6 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

6 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

m a 6-4.939 i/ ln > > ani Hain Vahdettin Hiddetlenmişti Millet ve Memleket İşlerile Olan Alâkasızlığını da Açığa Vurmuş, Alçaklığını Göstermişti Püskürür gibi, bacasından kara 'dumanlara saçan düşman zırhlıları onu hiç ürkütmüyor, bilakis svun- duruyordu. E vet, o yalnız tatl canıyla zev- kini, safasını düşünüyordu. Her gece, renk rerk ince ince tül - lere büründüğü genç. güzel ceriye- lerine çaldırıp çığırtıyordu. Oynak havalar, açık türküler, yanık gazel lerin neşesiyle kendinden geçiyor- du. Değerli, nadide şallara sarınmış, yarı çıplak körpe haspaların ve &- dalı, tombul yosmaların nazlı nazlı salınarak, krılıp kıvrılarak, göz sü- züp kırarak oynadıkları oyun- İarla gönlünü eğlendiriyordu. İki gün evvel de, zevk ve sevgi kıymeti bilir hemşiresi Mediha sul- tan. ona, bir cülüs hediyesi olarak gerçekten emsalsiz derecede güzel cilveli bir gönül eğlericesi, gül gon- cası kadar zarif ve terutaze, nazır bir Çerkes kızcağızı takdim etmişti. Kızın müstesna güzelliği, terbiye ve nazikliği, boş ve cazibeli tavırları ve hele nazlı ve yakıcı bakışları. daha ilk görünüşte bu zevk ve şeh- vet düşkününün aklını başımdan a- vermişti. Bu güzellik melikesi o- na padişahlığının ananesini, saray âdetlerini unutturuvermişti. Hemen bu dilber yosmacık ile, adeta can n- tarcasma halvete çekilmiş, hamam dairesinin nice esrarlı hâtıralar sak- ayan, nice bekâret kanları akıtılan kuytu bir bucağına kapanıvermişti. İki günlük bir acemi kızın ka - zandığı bu büyük muvafiayet, gristiği müstesna marhariyet, şey- ketilerinin yıllardanberi sitifatlı bir İşaretini bekliyen ikbal düşkünü diğer cariyelerin ümitlerini yık- muş, gönüllerini kırmıştı. Hepsini, dallarından koparılan goncalar gi- bi sarartıp soldurmuş. boyuncuk- larını büktürüvermişti, Yeni göz- desinin bir gecelik eünbüşlü vusla- tına kanamıyan Vahdettin, o gün de tatlı halvetini bozamamıştı. Şeh- vet bucağından, nazlı Çerkesin ku- cağından ayrılamamıştı. Akşama doğru idi. Mebeyin da- iresinden telâşlı bir yürüyüşle ge len harem ağalarından biri, kara bir hamam böceği sessizliği ile, ha- mam dairesinin dış kapısına sokul- müuştu. Korkudan moraran yana- ğını yapıştırır gibi kapıya daya - muştı, Biraz dinledikten sonra, tit- reyen elinin parmaklariyle, çekine çekine, birkaç fiske vurmuş ve ar- kasından cırlak sesi duyulmuştu: — Şevketlü arslanım, kusuru. mu af buyur. Başmabeyinci kulu- huzun ısrariyle geldim. Kâfirlerin zirhliları limana girmişler, topları. hi sarayımıza çevirmişler padişa- hım. Başmabeyinci mubarek âyak- larını öpüyor, iradei şahanenizi bekliyor aralık dairede, ahdettinin o anda kanı başı- na sıçramıştı, Gösterilen bu büyük saygısızlığa karşı kızıp kö- pürmüştü. Halvetinin kubbesinde hırçın akisler bırakan bir sesle: — Şu küstahlığa bak hele. Ge- mileri ben karşılayacak değilim & Sadrazam icabına bakacaktır el - bette, Böyle bir şey için nediye be- hi tdciz ediyorsunuz. Defol oradan. İtabiyle harem ağasını koğmuş, başmabeyinciye de atıp tutmuştu. Milet ve memleket işleri ile olan alâkasızlığını açığa vurmuş, alçak- lığı ve hainliğini ortaya koymuş” ta. Vahdettin başmabeyinci Lütfi Simavi beyi hiç sevmezdi. Sevme- diğini de hissettirmezdi. Onu ken- dine bir merasim rehberi, İttihat- Silara karşı da bir emniyet siperi edinmişti. Yüzüne güler, arkasın- dan çekiştirindi. Fakst, zaman ve Siyaset icabı onu kırmaktan, kız - dırmaktan çekinirdi. Lütfi Simavi bey milletinir memleketini çok se- ven, dalkavukluktan pek iğrenen Tefrika No. 6 özü gibi sözü de doğru bir zat. Terbiyesi, her hususta bilgi ve gör- güsü kıt olan, tabiat itibariyle de hiç nazik olmayan Vahdettin gibi bir padişahın başmaheyinciliğine katlanan bu zat, ona bayağı hocü- lık ederdi. Resmiyet kaidelerini öğretir, muaşeret yollarını göste- rirdi. Dalkavukluğu hiç sevmez, sırası geldikçe dokundurarak taşı gediğine kovmaktan da cekinmez- di. gün de düşman zırhlılarmın birer felâket timsali gibi imanda dizilip sıralandıkları, bü- tün bir şehir halkının korku ve u- mitsizlik içinde çirpimip sızlandık. ları bir sırada, padişahım harem dairesinde kapanıp oturmasını hiç te hoş görmemişti. Vahdettini küp- lere bindiren o haberi gönderiniş- ti. Nezaketle umumi teessüre işti. rake davet etmişti. Vahdettin yeni gözdesinin sıca- cık koynundan, yumuşacık kuca. ğından öyle pek kolay kolay çık» mazdı. Fakat harem ağasının sara- ya doğru çevrildiğini söylediği top- lardan ziyade, başmabeyncisinin savuracağı baş örtülü tarizlerden çekinmişti. İster istemez Nazeni- ninin bucağından ayrılmış, yorgun argın. mabeyn dairesine çıkmıştı. Lâtfi Simavi Beyi uzaktan görün- ce, bir haile artisti maharetile bir. den acılı, kaygılı bir tavır takını- vermişti. Geçirdiği şehvetli gece- nin yorgunluğundan, o uykusuzlu ğundan kızaran süzgün gözlerini yaşartmıştı. Baygın bir oda, ağir yan bir sada Ile: — Gördün mü başımıza gelen- leri beyefendi, demişti. Bu kara ve yelsli günleri görmek talisizliği ba. na mukaddermiş meğer. Rahmetli kardeşimin yerine keşki ben öl seydim de, memleketimin bu acık- h, milletimin bu felâketli günleri- »! görmeseydim. İki yüzlü Vahdettin, acılı, duy- gulu bir padişah rolünü o kadar i- yi oynamıştı ki, gösterdiği yapma teessürüne Lütfi Simavi Beyi bile bayağı inandırmış, onun da nemli gözlerini o büsbütün yaşartnıştı. Hem ağlıyor, hem de münasip söz. ler, tesellilerle padişahın kederini dağıtmağa, teessürünü azaltmıya uğraşıyordu. Desiseci hünkâr daba oyununu bitirmemişti.. Zırhlılara dalgın dalgın bakarken, birden baygınlık eseri göstermiş, oturdu- ğu kanapeden yere yığılıp serilmiş- ti. Ansızın ve bir kasırga sürat ve şiddeti Tle bütün saraya yayılan bu baygınlık haberi mabeyn dairesini telâşlandırmıştı. Bütün has bende- ler, sadık köleler şevketlilerinin başı ucuna yığılmışlardı.. Düzme baygına kolonya suları ile masaj- lar, kanfir şırıngalar yapılmış, kordiyaller içirilmiş, eterler kokla. tılmışta. Şevketlinin o bayginlığı U zelen heyecanda olan harem dairesini de altüst etmişti. Aralık daireye ko. şuşan saraylıların feryatları, çığ- hkları taş koridorlardan taşıyor, salonlarda boğuk akisler yapıyor- du. Yeni gözdenin kazandığı mev- ki ve payeyi çekemiyen kıskanç, hırslı cariyeler bu felâketi, zavallı acami kızın uğursuzluğuna, düz ta- banlığına hamletmişlerdi. O aralık hamam dairesine atılmışlar, bu sal- tanat şehvetinin suçsuz ve yeni kurbanım dişleri ile didiklemiş, hırpalamışlardı. Biriken öçlerini &l. mış, sânki ferahlamışlardı. Harem ağaları gözdeliğin bu ateşli, hicran- lı hasretlilerini ancak kamçılarla dağıtıp kaçırmışlar, zavallı Kızca- gızı zorlukla kurtarmışlardı. Beri tarafta biribirlerine giren mabeyn halkı, ancak efendilerinin biraz ayıhp açılması, süzük gözler” le etrafındakilere bezgin bakın- ması ile yatışmışlardı. Ya bu sada- katli, vefalı bendeler şevketlileri. nin yüreğine inip ölüvernesinden ne kadar korkmuş, telâşlanmışlar- | dı. Hepsinin yüreciklerine ateşler | düşmüş, dimağlarına kuruntular ü- | şüşmüştü. Kolaymıydı ya? Bunca yıllık velinimetlerinden, üzüle, ü- | züle bekledikleri, ancak yeni ele geçirebildikleri saltanatlı mevkile- rinden, doyamadan ayrılmak elbet- te çok acı, acıklı bir şey idi. Hiç bi. risi daha şöyle rahatça bir oh diye- memiş, saltanatm safasını süreme- mişlerdi. Hele ölümlük dirimlik bir muangırcağız da edinememişlerdi. Elbette ağlar, yanarlardı. Fakat u- lu Mevlâ, döktükleri göz yaşlarına İşte acımış, şevkötlilerini kehdileri-* ne bağışlamıştı. z rtik Vahdettin rolünü bitir. miş, tamamile kendine gel mişti. Baş uclinda *çırpındıklarını gördüğü yaşlı gözlü bendelerini se- vindirmişti. Hele çok şükür esvap- cıbaşı Ibrahim ile, ikinci müsabip Mazhar Ağenin ağlamaktan sara- rip solan yüzleri gülmüştü. Ya baş mabeynci Lütfi Simavi Bey'ne ka- dar da sevinmişti bilseniz. Çünkü arhlıların geldiğini bildirmekle, hünkârın baygırilığına, çektiği azap ve ıstırabına o sebep olmuştu ve bu duyulmu$tu. Üzerine çevrilen burslı gözler, hışımlı yüzler karşı sında, zavallı ne kadar de üzülmüş ve korkmuştu. Has bendelerinin yanında bulunmalarından istifade İle odasına gitmek, biraz dir'“nip heyecanını dindirmek istemişti. Mü nasip sözlerle teessürünü bildir. miş. Adabı veçhile biraz da ömrü şahaneye dua ile, huzurdan çıkmak müsaadesini dilemişti. Fakat, hün- kâr baygın gözleri ile Lütfi Simavi Beye yalvarır gibi bakmış ve: (Devami var) Yazan: 7222372272333 Xe0 nsanlarla konuşmağa ihtiya- cım var, dedi. Pencerenizde ışık gördüm. “Burada uyumamış insanlar bulunuyor.” diye düşün- düm. Kapınızı çaldım. Kapıyı yüzüne kapatmak gibi bir hâdisenin mevcudiyetinden bi- haber olduğu belliydi. Paltosuz ve şapkasızdı. Seyrek saçlarından bir tutamu alnına ye- pışmıştı. Sırtında bir eski İâcivert kostüm vardı. İçerden bizimkilerin sesi geli- yordu. Bundan cesaretlenerek; — Buyurun! dedim. Kocaman ve emin adımlarla yu- rüdü. Aynalara bakmağa, kendine çeki düzen vermeğe lüzum gör - müyor, bir yabancı yere. girer - ken hepimizin 'mutlaka yaptığımız yeğ elini saçlarında gezdirmiyor alanda kadınlı, erkekli on ki- şiydik. Eşikten geçince; kadınları © cid- diyetle “selâmladı, “reveransı. yöta- lıklı ve nazikti, Karşısında kimse yokmuş ta kendi kedine konuşu - yormuş , gibi - fakat yalniz. bâ- şımıza ve yüksek sesle konuşurken delileri “düşünüp korktuğumuz “i- çin, o halimizden bile-serbest- sö- 26 başladı: 4- Ben bir © bayanlar, dedi, bu gece, bu saatle irisanlara anlatacak şeylerim oldu. Konuş- mak ihtiyacı... Herkes şaşırmıştı. İzâhat ver - dim: ? — Bayın bakkı var, dedim, ben de bir tesadüfle bu-ihtiyacı duy- muştum. - İnsanlarla konuşmak, arada bir, zaruret haline gelir. İn- san o zaman, birisini bulup bir şeyler anlatmadan yapamaz. Yabancı: — Değil mi ya! diye beni tasdik etti, m A FAZLA HORMON ÇIKARIRSA... İpofiz guddesinin çıkardığı hor- mon lüzumundan az olunca cü- celik geldiğine göre, fazlasının da vücudü pek ziyade iri yaparak devlik vereceğini, tabii, tahmin e- dersiniz. Bunun da misalleri —cü- celer kadar çok değilse de— epey- ce vardır. Bu hormonun çoğelması kimi- sinde daha kat smd mr ei kasi cıkmaz da Çocuğun boyu büyür, büyür, iki metreye kadar, bazılarında o ka- dardan daha ziyade olur, Bununla beraber çocuk hak değişmez. O kadar uzun adam yirmi yasından sonra da hâlâ çocuk simalıdır. Galiba kadınlar daima erkek” lerden daha kısa boylu olduklari için böyle genç devler kızlar ara- sında erkeklerden daha az görü- lür: Bir istatistiğe göre 46 erkeğe karsılık smeak 5 kız, Kız olsun, erkek olsun, bazısı nin vücudü pek uzun olmakla be- raber, bütün Azası mütenasiptir. Bazısı da biçimsiz olur: Gövdesi kısa, bacakları uzun... Bu kadar uzun bovlunun kadınlığı veya er- kekliği de nafile olur, Evlenseler bile mahsul vermeleri pek süphe- Hi kalır, Zaten fikirce de hep ço- cuk gibi kalırlar, Cocuklukta gelen bu hermon fazlalığına bir hastalık denilemez. Bununla beraber, dev gihi deli- kanlı yahut kız vücütça pek daya- nıksız olur. Çoğu oturuma gelme- den veremden yahut başka bir atesli hastalıktan giderler... Hormon fazlalığı çocukluktan sonra gelirse e vakit belli baslı bir hastalik olur, Fazlalık insanın bo- yu henüz uzayabileceği yaşta ge- Tirse boyu da uzar. Fakat daha sonra haslaymca, boy uzamaz, el- Terlesayaklar bir de yüz ai ee kemiği uzıyamıyacağından bük lür, kamburluk verir... Bu hm Irktn kadınlarla erkekler arasında fark yoktur: Ayni derecede, Bu hastalık ipofiz — guddesinde hâsıl olan bir urdan İleri geldiği için, pek yavaş yavaş meydana çı- kar. İlkin ayaklar büyür, İnsan a- yağma göre papuç bulamaz. Son- ra eller gittikçe büyür, kadın o- lursa eldiven de bulamaz. Burun da büyür, bereket versin ki burun için bir kap aramak âdet olma- mıştır. Kafntast içindeki ur büyüyüp te İpofiz guddesinin hormonu faz- lalaştıkça, buna tutulan insan hir gri unutulamıyacak bir şekil e Upuzun hir yüz, kocaman ve ileriye doğru cikik cene, dar bir alın, fakat görün: üzerindeki ke- mikler çıkık, koraman ve ucu ba- sık burun, kalın dudaklar, elma- cik kemikleri erkek, papuç kadar dil. yelken gibi kulaklar... Kollar normal kaldığı halde el ler büvür ve daha ziyade genişler, lar yamru yumru, Ayaklar da büyür ve wramak- tan ziyade genisler, Ayak bilekle- ri kalmlaşır, fakat bacaklar nor- mal halde kalırlar. Bütün vücudün kılleri kahınla- #ır, sertleşir, bazılarında çoğalır da. Hastalığa sebep olan urdan do- layı haş ağrısı, gözlerde bozukluk ta olur. Kadın olsun, erkek olsun yumurtalıkları bozulur. İpofiz gud. üzerine guddesi ile böbrekler eki guddeler de bozularak onlar da marifetlerini meydana cikarırlar, Bereket versin ki, bu kadar çir. kinlik ve rahatsızlık veren hasta- lığın tedavisi vardır. İpofiz gudde. si Röntgen ııklarından müteessir olduğu İçin, onlarla tedavi edilin- ce hormonlarını azaltır. Ameliyat a hastalığa sebep olan uru da çıkarırlar. Namı Müstear Epey sarhoştuk. Kadınlar işi varyete zannederek gülüşmeğe ha: zırlandılar, Meliha: — Buyurun centilmen, dedi, ne içersiniz? — Burada ne içiliyorsa... — Şu halde Baya rakı verelim. Bir kadeh doldurdular. Çocu - Bundan su istemiş bir baba gibi vakur ve sakin aldi. İçti. Gülüm- siyerek teşekkür etti ve kadehi masanın kenarına yavaşça bıraktı. — Anlatacağım hikâye pek ba- sit, diye başladı, çok daha fecile- rini okudum, çok duha anlatma - ğa değerlerini yaşadım. Doğrusu- nu isterseniz, burada mühim olan hikâye değil, konuşmak ihtiyacı. Anlaşıldı mıydı?. Konuşmak ihti- yacı, Avukat dostum, yarısını duda- ğının ucuna sakladığı alaycı bir gülüşle: — Konuşalım; efendim, konuşa- ım, diye cevap verdi, yahut an- latın'da dinliyelim, — Bü akşam saat sekizde içme- ğe başladık. Bir kaç arkadaş var- dı. Hepsini birer, birer kaybettim. Ben meyhanecileri pek severim. Uykuları geldiği zaman, ev sahip- liği edip, saklamazlar. İnsanın yü- züne karşı geniş geniş esnerler. Bizim Barba da esnemeğe başladı. Anlaşıldı mıydı?. İyice, “doya doya esnedi. Nihayetinde “Haydi uğurola adamım, dedi, bir aylık zıkkımı birden içecek değilsin ya, bunun yarını da var,, istikbalden emniyetle bahseden adamlara ba- yılırım. Dükkânı kapatmasına yar- dım ettim. Yollarımız köşe başın- da ayrıldığı için Dante'den okudu- Zum şiirin neticesini beklemedi. “Gecen galimere,, deyip ayrıldı. Bir yudum rakı içti. İtalyanca bir şiir okudu. Bu lisanı bilmedi- ğim için hareket eden ellerine ve yumulup açılan gözlerine bakıyor- dum. Ve inandım ki, palavra yap- miyordu. Kadehini bitirerek devam etti: — Yollar tenha diyordum değil mi, tenha ve kirli... Birdenbire ö- nümde iki insan peydahlandı. Bi- ri kadın, biri erkek iki insan. A- dımlarımı (| siklaştırdım. Benim memleketimde herkes biribirini ve herkes beni tanırdı Orada “Merhabaaa!,, dedim miydi, bol bol konuşurdum. Burada pek ol- muyor. “Hiç olmazsa sözlerine kulak veririm,, diye düşündüm. Yalpalamamağa cehtederek yaklaş- tam. Yalpahyan osdama: “Belki düşer, diye pek emniyet etmiyor- iki adım kala, “Kadın - İnsan, bağırmağa başladı. Evvelâ: — Ah yandım, dedi. Sonra: — Gençliğime acı, diye yalvar- dı. Daha sonra: — Polis! diyerek bastı feryadı. İnsanların işine karışmağa pek gelmez. Fakat kadın bıçaklamık insan işi değildir. Herifin sağ eli- ne saldırdım. Sol yumruğunu, bir Akdeniz dalgası gibi, göğsüme çar- parak kurtulmak istedi. Dümeni hafif sancağa büktüm. Herifin silâhı kötü bir sustahıy. dı. Hanginiz olsanız, bir insana karşı kullanmağa sıkılırdınız. Hem de açmamıştı. Galiba sapile vu- Tuyordu. Polisler yetiştiler. Kadında kan var mı, yok mu, dikkat etmedim. Kadın galiba adamı seviyor, lâ- fı ağzında gevelemeğe başladı. Bana sordular. Adama gözüm ilişti. Hemen farkettim; Korku - yordu. Korkak adam, bana her zaman kötü bir resmi hatırlatır, Kabaha- ti yalnız ressamına alt bir hata, Birdenbire (o ve budalaca karar verdim: — Ben bir şey görmedim, Bay komiser, dedim, bunlar galiba 8- &iz kavgası yapıyorlardı. Ben bi- raz sarhoşum. Olanı biteni pek farkedemedim. Zaten şuna bakın GEC CC 232222322327232337322232323720 HIKÂYE İNSAN İHTİYACI 3 o Halikarnas Balıkçı- sına ithaf ederim. komiser Bey, şu adama bakın. Korkağın biri. Böyle sapsarı bir yüzle kırmızı işler becerilir mi? o“ Yolda sustalıyı | polislere #2 dirmeden fırlatıp atacak kadar ferasetli hareket ettiği halde şim di korkak adam: — Tabii efendim, tabi! diyerek korkaklığını tasdik etti, Kadina baktım. Herifin itirafını duyma - miş gibiydi. Kadın kısmı severse, yalnız kör olmuyor, mükemmel de sağır oluyor, anlaşıldi mıydı, mü kemmel sağır, j Karakoldan tekrar, boş ve kirli sokaklara çıktım. Gene yalnızdım. Uyumamış © insanları arıyarak yürüdüm. Pencerenizde ışık var- dı. Kapıyı çaldım. Dolu bir kadeh daha uzattılar: — Kâfi, dedi, çok içmenin fay- dası yok. Artık mesudum . Onunla alay etmenin imkân kalmamıştı. Köşede, mukavvadan bol renkli bir insan maskesi takmış yorgun bir kadana gibi oturan ihliyar, fakat zengin bayanın, 22 yaşında- ki tüysüz, fakat küstah kocası bi- le susuyordu. Halbuki — Kel tip monşer! diye bağı- racağına bahse girebili vi Yabancı misafir: — Bana müsaade, dedi eve gi meliyim. Çocuklar bekler ” Meliha hayretle sordu: — Ay! Siz evli misiniz — Bekâr olsem, bu mübarek «cumartesi gecesi, bö; “alık sakalla dolaşır mıydım: — Şu halde, t sökaklarda insan arıyacağınız& başınıza gelenleri gidip karımıza ya. — Şüphesiz ve gider gitmez, o- na da anlatacağım. Bunlar açık saçık fıkralar olmadığından size de, karıma da anlatırım. Bonsü- var, Bayanım. Kapıya doğru yürüdü. Kendi evinde gibi rahat ve alışıktı. Ge- niş adımlarını dinliyerek pence - xeye yaklaştım. Sokak kapısı açı- kp kapandı. Yıldızı bol kış gece- sinin içine, şapkasız, paltosuz ve tek başına çıktı. (Bitişikte) bir taksi şoförü otu- rur, arabasını gece yarısına doğru getirip kapısının önüne bırakırdı. Bizden çıkan adam, paltosiyle şapkasnı boş otomobilin üstüne a- tıvermişti. Pakosunu koyduğu yerden hızla aldı, omuzuna attı. Şapkasını ba şının üstünde çevirip karnına doğ ru getirerek otomobili eğilip se lâmladı. Ve bir yere, yetişmek is- tiyenlere mahsus hızlı adımlarla köşeyi döndü. Gözden kayboldu. Pencereden ayrılamıyordum A- dını bilmediğim, ve belki bir da- ha hiç mi, hiç karşılaşmıyacağım dostumla, misafirlerimin alay ©- deceğinden korkuyordum. O 7a- | man paltosiyle şapkasını nereye, nasıl bıraktığını anlatmam lâzım gelecekti. Ve ben bunu gizli bir hediye olarak saklamak istiyor. dum. Halbuki hepimizi pervasız sa - b mimiyeti ve dehşetli ceaetiyl Ş ezip geçmişti. * Bir daha, ondan, bir hikâye dj bi de, bahsedilmedi. * Şimdi ne zaman, “İrisan ihtiya cını,, bir diş ağrısı ve uzun bir i açlık gibi hissetsem, paltosiyle şapkasını sokakta bırakarak ka - pımi çalan o adamı, bir de sabah- ları evdeh çıkarken eşikte gördü- ğüm çöp tenekesinin çalınabile- ceğini adi bir üzüntü ile hesaplı yan kendimi düşünür, gülümse rim. Anlaşılıyor ki, insan ihtiyacını gidermek için de, hiç olmazsa, pak tomuzla Şapkamızı sokekin bıra - kacak ve pencereleri ışıklı bir yar bancı evin kapısını çalacak ka * e “ dikkirin

Bu sayıdan diğer sayfalar: