21 Ekim 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

21 Ekim 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

l €-SONTELGĞRAF—?21Birinciteşrin 937 Tefrika No: 101 man Çanan Yercüme ve ktiban hakkı mahfuzdur Eski meyhanelerin demirbaş bir eşyası vardı: Şair! Halâ Belçikanın | İstiklâli Tehlikede mi? ( 4 üncü sahifeden devam ) hütleri vardı. Fakat yine hatırlarda- dır ki, Kral Leopold geçen sene bu vakitler söylediği şayanı dikkat bir nutukta Belçikanım artık kimseye karşı taahhüdü olmıyacağını, hare - kâtında serbest kalmak istediğini anlatmıştı. Belçikanın bu isteği ise Fransa ve İngiltere tarafından derhal muva - BUDA ANNE Yazan: Muzaffer Sevil — Annet.. Kulübede, derin bir sessizlik hü- |Cemal, Meliha, Hasan işine gidince, (&ini, elinden Cemalini gezdirir, onunla oynar ve |olmadığını tehdit ederek anlal kurtulmanın mkâf tardk Eeki İstanbul meyhanelerinin kendine mahsu bir hususiyeti vardı. Burada sabahları limonl Sİfakat edilir gibi değildi. Çünkü coğ- |küm sürüyor, cevap yök. Odada şef- U|rafi vaziyoti itibarile Belçika, Al - |kat arıyan bir kelimenin ihtizazları manyaya karşı mühim bir mevkide |var, avunurdu. Çiftlik sahibi Bay (N..) |Lâkin Hasanın ayak sezlerini "'5 da bu küçüğü, aileyi severdi. Çift- İduyunca, hemen yatağın yanma tiğe geldikçe hatırlarını sorar ve acı İküyor ve: konyakla akşam mahmurluğu bozulur, eller' dudakla kadeh arasında mekik gibi işlerdi. Mücadele töşkilâtının kaçakçıların |si biribirine karışık, yaplığı hayırlı ve uğurlu savaş, ha- kikaten çok uğurlu sonuçlar vermiş- iribanı çak ma- sasımın üstünde şişesi, kadehi, gaze- tesi, kalemi, kâğıdı, hattâ mecmuni tir. Bugün memleketimizde eski gün-|eş'arı veyahut bir şairin divamı ile lere nisbeten kaçakçılık çok azalmış- tır. Fakat, bu kadar sıkı köntrola, takibata, her gün bir çok kokain, e- roin ve esrar tutulmasına, gizli fab- rikalar basılıp meydana çikarılma - kirli mendili, tütün paketi veya ku- tusu bulunurdu. Şairin, dükkâncı, tezgâhtar ya - nında çok fazla itibarı vardı. Dük « kâncı, başkalarından onun çok oku- bulunuyor, Fransa ile İngiltere için ise Belçikanın son derece kuvvetli bulunması iktıza ediyordu. — Aöne!.. Yine ayni süküt duvarlarda titre- Bunun İşen ziyaların hasıl ettiği manalı göl- üzerine başlıyan müzakerat aylarca |geler. Burası bir bekçi kulübesi... sürmüştür. Bir taraftan Belçika ser- |Bir yatak içerisinde on üç yaşların- best kalarak, ne Fransa, ne 1 taahhüt altına girişmiye- ve Fransa, Belçikadan mukabil hiç bir şey istemiyerek bu memleketin İistiklâlini ve tamamiyetini tekeffül etmeyi taahhüt ediyarlardı. Dikkat lte - |da zayıf bir gözler, sarı 4 söylerken, bu sefer İngiltere |kemle ve sa 808... vücut, sönük, parıltısız üz, masa, sürahi, İs- , Ayni Öörek, kısık — ÂAnnel, Sedir üzerinde siyah bir hayalet beliriyor. Kaşları çatılmış, çenesi !f—dı!ı-rok bir nokta da şudur: Tarihte gına Tağmen, eroinomanlar, kokain müptelâları, esrarkeşler, yine eroin buluyorlar, kokaini ele geçiriyorlar, yine esrar bulup fosur fosur içiyor « lar. Bu beyaz zehirlerin, kokalinin, ero- İnin ne zaman -bir avam tabirile- köküne kibrit suyu dökülecek?. Biz, bu güzel günü dört gözle bekliyo - ruz. Eski İstanbuldan, eski kabadayı - lardan, ezrar kahvelerinden, velha - sil otuz yıl evvelki İstanbulun hu - susiyetlerinden bahsederken, o dev- rin meyhanelerini anlatmamak, hiç şüphesiz bir eksiklik olacaktı. Bu - nun için eski İstanbul meyhanelerile, benim bildiğ —, yetiştiğim meyha - neler, gazinolar hakkında bir kaç sa- tır yazmayı faydalı buluyorum. Çor- bada tuz kabilinden... . Eskiden, elli altmış yıl önce, İstan- bulda meyhaneler mıntaka mıntaka ayrılmıştı. Galatanın ve Beyoğlu « nun bazı meyhaneleri ne kadar meş- hursa, İstanbul tarafındaki bazı mey- haneler de o kadar, hattâ daha fazla- sile şöhret kazanmışlardı. Galata ve Beyoğlunun meyhane - Terinde, Kefalonyalı Rumlar, later. nacılar, Rum kabadayıları, kumar - bazlar, şunlar ve bunlardı. Buralara Türkler de devam ederdi. Fakat, 'Türkler, o zamanlar daha fazla İs - tanbul taraflarındaki meybanelere gitmeyi daha tercih ederler, herkes kendi semtinin meşhur, adı çıkan meybhanelerine devam etmekten da- ha fazla zevk alırdı. İstanbul tarafındaki meyhanele - rin müdavimleri arasında, memur, efendi, ağa, tulumbacı, kantarcı, ba- hikhane memuru, çarşı esnafı, ir odacıları, nüktedan Ermeniler de vardı. Hele bazı meyhanelerin de - mirbaş öşya kabilinden, demirbaş müşterileri vardır: Şairler! Şairlerin devam ettiği selâtin meyhanelerden 1 de, Çar- gıkapıda poğaçacı fırınının yanında- ki sokakta (Taşhan) adıle meşhur moyhaneye devam ederlerdi. Burası, büyükçe, geniş meydanlı bir meyhane idi. Şair, burada en ten- ha bir köşede otururdu. Elli yıllık baba dostum ve velinimeti irfanım Ahmet Rasimin dediği gibi: «kendi kendine söylenir, sermesti ilhamat, perişan kâkül, çatık kaş, muhtefi di- de, bıyıklı ise bir tarafı yukarıda, bir tarafı aşağı kallı ise her iki- Tetrika No. : 4 66CASUS Nakleden : Celâl Cengiz — Gut nayti., Kaptan Kuk nöbetine gitti. Kütüphanede benden başka kim- se kalmamıştı. Genç kaptana: — «Yemende daha neler işittin?. diyecektim. On sekiz gün deniz üstünde bera- ber bulunacağımız için, ilk görüşüş- te kendisini sıkmak istemedim. Fa- kat, onun beni bir müddelumumi gi- bi istintak etmesinden anladım ki, kendisinin de Yemenle alâkası var- dır! Kendi kendime: — Yarın akşam, görüşürüz.. Dedim ve onun okuduğu ğitabı ce- bime koyarak kamarama geldim. Pipomu yaktığım zaman, haya - Jime vüs'at veren mavi duman dal- beliibaşlı |" muş, kafalı bir adam olduğunu, fa - kat bu tipde, bu kıratda, bu karak - terde adamların para kazanamayıp Gömürlerini gece gündüz rakı masası başında geçirdiklerini öğrenmiş, va- ziyeti gözlerile görmüş, hükmünü vermiş olduğu için, lâf arasında, he- İsap görürken, yemek yerken adam- İlarına söyler, hakkında hüsnü mua- mele etmelerini, ona karşı daima na- zik ve terbiyeli davranmalarını ten- bih ederdi. Şair, meyhaneye sabahleyin ge - lir, lmonlu konyakla mahmurluk bo- zar, beş altı kadehten sonra işi dü- İzikoya döker, karafakiyi ısmarlardı. Onun gıdası ne kadardı?.. İşte bunu tayin etmiye imkân yok- İtu. Bazan, ilk karafaki ile, ikindiyi İbulur, onunla oyalanır, kadehi yu- İdum yudum içerdi. Bazan da, kara- fakiler çabuk çabuk biribirini takip leder, şalrin eli kadehle dudak ara - sında mekik gibi işlerdi. | İkindi vaktinden sonra, bir işkem- İbe çorbası içmek, şöyle hafil bir tuz- lama ile akşam rakısına altlık yap - İmak, demirbaş meyhane eşyaların - dan olan şairlerin âdetlerindendi. Meyhanede içmek, meyhanede ga- | zel, meyhantede yarenlik yaptığı şey- İçok misali görülen bazı devletler var- İdır ki, onların tamamiyeti mülkiye - leri başkaları tarafından temin edi- İlir görünürdü. Fakat bu devletlerin mukadedratına uzaktan yakından |başkaları da karışır, tekrar bir fırsat çıktığı zaman ise derhal-taksim plân- ları da ortaya çıkardı. Hatbuki, Belçika için bu hiç varid değildir. Kuvvetli, kendini müda faa eder, hiç bir zaman kuvvet ve |kudretini gevşetmez, dalma müca - deteye ve istikbale hazır bir memle- İket olan Belçika, bugün harekâtında İserbest kalmak istiyorsa, bunun ma- | İnası vardır. Ondan ayrılmak istemi: İyenler varsa, bunun daha büyük mma- İnası vardır. Çünkü Belçika kuvvet - lidir. S Şimdi Almanya da bu anlaşmaya girmiş bulunuyor. O da artık garp | devletlerini tatmin ederek Belçiki ya kartşı biç bir tecavüz emeli bes - dTemediğini temin ediyor. | Almanyanın yırtmış olduğu Lo » karno misakı yerine, başka bir misa- İkın konmasına bundan sonra yol açı- İtacak mı acaba?. Bu, Almanyanın Garp devletlerine yaklaşması yolun- da bir tekâmüldür. di onların... gea Meyhanede yat da evde ne der - | NÖBETÇi lerse desinler! ECZANELER Bayramda öyle bir nizama koy - a K Nİ dum ki hanemi, | Büu Sece şehrimizin muhtelif sernt- Yaran göründe yeni bir meyhane |lerindeki nöbetçi eezancler şunlar « dir: Şündderi Ve N ünde (Beşir Kemil); Va » Gibi beyitler meyhanede söylen - | Tmlüntece ben SüLle Öe ;'::,;x KDAT T Nİ jrmet Suad), Bakırköyde ÇHilâi), Ak- b z saray Yenikapıda (Sarim), Fence ',İ:;,'“b:::: :::::l:,zdâ:;, e Defterdarda (Arif), Beyazıt Lâlelide Süla dinledikçe, garsonlar biribirle - |(Yeni Lâleli), Küçükpazarda (Hik- rine gösterirler, bir şey anlamadık- (Met Cemil), Saratyada (Çola), A « Jarı halde, onlar da başlarını satlar, |!endar Divanyolunda (Esad), Şeh- alâka He dinlerlerdi. Bunun içindir (Temininde Topkapıda (Nâzım) ki, şairde büyük bir adam hüviyeti | Şişli Kurtuluş caddesinde (Nec * örürler, atalarında: det), Taksimde (Nizameddin), Be » — Megalos antropos!.. yoğlu İstiklâl caddesinde (Kanzuk), Diye tazim ederlerdi. Yenişehirde (Parunakyan), Galat Hattâ başkaları müşteriler çağır - |da (İsmet), Fındıklıda (Mustafa Na- İdıkları zaman: 3 i), Kasımpaşada (Müeyyed), Has - — Geliyor!.. a mesos! köyde (Aseo), Sarıyerde (Osman), Diye cevap verdikleri halde, şair | Tarabya, Yeniköy, Emirgan, Rume- İçağırdığı zaman: lihisar, Bebek, Arnavutköy, Orta - ) — Oriste beyimo! köy eczaneleri, Beşiktaşta (Süley - Diye, hemen atılırlardı. man Recep). | Masasının üslüne iki ellerini da - | Kadıköyünde Pazaryolunda (Rifat İyamazlar, elleri peştamallarının cep- |Mümtaz), Modada (Alâeddin). İlerinde gelmezler, karşısında dalma | Üsküdarda (İmrahor), Heybelia - elpençe divan dururlardı. |dada (Tomadis), Büyükadada (Mer- (Devamı kez). hâleti ruhiyesini mutlaka unlamak lâzımdır. Evvelâ şu cihetten şüphelendim; acaba, dedim, Kaptan Kuk (Entel- licens Servis) e mi mensuptur? Fakat, böyle olsaydı, Major K. bu kadar basit bir adamı bana tanıtmaz mıydi? Piponun tütününü tazeledim. E- lümde karıştırdığım kitabın tesadü- fen açılan şu sayfası nazarıdikkati- |i celbetti. Okuyorum : »— —. Hindistanda teşekkül eden jihtilâl komitesinin tarihi çok eszki- |u:. Yirmi beş sene evvel esaslı bir programla mevcudiyetini gösteren |gaları arasında, şeytan, fikrimi kur. tcaladı. «— Acaba, Kaptan Kuk, beni na- sil bir saikle bu derece derin istic- vaba lüzum gördü?» Bu suali bir kaç defa tekrarlıya - rak, elimdeki kitabın'sahifelerini ka- rıştırıyordum. —— . bu esrarengiz komitenin hedefi Hint Kaptan Kuk, zâhiri görünüşüne na- istiklâlini temin etmek - ve İngiliz zaran temiz kalbli ve saf bir genç ol- İboyunduruğundan kurtulmaktır. mak İâzımda, Fakat, gözlerinin müs- | — Ben bir Fransız olmak itibarile ge- |bet manası yoktur. |rek (Bambay da, gerekse Bombay Bakışları tamamile nezih ve saf ı gibi büyük şehirlerde en marüf Hint- |bir insan bakışlarına benzemiyordu. İliterle çok yakından temas ettim. Gözleri, elbise altında gizlenen bir İyerlilerin en mahrem fikir ve kana- rovelver gibi korkunçtu. Kaptan |atlerini öğrendik. Vâsıl olduğum ha- Kuk, ya çok zeki veyahut çok aptal |kıkat şudur : Hindistan halkının beş- çünkü uyuyordu. Doğruluyor. — Ne yar ulan canı çıkasıca, ne bağırıp duruyorsun? nnel sene ulan adı batasıca? — Annetl. — Hey yarabbi... sen bülrsin. Bu İpiç kurusundan rahat da yok. Der- din ne be? — Şey.. anne.. babam gelmedi mi? — Görüyorsun ki, odada yok, sor- makta ne mana var? Sonra birdenbire bağırarak: —- Hem bana bak; bir daha beni çağırırsan dilini koparırım, anladın mı? — Peki anne. Sedire tekrar lâkayt uzanırken kendi kendine mırıldandı: — Kifirin oğlu, Tıpkı anası gibi ne olacak.. domuz.. inşaallah gebe - rirsin!. Ayni süküt, ayni korkunç sessiz- lik. Uzaklardan köpek ulumaları ge- liyor. Dışarda ay, ormanın — esrarlı köşelerine gümüş ziyalar göndermi- ye çalışıyor ve kadın uyuyan çocuğa bir kere bakarak ağır doğrulu - yor. Ses çıkartmal Kkorkarak bir hayal gibi k n süzülüyor, — Merhaba Rüstem! — Merhaba Hasan', Şey, Rüstem be, senden bir ri- cam var. — Hayır ola, Hasan, uzayan sakallarını kaşıya- rak: — Ne olur, bu gece nöbetin yarı- sını sen yap. Bizim küçük ağır hasta da, — Yine mi ağırlaştı? — Sorma, doktor yaşıyamıyaca - ğını açıkça söyledi Sustular. Rüstem Hasanı severdi. Binaenaleyh teklifini reddedemedi: — Sen merak' etme, haydi evine git, bir şey lâzım olursa bizimkin - den aldır. — Allah senden razı olsun Rüs - tem, Vedalaşarak ağır, ağır yola di züldü. Hasan, yirmi senedir (B...) çiftliğinde korucu idi. Küçük yaşda okuyamadığı için fazla bir adam o- lamamıştı. Yirmi iki vaşında iken, bir kız sevdi. Babası R4u olan Me- lihayı, Hasan çok rakı içtiği için ver- mediler. O da bir gün Melihayı ka- çırdı. Uzun patırtılar olmadı. Evlen- diler ve tam beş uzun sene — mes'ut yaşadılar, Bir de çocukları olmuı kaddem hafi bir içtima yaparak, kendilerile mücadele eden ve yerli- lere zulüm ve işkence yapan İngi - lizleri - kimseye sezdirmeden - imha letmiye karar vermiş ve derhal faa- liyete geçmiştir. Buna, bizzat şahit olduğum bir mi- sal zikredeyim : Bombayda — Altın çarşısı ciyarında bir lokantanın ta- raçasında oturuyordum. *O esnada, henüz yeni tanıştığım yüzbaşı Klarkla yanyana, konuşa - rak, yemek yiyorduk. Evvelâ şurasını itiraf edeyim ki, ben Bombayda İngiliz düşmanı bir muharrir olarak tanınmışlım. —Bu, 'az çok bir hakikatti ve halk arasında bu suretle tanınışım bana Hindista- nın esrar perdesini kaldırmak fırsa- tını vermişti. Zaten Hindistana da bunun için gitmiş değil miydim? Lokantada yüzbaşı Klark anlatı- yordu: «Burada ahalinin kısmıâzamı kamçı ile gidslanan ve neşvünema bulan mahlüklardır. Bugün kamçımı kaç kişinin sır - bir gençti. |te dördü istikalâl taraftarıdır. Bu adamın hakiki hüviyetini ve | İhtilâl komitesi on beş sene mu - tında cilâladığımı biliyor musun?» Yüzbaşı Klarkın sözüne ne cevap ve- hırsla oynuyor. Biz onu görmedik. | kahvelerini içerdi. Hasan, gü nöbetini bitirince evine gelir, çocu - yısına uzanırdı. Aldıkları otuz beş üra, onları mükemmel geçindiri - yordu. Fakat günün bitinde Meli- ha ikinci hediyesini Hasana verir - ken, yavrusile beraber gözlerini ka- |padı. Hasan, artık bir serseri gibi idi, (Çoktandır bıraktığı rakıya toekrar başladı. Her gece sarhoş olarak ku- Yübesine girer, çocuğunu göz yaşla- rile sever, sonra sızar, giderdi. Ce- mal de babasın: uzun, uzun seyre - der, sonra göğsü üzerinde uyuyaka - hırdı. Arkadaşları, bu halin, uzun zaman /devyam edemiyeceğini ve bir gün Ha- sanın rakıdan öleceğini, Cemalin de yalnız hâmisine kalacağını düşü- nerek hale bir çare aradılar. Niha- yet Topal Rüşdü: — Ne düşünüyorsunuz be? Bu a- damı evlendirmekten başka çare yok, dedi. Bu, doğru bir fikir idi. Eskinin ye- rine yenisinin gelmesi bir tebeddülât olacaktı ve kararlarını Hasana açtı- lar. Ö, evvelâ uzun, uzun düşündü. Sonra. birdenbire kararını verdi: — Bunu düşünen kızı da bulmuş- tur. Evlenelim bakalım. Belki ço - cuk anasını aramaz, dedi. O, kendini değil, çocuğunu düşü- nüyordu. Bir hafta sonra çiftliği: jsayırında düğün kuruldu ve Meliha- İnın yerine Zehra geldi. Hasan, artık yorsun, bir şey ister Bile meşgul olur, sonra yemek yi- | pıasan, gece on ikide nöbete Bi yerek yatardı. Gece ön ikide yine | » uğgyan çocuğu birakazak yall nöbete gider ve sast üçde gelir ses- | g car çi ve düme! ves sizce odaya girer ve sedirin bir kı- |bekliy kolları arasınlı dini bırakıyordu. İşte, bütün buni yan Hasan, di ne, erisin ik, orman & pacak, belki de hayı caktı. Birden durdu. cular mavzerlerine tarafa koşuyorlardı. bir |kalkarak evine girdi, aralık olafi İpıyı iterek bağırdı İmemnundu. Yeni karısı, çocuğunu seviyordu. Bu aklı düşünen arkadaş- 'hüküm sürüyordu. Hasan nun üzerine eğilerek: — Cemall.. Cemal!.. ağlum larına bir rakı ziyafleti verdi. Fakat İkendisi içmedi. Günler, aylar, seneler geçti. Ce - | Diye, onu bir kaç kere msı;’; mal, on üç yaşına basmıştı. Amma, |kat Cemal, mavi gözlerile babi” , çocukta bir durgunluk vardı. Gittik- bakıyoz, taş gibi vürudü e hef çe zayıflıyor, kısık kısık öksürüyor- w ldu ve bir gün yatağa düştü. Doktor, l |hastalığa bir mana veremiyordu. Ha- İsan, ne zaman gelse karısını çocuğu İmak istedi. Nefes almakta başında bulur ve memnun olurdu. Halbüki, Zehra üvey evlâdını hiç de sevmiyor, fırsat buldukça — onu |dövüyor, hakaret ediyordu. Sonra da babasına söylerse daha çok dövece- | Baş, diş, nezle, ğrîp, romatiznîf ve bütün ağrılarınızı İcabında günde 3 kaşe kat. Taklitle ndensakıl“’i HEŞELERATEEE İsim ve markaya dik receğimi düşünürken, birdenbire, bu mağrur dostumun oturduğu hasır sandalyeden, n. yere yuvarlandığını gördi Etrafımızda kimseler yoktu. Lo- İkantanın bütün garsonları ecnebi idi. Karşımızda oturan Hollandalı iki kahve tüccarı derhal bizim yemek yediğimiz masaya köştular. Ben, xr- kadaşımın şaka yaptığıha kanidim. Yüzbaşı Klark, heyecan uyandıran sürprizlerden hoşlandığı için, beni bile birkaç defa merak ve heyecana düşürmüştü. Bu hâdiseye hiç te bayret etme - miştim. Soğuk kanlı ve mağrur dos- tumun bana sürpriz yaptığına hük- mederek, kasden yerimden kımıl - danmamıştım. Fakat, Hollandalı tacirler, yere düşen İngiliz zabitini muayene ede- rek: «Vurulmuş!» diye mırıldandı- lar ve yavaşça masalarının hesabını görerek lokantadan kaçtılar. İşte bu hâdise, beni Hint toprak- larında ilk defa, esrar perdesi önün- de bulundurmuşstu. Hayretim, teessürle mütesaviyen |bağırmıştı. ) gi artıyordu. Hemen yerimden fırladım (Devami Fakat, odada ayni ketsiz duruyordu. — Cemal.. yavrum Evet, ölmüştü. Ya: |çekiyordu. Başı dönüyor, gözle ğ rarıyordu. Bir elile duvara yatl diğer elile kalbi üstünü )ğuşluf“j çalıştı. Fakat, akabi: sız düştü derhal keser. jve yerde - benzi sapsarı olarak () tan dostumu muayeneye E! Siyah saplı ufak bir hançerift ? başı Klarkın tam kalbi üzerini rünce Ilar gibi ben de korktum. Ufak bir cesaret göstererek çeri kalbinden çekmek iıu-di", madı. Doğrusunu söyleyim Ki y cim de korkudan titriyordu. tur dostumun ölümden k! hançerin çıkarılmasile mü! lanmış olduğunu gö: sa bile, o dakikada bi gevşemişti... |Ben, hiç bir şey gö: — Nasilsın Cemalim? Neye ağli” ardan haberi 01BE bin; yölü, şağirinığiya: bir Dü sapmıştı. Neden sonra kendin€ nu tuttu. Bir kaç gün evvel dak çocuğun yaşıyamıyacağını söylefi? ti. Ah, bu darbe, ona büyük tesif V raltı kaçıyordu. Bunlar, hırsızları idiler. Amma a da kulübeye yaklaşmıya cessret diyorlardı. Gür bir sesle bağırdi! — Durun, yoksa ateş ederim. Mavzerini indirmeden karaltili ra doğru ilerledi. Aman bu olabilir miydi. Ay, şimdi rine vuruyor ve Hasan, karısile lik kâtibinin oğlu Sadiyi göste! du, Sadi ağlar gibi bir sesle pef pıyamadığı insana rica etti: — Ne olur, Hasana bunu söylelfi sana ne İstersen vereceğim. Fakat, bir kaç &l ateş, buna verdi. Şimdi Hasan yerde cansif tan karısına, bir de alnından akan Sadiye bakıyordu. Nedent ra kalktı. Silâh sesini duyan — Cemal!. Cemalim!.. mabilir . içekip çıkarmıya muktedir Âsabım o detece Garsonlar derhal bir İngilif çağırdılar. Birkaç polis bi ti, Biri beni yakaladı, diğeri İdostumla meşgul oluyordu. !dı garsonları — isticvaba bir şeyi bilmediğimi - biraf karak - anlatırken (Çünkü hakkım vardı, dostumu den polis: Yüzbaşı Klark misin? di düşüne nden evin | öyl ına mal Önünde iki yarabli" v ” K sarılmışlar, Hasan, i]'f slk korkunç oğlum.. aft v cikf san ağa nde yere ÜŞ Vi MJ' »

Bu sayıdan diğer sayfalar: