2 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

2 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

i/ gbi il" > Tefrika No. 2 Damat Ferit, Kısa Yoldan SarayaHaber Yetiştiriyor "Şevketlim İnanınız ki, Talât, Enver; Cemal Paşalarla Arkadaşları Şu Anda Almanlarla, Almar Gemileri İle Kaçmış Bulunuyorlar,; Dünkü Kısmın Hulâsası Ülillardanberi kanı canı yok yere har- na harcana kupkuru kadit haline Betirilen zavallı millet, zorin,, sürükle” Mircesine © sokulduğu Cihan o Harbinin Sn günlerini yaşıyor. Bir taraftan Vahdetüin tantanalı kılıç kuşarma me- Tesimi yapıyor, halki ve fikirlerini 9- Yaliyor diğer iaraftan Enver, Talât, Cemal Paşaları ayrı âyrı kompliman- Yarin elde etriye, tahtına destek ya- Perâk saltanatını © kuyyetlendirmiye İttihat ve Terakki hü- mMevklinden sessizce Sekilmişti, Zavallı millet kurtarıcı s4- Bip başında taşıdığı bu adamların bir #etap gibi çekildiklerini işitince bir- denbire şaşırdı. Herkes ümidini kes migti ondan. Hayır o ölmiyecekli, Fo- leğin kanlı kalemini kıracak yarataca- hı Barikaları kendi kâlemiyle . isrihe yazacaktı. Derin derin soluyor, kanın- daki hınç tohumlarını eşelediği toprağa katıyor, scak göz yaşlariyle de Sula” yerdi.) * İntikamını yaşartıp filizlendir- mek' büyütüp çiçeklendirmek isti- yordu. Onun için ağlıyor, uğraşı - yordu. Bu sirada, Tevfik Paşanın kabi- ne teşkilinde uğradığı muvaffakı- yetsizlik, Vahdettini Müşir Ahmet İzzet Paşayı iktidar mevkiine çe tirmek mecburiyetinde bırakmıştı. Birinciteşrinin on dördüncü günü Izzet paşa, bu kara günün sadrazam Yığını kabul etmek fedakârliğını göstermişti. Kabinesini teşkil etmiş, iş başına geçmişti. Talât Paşa ka- binesinin müttefiklere teklif ettiği mütereemaeyt TEZATYAK YEME sızlığına katlanmıştı.. Zavallı mil. let, mukadderatın hazırladığı çir. kin hâdiseler, acı âkıbetlerle kar- şılaşıyordu artık, Tıpkı eli, ayağı bağh kurbanlık bir koyun gibi, ke- marında bulunduğu felâket çukuru- hun başına uzanmış, hâdisstın kes“ kin bıçağına da boynunu uzat- L gün ikinciteşrinin üçüncü işti GC günü idi, Tttihat ve Terakki- nin büyükleri tarihin hiçbir zaman affetmiyeceği bir suç daha işle mişlerdi. Talât, Enver, Cemal paşa- lar ve arkadaşları, yalmız devrilen yıkıntı ve yığıntı- sında değil, millet ve memleketin yerlerde serilmiye, sürünmiye ya- rTaşmıyan, alışmıyan Yüksek varlı- ğını ve bu varlığın şerefli kurban- ları olan şehitlerin mübarek ceset- lerini, pıhtılaşıp kuruyan kanları Üzerinde kıvranarak inliyen yaralı, Yavrucuklarını bile Çiğhemişierdi. Korkunç âkıbetleri ile yüz Yüze ge. tirdikleri zavallı milleti, düşman tazyiki karşısında titriyen bahtsız memleketi ve hele uğruna can ve. yeceklerine and içtikleri mukaddes Sancağı birakıp memleketten çıkıp gitmişlerdi. O gün, pasalarla bazı arkadaşla. rının kaçtıkları haberini, Vah. dettine yetiştirmek için saraya İlk koşan Damat Ferit olmuştu. Vah. dettin, in bu telâşına, gaf. etine için için gülmüştü. Çünkü, paşaların er geç kaçacaklarını © çoktan biliyordu, Böyle olmakla be- raber, eniştesine karşı, bu habere pek inanmamış gibi davranmıştı. Kaşlarını çatmış, derin bir düşün- eye dalmış gibi bir tavır takın - mıştı, Uzunca süren bir süküttan sonra başını kaldırmış, tereddütle Damat Feride bakmıştı. Ve: — Paşa. Demişti. Sakın şehir i - çinde saklanmış olmasınlar?.. Ahmek, aptal Ferit, Vahdettinin bu yapmacıklı hareketlerine baya- Bi inanıp kanmıştı. Onun tereddü- dünü gidermek için, uzun uzun dil- ler döküp yaltaklanmıştı ve miha. yeti i — Şevketlüm i#nanınız. Demiş” ti. Bu haberi biraz evvel Ayan Re- isi Ahmet Riza bev kulunuzdan ak dım. Çerkes İmail paşa zade Ali İn- san bey bendenize de ayrıca tah - kik ettirdim. Tâlat, Enver, Cemal paşalarla diğer azılı arkadaşları- nın Almanlarla, Alman gemileri ile kaçtıkları muhakkaktır Şu anda mubarek taht ve mülkünüz bu tü- redilerin şer ve fesatlarından ta - mamiyle kurtulmuş bulüunmakta- dır. İz Feridin bu kat'i temi- natı karşısında Vahdettin ferahlamıştı. O, İttihatçıları hele Enver, Tölat, Cemal paşaları hiç, hatta günshı kadar bile, sevmezdi. Fakat, korkusundan sevmediğini belli edemezdi, çekinirdi. Her bi - rerlerine ayrı ayrı dost görünür, her fırsattan istifade ile gönülleri. ni alır, avuturdu. Tıpkı büyük kar- deşi Abdülhamit gibi, o da vüke- Jâsına karşı iki yüzlü bir siyaset kullanırdı. Gerçi, padişah olduk - tan bir ay sonra, başkumandanlık payesini uhtesine almış ve bu hare- ketiyle millete, muhite karşı güzel bir gösteriş de yapmıştı. Ancak sa- darete tebliğ ettirdiği iradesinde, aynen “ başkumandanlık erkânı - harbiye riyaseti vezsifi kemakân damet ve yaverihası hazreti padi- şahi harbiye nazırı Enver Paşa ta- rafından ifa olunacaktır.” Kaydile, Enver paşanın da gönlünü almağı unutmamıştı. Daima, gizli gizli yü- Züne gülmüs ve o mağrur hürriyet . kahramanını, iki yüzlülüğü ile ken- dine bağlamıştı. Bu arada sadrâ - zam Tâlat paşayı da okşamıştı. Ço. cuk aldatır gibi, askeri rütbesini fahri miralaylığa yükseltmiş, ihsan ettiği şik bir miralay üniformasile onu da kendine bent ve bende et - mişti, Cemal paşayı da mahzun et- memişti, Gasbettiği Altıncı Meh - medin mirasından pırlantalı, çok kıymetli bir altın saat ve kordon hediye ile onun da gönlünü hoş et- miş, dostluğunu edinmişti, Son gün. lerde, iktidar mevkiinden çekil - dikleri halde, hiç birine karşı mua- melesini “değiştirmemişti. Fakat, her vakit yaptığı gibi, arkaların - dan atıp tutuyor, kuyularını kazı- yordu. zzet Paşa, Başvekülete tayi- ninin ikinci günü süraya | gelmiş, Vahdettinin huzuruna gir- mişti, Çekilen kabine tarafından yapılan mütareke teklifinin tilâf devletleri tarafından kabul edildi- gi, Amiral Galtropun, o murahhas- larımızı Monârosta beklediği habe- rini getirmişti. Ahval ve umumi va» ziyetle mütareke meselesine dair bir hayli izahat vermiş, padişahın bu hususlar hakkındaki noktai na- zarını öğrenmek istemişti. Vahdet- tin sadrazamı bir müddet sükünet- le dinledikten, fikirlerini söyledik- ten sonra, birden gazaplamıvermiş- ti. Kaşlarını çatmış, kızgın bir eda ve hırçın bir sada ile; — Paşa, paşa, evvelki gün de söylemiştim. Hükümeti, milleti bu badireye sevkedenler hakkında, bakıyorum bir güna teşebbüste bu- lunduğunuzdan bahsetmiyorsunuz. Şu sırada bunların cezalandırılma- İarı hem millet, hem de mütereke talebinde bulunduğumuz tilAf dev- Jetleri üzerinde iyi tesirler bıraka- Gıktır. Bu hususu tekrar ve teyit Me himmetinizi, teşebbüsünüzü bek lerim, Bir de, göndereceğimiz mu- rahhasların intihabında : çok tifiz höreket edilmesini ve bilhassa, İsi- lâf devletlerine itimat ve enmiyeot telkin edebilecek kimselerin tayi- nİNİ, bu arada Dümat Ferit Paşadan da azami derecede istifade olunabi- leceğini size hatırlatmak isterim, Demisti. Sadrazam Ahmet Izzet Paşada, makamına olan saygısı se- bebi ile huzurunda el pençe divan durduğu Vahdettine karşı öteden- beri hürmetten ziyade Bir nefret hissi vardı. Onun yaman bir müs- tebit, ne afacan bir muhteris oldu- ğunu çok İyi bilirdi. O günkü tavır ve vaziyetleri ile yersiz müdaha- le ve yakışıksız tavsiyelerinden â- deta canı sıkılmıştı. Sabredememiş, Damat Feridin bu çok mühim va- rifeyi başarabilmek ehliyet ve ik- tidarından mahrum olduğunu a çıkça söyleyivermişti. Fakat Vahdettinin kuvvetli ısrar» lari karşısında, murahhas İnlihap edilirken, keyfiyetin vükelâ heye- tinde görüşülüp düşünüleceğini ve bu sırada kabine arkadaşlarına Fe- rit Paşayı da hatırlatacağını vaad etmişti. Eski vükelâ ve rical hak- kında yapılması icap eden muame- lenin de mütarekenin akdinden son raya bırakılması lüzum ve zarure- tini müdafaa ile bu gibiler hakkın- da çok şiddetli davranılmasının : ş : DU a y 3322223322220 M üteahhit, gür beyaz saçları nı kirli podüsüet eldivenle- rile şakaklarına doğru sıyazladı. Mahpushanenin (avlusuna baken cephe duvarını soldan sağa ve aşağıdan yukarı tetkik etti. Bu anda birdenbire hastalanan kısrağını baytara götürmekten başka çare güremiyen bir Kköy- ağası gibi üzüntülü ve kızgındı. Bir duvarın bu kadar kirli ve lekeli olacağını galiba sk almı- yor ve galiba içinden: — Bir de kazıtmak için yev- miye vereceğiz. İşte bak, diyerek başını sallıyordu: Mahpushanede iş aldı alalı üs- tüne bir acaip kibir gelmişti. Şu demir kapıdan istediği zaman dı- şarı çıkabilmek o mazhariyetinden gelme bir kibir, Kendisini * yabancı bir dünya « dan nasılsa aralarına'düşmüş bir mahlök gibi uzaktan, çekinerök seyreden mahpuslara caka yap - mak için koğuşlarda çalışan ba » danacı Recep ustayı çağırttı. Recep usta yüzünde daima bir haftalık siyah sakal taşıyan iner uzün, orta yaşlı bir adamcağızdı. Şarkı söylemeden çalışır. Kimse Me konuşmaz ve ancak saat başla- rında fakfon tabakasını çıkarıp çömelerek sigara sarar, sonra tek- inukarrer olduğunu ilâve etmişti. | rar fırçasına sarılırdı. (Devamı var) Geçen sene, müteahhidi daha LOKMAN : HEKİMİN ERİ 3 a OĞUTL. 200000 «Mame ka da Dama le MEĞER HOCA ÇILDIRMAMIŞ On yedinci asırda Von Helmon adında meşhur bir hekim hocası midenin çıkardığı usareyi keşlet- tikten sonra, vücudümüzdeki u- zuvlardan her birinin birer usare çıkardığını iddin etmiş ve bu usa- relere hayat mayaları adını ver- miş, hem de hayat mayalarının hepsinin üzerinde ve onların hep- sine hâkim bir baş maya bulun - duğunu ilâve etmişti. Bunun üze- rine, hoca keşfinin verdiği gurur- dan çıldırdı, saçma söylüyor, de- mişlerdi. Meğer hoca çıldırmamış... Söy- lediğinin doğru olduğu, üç yüz yı- la yakın bir zaman sonra meyda- ma çıktı. Şu kadar ki, onun ha» yat mayası dediği şeylere şimdi, biz hormon diyoruz. Belli başlı uzuvlardan her birinin birer hor- monu olduğu gibi, yalnız hormon çıkaran guddeler de var, Bu hor- monlar bozulunca, hayatın da bo- zulduğu her gün daha iyi meyda- na çıkıyor. Onun için hormonlara hayat mayaları demek deli saç - ması değil, pek yolunda bir tâ birdir, Geçen yıl hormonlardan bazıla- rını uzun uzadıya yazmıştım, Fa- kat onların hepsine hâkim ol, baş mayanın işleri kalmıştı... Bu- günlerde Fangaltıda Ahmet ismin- de sayın bir okuyucumuz, güzete- ye günderdiği bir mektupta ipo- fiz guddesinin hastalıkları üzeri” ne bilgiler soruyor. İpofiz nam da baş mayayı çıkaran guddedir. Ge- çen yıl eksik kalan bir bahsi ta- mamlamağa fırsat verdiğinden de- layı Bay Ahmede teşekkür ede- rim, Bu İpofiz guddesinin işleri şim- diye kadar belki okuyucularımız- dan pek çoğunu merak ettirme- miştir, Mide bozukluğu, karın ağ- rıları şüphesiz daha çok alâka ve- ren hastalıklardır. Fakat ipofiz guddesinin yaptığı işleri onun bo- zulmasından ileri gelen rahatsız- lıklar ve türlü türlü hastalıkları, kedini ve hayatını bilmek, istiyen herkesin öğrenmesi | faydalıdır. İpofiz, âdeta hayatın merkezi de- Bilmeğe lâyık önemli bir uzuvdur. Onun gördüğü işlerin pek çok olmasından dolayı, ipofiz guddesi çıkarılınca © yaşamak kabil olup olmuıyacağını anlamak İçin, tabü üzerinde, cok tee - rübeler yapılmıştır. Bu tecrübe » lerden anlaşıldığına göre, ipofiz güddesi çıkarılan bir hayvan bir müddet yaşar, iki gün, belki hir kaç gün. Ona da zaten normal ha- yat denilemez, © kadar büyük ehemmiyeti ol- masiyle beraber, ipofiz guddesi kafa tasının içinde beynimi altan- da minimini bir uzuvdur. Büyüle lüğü bezelye tanesi kadardır. A- ğırlığına gelince o da bir gram çıkmaz, Kırk ile seksen santigrem arasında, Ağırlığının bu kadar de- ğişmesi, onun başla büyüyüp kür çülmesinden ileri gelir. İnsanın çocukluğunda bir yaşını kadar ancak 16 ile 26 santiğram ara - sında vlür, üç yaşına kadar o hal- de kaldıktan sonra bülüğ yaşı ge- lince, büyümeğe başlar, yirmi ya- şına kadar 38 santigram olur. Baş. ka guddeler o yaştan sonra, artık büyümedikleri halde ipoliz gud- desi büyümekte (o devam ederek otuzla kırk beş yaş arasında 65 santigrama, kirk beşle elli yaş 8- rasında 70—80 santigrama kadar çıkar, Altmışından sonra da pek az küçülür... Onun ağırlığı bütün vücudün ağırlığına nisbet edilir. se, kadınlarda daha büyük nis - bettedir, ziyade büyür. Bu da ipofiz gad- desinin — hayatta en mühim ga ye olan — nesli ipka etmek işine de hâkim olduğunu gösterir, Bu kadar küçük bir guddenin her tarafı birbirine benzemez de., Mikroskop altında o görünüşüne bakarak ipofizi üç kısma ayırır - Jar. Alın tarafına gelen parçası en büyük kısmıdır, güddenin ağır liğından o yüzde 72 sini bu kısım verir, Ense tarafına gelen arka parçası (ağırlığın yüzde 18 idir. İkisinin ortasında ve onlardan hiç birine benzemiyen kısım ağırlığın ancak yüzde ikisidir. Geri ka - lan yüzde sekiz de guddenin ka- buğudur... Bu parçalardan her bi- ze gördüğü işler başka başka. Küçücük bir guddenin parçaları arasında bu kadar ince hesaplar yapıldığına ve bir gram bile o mıyan bir ağırlığın yüzdeleri ara- sında nisbet aranılmasına elbette taaccüp etmezsiniz: İpoliz insan vücudünün hükümet merkezi de- mektir, Hattâ gebelikte daha | HİKAYE VAR azan: Namı Müstear iyi yevmiye bulduğu için ia mıştı, Bu hareketini sonra, işsiz günlerinde £ kahvede otururken çok düşünmüş, kendi & kendisini kabahatli bulmuştu. Şimdi her 2a- manki yevmiyesinden elli kuruş eksiğine | çalışıyor, “Beye, eski münasebetsizliğini © unutturmağa uğraşıyordu. Nesi Kecep ustaya! — Buram da badanalana « cak, dedi, hepsi değil yarı yere kadar, Pencerelerin üstü istemez, temizdir. Fakat alt taraf berbat Evvelâ kaba taslak bir kazırsın, sonra icabına bakarsın. Yani önce raspa ister. Recep usta kısa bir tetkikten sonra: — Malüm, dedi. İçerisi akşama bitecek. Yarin sabah başlarız. * Sabahleyin güneş bulutların ar- kasında ve uzaktaydı, o Bahçede tok bir hayvan bakışı gibi boşluk ve rehavet vardı. Recep usta, ka- laslardan yapılmış kıymetli iske - ) esini binanın sağ köşesine yanaş- tırdı. Boya Jekelerile rengi kay » bolmuş sahtiyan önlüğünü bağla- dı. Açık kahverengi kireç rezeleri savurarak raspaya başladı. Önceleri neler kazıdığının pek farkındu olmamıştı. Fakat her çizgiyi ortadan kaldırmak meç - buriyetiyle dikkatini teksif etti İlk gözüne çarçan bir resim olmuştu. Tek böcasından koca - man dumalar savurarak dalga - de yayvan bir.sıra ev gibi kama- raları görünüyor. Baş tarafına kocaman ve gayri muntazam bir çıpa asılmış. Direkleri göklerin nâmütenahiliğine o doğru uzanıp gitmiş, yanında itina ile (Norman- di) kelimesi yazılmış, altına bir de “Sanat yildiz tiyatrosu sma- törlerinden: Samih,, imzası atıl - mış. oRecep usta Normandinin mavi kordelâyı kazanmış bir Ok- yanus teknesi olduğunu bilmiyor. du. Binsenaleyh, kaba taslak gemi Sizgilerini acımadan sildi, çıkardı. ormandinin o hemen yanın- da bütün teferruatiyle bir esrar nargilesi resmi vardı. Çifte marpuçları, kıvrım kıvrımdı ve lülesinden ince bir duman tütü - yordu. Altına bir namı müstear yazılmıştı: Cakalı gece kuşu. Ksrar nargilesinin biraz ötesin- de, hatırı saytlır bir rampayı $0- İuyarak çıkmağa çalışan bir uzun tren .resmedilmişti. Recep usta, vagonlarla o lokomotifin arasına çekilmiş o çizgilerin basamaklara konulmuş o “Darp işaretlerinin, mânasının bir türlü anlıyamadı. Fakat tevkifhanede bunun niçin çizildiğini bilmiyen yoktu, Meş - hur bir münakaşanın o yadigârıy- dı. Merhum eroinman Hanri tren soygunculuğunun kolay olduğu - ları yaran kaba bir tekne, üstü” C | GECE ECL “ü si sizl kilin trenin pekâlâ soyulacağını bu re- simle ispat edivermişti, Trenin bittiği yerde kocaman bir dünya haritasına benziyen yu- varlak bir kalp çizilmişti. Kalbin iki tane gözü vardı ki, insana şey tan şeytan bakıyorlardı. Burun hizasına kıvrık bir Arap cenbiyç- si saplanmıştı. Altında (Ah felek ah) yazılmıştı ve bu tabloyu, Kuş Göz Niyazi imzalamıştı. Recep Uus- taya (Ah felek ah) kelimeleri çok acıklı geldi. Dertli dertli bir siga- ra sardı, > akat o manpusnanede hisler, bir uçtan öbü ruca koşarak * değişirler. Tekrar işe başladığı sa- man kederi hiddete dörmüştü. Bir sürü açık saçık resimlere rast- ladı. Hepsini de gözlerinden uta- narak hızlı hızlı ve sinirli sinirli kazıdı. Öğleden sonra iskelenin yerini üçüncü defa değiştirince, duvar - © da artık resim kalmamıştı. Bu #eler de birbiri arkasına be yitlöre, manilere rastlıyordu. Bun »Jar, rüzgâr ve yağmurla silindikçe üstünden başka renkli kalemlerle i tekrar tekter geçilmiş satırlardı. Recep usta ve Yasanlardan başka herkes doğruca okuyaRtarlardı. Perişan Suat: Cetadide bir evlidım, bana hiçran imiş kısmet, Korkma Allah kurtarır, bizleri şu zin. danı felâketien Esiri gam olup düştüm, meğer mahbus imiş kısmet, Demişti, | #W Çanta Sadık şunları yazıyordu: Söz bilirsen söyle Sözlerinden hise kapsınlar Söz bilmezsen süküt eyle Seni âdem zarnetsinler, Galatalı küçük Hasan beni an: (Ah Sofya) diye başlayıp: “ © seden istemem bir fatiha, tek kır masınlar taşımı,, diyerek hemi aşkını, hem de Ümitsizliğini kay. detmişti. Altı üstü beyaz Mehmet daha rind ve daha seydalıydı: Aşkı setretmek te güç, Âşsikir etmek te güç, Neylesin biçare dil ebrü karar etmek te giç. Düştü gönül bir gözleri Shuym, Huzura varıp diz çökerek Yalvarmak ta güç, Patır kütür Salih, namı diğer Çete Salih: (Bugünler geçer ama, yüreği deler de geçer.) diyordu. ecep usta gittikçe üzülüyor- AN du, Kendi kendine: 5 — Demek buraya (düşenlerin yüzde doksanı kadın yüzünden“ gelmiş. Çok-yüziki diye söylene- rek-düları kazımakla devam et - ti. Yalnız akl erdiremediği bir cihet vardı, Yüreklerindeki yara yı orta oyunu ilânı gibi duvara ulu orta yazmanın mânası neydi? Buna da: — Rabbim insanı bir kere şa- $ırtmasın, diye mâna Verdi. - Meşhur yankesici © Çarşıkapı Piç Mümtaz: i Gün doğmadan neler doğar. ğ Demişti. o Hepsinden ümitlisi buydu. Feriköylü İsmail: i Bu dünyanın cefasından safasi- na nöbet gelmez. o Demiş, altına da kocaman harflerle; N niyi çok edepli buldu. Zorla, iste- miye istemiye kazıdı. Recep usta, üç kere ayrı ayrı kazıdığı şu beytin, kimin tarafın den uydurulduğunu merak etme ğe başlamıştı ki, nihayet imzalı Bunu yazan bir muhalif rüzgâr. Kendi gitti ismi kaldı yadiâr., Altında kocaman bir isim: Vak

Bu sayıdan diğer sayfalar: