25 Mart 1939 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 7

25 Mart 1939 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tefrika Numarası : 66 Delikanlı Sabah Halile Çok Güzelleşen Kadının Yüzüne Baktı . Akşam Gidecek Yeriniz Olmadığınısöylüyordunuz! Burasını Kendi Eviniz Telâkki Edebilirsiniz — Misafir kalktı mı Hıristo? — Hayır... Henüz uyanmadı? — Beni kimse aradı mu?. — Hayır! — Bizimkilerden haber var mı? — Yine hayır kapiten! — Pekâlâ... Banyo hazır ni? — Evet efendim! — Bön banyomu alıncıya ka- dar kahvaltıyı hazırla... İki kişi - O lik olsun! Akşam yemeği biraz | — hafifce idi.. Biliyorsun yat Ş Hiristö özür diledi: — Çilt geleceğinizi, beraberi - nizde bir de misatir bulunacağı - ni hesablamamıştım kapiten. f Hiriste kahvaltıyı hazırlamağa | — giderken Davust da bornosunu al- [ dı. Banyoya gitti. 15 dakika son- ra delikanlı banyosunu —almış, — siyah zarif elbiselerini giymiş, gü- | zelce tatanarak göz kamaştıracak bir güzellikle hazınlanmış, Mele - k'in yattığı odanın kapısına gel- | nişti Kapı delikanlının parmaklarile üukırdadı. İçeriden ince, iki bil- lürun çarpışmasından doğan can- , berrak ve sevimli bir ses kar- şılık verdi; — Buyurun! — Davust içeri girmedi, sordu: — Uyandınız mı? — Evet... İçeri gelsenize! O — Yataktan kalktınızsa peki! Davust'un son cümlesine sü - | — rekli bir kahkaha zinciri şakırtısı vevab oldu. Delikanlı kendi ken- dine söylenerek tokmağı çevirdi; — Ne tuhaf, ne cana yakın, ne delişmen bir kız bu! | dVe. açılan kapıdan içeri süzül. ürc. Melek henüz karyolasında bulu-| fuyor, yarı doğrulmuş vaziyette Davusta bakıyordu. Delikanlının Bzalıcı bir tuvaletle harikulâde “üzelleşen yüzü, kibar tavra le- end boyu ile genç kadının hoşuna gitmiş, Melek bulunduğa vaziyet-. te, arşı kırılan bir tramvay gibi yarı yolda kalmış, Davusta hay- Tan hayran göz gezdirmeğe koyul- Muştu. Davust; güzel dudakları - Hin kırmızı çerçevesinde bir sıra | İnci dişini belirten biz tebessümle | genç kadına yaklaştı, Hatır sordu: — Bonjur bayan.. Geceyi rahat | geçirdiniz inşallah! | Melek dili dolaşarak — karşılık D yverdi: — Ooh. Çok teşekkür ederim. | Fevkalâde rahat oyudum. Sonra mahzun bir tavır takındı. Devam etti: | — Buradan ayrılacağımı düşün- No. 89 Ailesinin yardımile yaşıyamaz- &. | Bütün tahsiline, zekâsına rağ- Men sırf suratı yüzünden işsiz kal- mağa mahkümdü. Böyk Bir adam masıl ölur da evlenebilirdi? Meral elinde bir zarf tutuyordu.| İlk hareket olarak zarfi uzattı ve| #öyle konuştu: | — Bunu oku ve bora derhal | Gevabını ver Sermed!.. — Sermede uzatılan, Şekib Sina - min biraktığı mektebeu, Delikanlı| - elile, genç kadının elini geriye itti: — Lüzum yok, Meral dedi.. A- Bağı yukarı yazılanları biliyorum. | emeli vardıt. Gitgide kendi nok- Delikanlı atı!dı, sabah ballle çok, güzelleşen genç kadının sözünü kesti: — O00.. Hani akşam gidecek ye-| riniz olmadığını söylüyordunuz! Burasını kendi çviniz gibi telâkki| edebilirsiniz. Arzu ettiğiniz müd- detçe burada kalmak salâhiyetine maliksiniz! Melek Davustu hayran bir göz süzüşile seyrediyordu. Gece oda- nın loşluğu, her ikisinin yorgun bulunuşu genç kadına - Davustu istediği gibi görmek: tetkik etmek fırsatını vermemişti. Simdi karşı-| sında bir ay parçamı duruşu ile boy| östenen bu güzel insana, çetrefil konuşuşu iç kıcıklıyan şeker deli- kanlıya şu anda gündüz gözile ba-| kayor, onun fevkalâde teshir kud- | reti karşısında bocalamak üzere olduğunu kendi kendine itiraftan| çekinmiyordu. Davust konuşmağı devam etti:. — E.. Neye cevab vermiyorsu- nuz! Melek, tereddüdle peltekleşen dilini zorla hareket ettirerk söze karıştı: Herkes Roman'ın Ne istiyeceğini Bekliyor (4 üncü sayfadan devam) — | sa'nın nüduzu azal: mus için istikbalde üm şülüyormuş. Oradaki İstor fırkasının dü bir tai nazarlarını Fransalya kabul ettirmek, birkaç saene zarfında 'Tunüs'un idaresini değiştirmek. İngiltere nasıl Mısır'ın istiklâlini tanımış ve Masır'la bir ittifak mü- ahedesi akdetmişse, Fransa.nın da 'Tunus için böyle hareket edece- Bi ümidleri varmış. Fakat yerliler Fransa'nın hima- yesinden çıkarak İtalya'nın hi - mayesine girmeyi hiç düşünmü - yorlar. Bilâkis Düsturcular — her türlü himaye şeklindeki yabancı idaresine nihayet vermek isti - yorlar. Bunun için Alman matbu- atı ileyi giderek neşriyatta bulun- müuyor. Şu anlaşılıyor ki, İtalya- min buraya hâkim olması Alman- larca istenmektedir. Fransa - İtalya ihtilâfı halledil- mek istenirken, Musolini'nin Fran- sa'dan toprak istiyeceği de zan - nedilmiyor. Berlin - Roma mihve- rinin sağlam olduğu tekrar edil- mekle beraber, İtalya'nın Fransa- Yazan: Nusret Safa COŞKUN 'Tahmin ederim ki, benim moktu- bün aynıdır. Meral mektubu avcu içinde bu- Tuşturuyordu. — O halde her şeyi biliyorsun!.. — Evet!... — Ne yapmamız lâzım?. — Ben de onu — düşünüyorum Meral!.. — Müşünülecek mesele. Bir müddet sustular. Sermed, Merale yaklaştı. Göz- lerinin içine bakıyordu — Meral sana bir şey soraca - Bim!.. — Birçok şey sorabilirsin?,. — Bir dedim amma, iki şey so- Yazan: Rahmi YAĞIZ — Verdim ya! — Burada kalmıyacek mısınız? — Kalacağım amma.. Şey... — Şey nedir? — Beni tanıyanlar, — semlteki komşular ne diyecekler diye düşü-| nüyotum! Davust samimi bir tavırla genç kadının elini tuttu, babaca bir e- da ile sözü aldı: , S Haydi. bakallli, lülüm, Tei bellik kâfi, m böyle könukom- : şunun söyliyeceği. ortaya atacağı dedikodüların hesabini sonraya br-| rak, kalk.. Banyonu al, giyin.. Kah- valtı edelim. — Böyle daha iyi! — Hayır bu saatte en tenbeller bile yataklarından çıkmışlardır Davustun ısrarı Meleği yataktan kaldırmağa kâfi geldi Genç kadin Çarçabuk banyosunu bitirdi. O- daya döndü. Davüust çıkmağa dav- randı: — Ben yandaki odaya geçiyo - rum. Siz giyinince seslerin geli- rim. — Niçin? dan toprak istemeğe kalktığı şüp- he götürür bir meseledir. Yalnız Fransa ile İtalya arasın- daki ihtilâfın şiddetlendiği şu üç dört ay içinde,-Almanya'nın Fran- szı « İtalyan meselesi karşısında 'ne vaziyet alacağına dair Avrupa gazetelerinde görülen malümat hep şunu anlatıyor: Almanya her ne kadar İtalyan davasını haklı gösteriyorsa da, Fransadan yer istemek bahsinde İtalya'ya mü - zaheret göstermemektedir. Vaziyetin hulâsası şudur: 1 — Fransa daha ilk gündenberi kat't olarak bildirmiştir ki, kimseye bir karış toprak vermiyecektir. 2 — İngiltere bildirmiştir. kl1 Fransa- bir taarruza uğrarsa, İngütere mutlaka harekete geçecektir. 3— Amerika nihayet bildirmiştir. ki, Avrupa'da bir harb çıkarsa, A - merika Fransa'ya yardım ede - cektir. İtalya tarafından Fransa'ya kar- gı resmi şekilde zaten herhangi bir taleb vâki olmamıştır. Fakat aca- ba İtalyan'ların - başka talebleri olmıyacak mı? Bunu da zaman gösterecektir. racağım. Birincisi.. Benimle ev - Jenmeği şimdi kocanın bir vasi - yeti olduğu için mi istiyorsun?. Meral dimdikti. Vaziyetini hiç bozmadı. Gayet sakin cevab verdi: — Hayır!.. Seni cok — eski - denberi sevdiğimi bil'yorsun! Yal- 'ız köcamın vasiyeti arzumu biraz aha teshil etmiş oluyor. — Peki., İkinelyi sorayım.. Be- İ “Kendisini 347 numaraya götür. [ Otelciler Mektebinde Neler Görebilirsiniz? (5 inci sayfadan devam) Vakıâ hanlarda şimdiki konfor du. Yemekler sade, fakat nefisti. | Halis ve taze tereyağı yenir, hile- siz süt içilirdi. ŞİMDİKİ OTELLER — Evet, Mösy Garajımız, | makinistimiz var, Odalarımız hep banyoludur. Her odada sıcak ve | soğuk akar su; telefon vardır. Hat-| tâ radyo da... Beşinel kattaki $47 numaralı odayı vereyim size. Çok memnun kalacaksınız. Garson! Mösyönün çantasını al, Hop! Asansür bir anda beşluci katta. Banyo dairesi yüze gülü - yor. OTELCİLİK SAN'ATI Otelcilik san'atı nedir, biliyor musunuz? Şunu evvelinden söy - Jiyeyim: Otelcilik san'atı çok güç- tür. Bunu hakkile öğrenebilmek için yüksek bir kabiliyet, dirayct ister. Otelci olmak istiyenler ilk evvel bedenen sağlam, görme ve işitmre kuvvoti fazla olmalıdır. Sonra çok deki, anlayışlı ve hafıza sahibi. “Ahlâki meziyetlere gelince; A; zami terbiye, nezaket, tam — bir 1 doğruluk... Paris oteleiler cemiyeti relsi M jar Druan bakınz. ne diyor: — Herşeyden evvel, otelin ha- rici manzarası, müşteriye emni- yet verecek şekilde olmalıdır. Pa- ris ptelciler mektebi, Monso parkı | yanındadır. Asri bir saraydan far- kı yoktür. Müstahdeminin nezaket ve ter- biyesi derhal göze çarpar. Direk - tör, mektebi gezdirirken, talebe- nin müsabaka ile alındığını, deyli veya nehari olarak Üç sene tahsil gördüğünü anlatıyor. İspanya'da İ yoktu. Pakat çok emtiz, çok ucuz- | Bir salona girdik. Genç kızlar ilar süpürgelerle yer- — Talebe mi bunlar?. — Evet, ameli ders görüyorlar. Buradan Çikan talebelerin herşeyi öğrenmelerine dikkat ederiz. Yemekhane, otelin, lokantanın yemek salonu gibi süslü... Ör ler beyaz ketenden. Çata ve bıçak takımları gümüşden. Talebeler, sanki bir müşteriye servis yapı - yorlarmış gibi sıra ile biribirle - rine hizmet ediyorlar. OCAK BAŞINDA DERS Mutbaklar görülecek şey. One temizlik, ne intizam. yüzlerce la- lebe, kendi yemeklerini kendiler! | bişiriyorlar. Talebeler, grup grup olmuşlar. Kimi sebze ayıklıyor, kimi balık yor, kızar Müdür anlatıyor: — Talebelerimize yalnız elek - trikli ocaklarda değil, havagazi | ilo, v yemek pişirmeleri u- sulünü de öğretiyoruz. — Ya nazari dersler?. İ velâ umumi bir malümat: | , tarih, hesab, licaret — Hosabda yanlışlık yapma - mak için... | — Sonra otelciliği alükadar e- den şeyler hakkında malümat, 'Temizlik, sıhhat, ilâh... — Hepsi bu kadar mı?. — Hayır!. Lisan meselesi var. Bu çok ehemmiyetlidir. Talebele- rin mümkün olduğu kadar fazla Hisan öğrenmelerine çalışırız. — Diploma alıp çıkan talebeler iş bulurlarmı 9. — Derhal... ki Şahsiyet (4 üncü sayfadan devam) gunları söyledi: — Biz bugün Fransa hududuna kadar gidip dayansak bile oradan © niki ayça İspanya'da bir ihtilâl hazırlıyabilirim!. Sonra buna na- sıl müvaffak olacağını da anlat - miş almak için yine Del Vayo'nun maklettiği bir vak'ayı İngiliz mu- harriri şöyle hikâye ediyor: Del Vayo bana dedi ki: — Franko'nun tarafından kaça- Tak bizim tarafa gelmiş olan sekiz kişi vardır. Madrid'de bunları sor- guya çekerek niçin kaçtıklarını öğrenmek istiyorlardı. Sekiz kişi- den yedisi sorulan suallere ayni süretle Cevab vererek kendileri- nin Cumhuriyetçi olduklarını, bi- zimle beraber harbetmek isteme- dikleri için kaçıp geldiklerini an- latıyorlardı. Fakat sekizincinin verdiği cevablar kâfi gelmiyordu. Ben bunları dinledikten sonra işi neticelendirmek için sekizinci a- damı bir tarafa çektim. Bana her- şeyi anlatmasını söyledim, Dedi ki: — İşte ben dü bunların arana: Sermed, Merali kolları arasına almış, düdaklarını ala. — üzerine koymuştu. 'Tam bu sırada kapı açılmış içeri 'Janet adımını atmıştı. Onları bir- birlerinin kolları arasında görün- ce şaşaladı; birkaç saniye süren bir şaşkınlığını müteakıb: — Pardon! Diyerek kapıyı çekmişti. Di bu korkunç suratımİn da eskisi kadar sevebileceğini zannediyor musun?.. Genç kadın tereddüdsüz cevab , verdi: — Eskisinden daha çok sevi - yorum Sermed!. Ve bunları söylerken delikanlı- m nelini yakalamış, dudaklarını götürmüştü. El dudaklarına çı - kıncıya kadar da gözlerinden ihen iki damla yaş sür'atle yanakların- dan kaymış Sermedin eline dam- lamıştı. Janet, kapıyı çektikten — sonra bemen oracığa yığılıvermişti. Meral, Sermedin dudaklarını alnında hissedince, bu şefkat bu- sesile her şeyi olup bitmiş, muva- fakat cevabı aldığını zannederek sevinmişti. Fakat Sermed bu hareketini mü-. teakıb, Merali bir sandalyaya 0- turtmuş, kendisi de karşısına ge- çerek. uzün bir söze hazırlanır va- ziyet almıştı. Meralin ellerini a - vuçları içinde tutuyordu. (Devamı var) ” görüyorum. Onun için herşeyi söyliyeceğim: Bu yedi kişile bah- sedilerek bana bir emir verildi: — Bunlar şüpheli - adamlardır. Arkalarından git. Onları hiç bı- rakma, Nereye giderlerse sen de beraber bulun!, dediler. Ben de bir zamandanberi onların arka - sından ayrılmıyorum. Onları ta- kib ede ede buraya kadar geldim! Cumhur Reisi Azana daha ev- vel istifa etmişti. Fransa - İsviçre hududunda sakin bir köye çekil- miş. Cumhüriyet İspanya'sında hükümelin başında en ileri gelen iki şahsiyet kalmıştı: Başvekil Negrin ile Haticiye Nazırı Del Vaya. Doktor Negrin sertin kanlı, hesab ile iş görür, tedbirlerini o- ma göre alır, Del Vayo ateşli, si- nirlidir, Gayesine çabuk varmak ister. Cumhuriyet İspanyası'nda bilhassa bu iki şahsiyet dahili harb senelerinin bütün dünyaca tanın- mış iki siyamsı olmuştur. Fakat dahili harb le artık bunlar da ma- zye karışmış oldulan CANAVAR EVLÂD (5 inci sayfadan devam) sırada polisler yakasına yapışmış- lardır. Hiçbir teessür gösltermiyen ha- in evlâd, anasını öldürdüğünü saklamamış ve şunları ilâve et - miştir: — Anam bana para vermedi, 'benim de beynim döndü. Ben de mutfakta bulduğum balta ile, tam! arkasını bana döndüğü sırada ka- fasınt parçaladım. O derhal arka- sını döndü ve kendisini müdafaa etmek için yüzümü tırmaladı. Ben| bir balta daha indirdim. O da ye- re yuvarlandı, gitti Katil anası can verirken, gö - Bgüslüğünün ceblerini karıştırmış ve bulduğış 126 frangı alarak ken-) disi gibi ahlâksız arkadaşlarının yanında dansa gitmiştir. 7—SON TELGRAF— 25 MART e Yalnız bir tek tüp kul- landıktan sonra ayna- ya bakınız ? RADYOLİN Mükemmeliyeti hakkında er son ve doğru sözü size —— © söyliyecektir. Bembeyaz pırıl pıril parlıyan diş- Jer, tatlı bir nefes, pembe, sıhhatli diş etleri, temiz bir dil, mik « —— zopsuz bir ağız... İşte Radyolin in eseri! Bugünden İtibaren sabah, öğle ve ukşam her yemekter sonra günd> 3 defa RADYÖLİN Kullanmıya *Mükemmel Rantöz G şarkıları KRISTAL plaklarına alınmış ve bü plâkları Beyoğlunda Tünel başında 1 numaralı BRUNSVIĞK PAZARINDA bulabilirsiniz. — mammamazzunz HİKÂYE : ALÇAKLIK (4 üncü sayfadan devam) mezdi. Başırm göğsüne bastırır, zaman, nerede görsem, ğözlerim, güzel lâcivert gözlerile ne zaman karşılaşsa, küçük kalbimin tat - h bir heyecanla ürperdiğini his- sederdim. Yanımda o olduğu va- kit, zamanım nasıl geçtiğini anlı- yamazdım. Saatler, bir saniye hızı ile birbirini kovalardı sanki.. Her sabah, mektebe birlikte giderdik; akşamları da, mektebden onunla dönerdim. Bize gelirdik, çantaları bırakarak, bahçeye iner ve geç vakitlere kadar oynardık. O sabah yine birliket mektebe gitmek için beni almağa gelmişti. Fakat daha pek erkendi. Babam, onu görünce, önce saatine bakti, sonra ayağa kalktı ve her ikimize de hitaben, çok tatlı bir sesle: — Evlâdlarım, dedi. Mekteb vake-| tine tam bir saat var. O zamana kadar, burada oynar, sonra mek- tebinize gidersiniz. Ve bunu söyledikten sonra, ya- nımızdan ayrıldı, gitli. Onunla yalnız kalınca, çimen « ler üstüne oturduk. O derhal çan- tasını açarak, bir defter ve kalem çıkardı ve deftere, acele acele bir şeyler yazmağa başladı. Ben de elimi onun sarı, kıvırcık saçlarına götürdüm. Güzel saçlarını pek sevdiğim için, onunla yalnız kal- dığım zamanlar, hep onları ok - şardım. Fakat, başka vakitler o- mun da pek haşuna giden bu ha- reketim, bugün kendisini kızdırdı. Kaşlarını hafifçe çattı ve: Saçlarımla oynama, dedi; gö- Tüyorsun ki, vazile yapıyorum. Dünkü nüshamızda bir makale ile kendisinde bahsettiği başlayınız ! RACIZ FIELDS'ın Tibet Kadınları — (5 inci sayfadan devam) Tibetli kadınlar — kıyafetlerine çok dikkat ederler” Hatta: «Ağaçe lar yeşillendiğ zaman güzelleşti- Üi gibi kadınlar da giyindikleri za- — man güzel görünür...» derler. Etek- leri uzun, beli dar bir entari gi- yerler. Ayaklarında kırmızı deri çizmeler bulunur. Saçlarını ikl — Örgü yaparlar. kordelü ile süsler- — ler, Ğ Son zamanlarda, kibar ailelere — mensub kadınlar arasında Avru- palı madamlar gibi giyinenler de görülmeğe başlamıştır. 4 lerimi onun ateş gibi parıldıyan gözlerinden ayırmadan: — Bir daha... Bir daha... diye yalvarıyordum. * Böylece, uzun yıllar geçti. Bü- yüdüm, koskoca bir kız 'oldum. Aşkım da benimle beraber bü - yüdü. Onu şirmdi o kadar çok se- viyordum ki, onsuz mes'ud olma- ma imkân yoktu. Çok güzel ve tatlı bir yaz gece- siydi. Onunla yine bizim evde, bizim bahçede, bir ağacın altında başbaşa vermiş, konuşuyorduk. Gökte sayısız yıldızlar arasında parıldıyan ayın gönderdiği huz - — meler altında, her taraf gündüz gibi aydınlıklı. O anlatıyordu: — İnan sevgilim! Sana tarif e- demiyeceğim bir sevgi ile bağlı- yım. Sen semamda parıldıyan, beni ısıtan biricik güneşimsin!... — Seni ölünciye kadar seveceğim, ölünciye kadar yalmız sanu tapa- cağım! Gökteki ay ve yıldızlar şa- hidlerim olsun.. & Koltarımı onun boynuna dola - — Çocukluk bu ya! Onun bu ih - tarına ehemmiyet vermedim. Ve bu sefer saçlarını çekmeğe baş - ladım. Canı pek incinmiş olacak ki, defteri, kalemi çimenler üze- Tine fırlattı, kalktı, bir hamlede beni sırtüstü yatırdı; küçük bi- Jeklerimden yakaladı, onları iki yanımda bastırarak, başladı sık - Duyduğum acıdan, gözlerim ya- gardığı halde, «Of» dememek için, kendimi sıkıyor ve gülmeğe çalı- gıyordum. — Kız sen ne yaramaz şeysin!, JArtık öfkesi geçmişti. O da şim- &i benim gibi gülüyor ve mütema- diyen yanaklarımğan öpüyordu. Bu öpücüklerden, o kadar büyük bir zevk duyuyordum ki... Göz - dım, ateş gihi yanan dudaklarımı, dudaklarına yaklaştırdım. ğ — Öp beni, sevgilim! Öptü, tekrar tekrar öptü, sonra kollarımı tuttu, beni geriye doğ Tu itti. Dikkat ettim: Gözlerini hayvani ihtirasının ateşi bürü < — müştü. Yüzü kıpkırmını idi, he- yecanından tir tir titeiyordu. Mak- Sadını anlamıştım. k — Çıldırdın mı, ne yapıyorsun?! diye haykırdım. Fakat bu sözüm — ona tesir etmedi. Yalvardım, din- — lemedi. Kolları arasindan kurtul- — mak, kaçmak istedim. Fakat bo- Şuna çırpındım, durdum. Üç dört ay, herşeyi ailemder gizlemeğe çalıştım. Fakat, anne- me, bir gün, başıma gelen felâ - keti anlatmak mecburiyetinde kal- dim., (Sonu yarın) ; Pai l el Bd el ÖÜ d ÖÜ Ö

Bu sayıdan diğer sayfalar: