22 Şubat 1940 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

22 Şubat 1940 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

22.2.0940 22 ŞUBAT 1940 ABONE BEDELİ Türkiye Eenebi 90 Ka geo Kr. m. » say 1500 “ * say © 1 Ay 1 Sene Milletlersram porta (tihadınm dahi olmıyan o memleketler içip sbone bedeli müduet surasiyle 80, 16, 8.8 liradır. Abone bedeli mesindir Adrem değiştirmek 85 kuruştur. Cevap için mektuplara 10 kuruşluk pul Düvesi lâzımdır. Bir Konserin Hatırlattığı Birkaç Nokta jem belediyesinin en mü. kemmel ve verimli şekilde ça- bşan müessesesi olduğunda şüphe &- dilmiyen konservatuvarımızın, ev- velki akşam, Fransız Tiyatrosunda tertip ettiği konserini dinledik. Ala- İranga müziği seven İstanbulluların pas tulmuş kulakların Mozartla Bethoven'le temizleyip açan bu gü- el teşebbüsünden dolayı konserva- tavara iegekkür etmek borcumuz dur, © Kıymetli sanatkâr Seyfettin A- sal'in idare ettiği orkestra cidden çok İyi hazırlanmıştı, ve programa konu- lan ağır parçalar, kusursuz çalındı. Fakat, biz, bu konser münasebetiyle, musiki ile doğrudan doğruya alâkası olmıyan bazı sözler de söylemek isti. yoruz. İlk sözlerimiz: Fransız Tiyatrosundaki bu toplan- tada, bize takdim edilen genç barito- numuz, İhsan Balkıra mütealliktir. Bu gencin Avrupadaki tahsilini he- müz tamamlamadığını, konseri din. ledikten sonra öğrendik. Ve bir ba- kımdan memnun olduk. İhsan Balkırın, bir bariton için tam formunu bulmuş sayamıyacağı- kü, —bütün konserde bulunan- lar gibi— biz de, İhsan Balkırı, pek haklı olarak, tahsi Biş astisi sanrak di —ufak #elekte görülse— bazı ku. turlar buluşumuza üzülmüştük: Son- ta iş anlaşıldı. Ve biz, genç sanatkâ- ımızın, tahsilini o tamamlayıncıya kadar kusurlarından kurtulabileceği Ümidine kavuştuk, Fakat bu vesileyle, temenni ede- *eğiz ki, —Semihada ve İhsan Bal. kırda olduğu gibi— heniz yetiş- Mekte bulunan kabiliyetleri, peşin Ve zararlı bir gurura düşmeleri teh- esinden koruyalım, ve onları, vuk- tinden evvel sahneye çıkarmıyalım. Çok alkışlanırlarsa, zararlı bir gu- vi; esimin Beğenilmezlerse, ok yere şevkleri; e ve ümitle- Mİ kırılır, am 9 Bir nokta daha var: Memnuniyet hattâ konservatuvarımız hesabına iharla kaydedelim ki konser salo- Ba, tıklım tıklım doluydu. Halkımı. » pek ender.zuhur eden bir fırsata şı —yerlerin o pahalıca olmasına en— bu derecb taşkın bir alâ- Ve âdeta tehalik göstermesini se- dele karşılamamak mümkün değil ay akat, maalesef ve teessürle gör. ki, bazı kimseler konser dinle- ve tıpkı maç seyretmiye gider gi l iYorlar: Konuşanlar, çeşit çeşi er çıkaranlar var. Hele konserin laç ZU esnasında salona girip çıkan- bulunması, titiz dinleyicileri pek h olarak sinirlendiriyor. Buna Diyet verenleri istediğimiz se mi” yükseltmenin yollarını da arar. ; > İleride dinliyeceğimiz konserle- yü mi manzarası bize daha bü- » bir iftihar duyuracaktır. Zinbar, kendilerinden şikâyet et- tile, > Vatandaşların, paradi miişte. mesi, yasında bulunduğu zanmedil. teşhiş (BU, insafsızca, ve haksızca bir velğ , abetsizliği olur Çünkü ev- “baran; e bir defa duha gördük tor) g,. * Konser dinlemesini, (par en daha iyi biliyor, Vk a galıştığımız büyük kalaba, Li leme bu kabil konserlere dayağa 'uyduğumuz o ihtiyacı, kâfi Bun tebarliz ettirmektedir. mede > İsindireki, sözümüzü bitir. en Evvel, çalışkan konservatuva- kıymı sanatkâr. Seyfet- değerli arkadaşla. ince ve yüksek zevkli vatan. kalabalığını muvaffakıyetle bu xiyafetleri, b'ze biraz da. Tas, rından, daşların Gazelecilerimiz, Pariste Zafer âbidesine merasimi çelenk koyarlarken Türk gazetecileri, Pariste Senato Reisi Jeanneney'i ziyaretleri sırasında | Ne Balkanlarda, Ne Orta Avrupada, Ne Fransada Hattâ Ne Cephede Harbi Görmedik |. e Sertel İ T A cepheye kadar uza- nan meraklı bir seya- hatten dönmüş bulunuyoruz. 1914 - 18 harbini gören bi- zim nesil için bu seyahat ina- nılmıyacak sahnelerle dolu- dur. Harp içinde ve harp dı- şında bulunan, fakat mutla- ka mevcut harpten müteessir ve mutazarrır olması lâzım- gelen birçok memleketlerden geldik geçtik. Harp sahası ol- mak icap eden cepheye kadar gittik, ne yolda, ne uğradığı- mız memleketlerde, ne Paris- te, hattâ ne de cephede harp görmedik. Her yerde hayat norüal seyrini takip ediyor, Hiçbir yerde 1914 - 18 har- binin kafalarımızda bıraktığı acı İntıba hatırlatan bir man- zaraya şahit olmadık. Ne mahrumiyet, ne sıkıntı, ne kıtlık ve ne de harp psikozu. Halbuki hareketimizden daha bir hafta evvel, Sorbon Üniversi. tesinde yarım kalan tahsilini ta- mamlamak üzere, Parise dönmek istiyen bir Türk kızına harp için. de geceleri karanlığa gömülen, ha- Yali intizamını kaybeden Parise dönmemesinin daha doğru olaca. ginı tavsiye ettiğimi hatırlıyorum. Bu seyahati yapmadan evyel, ben yolda Balkanlardan başlıyan bü- yük bir sıkıntı ile karşılaşacağını zannediyordum. Muharip memleketler hudutla. rna yaklaştıkça; bu sıkıntının ar- tacağını, hele Fransaya varınca, tam mânasiyle 1924 ü hatırlatan karanak bir hayat başlıyacağını tahmin ediyordum. 1914 — 18 barbinin tecrübesi bana bu kanaa. ti vermişti. Halbuki gördüğüm manzara, bunun tamamen aksioldu. Her gün bir istilâ tehlikesi mâruz bulunan Balkan memleketlerin- de hiçbir değişikliğe şahit olm. dık. Yalnız eşya ve gida fiyatların- da e 15 nisbetinde bir yükselme vardı. Bunun haricinde umumi hayatta hiçbir değişiklik yoktu. Bütün mağazalar, lokantalar, otel. ler, hattâ barlar ve tiyatrolar es- kisi gibi işliyor, kimse harpten bahsetmiyor, kimse harbi duymu. yordu. Kendi kendtme: “harbin tesirini görmek için Fransaya varmak lâ- Zim gelecek, diye düşünüyordum. Np erkenden - trenimiz Fransız topraklarına girdi. Kahvaltımızı yapmak üzere Ron. testorana gittiğiniz zaman, manzara ayni manzaraydı. Tere Yağından. şarabına ve meyvasına kadar, her şey boldu. Ve fiyatlar. va. da hiçbir yükseklik yoktu. Güya harp halinde bulunan bir memle. vü üm lp mek harp, buraya da tesir etme mişti. Birkaç ay evvel Parise uğ- ramış olan arkadaşla: — Harbin tesirini Pariste göre ceksiniz, diyorlardı. Nihayet işte, sulh zamanımda ok duğu gibi, hiçbir teahhura uğra” maksızın trenimiz Parise vardı. Yollarda ne bir ârıza, ne bir fev. kalâdelik. Hattâ ne de hudutlerda harp zamanına ait fevkalâde ted. birler. Paris, yine o Paris, belki biraz neşesini kaybetmiş. Dünyanın bu güzel ışık şehridne belki biraz sol. gunluk, nisbi bir durgunluk var. Fakat Parise yeni giren bir ya bancı için, bunu görmeğe imkân yok. Sokaklar yine genç, Ihtiy: kadın, erkek, Parislilerle dolu. Y ne mağazalar, barlar, lokantalar hıncahınç. Hayat normal seyrini takip ediyor ve hiçbir yerde, bir harp psikozu, bir harp hali gö. rülmüyor. Ne vesika usulü, ne mahrumiyet, ne de kıtlık var. Her istediğinizi bol miktarda bulabil. yorumuz. Tiyatrolar, sinemalar ve eğlen. ce yerleri gece yarılarına kadar açık. Haftada iki gün güya et ye miyorlar. Fakat onun yerine bol bol tavuk, balık, soğuk et bulabi. Hiyor'ar, Hattâ eşya ve gıda fiyat larında hissedilecek bir yükseklik bile görülmüyor. LOKMAN HEKİMİN “ÖĞÜTLERİ GEBE BAYANLARIN GÖZLERİ gözlerin ehemmiyeti, inden daha büyüktür. Gebelikte göz bozulursa iyi göre- memek yahut hiç görememek $#w kıntısından başka bütün vücutta yahut böbreklerde —hem de ço- cuğa dokunacak— bir hastalığa de» lâlet eder. Bâzılarına, gebeliğin daha ilk za- manlarında gözlere bir zayıflık ge- lir. Biraz uzunca müddet okumak, dikiş dikmek yahut bir örgü YaP- mak imkânsız olur. Gözler İyi gö- remedikten başka içerilerine iğne- leri batar gibi olur: Bu hali göz- lükle düzeltmek te kabil değildir. çünkü gebelikte gözlerin bu zayıf. lığı miyopluk gibi bir bozukluk- tan yahut göz tabakalarının birin. de hastalıktan ileri i dir... Okumaktan, lı bir İş görmekten vazgeçmek lâ- zımdır. Göz zayıflığına karşı hiç bir şey yapılmasa da gebelik iler. ledikçe, gözleri bir knç hafta isti- rahat ettirmekle zayıflık geçer. Fâkat bu hal vitamin eksikliğine delâlet ettiğinden, gebe bayanın gözlerinin çabuk yorulması, başka mânasivle, hem kendisinin hem de etraftakilerin gözlerini açtıracak bir alâmet sayılmalıdır. Geçenler- de yazdığım v'taminli yemeklere dikkat etmek lüzumu bu halde da- ha ziyade artar, bilhassa A vitami. ni bulmak için tereyağı İyi gelir. Gebeliğin daha ilerlemiş zama- ntnda, kimisinde (dördüncü »Y içinde, daha ziyade, beşinel av İle sekizinci my arasmda gözlerde meydana çıkan alâmetin ehemmi. yeti pek çok daha büyüktür Göz lerin önünü duman gibi bir sey kaplar, kimisi | gözlerinin önünde kara kara şeyler uçustuğuna his. seder, gözler kırpışır. syn zaman- da baş ağrısı ve bütün vücutta hüvük hir halsizlik, yüzde ve be. e ri ai iy E vi olursa hiç tereddüt etmemelidir. O zaman göz mütehassısı mus- yene ederse, gözlerde meydana çi. kan bu hastalığın geldiğini haber verir. İdrar da tah bl etürilince çok defa albilmin meydana çıkar. Fakat meydana çıkmasa da böbreklerin hasta ol. madığına hükmetmemeli, tehlil hergün tekrar ettirmelidir. Hele İdrarın miktarı azalırsa, Bazıların da yirmi dört saatte İlç yüz grama kadar düşer. Hemen icabına bakılmazsa, göz. deki alâmet gittikçe şiddetlenir. Tuzsuz yemek, yalniz süt içmek kâr etmez, bir kaç gün içinde, ni hayet bir kaç hafta içinde gebe ba- yan yürüyemiyecek kadar bile gö- | remez olur. Annes'nin karnmdaki çocuğun hayatı pek kıymetli olmakla bera. ber tereddüt etmenin hiç faydası yoktur. Çocuğunu yaşalmak için anhesi kendi hayatını fedaya olsa da çocuğun hayalı emin değil dir, Gözlere bu alâmet musallat o. lunca annenin de, çocuğun da da. yanamamak ihtimali pek ziyade. dir. Zaten gebelikten kurtulunca, gözler normal surette görmiye ka- vuşursa yeniden gebe kalmıya mâ. ni yoktur. Ancak gebeliğin daha başlangıcından hekim nezareti al tında yemiye, İçm'ye, yaşayış tarzı. na, idrar tahliline ve damarlarda on ölçüsüne dikkat et mek şartiyle... Bir de, gebeliğin son ayında baş ağrısiyle, mide; şiş batıyormuş gi- bi bir hisle birlikte, gözlerin önü. De musallat olan düman vardır. O vakit, annesine havale gelip te ço- cuk kendi kendine düşmezse yine tereddüt etm'ye hiç vakit yoktur. Görülüyor ki, - gözler gebelikte pek ziyade dikkat , edilmiye değer vmetli uzuylardır. | böbreklerden arp belinde bir milletin kuv. veti moralinin yüksekliğin- dedir. Pariste ve Fransada bu mo- rel yüksekliğini duymamak ve görmemek mümkün değil Harp havası Parisin, hat İçine girememiş. yüksek devlet adamına kadar her- keste müşterek bir kanaat var: “— Fransa bu harbe İstemiye. rek, mecbur edilerek girmiştir. Fa. kat düşmanın Majine hattım ya. rıp geçmesine imkân yoktur. Ma. jine duvarı Fransayı harp selin. den kurtarmağa kâfi gelmiştir. Binaenaleyh Fransa için harp, tay. yare hile: taarruz tehlikesi yok gibidir. Bütün müdafaa fed. birleri alınmıştır ve harpten kork. mağa lüzüm yoktur.” Bu kanaat, ruhlarda öyle bir € İ yaratmiş ki, kimse harp. ten korkmuyor, hattâ kimse har- bin varlığından haberdar görün. müyor, Pariste harbin varlığını hisset- tiren tek tük emareler, her sokak. ta büyük binaların bodrum kapı larında görülen sığınak ilânları, taksi azlığı, geceleri ışığın sönük. lüğü, garluolarda artistlerin harbe âit alaylı şarkıları gibi, basit şey- lerdir. Yoksa umumi hayatta har. bin tesirini görmek mümkün de- Bildir. Hattâ değil yalnız Pariste, tâ cepheye, hattâ tel örgülerine ke. dar Fransanın her tarafında ay- ni moral kuvvetini, ayni ri ayni normal ha: rürsünüz. Biz, cephe gerisinde erin topraklarını sür nü, çocukların mekteplere gittiği- ni, kadınların alış verişle meşgul olduğunu gördük. Cephe gerisin. deki şehir ve köylerde bile harp havası sezilmiyor, hayat normal seyrini muhafaza ediyor. Top seazilinde Fransız şehirli ve köy. usuz işine, gücüne , insana hayret “ve kuvvet veriyor. b €phe arkasında bir şehirde iki gece bir otelde misafir kaldık. Orada bile her şey boldu; hay rmuldi; halk işile, gücü ile meşguldü. Bir ara üzerimizden bir tayya- rw geçti. Kimsede telâş eseri gö- rünmüyordu. Merak edip sorduk — Tayyare hücumundan kork- muyor musunuz? — Hayır, dediler, Çünkü AL manların şehirlere tayyare hücu- mu yapmıya cesaret edemiyeceği. ne eminiz. Cephenin arkasındaki Alman şehirleri, bizim şehirleri. mizden daha ziyade tayyare hücu- muna maruzdurlar. Fraasız şehir. lerinden her hangi birisine yapı- lacak bir tayyare hücumunun, mutlaka daha şiddetle mukebele göreceğini bilirler. Onun için biz. cephe arkasında olmamıza rağ. men, müsterihiz, ve eskisi gibi ya. şamakta devam ediyoruz. İşte biz Fransayı böyle kuvve. tinden emin, manen yüksek, müs. terih ve rahst bulduk. Harp içinde bulunan bir millet için bu emniyetin, bu buzu” ve moral yüksekliğinin, ne büyük bir kuvvet olduğunu ise, söylemeğe Ni erp Ke 1.2.L2 Yazan: Sabiha Zekeriğa Sertel sas Teşkilât Kanunu eşhası tahkir etmemek, umumi men- faatlerin haricine çıkmamak şartıyla münakaşa | bürriyetini kabul eder, Kanunun çizdiği hudutlar dahilinde her fikir münakâşa edilebilir. Bn geniş bürriyet Içerisinde her feri te fikrini yazabilir. Yazı yazan her fere idin, kendi fikir mekanizmasına göre İbir davada muhafazakâr, liberal, ra- dikal olması da gayet tab'idir. Hiç kimseyi niçin böyle düşünüyor, diye İithama hakkımız yoktur. Fakat ba hürriyeti sulistimal ederek, bir lert inkılâp aleyhine, inkılâbın kabul et tiği bam teamüller aleyhine neşriya. ta başlarsa, buna muhal'f olanların fikirlerini müdafna etmeleri, bu yazı” da muhafazakârlık veya irtica ko- kusu seziyorlarsa bununla mücadele etmöleri de Esas Teşkilât Kanunu nun verdiği bir haktır. Fakat Matbuat Kanunu, bir ada- ma mürteci demeyi, veya bu yazıda irtica kokusu var demeyi bir cürüm sayıyor. Bu kayıt dahilinde memle. kette herhangi bir gün bir irtica han reketi' olursa, bununla mücadele et- mek için, fikir sahiplerinin önüne bir duvar çekilmiş oluyor. Bugün bir &- dam çıksa, “Hilâfeti niçin kaldırdı nız?,, diye bir seri makale, hattâ il. mi makale yazsa, biz bunun karşı. sında, İnkılâbı müdafaa etmiyecek miyiz? Bu adama “sen mürtetisla, irtica yapıyorsun demiyecek miyiz?.., Bu şartlar dahilinde bu muhal'f cep- heyi almak için, ya kanunun üzeri. mize yükliyeceği bütün mesuliyetle ri göze alarak mücadeleye geçece. öiz, veya, “ne yapalım, İrtica da yap- sa, biz ona mürteci diyemeyiz, diye- rek yan mı çizeceğiz? İrtica veya inkıliba düşman her. hangi bir hareket, bir sahıs mesele. si değil, umumi menfaat mesele. si, memleket meselesi, rejim mese. lesidir. Biz bu davayı müdafaa ede. miyeceksek, hangi davayı müdafaa edeceğiz. Esas Teşkilât Kanunu bire bu müdafaa hakkını veriyor. O halde Matbuat Kanunu ile, Esas Teşkilât Kanunu arasında bir tezat var, de- mektir. Bu tezat, münevverleri, fikir sahiplerin!, herhangi geri bir hareket karşısında, müdafanya geçmekten menediyor, Yazı yazan bir muharrir, mahkmeye gitmeyi dahi güze alarak ancak böyle bir inkılâp müdafansına geçebilir. Aksi takdirde, geri fikrin tecavlizüi irticaa mı, daha ileriye mi, nereye dayanacağı malim olmıyan son sınıra kadar uzanabilir. Bu hak ledilmesi icap eden b'r hukuk mese- İlesi, ayni zamanda bir memleket ve inkılâp meselesidir. Vüzu kanunla” rm bu tezat üzerinde durmaları, İmemlekette serbest münakaşa ve müdafaa hakımından çok lüzumlu bir tedbir olacaktır. İslahi Eserleri Bulundu Adana, (TAN) — Islahiyanin Ga bi Şimalisinde ve Kaz dağımn tepe sinde kâin olup halk arasında Kan | Baba ve Kanı Baba adlariyle mezar- ları ihtiva eden türbe civarında kas İbartma taşlar bulunduğu, ilk mektep esinden yedisi tarafından habe İ verilmiştir. Tetkikat icrası için Isiahiyede bur lunan Adana müzesi müd AN RE za Yalman Yalgın, Başmusllim ile beraber oraya gitmiş ve iki kabart manın, kiymetli Bt eserleri olduğü görülmüştür. Bunların, Milâttan as- gari 700 — 800 yıl evvel yapılmış ol duğu tahmin edilmektedir. Kabarte malar, Adanaya götürülecektir. Islahiyenin Haltanlı köyü civarım- daki Cıncıklı mevkiinde bulunan büyük bir mozayik döşemenin daha i muhafazası içinde tedbirler tt haz edilmiştir. —— Dişini Çektirdi ve Öldü Adana — Hacı Bayram mahalle sinden Emin Kurt, tanımadığı bir dama yedi dişini birden çektirmiş, bir kaç gün sonra ölmüştür. Hüse yin.adk diplomasız bir dişçi, müte elanın dişlerini çıkarmak suçuyla Tarsusta yakslanmış, buraya getiril. mistir. a Doktor Schacht'a Tekrar Vazife Verildi Bern, 21 (A.A) — Eski Alman Ma- liye Nazırı ve eski Reichbank müdü. rü Dr. Schacht, yakında büyük bir Alman madeni sanayi müestesesinin direktörü olacaktır. Bu haberi Natlo. nal Zeitung'un Berlin muhabiri ver-

Bu sayıdan diğer sayfalar: