15 Kasım 1937 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

Kalan görüntüleme: 0

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. Daha yüksek sayfa görüntüleme limiti ve diğer özellikler için abone olun!

Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

VA * ULUS u K S Yazan: Yüzbaşı F. W. von Herbert Padişah Osman Paşanın kazandığı şöhreti ziyadesiyle kıskanmıştı! Bu ziyaret resmi bir ziyaret ol- masına rağmen —Osman paşa, bir çok nişanları olduğu halde Plevne- de aldığı nişandan başka hiç birini tak tı. O, o ve daima kendi ordusunun nişanlarını serasker- liği da bile tak ştır. Mülâkatımız iki saat sürdü, fa- kat Plevne bahsi ancak bir defa geçti. Ben bunu Osman paşanam tevi hamletmiştim. — Fakat sonradan öğrendiğime göre bundan ayrı bir sebebi de varmış. El âlemin önünde kendisini ku- caklamak fırsatlarmı kaçırmıyacak kadar kurnaz davranmakla bera- ber, padişah, Osman paşanın ka- zandığı şöhreti ziyadesiyle kıskan- mıştı. Bu sebeble, yenid diş hım gazabını uyandırmamak mak- sadiyle Osman paşa, vatandaşla- riyle 1877 hâdiselerini ş yı daha muvafık buluyordu. Bunun için bu mülâkatta Pilevne ismi Os- man paşanın ağzından, ancak, bir defa çıkmıştı. Alman zabiti ise al- manların Toytonik tok sözlülüğü ile maaşların tazam çık dan şikâyet etmiş, şayed bu hal böyle devam ettiğinden dolayı kendi- sinin yaşayabilmek için sağdan soldan rüşvet almağ bur kaldığ acı acı söylemişti. Bunun üzerine Osman paşa dedi ki : — Ben onu yapıyorum. Açıktan açığa itiraf ediyorum. Bütün dün- yanın da bunu bilmesini isterim. Eğer Plevne müdafiinin yaşamak ve hayatını devam ettirmek için böyle dalavere yaptığı ve çaldığı duyulacak olursa, belki de, bu kö- tü usul ortadan kalkar. Osman paşa, bu işte bir inkişaf vukua geldiğini görecek kadar ya- şayamadı. 1901 senesinde 64 yaşın- da öldüğü bütün i LİZ ZABİTİ Çeviren: Nurettin ARTAM lara da sordum; fakat onlar da ba- na cevab vermekten kaçındılar. Bü- tün hakikatlar birer birer malüm olmadıkça benim de bu suale cevab veremiyeceğim aşikârdır. Muhasamanın ilânı üzerine ga- yet hararetli bir faaliyet baş göster- mişti. Manevra sahası olabilmek i- çin lâzım gelen bütün vasıfları haiz olan tepelerde her gün uzun uzun harb talimleri, türkiyede kıymetli bir nesne olmasına rağmen gülle sarfiyatını düşünmeksizin hedeflere karşı hakiki atışlar yapılıyordu. A- şağı yukarı, her gün askerler mir- livalar ve ferikler tarafından teftiş olunuyordu. Her gün elbise, silâh, eşya ve erzak muayenesi vardı. Bir taraftan kılıçlar bileniyor, bir taraf- tan silâhlar sökülüyor, silinip temiz- lendikten sonra hemen her saat ba- şında muayene olunuyordu. Civar- daki köy ve kasabalardan canlı cansız, her türlü yiyecek maddeleri geliyordu. Askere cephane dağıtı- lıyordu. Biz de karargâhın etrafına dikmiş olduğumuz nöbetçileri, gece daha kuvvetlendiriyor, mühim te- pelere ileri karakolları koyuyor, sırp- hududundaki, Tuna boyundaki kasaba ve köylere müfrezeler gön- deriyorduk. Sırp