7 Ocak 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

7 Ocak 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

7-1-1939 b Ş Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: Ben Veliahtı Muhafaza Edecektim Pa alim aka Fakat Bu Vazifeyi Yaparken Abdülhamide ve Veliahde | Kuşkulandırmıyacaktım de İşi Sezdirmiyecek, Onları > Sadık. Dedi. Bu hanedandan iş inun elleri evlât kardeşi kan - le boyanmıştır. Hareketinin duğu netice ve akıbeti değiş - Mmiyeceğini bile bile bu adamın “4, veliaht Mehmet Reşat Eten- Ye bir fenalık yapmağa kalkış yin hatira gelebilir. Tedbirli bu- “anmak elbette lâzım. Veliahdi gö- İtmek, korumak vazifesini sana yorum. Şu kadar ki alacağın birle ne Yıldızdakini kuşkuya © de veliahti korkuya düşürmi- Ytcelesin. Yanına vereceğim udam- inla Beş'ktaşın Saraya yakın yerinde, her vakit harekete Zir bir durumda bulünecaksın. günden arkadaşlarını seç, yarın işe başla. emen o gün bileğine, diline, yüreğine güvendiğim bazı #kadaşlarla polis Mehmet Nuri, , Rüştü, Arap Mehmet, Osman *İendilerde gizli bir kuvvet mey- na getirdim. 31 Mart hâdisesine adar, hiç kimseye sezdirmeden İM işi kendime en önemli bir va- ifa edindim. Sami Paşa arasıra er de veriyordu bana, Bu da Abdülhamidin “Graz Yani, adında bir İtalyan İle giriş ği gizli bir işe ait olanı beni çok Yorması, telâşlandırması, hele çok Bülünç hâdiselerle karşılaştırması İibarile cidden anlatmağa değer. Vellahtın sarayma gelenleri Bözleyip izlediğimiz sıralarda, İri Vücudu, uzun sekalı, dağımk kı - Yafeti biraz da delimsek hallerile dlkkatimize çarpan bir adamın ıldız sarayı Baltacı ve ağalarile , Mı fıkı münasebette bulunması, V ârda dolaşması bende bir şüphe Yyandırmıştı, İtalyah olduğunu, Tepebaşında Meyyit yokuşunda “Leonora,, adında piyano muallim ği yapan bir Bulgar kadınının e- Yinde oturduğunu öğrendiğim bu #damcağızla (Leonora) hakların - da edindiğim haberler de şilphele- Bini kuvvetlendirmişti. Sıkı bir surette göz altında bu- İundurduğum: “Leonora,, Dın €& Vinden günün birinde Yıldızın Ha- temağalarından Vahit adında birl- hin çıkması, diğer bir gün de Yıl- dız kapıcılarından birinin çekine çekine bu eve girmesi beni bayağı Vesveseye düşürmüştü. akşam, Grazyani Je Leono- ra haklarındaki bilgi ve gö- rümlerimi çok dikkatle dinliyen Zaptiye nazırı Sami Paşa, güler yüzle ayağa kalktı, sırtımı okşadı. Ve: — Aferin Sadık Efendi. Çok i- YI çalışıyorsun. Tarif ettiğin şe - killerde bir adam ile bir kadının, başta Cevher ağa olmak üzere rayın siyah ve ve beyaz bazi ai ları ile Şişli, Zincirlikuyu, Köğrt- hane taraflarında gizli gizli bulu- $up konuştukları haberini ben de aldım. Çok mühimdir bu. Dedi. Dikkatimi büsbütün bu karışık, ne olduğu belirsiz işi öze- rine çekti. Allah biliyor ya, ben bu sakallı İtalyalıya, veltahte yap- tırılacak sulkastın tertipçisi gözi- le, biraz da dik bakıyor, vücudu- hu ortadan kaldırıp kaybediliver- Mek için içimde uyanan arzulara uyacak gibi oluyordum. İki hafta artsız arasız peşinde gezdim. Ne tuhaf ve garip tesa- düflerdir ki, her günkü gördükle- tim, bu adamın hep te kötü, karan bik işlerle uğraştığı hakkında e- dindiğim kanaatleri kuvvetlendi- Terek o mahiyetteydi. Gerçekten, Ortaköy, Beşiktaş semtlerinde 0- turduklarını, Yıldız sarayına çat- kın olduklarını öğrendiğim hare- mağası, tablakâr, kapıcı, bekçi. bal tacı gibi bir çok adartlarla, muh telif rütbelerde alaydan yetişmiş zabitlerle kahvelerde birleşiyor. hattâ bir çoklarının da evlerine gi- ir akşam, malümat almak İ- çin, madam Leonaranın Me- yit yokuşundaki evini gözliyen ar- kadaşlara uğramıştım. Grazyani- nin evde ve iki de haremağası mi- safiri olduğunu öğrendim. Evin bulunduğu sokağın köşesinde bek- liyen arabanın da içerdeki hare- mağalarının İtalyan ile beraber ev den çıktılar. Çekine çekine bakı- narak srabaya atladılar, dalreye doğru çıkmağa lar, Ben de o sırada tesadüfün ye- tiştirdiği bir arabaya bindim ve arabacıya kendimi tanıttım. Ge- rekli olan tenbihleri verdim. İli dakika sonra Nişartaşın- da, şimdiki Meşrutiyet mâ- hallesinin bulunduğu kırda orta hâlli bir köşkün karşısında, göz- lerim, pencerelerinden bol ışıklar fışkıran bir odaya dikilmiş oldu. ekle be aedi ame: di, eve iki ağa daha geldi. Mera- kımdan çatlıyacak bir haldeyi Bulunduğum yerden, dört ağa ile İtalyanın bir masanın etrafında 9- turduklarını, İtalyanın arasıra ö- nüne bakarak, devamlı surette bir geyler söylediğini, ağaların da dik katle dinlediklerini, bazan da ba- kısıp baş salladıklarını açıkça gö- rüyordum. Merakım taşmış, sabrım da tü- #enmişti. Evin bahçesine girdim, ayaklarımın ucuna basa basa ledim, oturdukları odanın altına geldim. Baştan ayağı kulak kesi- lerek dinlemeğe koyuldum. Graz- yaninin Selânikten, Enverle N Ziden, veliaht Reşat efendiden bah- ni şöyle bir vızıltı gibi işit- tm. Bu sözler içimi yakan şüp- heleri büsbütün kuvvetlendirmiş- 4. O sırada şeytan Birdenbire, pencerelerdeki parmaklıklara tu- tunarak biraz yükselmeyi, içerde ki görüşmeleri adamakılı dinle vi tirdi. Olur mu?.. meyi aklıma ge' rel Olur. Hemen iskarpinlerimin a tına birer mendil m ğına sarıldım, üstü- ar PE gbi çömeldim. Ken ne çıkip tüner gibi . dimi biraz denkleştirerek elimi o- turdukları oda penceresini mnaklığına uzattım. Niyetim, ie t olmadı işte, te dinlemekti. Fe N ol işte, Elimi atip asılmamla kocü. demir armaklıkla beraber yere inmem yi iklenilmiyen bu çatır. bir oldu. Bel n dıh gürültü tabii evdekiler telâş irdenbire açılan pen- kının, misafirlerin kopardıkları - celi, kalın hıraz var yet Na . Feryatları ortalığı çınlattı. Ben tu- tulmaktan daha ziyade, evde a lanan entrikacıları ürkütmekten korktuğum için tabanı kaldırdım. Karanlıkta yokuş aşağı koşmağa aa bir hayli ayrılıp uzak- E laşınca, biraz yavaşlarms- stığım yerlerin yumuşak- ir ALAMAM ağaçlardan, ayaklarıma takılan Şeşilliklerin kokusundan bir bostanın domates tarlasında olduğumu anlamıştım. Artık tutulmak, görül likesinden kurtulmuştum. Karan- lıkta bir yol bulup çıkmak İçin, basacağım © yerleri ayaklarımla yoklıyarak ilerliyordum. Bir işte terslik başladı mı, s0- nuna kadar devam eder, derler. Çok doğrudur bu O sırada i- leri attığım sağ ayağım birden bo- şa gitti. Kendimi toparlamağa kit bulamadan tepe aşağı yuvar landım. Hendek mi, kuyu m diye sormayınız sayın okuyucula- rım. İkisinden de fena. Bostanın serbet yaptıkları gübre çukuruna düşmüştüm. Çukurun kenarları 15- lak olduğu için dizimle bastığım topraklar içeriye doğru akıyor, ka yıyordu. Bir hayli uğraştım, zor- lukla kurtardım kendimi. Üzerimden o pis, fena kokulu sular $ıza sıza, Ihlamur, Dereiçi yoluyla Beşikler İmiş kayar fetimle kimse arabasına almadı. (Devamı tar) HiIKAYE HANIYA, BOYARİZ! Yazan: ehirden uzakta yazlık bahçe- Ş lerin birinde idik. Mevsim, yaz sonlarına yakındı. Günlerden cumartesi, vakit ikindi ile akşam arası... Bahçe ne kalaba- Tık, ne tenha... Çalgı var, yok gibi. Yani tam olmayan eksik takım, arada bir, ha fiften bir şeyler tıkırdatır gibi olu yor ve pek çabuk susuyor. Sizin anlayacağınız, bu koskoca, yemyeşil bahçe, asıl şatafatına, cur cunasına kavuşmak için yarınki pazarı bekliyordu. Kırk, elli kadar mişterinin, etraflarını çevirdikle- ri masaların üzerinde (ekseriyeti kahve fincanları, çay bardakları, gazoz şişeleri teşkil ediyor; bira, rak; şişeleri e kadehleri” onlara nisbetle ekalliyette kalıyorlardı. Ortada, kenarda kâh gezinen, kâh duraklıyan garsonların içinde “en neşeli görüneni, bana ve benim bi- raz solundaki mı az yaşlı ve çok pişkin garsondu. Benim biraz solumdaki masada or ta yaşlıya yakm, kalantar, olduk - ça yüzüne bakılır'bir adamla yâr orta yaşlıya yakın, yarı henüz şık, güzel bir hatuncağız oturuyorlar- dı, Gayet müreffeh, mesut bir çifti andıran bu erkekle kadının masa - larına kehribar renkli, pamuk kö- püklü buz gibi bira bardaklarının ikisi konuyor, ikisi kalkıyordu. Bi- raz uzaktan ve yan gözle gözüme çarptığına göre bunların, ikide bir konup kalkan meze tabaklarının i- çinde hep dişe dokunur, nadide şey lerdi, yö gayet müreffeh ve me sut bir çifte benziyen bu er kekle kadın, yanyana, baş başa, göz göze ve diz dize hiç durmadan neler konuşuyorlardı? İşte bu bel Manlmnnlimii ei aşağı ber, alı metre bir yer oldu - ğu gibi konuşmaları gayet fısıltı halinde idi. Lâkin, böyle çok güzel LOKMA Ni HEK LER e sü Ki SET e İMİN SARILIK NEREDEN GELİR? Bunu da saym okuyucularımız- dan bir bayan soruyor. Temenni e- derim ki kendisinde yahut bir ço- cuğunda sarılık olup ta onu ken- di kendine tedaviye kalkışmak için değildir de, ancuk öğrenmek, sarılık hakkında bir fikir edinmek içindir. Eski zamanda bayanlar sarılığı —kendilerinde veya evlerinde ol- sa da— komşularında tedavi et- mive kalkısırlardı. Hem de nasıl tedavi olduğunu İşitmişsinizdir. Bu zamanda « tedaviyi yapacak kimse bulunacağına ihtlmal vere- mediğimden sayın okuyucumun © maksatla da sormadığı şüphesiz- dir. Zaten o tedaviyi yapan eski zaman bayanlarının kendilerine © kadar emniyetleri vardı ki, onun tesiri olup olmadığını kimseden sormıya lüzum görmezlerdi... Sarılık hastalığına hervakit sa- rılık dersek te sarı renk her va- kit bir örnek olmaz: Açık sarı, kehrihar sarısı, yeşile yakın sart, toprak sarısı... Sarı rengin her çe- sidi olabilir. En ziyade gözlerin a- kında olur. denilmez. ve bütün dün derisi sarı olunca, o vakit sa- rilik derler. Çok defa mide bozukluğundan sarılık gelir, insanm çehresi tep- rak rengi gibi bir renk alır. Bu sa- rılığa tutulanlar, kendilerini me- rak ederi Ailelerini de telâşa düşürürler, Halhuki mide düze- lince sarılık ta kendi kendine ge- çer. Fakat —midede bir bozukluk olmaynen— sarılık O karaciğerin ya islerini görmesinde bir karışık- Irk olduğuna yahut safranın geç- tiği yollarda bir tıkanıklık bulun. duğuna delâlet eder. Bazılarında ilkin karaciğer tarafında sane ge- lir de ondan sonra sarılık merda- na çikar. O halde sarılık çok defa birkaç gün içinde geçer. Bazılarım. da da haftalarca sürer, Gençlerdeki sarılık böyle ca- buk, bir kaç gün İçinde geçen tür- lüsüdür. İnsan genç olunca sarılı- ğı geçirmek için, birkaç gün sab- retmek, ihtiyatsızlıktan sakınmak. yan! yemeklere dikkat etmek, yo- rulmamak, hele bu mevsimde 80- guktan kaçınmak yetişir. Sarılığın en hafif şeklinde bile karaciğerin hilereleri az çok zede- lenmiş olduğundan birkac gün ya- takta kalmak, yalnız süt içmek hiç te fazla ihtiyat sayılmaz. Süt içemiyenler sebzeleri su içinde haslatarak ondan çıkan sebze çot- basini içerler. Bir kaç gün sonra pismiş yemislerden de yenilebilir. Fakat sarılık iyice geçinciye ka- dar et yemekten sakınmak zaru. ridir. Sarılık hes altr haftadan ziyade devam edince ona ehemmiyet ver mek lâzim olur. O vakit sarılığın nereden geldiğini ancak hekim ta- yin edehilir. Safranın geçtiği yol. larda tıkanıklık bulununca ameli- yata ihtiyac görülebilir. Hekim bu ihtivacı gösterince tereddüt etme- melidir, Sarılık çok devam edince karaciğer daha zivade bozulur ve ameliyatm iyi netice vermesi de şüpheli kalır. Cok devam eden sarılık, safra yollarında tıkanıklıktan değil de, karaeiğerin hastalığmdım da ge- lebilir. Dalak ta —sarılıkla be: ber— büytimüş olunca genelikten kalmis kötü hastalığı hatırlamak Tâzımdır. Daha baska sebeplerden gelen sarılıkları da başka bir güne bira- kırız. * Balrkesirde sayın okuyucuları- mızdan Bay Rasim, balon şisir- maek cocuklara nasildir, diye soru- yor. İyi bir mümsrese olsa gerek- tir. fakat yalnız, büyüdükleri va- kit lisede edebiyat kısmına ayrı lanlarm işine yarar sanırm. Bir de gazetecilerin, diyeceksiniz. Za- ten onlar da edebiyata Yabancı sayılmazlar... | i ünde, böyle yemyeşil, serin, dört başı mamur bir bahçede, böyle yan yana, başbaşa, göz göze ve diz dize oturan gayet müreffeh ve mesut bir çift, âdeta fısıltı halin de ne konuşacaklar ve bunu bilmi- yecek ne vardı sarki? Bir aralık masalarına ve otur - duklam yere biraz güneş geldi. Ta- bii onlar bundan rahatsız oldular. Garsonu çağırıp masa ve sandalye- lerini, daha bol gölgeli olan benim tarafıma doğru çektirdiler. Böyle- Jikle aramızdaki mesafe çuk metreye kadar inmiş oldu. Şi di hafif konuşmalarından tek tük kelimeler, cümleler anlaşılebili - labilen keli- Li çıkarmak kabil olmuyordu. Hem âlemin, böyle bir yerde yan yana, baş başa, göz göze ve diz dize, bi- raz da gizli konuşmasından bana neydi? Ben, onların ne kâhyası, ne İspiyonu, ne de tahkik me- muru idim. y asaları, sandalyaları ve ken dileri bana bir hayli yaklaş Osman Cemal Kaygılı 1) İl tiktan biraz sonra, bahçede bir bo yacı oğlanı peyda oldu. Bu, on bir, ön iki yaşlarında görünen, yalına- yak, başıkabak, cılız, kirli, paslı, bir çocuktu. — Maniya, boyariiiz! Diye söylenerek yanımza yaklaş tığı zaman bizim az yaşlı çok piş - kin garson: — Haydi vlan, defol oradan! Diye kovacak oldu. Oldu ama o kalantor #dam işe müdahale etti: — Bırak, dokunma! Bu fuzuli müdahale çocuğu se- vindirdi, garsonu da mahcup etti. Adam, sonra çocuğa seslendi: — Gel bakayım, şu #skarpinle - rin tozunu 8! Çocuk, iskapinlerin tozunu al - mak için yere ,çimenlerin üzerine diz çökerken bu sefer de kadın işe karıştı; — Ayol, buhun elleri simsiyah boya içinde, tozunu alayım derken o açık renk iskarpinleri büsbütün berbat edecek... Bırak, vaz geç, son (Lütfen sayfayı çeviriniz) İspanyada | Engizisyon Cep Kitapları serisinin 6 ncısı olan İspanyada Engizisyon Bugün çıktı. Tarihin bu meşhur faciasını herkes okuyup öğrenmelidir. Cep Kitapları Serisi Neşriyatma muvaffakıyetle devam ediyor. Şimdiye kadar altı kitap çıkmıştır. Bunlar: Atatürk; Yüz Sene Uyuyan Adam, Rip Wan Winkle, Kabuğuna Çekilmiş Adam, Mar- kopolonun Sergüzeştleri, Acemi Bir Köylü Kızı, İspanyada Engizisyondur. Her kitabın fiyatı 10 kuruştur. Senelik abonesi 8 lira, altı aylık abonesi dört buçuk liradır, Senelik abonelere bir kütüphane hediye edilir. Kütüphanelerimizi bir hafta sonra idarehanemizden alabilirsiniz. Yeni adresimiz: Ankara caddesi Reşidefendi hanı, bi- rinci kat, Cep Kitapları İdarehanesidir. Mektup ve sipa- rişlerinizi bu adrese gönderiniz. Posta kutusu numarası: 79, Bu adrese de gönderebilirsiniz. plarımızı gazete müvezzilerinde ve her kitapçıda bulabilirsiniz. İspanyada Engizisyon Eserinin muharriri meşhur Clemen Wood'dur. Kitap kapaklarına isim yanlış yazıldığı için özür dileriz. CEP KİTAPLARI İstanbulda Reşidefendi Hanmda

Bu sayıdan diğer sayfalar: