Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
öi y NL l Bi AF "e Kd a YT NÇT ULUS Arkasından bir tüfek patladı, sol kolunun yanından geçen bir mer mi gerisindeki neferlerinden birisini yaraldı. Yaralı neferin tüfeği düş- tü ve arkadaşile birlikte geriye kaç- ti. Albay Eyub elindeki tabancasile sağ şive yapışıp kaldı. Düşmanın * gelmesini bekledi. Iki dakika hiç bir hâdise olmadan geçti. Tüneli ilerideki köşesine yakın olduğu an - laşılan türk kımıldanma hareketi ü- zerine birkaç el ateş etti, Biraz son- ra da kendi gerisinden, Avusturalya siperlerinden doğru sesler gelmeğe başladı. Bu; lâğmın muhafazasına ettiği yüzbaş askerleri idi. Albay Elyot zabitin ismini fı- sıldadı ve gelenler buna cevab ver - diler. Birisi yaralanıp geriye kaçan iki neferi albayın vurulduğunu ve öldüğünü söylemiş ve geridekileri telâşa vermiştiler. Hattâ ileri gelen müfreze bile karanlıkta albayın yü- zünü göremediği ve kendisini ölmüş zannettiği için yanlışlıkla ve düş- manla karşılaşmamak için ona evve- lâ parola olarak kendi vaftiz İi ismini sordu ve cevab alınca albayı tanıdı. Sonra hep birlikte ilerlediler. El- yotun evvelce vardığı yere gelince durdular. Yüzbaş aldığı talimat bu noktada kum torbalarile bir bari- kad tesis etmekti. Bunu yapmaya başlaymca işitilen seslerden türk nöbetçi ateş etti. Yüzbaşı Albay El- yotun ilerisine geçmek müsaadesini istedi. Albay bunu reddetti, bizzat iki kum torbasile kendisine bir siper yaptı, yere yattı ve gözleri karanlı - ğa alışan avusturyalılar ancak o va- Çanakkale deniz saldırımına iştirâk eden ingiliz Dublen kruvazörü biraz ötedeki Avusturalya nöbetçisi gönderdi, Avusturalya siperlerine dö- görünüyor. Nöbetçi bir dizi üstü kıvrılıp uzanmış, tüfeği dizinin al- tında kalmıştı. Serbest kalan sağ eli ile tüfeğinin namlusundaki tozları temizliyordu. Gözleri bir an karşı tarafta kendisine bakan türklere ilişti. Bu, bizzat merkez tepedeki taburun kumandanı idi. Zeki beyin ilk aklına gelen şey ta- bancasını çıkarıp ateş etmek oldu. Fa- kat bu tabancayı bundan birkaç gün ev- vel diğer lâğıma bıraktığı nöbetçiye vermiş, o da berhava olmuştu. Sonra Avusturyalıyı vurmaktansa esir alma- nın daha faydalı bir iş olacağı aklına geldi. Bunun için geceyi beklemeğe ve küçük bir müfreze ile ansızın atılıp bu neferi yakalatmaya karar verdi. Fakat bu hal avusturyalılar tarafın- dan haber alınınca nöbetçi takviye olundu. 11 temmuzda baskın müfreze- si nöbetçiyi yakalamak için bu ikinci h tıldığı anda şiddetli bir ateşle kit karşıda ve dehlizin öte d siperini yapmış olan türk nöbetçiyi gördüler, O da kendileri gibi sipere yerleşmiş önünü gözetliyor ve bu karanlık dehlizde bir şeyler görme - karşılandı, müfrezenin kumandanı vu- ruldu, diğerleri de teşebbüsten vazge - çerek eski çukura sığındılar, Ertesi gü- nü Anzak kolordusu tarafından bir ğe çalışıyordu. Bu türk nöbetçini arkasında bir saniye bir baş görün - dü ki bu merkez tepedeki türk tabu- “runun komutanı Zeki Beyden başka- mutanı (ingiliz ve türk) bu defa ıs-r kerlerile değil fakat tüfeklerile ve bu karanlık dehlizde karşı karşıya gelmiş bulunuyorlardı. Albay Elyot tüfek ateşile türkle- rin bu dehlizden çıkarıl im- kân dahilinde olmadığmı ve bu işin iyi netice vermiyeceğini anlıyarak geri dönüyor, tedbir düşünüyor ve şöyle karar veriyor: 25 litrelik bir tahrib kalıbı ön ta- rafa yerleştiriliyor, elektrik - telle- rile geriye raptolunuyor, bu tahrib kalık gerisi 10 kademlik bir bari- kadla örülüyor ve 9 temmuz öğle- den sonra bu infilâk maddesi patla- maya hazır hale getiriliyor ve patla- tılryor. Lâğmın bizim taraftaki ağzı çöküyor. Bu sırada siperlerde dola - şan Zeki Bey sarsıntıdan yere yu- varlanıyor. Sonra koşüp lâğmın pat- ladığı yere geliyor. Eski lâğım çuku- runun ötesinde bir çukur daha mey- dana geldiğini görüyor. —- Ertesi gün Zeki Bey bu yeni lâ- ğım çukurunu bizzat keşfe karar ve- riyor. Yanma bir nefer alarak çukura giriyor ve enkazı kaldırma- ya başlıyor. Bir müddet sonra gene bir delik açılıyor, dehlizin içerisi ve yiş taarruzu yap emredil- diği zaman vaziyet bu merkezde idi. General Birdwood verdiği emirde as- nenler teğ in alnından kanlar aka- rak elinde tabanca lâğım çukurunda yaralı olarak yatıp kaldığını haber ver- diler. Bu genç kahramanın müfrezesi - ni darma dağınık eden türk erleri için- de bizzat merkez tepedeki taburun ko- mutanı da vardı. O da şu suretle ol- müuştu, Merkez tepenin bir hususiyeti var - dr. Taburun tuttuğu siperleri çok ya- kın mesafeden alay, tümen ve hattâ şimal grupu karargâhmdan sok — güzel görünüyordu. Tabur karargâhı ise bir- az geride ve ateşten mahfuz bir yerde idi. Ve buradan ön siperler görünmü - yordu. Bu sebebten bazan tabur komu- tant haber almadan şimal grupu ka - rargâhından (Esat Paşa karargâhım- dan ) bu tenenin siperlerinde olan işler görünüyordu. (Sonu var) İçki satılan yerlerin beyie resmi * Bakanlar Heyeti, içki satılan yerle - rin, yıllık kiraları üzerinden alınmakta olan beyie resmini indirmiştir. Bir hazirandan. itibaren tatbikine .%b%p_w'gy_ eei ü ada yiat n bir MCUKUR. YA * Vtrlan yerlerdeh';rıim'?arannm'%â pılmasını istiyordu. Fakat ikinci tugay ve bizzat albay Elyot bunu daha mü- himce bir tarza çıkardılar. Türklerin işgal ettikleri eski lâğım çukuriyle bu- nun civarında vücude getirdikleri tesi- satın zabtı ve yıkılması suretine koy - dular. Halbuki bu lâğım çukuru mer- kez tepe siperlerinin tam önünde idi ve bu siperlerin ön şivini yıkarak onunla birleşmişti. Bu çuk hü demek merkşez tepe siperlerine hücum de- mekti. Hazırlık çok kısa sürdü ve Albay Elyot bu iş için gönüllü aradı. Anzaka henüz yeni gelmiş bir teğmen bu müf- reze komutanlığına talib oldu. Buna 11 gönüllü daha iltihak etti. Saat 8,15 de ve güpegündüz türk mevzilerine atıl dılar. Eski lâğım çukuruna girdiler. Çukura girer girmez türk bombaları da yağmaya başladı. Teğmen Greyg | 4 geriye “imdad” diye bağırdı. Birkaç ki- şi daha ileri fırladı, fakat bunlar çukur yerine türk siperlerine girdiler ve al- dıkları yaralarla yere yuvarlandılar. Bu esnada “Greyg” in müfrezesinden iki- si maktul diğerleri müfreze komutanı HAKADAAAUA UKUU KOKURUKAAU AU KUKOA KOK UKUA OA UNUK KA AAA OA KA KOKOUK UKU KUK UKU KUKU RUR AA UND Çar, saraydan getirilmiş olan bir kol- tuğa oturmuş ve kup kuru gözleriyle bu vahşice kıtali seyrediyordu. Sıhha- ti yerinde değildi. Bir diş hastalığı i- ki yanağını da şişirmişti. Bu cellâdlık vazifesine pek alışık olmayan boyar- ladran çoğunun elleri titrediğini gör- dükçe kızıyordu... “General Lö For da cellâd hizmetini görmeğe davet edildi isede bunun memleketinde adet olmadığını söylı:— yerek istinkâf etti, Hemen ayni sani- yede kötükler üzerine atılan 330 kişi- nin boyunları vuruldu... Herkes Pu mecburiyeti ayni muvaffakiyetle ifa edemedi... Boris Goliçin baltayı, mah- kümun boynuna değil, sırtına vurdu- ğundan bu suretle adeta ikiye bölünen streliç tahammül olunmaz iztirablar çekecekken Aleksaşka yetişip maha- retli bir balta darbesiyle kafasını u- çudru. O (Aleksaşka) o gün yirmiden fazla baş kestiğini söyliyerek iftihar ediyordu. Prens - Kayzer kendi eli ile dört kişinin başını kesti. Bir çok bo- yarların kollarına girmek icab etti: Bu derece heyecanlı ve benizleri sol- gundu!...” İşkenceler ve idamlar bütün kış de- vam etti. Buna karşılık olarak Arkan- jelde, Astrahanda, Azakta ve Don ü- zeirnde ihtilâller çıktı. İşkence odala- rr yeni baştan doluyor ve Moskova sur- memleket dehşet içinde idi. Eski âle- me mensub her ne varsa hepsi kendi “köşelerine gizleniyordu. Bizans rusya- sı sona eriyordu. Mart rüzgâriyle şişen tüccar gemileir yelkenleri daha şim- diden Baltık kıyıları boyunca teres- süm ediyordu. İkinci kısım BİRİNCİ BANHIS ie) $' S Horozlar bulanık seher ışığı içinde ötüyorlardı. Bu şubat sabahı sanıkı o- luşuna pişmandı. Gece bekçileri ko- yun postekisinden uzun gocuklarına ayakları dolaşarak geceleyin sokakla- ra yerleştitilmiş olaâan maniaları Kaldı- rıyorlardı. Sobalardan çıkan dumanlar yere yayılıyor, dar yollardan sıcak bir ekmek kousu yükseliyordu. Suvariler kol geziyor, bekçilere soruyorlardı: “Bu gece eşkiya var mı idi?” Bekçiler cevab veriyorladrı: “Olmaması müm- kün mü? Onlar daima her yerde dola- şırlar,..” Moskova tenbel tenbel uyanıyordu. Çancılar inleyip soğuktan titreyerek çan külelerine tırmanıyorlardı. Müt- hiş İvan çanının işaret vermesini bek- liyorlardı. Büyük perhiz çanları sisli sokaklar üzerinde yavaş yavaş, - ağır ağır çaldı. Kiliselerin büyük kapıları gicirdayarak açıldı. Kilise mu. — z1 parmağnı tükrükleyerek ezeli alevli İarı üzerinde gene binlerce cesed kar tipileri arasında ıına_mxoııdq._m:kün T Ürceüe kandillerin fitillerini temizledi. Dilen- B Xr yarımı nisbetinde beyie resmi alına- caktır. Panayir, pazar yerlerindeki sa- tıcıların kiraları İnhisarlar idarelerin - ce takdir olunacaktır. Hükümet doktorlarının kursları bitti Merkez Hıfzıssıhha okulunun bu seneki ders yılının ikinci devre kursla- rı bitmiştir. Bu kursa devam eden ve yurdun muhtelif köşelerinden gelen on beş hükümet doktoru, on beş gün müd- detle şehrimizin muhtelif sıhat mües - seselerinde tetkikler yapacaklardır. Bu arada Etimesgud nümune dispanserin- de ameli tatbikat görecekler ve ondan sonra memuriyet mahallerine gidecek - lerdir. Serbesi sülunlar: Bir mektub münasebetile.. Geçen pazartesi gecesi bir sinema sahnesinde temsil olunan “Barbiye dö sevil,, hakkında Ulus'da çıkan yazım, bu piyesin hazırlanması ve sahneye konulması işi ile yakından alâkadar o- lan bir zatı müteessir etmiş olmalı ki kendisinden uzun ve imzasız bir mek tub aldık.. Bir kere önceden şu noktayı teba - rüz ettirmeliyim ki, geçen günkü sa- yımızda koyduğumuz bu mektubun muhtelif yerlerinde geçen “tenkid,, kelimesi yerinde — kullanılmamıştır. Çünkü benim yazdığım yazı bir seyir- ci sıfatile gördüklerimi kaydetmek ve olup biteni kısaca anlatmaktan ibaret bir compte rendu, idi. Barbiye dö Se- vil münakkid gözü ile seyredilseydi yazısı iki yarım sütunu çok geçer, söylenecek daha çok söz bulunurdu. Mühim olan bu noktayı kaydettik- ten sonra mütalealarımı yazıyorum. Mektubda deniliyor ki: “K, Z. G. imzalı münakkidimiz — aceleden o - lacak — Bomarşeyi ve eseri mütalca- ya vakit bulamamışlardır. Eğer hiç olmazsa büyük ansiklopediyi açıp Bo- marşe kelimesine bakmağa vakit bul- saydılar ilk kısımdaki mütalealarını yazmazlardı.,, “İlk kısrmdaki mütaleaları,, diye kaydettikleri nokta şudur: Ben Bar - biye dö Sevil Bomarşenin en meşhur eseridir ve Bomarşe şöhretini bu ese- re borçludur, demiştim; bunu yazar - ken bir yenilik iyapmış olmuyordum. Çünkü, edebiyat ve tiyatro tarihleri demiyorum, hattâ Bomarşe isminin geçtiği mekteb kitabları bile aynı cümleyi kullanırlar ve Laruslarda Bo- marşe, Barbiye dö Se.il müellifi ola- rak tanınır. Mektub sahibinin bana mütalea tavsiyesinde bulunduğu an - siklopedi maalesef kendisince yanlış anlaşılmıştır. Büyük fransız ansiklo - pedisinde Bomarşe'nin biografi'sini yapan Maurice Tourneaux, muhatabı- mr haklı göstermek şöyle dursun, be - nim tekrarladığım mütearifeyi teyid- den başka bir şey yapmış değildir. Maurice Tourneaux diyor ki: “Bu şöhret Bomarşe'nin de başına birçok felâketler getirmiştir.., perukası düşmüştü ve yazımda bu noktayı da kaydetmiştim. Mektubda deniyor ki : “Biz-perukayr mahsus” düşürttük. Çünkü eserde böyledir.,, Hayır, eserde böyle değildir. E- limde Hatier kitabhanesinin bastırdı- ğı ve Ch. M. des 'Granges'in prefasını ihtiva eden mizansenli bir eser var- dır, 1774 tarihinde tamamlanan metne Bomarşe'nin müteakib senelerde yap- tığı ilâveler de büyük bir dikkatle bu eserde işaret edilmiştir. Fakat ne ikin ci-perdede, ne de diğer kısımlarında peruka düşürme diye bir kayıt yoktur. Bunoktada aldanmış olmayı cidden isterdim. Fakat maalesef tekrarlamak mecburiyetindeyim ki eserin aslında bulunmıyan ve sırf bir sahne hatâsın- Yazan;K.Z.G. dan başka bir şey olmıyan peruka düş- mesinin, eseri hazırlryanlar tarafın- dan müdafaa edilecek hiç bir tarafı yoktur. Hem peruka düştükten sonra dok - tor Bartolonun başında, mektub sahi- binin de tasvir ettiği gibi “pek güzel saçlar,, dan bir kısmı görülmüştür. Binaenaleyh “Bartolonun kel başını göstermek için perukasını düşürdük,, müdafaası bizi tatminden uzak kalı- yor. İllüstrasyonda R. dö Boplan: “Barbyie dö Sevil oynayana kolay, dinleyene nüfuzu güç bir eserdir.,, de- miş. Bu söz, Kontrandü'yü, eseri an- lamadan yazmış olduğuma delil ola- rak ileri sürülüyor. Şimdi anlaşılıyor ki bizim heves- kârları aldatan ve muvaffakıyetsizli - ğe düşüren R. dö Boplan'ın bu para- doksu olmuştur. Barbiye dö Sevil'in oynayana göre kolay olduğnu zannet- tikleri için profesyonel sahnelerin ü- zerinde aylarca çalıştıkları bu esere birkaç günlerini vermişler, ve hazırlı- ğı kâfi bulmuşlardır. Sonrası malüm.. Temsil sonunda halkın gösterdiği alâkayı ölçtükten sonra aktör arka- daşlarımızın ve rejisörlerinin de R. dö Boplan'a sinirlendiklerini zannedi- yoruz, Comte d'Almavivanın halkla se- lâmlaştığını ve bunun oyundaki cid- diyeti kaybettirdiğini kaydetmiştim; tekrar ediyorum, Eserde Konta böyle bir hak verilmemiştir. Binaenaleyh mektubu yazan zatın: — Bomarşe böyle yazmıştı, demesi- ne imkân kalmıyor. Fakat o buna da derhal bir kulb buluvermiştir. Denili- yor ki : — Bu italyen üslubudur. Bu üslub- da aktör seyircilerle, hattâ orkestra ile konuşur, Bu nokta ile benim işaret — ettiğim lâübalilik arasındaki fark kendiliğin - den meydana çıkıyor. Evvelâ ben ko- nuştu değil, selâmlaştı demiştim, Sah- neye çıkar çıkmaz, sahnenin ön taraf- larından gözleriyle tanıdıklarını ara - dı, Görebildiklerine âdeta : — Bakın ben Kont oldum, der gibi Sessiz ve—kaçamak selâmlaşmanın ital- yen üslubu sahne konuşmasiyle alâka- l1 olmadığını zannediyoruz. — Bu olsa olsa bir “sahne acemiliği,, olabilir. ve üslubunu, komedi italyen'in rejisörü değil, mektub sahibinden başkası ol- mıyan malüm organizatörümüz yarat- mıştır. Figaro hakkındaki kanaatlerimde hiç aldanmadığımı sanıyorum. Filva- ki Bariye dö Sevili Avrupa sahnelerin- de görmedim. Fakat ortada bir mizan- senli eser ve - Gazeteci veya münakkid göziyle değil, yalnızca bir seyirci ola- rak -benim de bir sağduyum varken Com&die Française'e kadar gitmeğe ihtiyaç yok.. Avrupa sahnelerinde, Fiğaro'nun, ortalığı biraz sustu görün- ce ayağının baş parmağı üzerinde mev- levi tekkesindeymiş gibi bir kaç devir yapacağını ve seyircilerini güldürme- ğe muvaffak olduktan sonra tekrar ro- lüne döneceğini zannetmiyorum, Bir noktayı daha ilâve etmeliyim. Ben, belli başlı klâsikler arasında yer alan Bariye dö Sevilin dünyanın hiç bir yerinde amatörlere verilmediğini kaydetmiştim. Bu sözüme, on dört se- ne evvel Le Temps'ın muharriri şu ce- vabı vermiş : RADYO , Ankara : Öğle Neşriyatı: | 12.30 Kı!'f' neşriyatı — 12.50 Plâk: Türk mlâ halk şarkıları — 13.15 Dahili ve berler. Akşam Neşriyatı: isiso Karagöz (Küçük Ali) — 19.15 Türfü kisi ve halk şarkıları (Servet Adnâfi kadaşları) — 20 Saat ayarı ve aral yat — 20.15 Türk müsikisi ve halk (Hikmet Rıza ve arkadaşları) — 71 4 ilk bahar atyarışlarının ikinci hât” koşuya iştirâk edecek atlar ve kazdf” timalleri hakkında konuşma; (ADE man Atçı) — 21.15 Stüdyo salon Of sı: 1- Oskar Cyldmark: Melodie def? 2- Kurt Freiberg: Kleine Romanz€ Vollgraf: Mein Herz sehnt sich nâf be, 4- Bernard Derksen: Taratello tana. 5- Heinz Munkel: Barbele. " Diatrich: D'pfeifferlbuam. 7- Strüf schöner Mai — 22 Ajans haberleri < Yarınki program ve istiklâl marşi: İstanhul : Öğle Neşriyatı: üL d0Pl musikisi — 12.,50 Havadis — 13.05 4 türk musikisi — 13.30-14 Muhtelif P riyatı. şam Neşriyatı: , bişgi musikisi — 19.10 Konferans: Ünivel mına: Üniversite Talim taburu subt dan önyüzbaşı İhsan Kocaman (# sancak, milli marş) — 19,55 Borsa hâ — 20 Necmettin Rıza ve arkadaşlı fından türk müsikisi ve halk şarkif 20.45 Hava raporu — 20.48 Ömer Rifff fından arapça söylev — 21 Belma Vö daşları tarafından türk musikisi ve hi kıları (saat ayarı) — 2145 ORKE? i- Jilbert: Gusaren Libe. 2- Rahm Noktürün. 3- Çaykovsky: Vals — jans haberleri — 22.30 Plâkla sololafi ve operet parçaları — 22.50-23 Son Hi ve ertesi günün programı Avrupa : UrurA vi OPERETLER: 18.30ğ kova — 19.10 Berlin — 20.15 Pari$ kulesi — 21 Milano ğ ORKESTRA KONSERLERİ VE” FONİK KONSERLER: 17.15 Brülf 18.30 Moskova — 19.10 Münih — Z0f rı — 7.10 Kolonya — 8.30 Breslav, furt, Ştutgart — 12 Alman istasyı 14 Ştutgart — 1410 Frankfurt, K Lâypzig — 14.15 Berlin, Münih — 15 gâart — 15.20 Hamburg — 16 Breslav, kfurt, Ştutgart — 18 Berlin — 18.10 — 18,30 Frankfurt — 19.10 Kolonya Ştutgart — 19.20 Brno — 20.10 Ham! 21.30 Sottens — 22.30 Berlin — 24 (Na Ştutgart. » HALK MUSİKİSİ: 11.30 Ştut b ork (Sigan » DANS MÜZİĞİ: 19.10 L?—ı çj Pai Bed65Darliisırtr — — 22.30 Breslav, Ştutgart, Londoi.. nal, Prag, Floransa, 23 Krakovi, 1 f Milano, Paris, Poznan, Strazburg, V 23.10 Droytviç, Moskova. *“Bomarşe Sevil berberini oyna” mek için yeniden bir amatör piyt larak tadil etti. Böylece eser defa olarak çeşnisini değiştirdi.» — Bomarşenin, eserini seraya maksadiyle değiştirdiğini — sö için, Le Temps'ın tozlu kolleksiy” rını işhad etmeğe ihtiyaç yok. B” Barbiye dö sevil eserinin başmma notice'de sebebile birlikte izah ©* bir tarihi vakıadır; ve değişmiş © saraya giren eser klâsik değeri | rinden zerre kadar fedakârlık yöf değildir. Yalnız Onaltıncı j yında Marie Antoinette'in Ro lünü oynayabilmesi için eserde * ler yapılamsına zaruret görülmü$” “Bu eseri oynıyan ve sahneye yanlar bütün teferruatını son nof na kadar vesikalara dayann bir © ğe istinad ettirdiklerini söylem” dirler,, Mektub sahibi, yazısını — ba! tarafından yazılmış gibi gösterit” çin - ki buna neden lüzum görüyo' (Sonu 8. inci sayfa! Noteburg Kalesi ciler, kötürmler, malüller kilise mer- divenlerine doğru sürnüyorlardı. O- rüçlü oldukları için keyfleri yerinde olmadığından istavroz çıkarıyor, biri- birine küfrediyorladrı. Çıplak ayaklı bit meczub, sırtı çırıl çıplak, saçları geçen yazdan kalma it üzümleri içinde, etrafa leş gibi bir ko- ku neşrederek zıplaya zıplaya koşu- yordu. Merdivenlerdekiler ürktü: A- ziz zatın elinde bir çiy et parçası var- dr. Demek o bugün de öyle şeyler söy- liyecekti ki bütün Moskova bunları fısıldaşarak tekrarlayacaktı. Çiçek bo- KK E D T Dij zuğu burnunu dizlerinin arasına sokup kapının önüne oturdu: Kalabalığın ço- ğalmasını bekliyordu. Sokaklar aydınlanıyordu, Geniş ke- merlerini iyice bellerine sarm:ş olan tüccarlar işleirne gidiyorlardı. Dük- kânlarını eski zamanların emniyetini his etmeksizin açıyorlardı. Rüz , ârın önüne katılmış bulutlar altindan kar- galar geçiyordu. Çar onlara bu kış çiy et temin etmişti: Tersleyip kilise kub- belerini kirleterek sayısız sürüler ha- linde toplaşıyorladrı. Sefiller kendi a- ralarında ihtiyatla konuşuyorlardı: *Yakında harb olacak, veya çıkacak. Kitabta yeri var: Bu şeytani saltanat üç yıl sürecektir. Vaktiyle bu saatte Kitai kalabalık ve gürültülü olurdu. İçleri buğday do- u arabalar Zamoskvoreçie'den, erzak kolları Yaroslavl'dan, troykalara dol- durulmuş eşya Mojaisk'den geçerdi. Ya şimdi; işte bak: İki bahtsız araba, ve içinde kokmuş şeyler... Dükkânla- rın yarısında kapılar ve pencereler çi- vilenmiştir. Sloboda, Moskova'nın ö- teki kıyısı denilebilir ki çöldür. Şura- da burada, streliç evlerinde çatı bile yok. Yavaş yavaş kiliseler de boşalıyor. İmanları sarsılanlar çoktur: Ortodoks papaslar zevk ve safaya ram oluyorlar. Onlar bu kış Moskovada idam edip a- sanlarla birliktir. Papas ekseriya dua- ya başlamakta tereddüd ediyor, saka- lımı havaya, çancıya doğru kaldırıp bağırıyor: “En büyüğünü çal, abdal, daha hızlı çal!” Çancı istediği kadar gayret göstersin, halk ehemiyet bile vermiyor, iki parmağı ile haç işareti AAKAAAAANAAKAA KA KDUK AAA KA KKK Elİ! Bunlardan çoğu meyhane civaf toplanıyor, açılmasını bekliyerek fi kokluyorlardı: Sarımsak ve y" piruhi kokuları geliyordu. ş Barut, dökme gülle, keten, parçaları dolu arabalar tekerlek rinde hızlanarak Moskovadan #, Voroneje doğru ilerliyorlardı. B* mış koyun postundan yeni yarım * | lerini sırtlarına ve yabancı şapka!” başlarına giymiş olan atlı dragofi rabacılara kaba küfürler svuf” kamçılariyle onları tehdid ediyor” Halk arasında: “Almanlar gene Pi ki”ni sevkediyorlar. Bizimki bif " temizlenemiyecek surette kendi manlarla, alman karılariyle gir Deniliyordu. Meyhane açıldı, Herkesin ta meyhaneci merdiven başına çıkti" kesin ağzı açık kaldı — Kimse gü" niyetinde değildi — hepsi anlaf Adamcağız hecalet içinde idi. M? necinin yüzü çır çıplaktı: İrade ” bince bir gün evel traş elilmişti: ” o yapmaktan çekiniyor. Eski - : - ler öğretiyorlar: Üç parmak bir arada edebsizce bir incir oluyor: İki parmağını ayır, aralarına baş parmağı- nı koy. Böyle incir yapmağı öğretenin kim olduğunu biz iyice biliyoruz. Bununla beraber sokaklarda gene oldukça kalabalık vardı: Boyarların uşakları, işsizler, serseriler, geceleyin şurayı burayı ' geçinenler. ki kendini aği ğa zorlu, gibi dudaklarını sıkıyordu. KubP' 4 doğru dönerek istavroz çıkıfd" derli kederli: “İçeri giriniz” ded*, Meczub, kilise merdivenleri Üf de, dişleri arasında bir et parça$ kiştirerek bir köpek gibi hopl? başladı. Müjikler ve kadınlar ” ret içinde — seyre: koşuşuy?