hududunun İnovaya en ya- kın noktası on üç mil uzakta bulu- nuyordu. Vakıâ — mayısın sekizine — kadar arada hiç bir silâh patlama- mış idise de Reomanyaya muhakkak bir düşman nazariyle bakılıyordu. Sırbistan, tekrar harbe girişemiye- cek kadar mecalsizdi. Fakat prens Milan'ın türkiyenin hezimetini dört gözle beklediğini, o zaman üzerine çullanmak için her fırsattan istifa- de edeceğini herkes biliyordu. Kalafatı dürbünlerle sıkıdan - sıkı- ya :'ıııd ediyorduk. Ancak nisanın luk onun uş, bütün bir medeniyet âlemi ona hayranlık doğru oraya bir takım as- kerlerin geldiği, topların yerleştiril- duymuş, yalnız bir kişi, kendisi bu kadar büyük hizmetler gördüğü hükümdar, gizliden gizliye duydu- ğu nefret yüzünden acımamış, se- vinmişti. * Osman paşa, iyi bir koca, örnek tutulacak bir baba, kötü itiyatlar- diği görül: Karargâhta gerilerde oturup ta dizgini elde tutanl dişah BİR GEZ İNTİNİN HİKÂYESİ Şehirli kime derler? Zihninizi sık sık kurcalayan bu çe- şid suallere Sivas gibi şehirlerde der- hal cevab bulup veremezsiniz. Şehir- li, basit tabiriyle, şehirde yaşayandır. Fakat şehirlinin modern tarifi bu mu- dur? — Şehirli, yükselmiş ve incelmiş ih- tiyaçlarını, ancak şehir gibi, her türlü müesseseleri olan büyük topluluklar içinde tatmine imkân bulan insandır, Şehirlinin, zamanımıza uygun tari- fi bu ise, Sivas, şehirliyi memnun eder mi, bilmem. Ben Sivasta kaldığım dört günde, her akşam, orduevi bahçe- sinin fanfarını dinledim. Mevsim yaz olduğu ve sivaslılardan çoğu belki şuraya buraya dağılmış bu- lunduğu için halkevi sessiz ve hareket- sizdi. Bir gece sinemaya gittim. Burada bir parantez açarak sinema binasından ve yarısına kadar görebil- diğim o geceki filimden bahsedeyim, İnşa tarzı fena olmıyan ufarak bir ca- minin dıvarına yaslanmış mustatil şek- linde yüksek ve uzun bir hangar tasav- vur ediniz. İnanılmaz bir fiyata - alt- mış, yetmiş bin lira gibi bir fiyata - mal olduğu söylenen bu betonarme dört dıvar ve çatı,, boş arsaları sayısız olan Sivasta, neden gelip bir başka bi- na ile böyle kucaklaşarak İstasyon - Hükümet dairesi caddesinin manzarası nı berbad etmiştir? Karşıdaki lisede okuyan gençliğe çirkin ve yanlış inşa tarzının bir örneğini vermek için mi? Sırt sırta vermiş olan bu iki bina ba- ğıriyor: “Yarının - şehirlileri, beledi- yecileri, idarecileri, mimarları; Şu ha- limi görüyorsunuz ya: bana benzer bir bina grupu meydana getirmek bir şeh- re karşı cinayet işlemek demektir. Es- tetik duygularınız, dilerim sizi, böyle, bir cinayetten daima korusun!” İşte bu bina içinde, o gece, 1934 den kalma bir tezli filim seyrettim. Beyaz adamlar, aşkı ve vazifesi arasında şa- şıran amerikalı bir hekimin amerikan- gözdelerinden ve tufeylilerden mü- rekkeb olup Osman paşanın Kalafa- tt ve Tuna adalarını işgal etmesine mani olan “harb şürası,, na karşı evine yışı sade ve mütevazi bir adamdı. Otuz dört.senedir kendime bir sual sormuşumdur. Harb esnasında Osman paşa, benim bildiğim dokuz defa, bilmediğim bir çok defalar, gayet muvafık ve elverişli strateji plânlarını padişaha arzetmişti. Bun- dün ati Ti ine düşkün, yaşa- dehşetli bir öfke hüküm sürüyor- du. Çünkü Osman paşa, Romanya- nın istilâsı için gayet esaslr plânlar arzettiği halde bunlar padişahın ve- tosu ile karşılanmıştı. Askerlerin Saitçar muzafferine karşı olan gü- venleri sonsuzdu. İstanbul hüküme- ü ile h. L A İek m.' lar ya red edilmiş (iki def, ben biliyorum), yahud bilmezlikten ge- linmiş (dört defasmı ben biliyo- rum); yahud da aradan bir gün geçtikten sonra kabul edilmişti. (üç defasından — haberdarım. ) Acaba bütün bunlar birer tesadüften iba- ret mi idi, yoksa çılgın bir kıskanç- lığın, bir hasedin icabı olan akılsız- ca bir tasmim ile mi padişah böyle davranmıştı ? Bu iki noktayı mese- le ile pek yakından alâkadar olan- Yağmur suyu ile ıslanmış kaldırımlar, ın (Ç onu çek diği | ti vardı. Elli kişiden mürekkeb olan takı- mama kumandaya alışmam çok sür- medi, Kaldı ki Çavuş Bakkal gibi her şeyden anlar, her hususu ken- disiyle danışılır bir yardımcım var- dı. Günde iki defa askerleri isimle- rini okuyarak yoklama etmek, her sabah ırmaktan su almak üzere bir kol göndermek, efradın üstlerini, başlarını, çadırlarını, kaputlarımı, vari naklediyordu. Filmin tezi yalnız Amerikayı - ve o da 1934 de - alâkalandırabilirdi. Filim sık sık kopuyor, aktörlerin kısılmış sesleri zaman zaman susuyordu. Nihayet büs- bütün sustu ; ve sesli filim sessiz filim oldu. larını, - temiz ve düzgün tutup — tut- madıklarmı gözden geçirmek, takı- mı inti: içinde y ğa alış- tırmak, yıkanmak, çamaşır yıka- mak gün ve saatlerini tanzim et- mek, yemeğin pişmesine ve dağıl- hak k, işte Sakamiedaki günlük vazifemin esasını bunlar teşkil ediyordu. Her neferin iyi bi- rer tarafını keşfederek onlara ay- rı ayrı vazifeler vermiştim. A iyi bir ahçıdır; B saraçlıktan anlar; C elbiseleri yamar; D iyi bir berber- dir. E makineden anladığı için tü- fekçi ustasıdır. ayakkablarımı, silâhlarımı, palaska- (Sonu var) Yazan: Nasuhi Baydar Temaşayı biz yarıda bıraktık. Sine- mada kalanlar, tahmin ederim ki, o ge- ceyi korkulu rüyalar görerek geçir- mişlerdir. LELE Yemeklerimizi yidiğimiz lokanta çok iyi idi. Yemekten sonra karşıki gazinolardan birinde, tavla ve domino şakırtıları arasında, kahvelerimizi i- çerken, kundura boyacıları ile şakala- şan kahveci çıraklarının taşkın neşe- si bize de sirayet ediyor ve gülüyor- duk. İyi lokanta ağzına kadar dolu. kö- tü gazino ağzına kadar dolu idi. Gazi- nonun önünden bir iki kadın geçtiği zaman bütün erkek başları o tarafa çevriliyordu. * * * Bir memura sordum: — Boş zamanlarınızı nasıl geçirir- siniz? — Akşam üstü kahveye çıkarız. 'Ge- ce, bazı arkadaşlarla buluşuruz; hafta- da bir iki kerre ailece toplanırız; si- nemaya gideriz; filân... Kendisine ayni suali tevcih ettiğim bir yerli: — — Akşam kahveye çıkarız, ge- ce kahveye çıkarız, dedi. * * * Sivas şehrinde bir ticaret odası, üç banka, vitrinleri iyice tertib edilmiş mağazalar, elektrik, su, mezbaha, sekiz ilk mekteb, bir muhtelit orta mekteb ve bir lise, bir umumi kütüphane, bir nümune hastahanesi vardır. Bana an- lattılar ki mekteblerden dört tanesi kira ile tutulan evlerdedir; 48.000 lira keşifli bir mekteb binası daha yapıl- makta ise de okuma çağındaki çocuk- larmı hepsi abıtıslamamalıtades. Sivda- sın 12.000 kil eyi bulan şosaları- nın tamir tahsisatı 35.000 liradır ve sa- yısı 64.000 kadar olan mükellef amele çalıştırılamamaktadır; mühendis yok- tür; vilâyet baş mühendis vekili olan zat gayretli, iyiniyetli, fakat ikinci sı- nıf bir fen memurudur. Şehrin imar hartasını Ankaradan B. Kazalonga yapmıştır, Nafıa Vekâletin- de tetkik olunmaktadır. Belediye se- nede 110.000 lira bir para tahsil etmek- te ve bu paranın 40.000 lira kadarını memüur masrafımna vermektedir. Bele- diyenin tahmimine müstenid büdcesi tabif daha yüksek bir rakam ifade et- mektedir. Belediye su, elektrik ve :inezbaha inşaatından dolayı borçlu- ür, U Vali Bay Nazmi Toker'le vilâyet sa- natlar evini gezdik. Burada başta ha- İrcılık olmak Üüzere marangozluk ve demircilik talim edilmektedir. Sivas sanatlar evinde dokunan halrlar çok güzeldir. Bir akşam, Tokad gosası üzerindeki aygır deposuna kadar gittik. Depo, es- Sivas nasıl yaşıyor! Sivasın lokantası kahveleri ve nihayet beton sineması ki ziraat mektebinin bulunmakta ol- duğu binalarda kurulmuştur. Sivas gi- bi at yetiştiren bir memlekette at cin- sinin ıslâhr için yapılacak her teşeb- büsü iyi karşılamak lâzımdır. Sivasta bir iki spor teşekkülü var- dır. Bir akşam üstü, halkevi binası ya- nımmdaki tenis kortunda bir kaç gencin koşuşmalarını zevkle seyrettim. Türk Spor Kurumu bölge başkanlığı vazife- sine orada bulunduğum sırada başla- yan vali, Sivas stadyomunu nasıl yap- tırmak istediğini anlattı. Stadyom ye- rinin istimlâk muamelesi bitmek üze- redir. İ xx * Bu gece, sabaha karşı Turhala"doğ- Tu sivastan ayrılıyorum. Sivas, demiryolu ile iki denize bağ- lıdır, Divriki'ye erişmiş olan tiren hattı, Sivası yakında Erzuruma da bağlayacaktır. — Erzuruma gitmek üzere buraya geldiğim zaman Sivası nasıl görece- ğim? Hareket vaktine kadar bir kaç saat uyumak için karyolamda biraz okur- ken hep bu sual satırlar arasına karışı- yor. — Bir buçuk senede bir şehir ne ka- dar değişebilir! T Kalkıp garsonu çağırıyor ve gece istasyona gitmek üzere bir araba pey- lemesini tenbih ederek tekrar yatağa uzanıyor ve yeni bir kitab açıyorum. Fransa devlet demiryolları umum müdürü Raoul Dautry “erkek sanatı” adındaki bu kitabının başına Oliveira Salazar'ın şu sözlerini almış: “Halkın maddi ve manevi sefaletin- den güzergâhı çizilmemiş olan yol; ta- mir edilmemiş olan cadde; boruları döşenmemiş olan çeşme ; açılmamış o- lan mekteh: tesiri âmme hiz- metleri masrafı; 'id:ı"'esııâ umıanğı.. lık; içtimat tufeylilik; neşredilmemiş bulunan kanun; imzası geciken vekâ- let emri mesuldur... Hükümet adamla- rının milli birlik hakkında daha insa- ni bir fikir edinmeleri ve iktidar mev- kiinde durmaksızın, yorulmaksızın, hararetle çalışmaları mümkündür.... Zira bir kadın aç veya bir çocuk s0- ğuktan ağlamaktadır....” Ah istibdad; yüzlerce yıl sürmüş o- lan o zalim kayıdsızlığınla Anadolu- nun bütün istirabından ancak sen me- sulsun. — Bursada havacılık Bursa, (Hususi) — Şehrimizdeki Türkkuşu şubesi burada türkkuşu sa- lonunda bir “tayyare modelcilik kur- su,, açılma töreninde söylenen nutuk- larda türk havacılığının ehemiyeti, gençliğin havacılığa karşı gösterdiği büyük alâka tebarüz ettirildi. Tayya- re modelcilik kursu bir buçuk ay de- vam edecektir. iszaekel ANKARA . ÖĞLE NEŞRİYATI: 12.30 Mı:'; plâk neşriyatı. 12.50 Plâk: Türk m! ve halk şarkıları. 13.15 - 13.30 Dahili V& rici haberler. AKŞAM NEŞRİYATI: 18.30 ıııl"’d plâk neşriyatı. 18,45 İngilizce ders! Aaidi İpek. 19.00 Türk musikisi ve halk ıır*'; rı. (Hikmet Rıza ve arkadaşları). 19-30, at ayarı ve arabça neşriyat. 19.45 Türk 'i sikisi ve halk şarkıları. (Bn. Muzaffef arkadaşları). 20.15 Spor konuşması: ,;J mettin Kırşan. 20.30 Dans musikisi: Ajanshaberleri. 21.15 Stüdyo salon 014 rası. - 1 Doneddu Sör&nade d'Arlegilif- Auber Le Domino noir. 3 - Fucik Wi tirumme, 4 - L. Delibes Lacm&. 5 - İO'J Mitridate. 21.55 - 22.00 Yarınki prografil İstiklâl marşı. İSTANBUL : ÖĞLE NEŞRİYATI: 12.30 Plâkla 5 müsikisi, 12.50 Havadis. 13.05 Plâkla musikisi. 13.30 - 14.00 Muhtelif plâk J yatı. AKŞAM NEŞRİYATI: 18.30 'ı'ıııhJ Cemil plâkla: Seğah taksim; d Müstear taksim, Tanbur, Suzidilara Ça sim, Tanbur, Pesendide taksim, kemt Zavil taksim, Kemençe, Suzidil tanbur. 19.00 Çocuk tiyatrosu: Arslan be gidyor. 19.30 Hava raporu. 19.30 Kosit rans: Ali Kâmi Akyüz: Çocuk terbi’d 19.55 Borsa haberleri, 20.00 Rıfat ve daşları tarafından türk musikisi ve ” şarkıları. 20,30 Ömer Rıza tarafından ça söylev, 20.45 Belma ve arkadaşları çai fından türk musikisi ve halk şarkıları (& at ayarı). 21.15 Stüdyo orkestrası refakf) tiyle radyo fosik opera: Rigoletto. Ü'“ Ajans haberle. . 22.30 Rigoletto pi 22.50 - 23.00 Son haberler ve ertesi programı, AVRUPA : OPERA ve OPERETLER: 12 Frafif furt 14 - Laypzig (Fransız opera parçi rı) 16 - Frankfurt 21 - keza 21 - Milâf 21.35 - Viyana. SENFONİLER ve KONSERLER: Zİ” Münih. 17.30 Stokholm. 18 - Berlin 18.20” Laypzig. 20 - Hamburg. (Gluck, hayatı eserleri). 20.30 - Roma. 21 - Münih., 2115” Stuttgart (Gluck'dan parçalar) 21.25 - p dapeşte. 21.30 - Paris 22 - Varşova. 23.50' Lüksemburg (rüs musikisi). 24 - Frankfuft ODA MUSİKİSİ; 15.40 - Viyana, 17.16* Varşova. 18 - Kolonya. 21.30 London « R” gional. 22 - Paris - P.T.T, - 22.30 Breslav: SOLO KONSERLER: 15.25 Hamburlf (biyano). 16 Münih. 17 Paris ( 4| 17.15 - Milâno (piyano). 18 - Brükesi ($7 a.x sase n — — — er y ağıdi Bükreş (piyano). 2115 Paris Çikemat) 21.30 Prag. (Beethoven), NEFESLİ SAZLAR: (marş v s.yı 6 Breslav, 8.30 keza, 12 Kolu_nyı. ORG KONSERLERİ ve SOLOLARİ 17 - Paris - P.T.T. 20.15 Budapeşte. (kor0 HAFİF MÜZİK: 6.30 Frankfurt ve Gi ğer alman istasyonları, 8.30 Stuttgart. 10 Hamburg. 12 - Hamburg ve diğer ıımın*'; tasyonları. 12 - Laypzig. Stuttgart. 14f Berlin. 15 - Kolonya. 16 - Breslav, DoYyf landzender, Hamburg, Königberg, $ gart. 16.15 Kolonya. 17 - Stuttgart. 19.10 ” Berlin. 19.15 - Brüksel, Stuttgart. 2015 * Tuluz. 21.30 Hamburg. 22.30 - Hambuff' 'Tuluz ve Viyana, HALK MUSİKİSİ: 1.30 Stuttgart. 14 - Frankfurt. 23.5 - Budapeşte (Sigan kestrası,) DANS MÜZİĞİ: 19.10 Hamburg ve M nih. 20 - Königsberg. 22.30 Kolonya ve Ü ğer alman istasyonları. 23 - Laypzig. 213' 23.50 Droitvich. 23 - 23.30 Krakovi. 23.50 0.30 London Regional. 23.55 - 0.30 Lük semburg. 23 Milâno. 23,30 - 24 Poste P sien. 23.15 Tuluz. 23 - 23.30 Vilna. 0.30 * Droitvich, Anki Batik aliedi. liyle bu kahve ar geldi- ışığında yeni dökülmüş bir taze katran rengiyle pı- rıldıyordu. Tâ uzaklarda, kocaman bir saat derin- den derine on biri çaldı. Doktor Hikmet'in kulağı dibinde bir ses: — Bu saat de deli olmuş; deha ona çeyrek var; diye söylendi. Bu, hemen arkasındaki masada karısile oturan kelli felli bir ihtiyar adamın sesi idi. Elinde tuttuğu büyük ceb saatine ehemiyetle bir kere daha bak- tıktan sonra tekrar etti : ' — Garib şey; yanlışlık bu kadar olabilir . Karısı : — Belki sen yanlış saydın; dedi. — Hiç olur mu? iki defa çaldı. İkisinde de on bir saydım. k Ve bu incir çekirdeğini doldurmayacak mesele bu karı koca arasında uzun bir konuşma ve müna- kaşa mevzuu oldu. Doktor Hikmet, bu çocukça mu- haberenin — çünkü karı koca âdeta karşılıklı kon- ferans verir gibi yüksek sesle konuşuyordu. — Ma- sa komşuları arasında hasıl ettiği tesiri görmek isti - yormuş gibi bir sağına bir soluna baktı. Sağ tara- fında üç delikanlı başbaşa görüşüyordu. Bunlardar biri, mükellef ihtiyarı gözünün ucile diğer iki arka. daşına göstererek yavaşça : — Akademi âzasından C. M. ! dedi. Öbürleri baş- larını çevirip bakmadılar bile ve musahabelerine devam ettiler. Sol masada, elli beşlik bir kadın yir- mi yaşında bir gencin elini avuçları içine almış ve başını — âdeta âşıkane denilecek bir rehavetle — onun omuzuna dayamış hiç bir kelime söylemeden ve etrafile alâkı t ile £ iş bir vaziyette oturuyordu. Bu genç, onun oğlu muydu? Çok şımart- Ç AA BİR SÜRGÜN ği kadar uzattı. Yeniden St. Miched meydanına geldi. Oradan, tekrar Luois'lere doğru uzandı. Se- ine nehrinin öbür yakasında, Paris, bir donanma gecesinde gibi baştan başa penbe bir ufuk üzerin- de renk renk ışıklarla pırıldiyordu ve sokakların —17— tığı bir yeğeni miydi? Buna ihtimal vermek güçtü, zira, kadının tavrında, kad bütün vücudund yalnız cinsi bir heyecanın ifadesi seziliyordu. Bun - dan başka kılığı kıyafeti itibarile de bir anadan zi- yade yüksek oruspuyu andırıyordu. Saçları kızıl bir renge boyanmış ve yüzü kalın bir pudra tabakasile âdeta kireçten bir maske halini almıştı. Gözleri mübalâgalı bir tarzda sürmeli idi. Hattâ dudağının kenarındaki buruşuklardan birinin arasına bir de yapma bir ben kondurmuştu. Kulaklarına ağır, uzun pırlanta küpeler takmış ve kalın parmakları- nın her bir boğumuna ayrı bir taştan, ayrı bir bü- yüklükte yüzükler geçirmişti. İşte, delikanlı, kimbilir ne kadar zamandanberi bu yüzüklere dikilmiş kalmış gözlerini sevdalı ba- kışlarla kireçten maskeye çevirdi. Bu acaib şeyi uzun uzun temaşa ettikten sonra, boynunu yavaşça arkaya uzattı, dudaklarını kadının ensesine götürdü. Doktor Hikmet, utanarak başımı öne eğdi. Bu sahneye, kah' taraç da, hiç ki in göz ları okuyordu. Doktor Hikmet, bu tecessüsile kaba ve aykırı bir harekette bulunmuş olduğunu hissetti. Sandalyesi üstünde, nasıl oturacağını, ne yapacağını şaşırıp kaldı ve tam o sırada önünden geçen garsona : — Bana bir gazete verin; dedi,. — Le Matin mi, Figaro mu? — Hangisi olursa... Gözlerini sütunların üstünde dolaştırıyor, fakat bir satır yazı üstünde dikkatini toplayamıyordu. Bütün sinirleri etrafındaki insanlarla meşguldü. Ensesi, akademisyenle karısı ar halâ devam etmekte olan (saat) münakaşasını dinlerken, sağ ku- lağı, üç gencin ne konuştuklarına dikkat ediyor ve sol gözünün ucu mü diyen yapma benli kadınl süzgün gözlü delikanl y kta oldukları acaib sahneye kayıyordu. Bir kaç defa, lokantada rast geldiği güzel ko- kulu kadını düşünmeğe çalıştı. Nafile. Buradan kalkıb gitmekten başka çare yoktu. Zaten saat de ilerl i. Doktor Hikmet içinden : pey $ ucile olsun baktığı yoktu: H b y daki da tek b oti kta olan genç bir kadın başını bir resimli mecmuanın geniş yaprakları ara - sına sokmuş, dalgın, fotografların altındaki yazı- — Gidip yatalım dedi. Lâkin, dün geceyi uykusuz geçirdiği odaya dön- mek fikri onu adeta ürkütüyordu. Onun için ote- tr y, araba, ve otomobil gürültüsü doktor Hikmet'e ktan dinl bir band il sesleri kadar ahenktar geliyordu. Bir kerre daha kendi kendine : - — Paris ? Paris. Paris'deyim; dedi. Ve bundan gururla karışık bir sevinç duydu. Se- inenin suları iyi kokmuyor. Fakat, tan yelini an- dıran serin, tatlı bir rüzgâr genç adamın alnını okşuyordu. Hemen şuracıkta bir kanape olsa bü- tün geceyi onun üstünd. tle geçirebilir- di. Barbaya doğru yaklaştı. O ne ? ayağı ayni za- manda hem katı, hem y k, adeta, bil lâstiğine benzer bir şeye çarptı. Doktor Hikmet eğilib baktı. Bu rıhtim dıvarımın tam dibine sokul- muş, kıvrılıb yatmış bir adamdı. Eğer kırçıl saka- h gözüne çarpmamış olsaydı, onu bir çocuk, bir öksüz ve ki iz çocuk decekti; zira, o ka- dar büzülmüş, o kadar derli toplu bir halde yatı- yordu ki, vücudiyle kapladığı yer nihayet üç kal- dırımın murabbammnı aşmıyordu. Doktor Hikmet'in eğilmesiyle doğrulup uzaklaşması bir oldu : He- riften kezzap ruhunu andıran bir keskin kokü intişar ediyordu - Genç adam : - ne içmiş; ne i$” miş; dedi ve bir insanın böyle duvar dibinde kıvr!- lıb yatmış olması ne hayretini, ne merhametini V" yandırdı. Zaten Parise ayak bastığı dakikadan be* ri hislerinde muayyen bir insicam kalmamıştı. ( (Sonu var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: