11 Mart 1941 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 4

11 Mart 1941 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

E YU W P Z k P T FRU ÇT TTT AFT TT T —SON TELGRAF — İl MART 1941 GECE MİSAFİRİ Oda sessiz ve karanlıktı; fakat ansızın kopan bir gürültü odada yatan fabrikatörü derin uykusun- dan uyandırdı; gözlerini açmağa galışarak fosforlu saatine — baktı; saat birdi. Treni kaçırmış ve ge- geyi burada plâjın otelinde geçir- meğe mecbur kalmıştı. Tekrar da- lacağı sırada yine bir gürültü oldu. | Hemen komodinin üstündeki elek. | triği yaktı; ve kendini toplıyarak bağırdı: — Biler yukarı! Odanm bir köşesinde siyah ma- | yolu bir kadın duruyor ve ona kor- kak bir nazarla bakıyordu. Bu o- tel hırsızının silâhı yoktu; bunun üzerine fabrikatör yumuşadı, ve gesini tatlılaştırarak: — Nekadar güzelsiniz! dedi. Kadın birkaç adım atarak yak- laştı. Işığın karşısında dolgun vü. cudünün bütün hatları göründü. Bu manzara — fabrikatörü bir an için şaşkınlığa uğrattı ise de aka- binde bemen kendini - toplıyarak elini telefon âhizesine attı. O va- kit meçhul kadın atıldı: — Rica ederim bayım beni ele vermeyin! — Lâkin buna hakkım vardır zannındayım. Buraya bu şekildeki gelişiniz biraz şüphelidir. — İstirham ederim efendim, siz nazik ve iyi bir adamsınız! Fabrikatör ayağa iılhyı pija - masının buruşukluklarını düzelt- meğe uğraştı. Kadın mütemadiyen ena yaklaşıyor ve yalvarıyordu. — Doğrusu fena bir meslek şeç- Mmişsiniz, İnsanın böyle güzel bir vücudü ve bilhassa böyle güzel gözleri olduktan sonra.. — Lâkin siz benim kim oldu . #amu öğrenirseniz her halde be- nimle bu şekilde konuşmazsınız! Fabrikatör kadına pek yaklaş- mıştı, onu kucaklamak istedi, Kadın kurtulmağa savaşarak: — Rica ederim efendim beni bı- rakın! Görüyorsunuz ki kaçmağa teşebbüs etmiyorum. Sizden yegâne istirhamım beni polise teslim et- memektir. Lütfen on altı numa- raya gidip elbiselerimi getirme . nizi rica edeceğim. Fabrikatör bir lâbza tereddüt . etti. O zaman kadın: — Sizi şerefimle temin ederim ki kaçmıyacağım, bem bu Kılıkla mereye gidebilirim ki... Fabrikatör çarnaçar koridora çır kip ön altı numaraya doğra yü - rürken karşıdan gelen pek telişli | birini gördü. Adam boğuk bir ses- | #ordu, Prenses Hadra'yı gördü - nüz mü? — Prenses Hadra mı? — Evet efendim bir haftadır bu ötelde misafir olan Prensesi ta nımiyor müsünüz — Henüz teşerrüf etmedim ken. #ilerile., Zaten henüz bu akşam geldim. Fabrikatöre hitâp eden adam gesini yavaşlatarak: — Bendeniz prensesin müreb- | bisiyim, dedi. Demin ansınn ©- dasından kayboldu. — Her halde bahçede bir gezinti yapmağa çıkmıştır. — İşte beni korkutan da bu ya.. Size bir sır tevdi edeyim efendim: Prenseş salrifilmenamdır. konağında olsa neyse, lâkin bura- da... Rezaleti düşünün efendim. Fabrikatör, demek odama ge- | len bir prenses ha! diye düşündü. Hakikaten duruşunda ve hareket- lerinde bir kibarlık vardı. Böyle düşündüğü halde müreb. Pb — Zannediyorum ki bâhçeye çık- mıştır, dodi, biraz evvel bahçede bir kadının gezindiğini görmüş - tüm. | — Bahçede mi? Emin misiniz Teşekkür ederim efendim. Mürebbi gidince, fabrikatör on altı numaralı odaya daldı. Bulduğu bir sürü kadın elbiselerini alarak döndü. Getirmiş olduğu elbiseleri bıraksrak Prensesin önünde nazi- kâne ve hürmetkâr bir eda ile &- gilerek: ) — İstediğiniz Rgibi — harekette muhtarsınız efendim, dedi. İşte bu odada elbiselerinizi değiştirebi - | lirsiniz Prenses odaya girdi ve bütün gü. zelliğini meydana çıkaran bir el- biyse giymiş olduğu halde görün- dü ve: di hazırım beni istediğiniz yere götürüni dedi. Fabrikatör onu kapıya kadar götürüp elini öptükten sonra ma- ah manalı gülerek: — Serbestsiniz. efendim, dedi. Ben hiçbir zaman size &di bir otel hırsızı nazarile bakmadım, hâşa. — Ocoh, gize nasıl teşekkür e- deceğimi bilemiyorum efendim. — Bana bilâhare teşekkür eder- ses korldorda uzaklaşırkı T mütehassir gözlerile w p ; sonra kendi kendine: ekadar güzel ve cazip, diye anırıldandı, bundan daha nefis bir hazine taravvur edilir mi? Yatağa girmeden önce saate bak- ma ki li. Komodine bir göz attı Kendi | tareke devrinde, biz Pariste, eli- | mizde bulunan cüz'i vasıtalarla, büyük bir keşmekeş ve entrika | dimize çalışmalarımıza devam e- alında ,en acıklı günlerini yaşı - yor, milli izzetinets, en çirkin bir | şekilde rencide ediliyordu. surların, bize yabancı olmuıyan elemanların teşvik ve yardımile, TTürklere reva gördükleri muame- işgali üzerine aleyhimizde nüma- yişte bulunan bazı unsurlar, taş- Tadma taş çıkartıyorlardı. Biz bu haberlere, Parise gön- derilen hususi mektuplarla mut- tali oluyorduk, Bir gün, Beykoz- da oturan eski bir dosturmdan al- dığım bir mektupta, arada bir se- Ti halinde vukua gelen hâdiseler- den bahsediliyer ve yazının se - nunda: «Biz burada, elimiz ve dilimiz bağlı bir halde bulunuyoruz, ba- Ti siz oradan, o hürriyet diyarın- Teme bildiriniz. deniyordu. ıı acı feryatla hepimiz bele - Samsüre tâbi İs- m gazetelerinde okumadığı - miz birçok feci havadisleri, bu suretle birer birer öğreniyorduk. Bunlardan bir kısmını, e vakit Ce- mevrede — mühterem — Hamdullah Suphinin teşkil ettiği “Türk istih- barat» servisine gönderdik. Fakat ba kadarla da kalmak İstemiyor - duk. Daha geniş, daha verimli bir saha arıyorduk, ve hemen yerinden sıçradı. Ko - modinin üstünde ne varsa yok ol- | muştu. Ceketini yokladı. Cüzdam | dırra kadem basmıştı. Cüzdanda | Hti bin lirası Vardı. O zaman acı ile gülümsiyeri | — Ne müthiş şeyi! diye mırıl - | dandı, Prenses her halde çok sı - | kıntıda olmalı, Sabahleyin yanına gideyim de, aldığı eşyanın bana Jüzümü olmadığını söyliyeyim ba. nın mürebbisi ile den gitmiş bulun- Na öğrendi. | Türk « İsveç ucarel 'müzakereleri bitiyor İsyeç hükümetinin resmi mü - e in alâ. kadar dairesi âzaları arasında Ha- | siciye Vekâletinde yeni bir Türk - | İsveç ticaret akdi için | müzakerelere başlı Müzüakereler €n çok on beş güne kadar nihayetlenecek ve takarrür eden şartlar dairesinde İsveçle mal mübadelesine derhal başlanacaktır. | Bu iş kolaylıkla başarılacak bir iş değildi; Clemencesu el'an ikti- dar mevklinde bulunuyordu. Emsabsiz bir muvaffakıyet kazanmış KIZI DUNYAŞKA, lenin haddi hesabı yoktu. İzmirin | kanlık hususunda şark ordusu ef- | glan sesinizi çıkarmız, vaziyeti â- | guğu alâkayı başka bir suretle de | Aldığımız malümata göre, bazı un| HATIRALAR Mütarekede Paris- te Hayat Nasıldı ?.. Paris, daima aynı mahiyette bir şehir olarak kalmıştır Yazan: HİKMET NİSAN Harbi umumiyi takip eden mü- | Matbuata başvurmayı düşün - düm. Parisin, satışı çok gazeteleri elan Matin, Journal, Petit Parisien ve Petit Journal gazetelerinin, bi- muhiti olan bu şehirde kendi ken- | ze sütunlarını açmıyacaklarını bi- liyordum, «Figaro» gibi kibar küt- derken, İstanbul da - aşkeri işgal | 'Jelerin gazetesi ile katoliklerin mürevvici efkârı elan «Echo de Paris, in de orzularımızı is'af et- miyecekleri muhakkaktı. Aklıma «Öcüvres güzetesi geldi. Kemi » yet itibarile küçük, fakat keyfiyel itibarile Paris matbuatında mü - | him bir mevkij olan bu gazete, müessisi Güstave Thârynin noza- reti altında İntişar ediyor, serbest ve pozitif bir siyaset takip ederek, hibçir tarafa boyun eğmiyordu. Thörynin Pierre Lotinin de dostu olduğunu biliyordum. Üstadın nadiren yazdığı yazı - lar, bu gazetede çıkıyordu. «Pierre Letiye açık mektup» başlığı al - tında — kaleme aldığım yazıyı, Thöry'ye kususi bir mektupla be- yaber gönderdim, neşri ricasile yaziyeti bütün vuzubile bildir - dim, İki gün sonra makule intişar etti ve sansayon yaptı. Thery ,bize karşı göstermiş ol izbarda gecikmedi: Makaleyi havi gazeteyi lâzıma gelen yerlere gön- dereceğimi tahmin ettiğinden, sa- zılmiş, bantlanmış elli nüsha «Ocuvre» göndermek lütuf ve ne- zaketinde bulundu. Hiç ummadığım bir şekilde ba- şardığım bu işten - me yalan söy- Tiyeyim - davamıza ufak bir hiz- metim dokunduğu içis, bihakkın iftihar etliğim gibi, teşebbüsümü: muvffkiyetle tetevvücünü gör - | mek İrsatını bana vermiş olan Thüry'ye de ayrıca minnettar olan — «ARABACININ şaheserini vaz'ı sahne eden GUSTAV UCİCKY”'nin Rejisörlük dehâsının en son merhalesi ANA İZTİRABI Annelik çerefine feda olunan bir kadının hayalını tasvir eden son silper fil Perşembe Akşamı İPEK't AŞE - HEYECAN ve İHTİRAS Macerası Bu senenin en büyük Fransız filmi SON GE ÇİD Baş — Rollerde: Günabkâr Kızlar ve Büyük Valsfilimlerinin unutulmaz yıldızları CORİNNE LÜCHAIRE - FERNAND GRAVEY —— TÜRK Macarlstanın şarkı şimalisinde ( İslav cinsinden ve katolik mezhe- binden olan Lehlerin (Polyak) baş- di. Leh krallığı bir aralık ön dör - düncü asırda Karadenizden Baltı- ğa kadar geniş bir sahada yayılan birçak memleketleri ihtiva edi - yordu. Lehistanin şark ve lisi ,yani Su ler Cumhuriyet giyast manzumenin idare Mq, ..- ki Rusva memleketi oön itineli ilâ Son Telgrafın Tarihi Tefrikası: 5 TUNA BOYUNDA —— C Yazan: M. SAMİ KARAYEL >) Timurlenk devrinde Osman oğulları larında müntehip bir krallik var- | ORDULARI en dördüncü asırlarda Türk Al- Rus beyleri, Türk Hanlarının | mensuplarından başka bir şey de- | Gildiler. Bu o kadar uzak bir tarih Türk cinsindendi. Hele hükim zümre 'Türklerdi. Rusyada sakin İslav kabileleri başsız ve cahil idiler. Dokuzuncu asırda peyda olan Rus beyleri, İs- | kandinavyadan gelip bu İslav ka- ——— bilelerine tahakküm eden Var - | yağlardan türemişti. Ancak on beşinci asrın sonla - rındadır ki, Moskova büyük bey- Üği, Ti ngin darbelerile za- yıllamış-olan Altınordu Hanlığına karşı kıyam ve isyan ederek bu Türk hanlığının parçalanınasına sebep oldu. Türk Hakanlarından Timurlenk Altınordu devletini vurmakla Rus- yanın teşekkülüne ve Türklerin başına belâ olmasına sebep ol - lenk, yalnız bununla da Yıldırım Beyazıdın ordusunu tarumar ve kendini esir - on bir sene Osmanlı Türk- aşsız b:rakmıştır. Timurlengin garp Türklüğüne icra eylediği harekât ve bu in metayici fevkalâde mü- himdir' Türk tarihi bu safhada Ti- Mürlengi ne kadar bırpalasa hak- lıdır. Nihayet, Altınordu aksamın - dan teşekkül eden Kazan, Astra- kan Hanlıkları on beşinci asır i- ler'ni kinci yarısına kadar Avrupayı Rus- yanın şark kısmına hâkim kıldılar ve nihayet Moskova büyük beyi müthiş İvan buraları da zaptede- Tek Rüs Çarlığını kurdü ve © ta- | rihten itibaren yavaş yavaş elli milyon Türk Rusların esareline girdi, Üste de Osman oğullarının başına belâ oldu. Romanof hanedanının mevkie Keçmesile Ruslar, bilhassa şimal, şark ve cenup Türkleri zararıma | tevesrüi ede ede nihayet malüm o- | lan Rusyayı vücude getirdiler. Osman oğulları, Balkarlara ve | 'Tuna boylarına uzandıkları za - man Avrupanın cenubu şarki ve şarkında belli başlı devletler, işte | bu sayılanlardı. Avrupanın merkez ve garbinal lince, buralarda bir imparator- (Cermen imparatorluğu) bir Papalık vardı ki, merkezi ve garbi | aya, yani katolik huristiyan üküm ve nüfuz iddiasın- Oııdcmunuınrdaınıkkdl- Delinin aklı Eskiden dervişin biri zikir ve tes- | bih çeke çeke aklını oynatmış. «Ben Allahım, yeri, göğü, dünyayı ben yarattım> diye ortaya atilmış. Nihayet bunu akıl hastanesine göndermişler, Kendisini müşahede altına alan doktor, bir gün deliye Sormüş: — Senin adın ne? Ne iş yaparsın? Deli hazretleri gibi cevap ver - miş: — Ben tanrıyım, işim, gücüm yaratmaktır. Her şeyi ben halke- derim. Doktor: — Pekâlâ, demiş, gözümün & - nünde bir şey yarat bakalım da, senin tanrı olup olmadığın: an - bıyalım. © sırada doktorun hatırına kar. puz gelmis: — Haydi, demiş, bana bir kar - puz yaratıyer. Tesadüf bu ya! Delinin karyo - lasının altında bir karpuz varmış — Güçlük mü var? demiş. Eği - lip karpuzu çekip almış, doktora uzatmış: İşte al! Deliye karşı müşkül vaziyette kalan doktor, tmarhaneden bir cami kubbesini göstererek: — Haydi, demiş, bize şu kubbe kadar karpuz yarat! Deli: — Peki, demiş, on beş gün sonra gel, sana o kubböden daha kocaman bir karpuz vereyim. Doktor: — İşte bu olmadı, diye itiraz et- miş, mademki tanrıyım, her şeye kadirim, diyorsun. O kubbe kadar karpuzu da şuracıkta, gözümün ö. nünde yaratmalısın, Deli bu sefer dayanamamış: — Be evlt, demiş, senin bildiğin tanrı bile yumrük kadar karpuzu üç ayda yetiştiriyor. Ben şu kubbe kadar karpuz için on beş gün iste- mişim çok mı NE YEMEK—— S- YAPAYIM? Moyvalı krema Malzemesi: Onar tane kuru kaysı ve erik. yarım çay fincanı kuru ü- züm, bir çay fincanı toz şekeri, yarım litre süt, bir portakal, iki yumurta, iki çorba kaşığı nişasta. Yapılışı: Meyvalar evvelâ bir iki saat' ıslatılır. Akşamdan slalı'sa daha iyi olur. Sonra iki çay fiacanı | su ve dilinmiş portakal ile birlikte ateşe konur. Meyvalar tamamen | pişince, şekerin — yarısı katılarak | tekrar beraber pişirilir. Şekerin | yarısı süte katılır, kaynatılır. Ni- şasta su ile ezilip ilâve edilir. Bir iki taşım kaynattıktan sonra indi- y Tilir, Yumurtalar çalkanıp içine karıştırılır ve nihayet meyvalar içine katılıp şöylece karışlırılır ve söğuk u ile Çalkanmış kâseye dö- külür. ç Fea — Fazla yağlı yemeklerden sakın. Mide, Aaraciğer, barsak, gişmanlık hastalıkları hep, bu fazla yağlı yemek- lerimizden İleri geliyor. mazsan doktora rla bir sor. Mülli İktsat ve TTasarruf Cemiyeti VF UARAZLTDRAA NASREDDİN Hi Yazan: ZİYA ŞAERİR Tefrika No: 20 Silâhtar Yalın Kılıç Bey! Huzuruna Getiriliyorü Bey ,atını dörinala sürüyor, Kır serdarı, beyi takip ediyor. * Bey, konağının kapısına gelin- ce, atın başını çekiyor. Kır serda- Tıma dönerek şu emirleri veriyor: — Serdar!. Adamların, konağın etrafını kuşatsınlar. Ne içeriden dışarıya, ne de dışarıdan — içeriye kuş bile uçurmasınlar. — Başüistüne efendim, — Sonra.. üyan ağalarına birer adam gönder. Hocaya da birini koştur. Derhal buraya gelsinler. — Ferman buyurdunuz, efen - dim. * Beyin, divan odası.. Bey, öfkeli bir yürüyüş ile içeri giriyor. Kapının kenarıma dizilmiş olan iç ağalarına göz gezdiriyor. Sert bir sesle; — Silâhtar ağa, nerede?. Diye soruyor. Ağalardan biri, cevap veriyor: — Efendim!. Dün gece hasta - lanmış. Konağında yalıyormuş. — Çabuk, konağa gidin. Sürük- liye sürükliye buraya getirin. Ağalar arasında bulunan subaşı ileri atılıyor: — Bey hazretleri, müsande bu- yurunuz, ben alıp geleyim. Bey, seri bir sesle hitap edi - yör: — Subaşı!, Hele sen, yüyle dur. Yerinden kıpırdanma. Diyor. Ve diğer ağalara: — Alın şu herifin silâklarını. Diye, veriyor. Gd * Sokakta, Beyin adamlarmın, si- lâhtar ağayı sürükliye sürükliye getirdikleri görülüyor. * Diyan odasında, meclis kurul - müştür. Sedirin ortasında, Akşehir beyi. Sağında solunda, âyan ağaları. Karşısında, silâhşörler. İçeriye, bir içağası giriyor: — Bey hazretleri! Silâhtarı ge- tirdiler, Diyer. Bey, kaşlarımı çatarak: Diye, emir veriyor. Silâbtar, yalın kılıçlı iki silâh- şör arasında, beyin huzuruna gee — (Büyük bir korku ile) hasta idim, beyimi, Evimde yatıyordum. — Sana hediye olarak verdiğim hançer merede?, — (Fena halde şaşalıyarak) şey, efendim.. Şey.. Evimize hırsac gir- di. Birçok eşyalarla beraber, « kaymetli hançerinizi de almış, gö- türmüş. Bey, içağalarına emir veriyor: - hocayı.. Nasraddin hoca, mutadı veçhile, büyük bir pervasızlıkla içeri gi- riyor. Doğruluğunu güsteren bir safiyetle, selâm veriyor. Hoca— Selâmlin, aleyküm.. Bey— Aleykümselünaam, haca. Kısa bir sülküttan soruyor: ğ — Söyle bakalım, sabah sen bir mezara giff — Evet, beyim. — Niçin, girdin?. — Vallahi beyim.. gevrilen denicesine eniri Tüp işitmekten bıktım, W Birar da, ahret diyarını ** dedim. Onun için me rar dünyaya çıkmak isli kin tam çıkarken, tesi dan geçen fincancı katatl kütüvermişim. Mecliste, manalı ma meler... Bey— (Gülmemek içli güç zaptederek) sonra Hoca— Efendim!. Senrif serdarı benden daha iyi taralını da, o söylesin. Bey, kırserdarına hitajf Bey— Söyle, serdar. Serdar— Efendim!. Fi fırlarının sırtlarındaki $ dan, on adet silâhlı ada di. Cümlesi de, zindana — Kim miş bu adan — Bu sualin ceyabunl lâhtar ağa kulunuz ve: Bey ,başını silâhtara çi Söyle silâhtar., O kimdi, Benim memi le sandıklar içinde, mekten maksatları nedir”e Renkten renge giren boğulur gibi cevap veri: — Bilmiyorum, efendi — (Middetle) nası! bili Sen, benina silâktarım değ sin, Büyle şeyleri, herket vel, senin bilmen lâzım — Efendim!. Wata idink de yatıyardırm. — Pekâlâ. Bey, yüzünü tekrar viriyar. Ka ı — Hoca!. Bir de (ilab) yarmış. Şunu anlat, baktli Bu suali işiten silâki halde şaşırıyor. Dün m harabesinde, ortalığı “veren © müthiş duvul hiyetini derhal anlıyor yatırap içinde kıvranarak, yüzüne baka kalıyor, p. Hoca ;mutadı olan si dali, hiç bezmuyor. H besinin önünü açarak, şalının arasından gayot KU bir hançer çıkarıyor: — — Bey hazreikeril, U ne hacet?, Buyurun?, Şu; ağanın hançeri.. (Elini sokup bir altın başlık şu da, silâktar ağaya katunun başlığı.. Bunları müsebetle 6 (Han) da Kunu, silâhtar ağa süyl ma ve lâkin, eğer silâhta ederse, hakikati tama yecek olan canlı bir var, O da, kapının önü yen bir cariye, Bey, silâhtara — Söyle, silâhtar.. Bu le, bu kadın başlığı, ne betle o viran ban kâ; Tunuyor. te İspanya kralları | an beylikleri ve gşehir riyetleri hemen hemen müs- daki beyler ve a olduğu göbi is- | tiklâllerini imparatora karşı kis- “kançlıkla müdafaa ediyorlardı, Avrupanın, araziye temellük dolayısile küvvetli ve muayyen hukuki bir müessesesi olmak iti- barile muntazam olan feüdalitesi, İslâm 'Türk feüdalitesine nazaran daha çok nüfuzlu idi. Maamafih mühim vak'alar ö - nünde meselâ Osmanlı Türkteri - nin Balkanlara ve Tunaya doğru akınlarırda ve merkezi Avrupaya yürüyüşlerinde bütün kıristiyan âlemin! korkutan hâdiseler karşı- sında. Papanın nasihatleri, Kay- | | zerin emirleri, krallar, beyler, hali tarafından dinlenir ve müş- | terek hiristiyan orduları teşkil e dilip Türklere karşı sevkolunur. dü. Osmanlı Türklerinin Avrupaya i geçmiye, ve şarki Roma Kayser « lerini ciddi tehdide başladıkları zaman bütün Avrupa hıristiyan - liğile yürümüştü. Bu yürüyüş mü- tesddit kereler vaki olmuşku. Osmanlı Türkleri, Rumeliye ge- çer geçmez evvelâ Tuna cenu « bunda İslâv ve Macar askerleri ve Fransız şövalyelerile karşılaştılâr. Edirneyi, Dimekokayi zapt le, şarki Romanın kolunu kıran Bül- gar ve Sırbistanı mağlüp ederek rağmmına alan Osmanlı Türkleri Tuna cenubunda Avrupa şövalye- lerile Ehlisâlibine karşı koyuyor- lardı. Bunları sevkeden Papanın nüfuzu ye dini otoritesi idi. Avrupada Osmanlı Türklerine karşı çıkanı küvvet ekseriya bü - fün Avrupayı bir cephe olarak temsil eden ve başlarında Papa ve imparator bulunan hiristiyan âlemi idi, * Osmanlı Türkleri Romeliye geç tikleri zaman Balkanlar milüttan evvel Trak ve daha sonra Hun ve Avar istilâ ve muhaceretlerinden başka onuncu asırdan ilibaren şar- —< ea ki ve cenubi Rusyadan lerle oldukça kesif bir sf© gal edilmiş bulunuyordu. Osmanlı Türklerinin #f Rumeliyi kolay zaptetmel beplerinden biri de budür. Bılkınhnlı Türklerin tün Balkanlar ve Macarlaf bil olduğu belde Türklert geli Bizans ve Papâ hş.:ğeı €n büyük âmillefi yanında idiler, i h Osmanlı Türklerinin £ geçişlerini ve Tuna boyun” ğ Tşlarını iyice kavramak günün muhtasar dahi ©SA İ manlıları muhat olan Ğ ve bulandukları —.ıxıw*“' mek faydadan bali olmadık” etraflıca coğrafi ve tarihi © Jarını yazmak zarüretinde dümm, GArkası V

Bu sayıdan diğer sayfalar: