15 Eylül 1942 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 4

15 Eylül 1942 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

3/2 Sayfa SON POSTA“ Eylâl 15 du. Bu itibarla terddüd etmeden padişaha teminat verdi: Eminiz padişahım. — Ya, nasıl başlamağı düşü- nürler idi? — Mutemed yoldaşlar hm derler idi efendim. artık Mehmed Paşa Halil pehlivanjmın işine gelmiyordu. Gelmeme-| ve Deli Hasandan çok umudiuy-| i ağaların, sinin sebebi de boş boğaz hadım illerini tutamamaları düşüncesinden ileri geliyordu: — Kethüda Musatafa Beyi gönderelim ağa hazretleri, ke- rem buyurup kendüye teslim ey- bula-|lersiz! Dedi. Darüssade taşlığında ayrıldılar. Mehmed Pasa doğru iyiden iyiye|vezir sarayına gitti, Halil pehli- ağarıyordu. Sultan Mahmud Be-|van ve arkadaşları bekliyorlar. şir ağaya döndü: — Şimdi kaç bin altun tedarik idı. Paşanın geldiğini görünce he- lecanla ayaklandılar. Kolların edebilürsiz? o Hazinei hassadan| ardına bağlayıp sordu: akça çıkarmak İstemeyüz lala. Şayi olması ihtimali vardır. (Ba sını sadrazama çevirdi) sizde akçe yok mudur? Mehmd Peaşa başını önüne eğüp mırıldandı: — Beş bin altın kifayet eder mi? Deli Hasan parladı: — Yeter sultanım. — Akçeleri şimdi tesellüm e- ağanın gözleri — Otuz sekiz günlük «Mührü| decek misiz? serif hâmiliyüz» padişahım! — Yok sultanım, bunda kal “Bu sefer Sultan Mahmud ba-)sun. Yoldaşlar nasıl olsn saraya) şını önüne eğdi. «Otuz sekiz gün- ik sadrazamız« müz ubir şeyler yapamadık!» de mekti. Birinci Mahmud kızlar ağasına döndü: — Kaç bin aliun verbilürsiz didündü! Beşir ağa ellerini ovuşturdu; —- Ne miktar lâzım ise padi- eyleyelim. — Heman teslim N — Durman, altunları vezir sa rayma irsal eylen. (Sadrazama bakıp gülümsedi) Beş bin altıma kaç baş satun alursız paşa? Mehmed Paşa sarardı: — Şimdülük beşi pazarhkta- dır!. Sustular, kızlar ağası ile Meh- med Paşa haremden çıkıp kızlar ağası dairesine gittiler.Merdiven başma geldikleri zaman ağa Mehmed Paşanın elini tutup sor- du: — Altunları aldıracak mısız sultanım. Yoksa tarafımızdan ir- salini mi arzu buyurursuz? telnarİne demek istediğini geleceklerdir. Kendülerine | tak- demek he-|sim olunur! Mehmed Paşa Deli Hasanın birdenbire | anlayamadığı için sordu: — Yoldaşlar saraya mı gele- çekler der idiniz? — Beli, öyle arzeylemiş idik. — Ya, sarayı hümayunda ne işleri vardır? Deli Hasan manah manalı gü- Tümsedi: — Münasib mahallere gizle- müp eşkiyayı o katleyleyecekler- dir! — Kaç nefer çserdengeçtir tedarik edebileceksiz Hasan a- ğa? — Anı şu saat benim sultanım. Burada Halil pehlivan lâkır- diya karıştı: — «Dinar» kaziyesi hallolun- du sultanım. Şimdi bir şartımız dahi vardır. Sadrazam gözlerini açtı: — Söylen ağa. Halil ağa yerinde şöyle bir kı- ıktan sonra ağır kestiremeyüz — Bir kıt'a fermanı hümayun dahi ister idük, Mehmed Paşa boynunu ileri- n doğru uzatıp gözlerini büz- ş — Fermanı hümayun mu der- siz? — Beli, devletlâ efendim. Kat- ledilecek beş nefer kimesne var- dır. Şevketlü padişah fermanı ol. madın anları kendülüğümüzden sizale» eylemiş oluruz! —ı. — Fermanı hümayuna: «Pat- rona Halil, Saraç Mehmed, kah- veci Ali ve boynu «Urlu» adlı a- dına yazılmaludur! Urlu adını işitir işitmez esirci Şüca Çelebi yerinden üç (karış sıçradı: — Aman sultanım, Urlu - yı katma ım verdüğü silâh. şörler sayesinde «âmenen» hu- zuru şerifinize gelinebilinmiştir. Hem bu âdemden «emri hayırda» ziyadesile istifade dahi memul bulunur! Dedi. Koynundan hemen bir pusula çıkararak sadrazam Meh med Paşaya uzattı. Esircinin ver- diği pusula Urlunun evinde «bal b şeftali» «Selma» nın gizlice verdiği kâğıddan başka şey de- ğildi. Selma, pusulada: «Urlu ile Patrona Halilin araları gayet a- çık olduğunu, sabahleyin az da- ha pala yalaya gelmelerine kıl payı kaldığını» yazıyordu. Mehmed Paşa pusulayı katle okuduktan sonra keyifli gülümsedi: — Bre siz «cevher damarının göbağine uğramışmız da hâlâ «şıkkı şefe» mi eylersiz? Ya, bu Urlu şakisinden ne deyü istifade eylemeği dü mezsiz) Bu â- dem bir çalışta Halil iblisini pa re pare edemez mi idi? Halil pehlivan güldü: — İt iti dalamaz derler sulta- ram, ! dik- keyifli (Arkası var) «Son Posta» nın edebi roninnı: 108 Erkeği siz geliyorsunuz Vedad Bey! Si zin yanınızda böyle musikisi ku vetli bir film seyretmek, Schu- bert'i dinlemek ne saadet! Sonra içini çekerek ilâve etti: — Böyle büyük san'atkârların hayatına karşımış kadınlar ne bahtiyardırlar değil mi? — Pek zannetmem! — Hayret!.. Niçin Vedad Bey? — Çünkü, san'atkârlar umu- miyetle bedbaht olurlar, Hayat: larına karışan kadınlar onların karanlık, bedbin ruhlarına biraz ışık verirlerse de mukadderatla- rını (değiştiremezler, Hepâinin korkunç akibetleri vardır. İşte Schubert, işte Mozart, işte Beet- howen.. Edebiyattan da misal vereyim mi? — Fakat bir kadının büyü bir san'atkârın hayatına Okarıs. makin duyduğu saadet, sonra çe- eş ıztırabları gölgede bıra- — Zannettiğiniz gibi değil San'atkârların hayatma girmek büyük bir saadet değildir. San'at ar, derbeder, serazad, serse. ri ruhlu, savuruk insanlardır. Ha- yatlarına karışan kadınlar, bir müddet için onlara intizam, ilk ham verirler. Sonra gene san'at- kârın çılgınlığı nükseder, Onla- rın sefil bahtlarma iştirak mec buriyeti vardır ki, her kadın bu kadar kuvvetli olamaz. —Bir kadın kendinde bu kuv- veti bulursa!.. — Kendi kendini sefalete, aİrum zaba, hüsrana mahküm etmiş de. »ektir, — Niçin istikbaliniz hakkında bu kadar bedbinsiniz Vedad Bey? Ru sunlle birdenbire şaşırdım. Bütün bunları kendimi hiç dü. yünmiyerek, söylemiştim. Bu sw al, birdenbire beni mazinin ku: cağına altı. Buradan istikbalimi de gördüm. Ben ne Schubert, ne Mozart, ne de Beethowen'im. Sa- dece bir musiki san'atkârı olmam kadın — Schubert deyines aklımız dolayısile onları benimsemiş, dai ma ruhumda hissetmiş O bulunu. orum, Lâkin san'atkârın hali ve bali için, hüküm verircesine sürdüğüm iddialar doğru değil mi? Ben onların küçük çapta bir modeli sayılamaz mr yım? Benim hayatıma Schubert te olduğu gibi bir Karolin Ester. hazi, ne Mozarda olduğu gibi bit Aloyzia Veber, ne Beethowen gi- bi bir Ciyuliyeta girdi. Kalbimi dolduran, mazinin olduğu kadar halin, halin olduğu kadar istik- balin de kadını, Semahat var Fakat o, diğer büyük meslektaş. larımın hayatına giren kadınlar gibi ben san'atkâr vasfını al — Çok düşündünüz, fakat bir şey söylemediniz! Ded Gözüm, Schubert'in, O ümidsiz aşkını hissetme; Be, Oduyurmağa galışan artist te, ağır ağır cevab im: — Artık adamakıllı yaşlar: dım. Böyle olduğu halde haya tımda bir intizam yok. Bu yaştan sonra İnsan ne ümid eder ,istik. balden ne bekler? Niçin romantiğim böyle?.. Bir derdleşme ihtiyacını mı hissedi- yorum! Yüzüme baktığını sezdim; ben de başımı çevirdim. Gör göze geldik. Hafif aydınlık içinde bir kat daha güzel görünüyordu. Gözlerini kaçırmadı. Ooh, bu ba- kışlar, hiçbir müşkülât çekineden gözülüyerecek ne karışık manalar madan kalbimi doldurdu. Diğer kadınlar, bu san'atkâr- lara ilham verdiler. — Sizi bedbaht eden bir ka- dın var biliyorum. Bu kadını u- nutun, kalbinize yeni bir aşkın beyocanını doldurun Vedad Bey! Boş bulundum, onun hayatım- da bir kadın olduğunu Füsundan duyduğunu unutarak sorüver. dim: — Hangi kadın!... — Bu sırrımızın bence malünt olduğunu biliyorsunuz. Meçhul olan bu kadının kim olduğudur. Titredim. Gönül, annesini u- nulmamı istiyordu. Yarabbi, dün yada neler oluyor. Ben bu çocu- ğun annesini seviyorum. © bu- nun farkında değil, bana zâfı var. Sonra kendisince bilinmiyen bu kadının bana ıztırab verdiği- ni düşünerek unutmamı, ruhu. mu yeni bir heyecanla o doldur- mamı tavsiye ediyor. Peki bu heyecanı yaratacak yeni sevgiti kim? Bu sadece bir tavsiye mi- dir, yoksa kendini ileri sürmek midir? Bu merak beni garib bir suale sürüklüyor: (Ari hatim hepsinin daha kıymetlidir. içimde istikbalimi de gördüm. San'atkâr dostlarıma (o benziyen tarafım, benim de inkisara uğra yışımdır. Çünkü bu kadınlar na sil onların olmadılarsa, Semahat te tamamen benim değil! Bilhassa sonlarımız birbirleri pe çok benziyecek! Ben de yal nızlık, hüsran içinde “çürüy gitmiyecek miyim) i zi çok bedbin bakıyorum. Bana göz kırpan hiçbir ümid yok. Andrö Theuriet'in bir sözünü hatırlıyo- uMes'ud hayat yoktur, mes'ud günler vardır» diyor. Ne doğru.. Fakat benim için ne uzak.. Mes'ud hayat yoktur, güzel,, peki, hani benim mes'ud günlerimi O kadar az ki., Ken- dimi bir an Gönülün havasına kapılarak mes'ud bulmuştum, Şu halde bu saadetin kıymetini bil.. Kendini mes'ud bulduğun hergün kârdır Vedad! Gönül, uzun uzun düşündüğü- mü görünce: ver)

Bu sayıdan diğer sayfalar: