesini u- nutmamı istiyordu. Yarabbi, dün yada neler oluyor. Ben bu çocu- ğun annesini seviyorum. O bu- nun farkında değil, bana zâfı var. Sonra kendisince bilinmiyen bu kadının bana ıztırab verdiği- ni düşünerek unutmamı, — ruhu- mu yeni bir heyecanla doldur- mamı tavsiye ediyor. Peki bu heyecanı yaratacak yeni sevgili kim? Bu sadece bir tavsiye mi- dir, yoksa kendini ileri sürmek midir? Bu merak beni garib bir ağır ağır cevab suale sürüklüyor:

Bu sayıdan diğer sayfalar: