16 Ocak 1939 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ULUS KÖYLERİMİZ Bugün nasıldır ? Dün nasıldı ? Yarın nasıl olmalıdır. H. R. TANKUT IX Köylerimizi nasıl toplıyalım ve ne tarzda yerleştirelim? Sualin cevabını vermeden evel bu hususu düşünmüş kafaların fikirlerin- den ve bu fikirleri sistemlemiş ekol - lerin düsturlarından — çok kısa da ol- sa — bahsetmek yerinde olur. Fakat uzak devirlere gitmekten de çekine - ceğim. Çünkü servetin menbainı yal- nız topraktan arıyan fizyokrasi ve e- konomi - politik sisteminin çeşitli na- zariyeleri daha kuvetli ve üstün rakip- lerle karşılaşalı epeyce oldu. Asrımız- da beşeri coğrafyanın eezli mukadde - ratla idare edildiğini iddia eden Rit - ter ile, bu idareyi yalnız muhitin ira- desine veren Ratzel, insan ile yurt toprağı arasındaki yaşayış ilgisini bam başka birer mefhum haline getir- diler. Yine bu aralık Vidal de la Bla- che ve ekolünün koyduğu Possibilis- me, meseleyi daha ameli bir şekilde mütaleâ imkânını verdi. Bu mektebe göre, arazi sayısız imkânlar hazırla - mıştır. Beşer kütleleri bunların için- de istifadesi daha az yorucu ve neti - cesi daha çok verimli olan ve nihayet © günkü ruhi halete ve meyle daha uy- gun gelen imkândan istifadeye koyu- lur. Ve bu teşebbüs devam edince mil- Ni ekonomik bir istidat teşekkül eder. Şu halde nerede olursa olsun toprağın vâdettiği ve gösterdiği imkânlardan © gün için lâzım ve faydalı olanı istis- mar etmek lâzım gelir; ve bu asla zor olmıyan bir şeydir. Bir ucu yerleşmek maksadı güden beşer hareketlerinin tarif ve izahma dayanan bu nazariye- ye göre insanların yer yüzünde ya - yılması ve yayıldıkları yerden fayda- lanması yine insanların kendi elinde w: ihtiyarındadır. Fert, bulunduğu yerde gördüğü ve beğendiği imkânı kullanmakta serbest olduğu gibi, dev- let de camianın yerleştiği muhitteki imkânlardan üstün gördüğünü tercih ederek istifade etmeği kanunlaştıra - bilir. Gerek ferdin, gerek devletin i - sabeti, imkân intihabında rasyonel o- labilmiş olmasiyle ölçülür. Coğrafya felsefesinin bu tatbiki şekli yerleşmede ve toprağı işlemede devlet müdahalesini sarahatle kabul ediyor demektir. Çünkü aynı coğraf- yacılara göre maddi tekâmülümüz e - sasta bizim reyimize bağlı bir şeydir. Kanadalı coğrafyacı Griffith Taylor geçen sene İngiltere'de verdiği bir konferansta bu ekolleri dayanaklarına göre Theocratic (mukadderatçı), Geo- cratic (muhitçi) ve We-ocratic (biz-ci) diye vasıflandırdıktan sonra der ki: “Ben, şahsan farklı bir neticeye var- dım. Bunun da başlıca sebebi; tabiat tarafından Britanya veya Birleşik A- merika arazisinin beşere hazırladığı imkânlardan daha az ve daha kıtını arzeden Avusturalya ve Kanada gibi öncü memleketlerde edindiğim tecrü- belerdir. Bunun içindir ki ben bu üç ekolden ikincisine, yâni muhitçi ola- nına mensubum,” Bu meşhur coğrafya âliminin bu fikrinden çıkaracağımız netice şudur: Her toprakta istifadeye açılmış meb- uzl imkânlar mevcut değildir. Bunun içindir ki yerleşme ve toprağı işleme bahsinde kuvetli söz ferdin veya câ - mianın olmaktan ziyade muhitindir. Ona göre Kanada'da ve Avusturalya'- da olduğu gibi Avrupa'da eskidenberi yerleşmiş kültür halitası içinde de be- şer tamamiyle hür değildir. O, ancak ve kati surette muhitinin mahsulüdür. Avrupa, ırki, milli veya kabilevi ka - rakteristiklere bağlı olmaktan uzak - tır. Avrupa'nın bugünkü son modeli Geocratic (muhiti) dir. Yâni onu idare eden hemen hemen sadece muhit şart- larıdır. Yine Griffith Taylor'a göre Avus - turalya'nın cenubi kıtasının, boş A - vusturalya adı ile tanınmış yarısında- ki dağınık çoban istihsal hayatının ye- rine büyük kâr temin eden sanayi çe - şitleri ikame etmesini ne kadar arzu edersek edelim, orada fabrikasyon in- kişafının alâmetleri olan Hidro - E - lektrik veya kömür mağdenlerini asla göremiyeceğiz. Bu coğrafyacı âlim, beşerin bu husutaki rolünü şehirlerde- ki seyrü-sefer polisinin rolüne benze- tir. Tarifine göre bu polis seyrü-sefe- ri hızlandırır veya ağırlaştırır, belki de tamamiyle durdurur, Fâkat hiç bir zaman umumi istikametini değiştire - mez. Taylor'un haklı olduğu noktalar var mı, yok mu? Tahlil etmiyeceğim. Ancak, kendisinin kannatini ifadede- ki ihtiyatı, bize meselenin tamamiyle düşündüğü gibi olmadığını yine ken- di ağzından anlatıyor. Zaten hiç bir yerde beşer cenubi Avusturalya'nın boş stepleri gibi yerlerini fabrikalar- la donatmağa kalkışmış değildir. Ben- ce Possibilisme'in esasları daha umu - mi ve işin kendisine daha mutabıktır. Böyle olmakla beraber muhitin tesi - rini de ihmal etmek teşebbüsleri güç- leştirmekten başka bir şeye yaramaz. Bacon insan, tabiatin hizmetçisidir der. Fakat büyük filozofun bu sözü o Amerika harbiye müsteşarınin nutku Düşmanı korkutmak için kuvvefli olmak lâzım! Vaşington, 15 a.a. — Harbiye müs- teşarı Luis Johnson söylediği bir nu- tukta bütün amerikalılara hitap ede- rek bunları Ruzvelt'in milli müdafaa programını müdafaa etmiye davet et- mektedir. Johnson müterizlerin taarruz nok- talarının daima kuvetçe daha yüksek veya müsavi olan devletlerle çarpış - mıyacak şekillerde intihap ettiklerini ispat ettikten sonra Amerika hakla- rına riayet edilmesi için milli müda- faanın kuvetlendirilmesi lâzım geldi- ğini söylemiştir. Hatip iddialarını büyük harpteki vaziyete dair şimdi- ye kadar neşredilmemiş olan evraka istinat ettirmiştir. Bu evrak meyanın- da Amerikanın müdahalesi üzerine ”Hindenburg” ve “Ludendorf” tara - fından dermeyan edilen mütaleaları - bir vesika bulunmaktadır. Eski alman donanması şefinin bir sözü Bu generaller o zaman Amerika ta- rafından yapılacak müdahalenin ehe- miyetsiz olduğu kanaatini ızhar et- mişlerdi., Alman donanmasının şefi olan fon Holzendorf o zaman Kay- zer'e şöyle söylemişti: “— Bir tek amerikalının bile kara- ya ayak basmıyacağına dair majeste- lerine bir asker sıfatiyle söz veriyo- rum.,, Johnson sözüne devamla demiştir ki: “— Bu sözler amerikan haklarını Almanya'nın hiç nazarı itibare alma- mış olduğunu gösterir. Çünkü o za- man Amerika zayıf telâkki edilmek- te idi;,, gyötterema y ANS Devlet alış yeni murakabe uzuvları Klasik devlet, idari faaliyetler için kuruldu ve onun bünyesi, bu faaliyet- lerin artışı nisbetinde tekemmül etti. Devletin idare salâhiyeti ile halkın bunu murakabe hakkı arasında muva - zene tesisi için zamanın ve muhitin i- leriliği nisbetinde daima yeni yeni müeyyideler arandı. Bulundu ve bir çok uzuvlar yaratıldı. Son asır içinde hemen her memlekette az çok farklar- la kurulmuş olan, bizim devlet şürası- na ve divanı muhasebata muadil mü- esseseler de gene idari murakabe ya- pan birer unsur olmuşlardır, Halbuki klâsik devlet dahi idari fa- aliyetleri yanında bazı iktisadi işler görmeğe mecburdu- Âmme hizmetleri- nin yapılması için devletin bir çok menkul ve gayri menkul mallara sahip olması ve bunların tedarikinde, isti - malinde hattâ elden çıkarılmasında bir müteşebbis gibi hareket etmesi za- rTüri idi. İdari faaliyet için kurulmuş bir bün- ye, ne kadar tekemmül etmiş olursa olsun ,iktisadi işleri başarmakta güç - lük çekecekti ve çekmiştir. Büyük harptan önceki devrin mutaassıp li - beralleri dahi bütün güçlüğiyle bera- ber devletin yalnız idare ihtiyacı için iktisadi faaliyetlerde bulunmasına ce- vaz vermişler, ancak bunu bazı ted - birlerle az zararlı hale getirmeğe ça - lışmışlardır. 1794 te büyük ihtilâlin ağır işleri a- rasında konvansiyon meclisi, Barröre- nin içinde şu cümle bulunan bir rapo- runu almıştı: “Evelden faydası, lüzu- mu iyice müşahede edilmiyen ve icra- sı emredilenlerin de tamam, sağlam ve tasarrufla yapıldıkları temin olun- mıyan işler için millet parasının har- catılmasına mani olmak” “Düşmanlarımız tecavüzden demek değildir ki insan toprağın esi- ridir. İnsan, toprağa, ona hükmetmek için çalışır. Bu çalışmada esaslı bir muvazaa bulunduğunu daima göz ö - nünde tutmak zarüureti var. Çünkü iki taraftan biri, diğerini zorlayınca imti- zaçsızlık başlar. Ya fert başını alıp gi- len, karşılıklı menfaate degil, birlikte | yaşayış prensibi bu neticeye vardırır. Esasen altı umdemizden biri olan devletçilik bize mahsus bir iktisat ti - pi halkeylemiş olduğundan yurtta yerleşme meselesini de kendi etatiz - mimize göre düzenlememiz yurt coğ - rafyasına tamamiyle uygun bir hare - ket olur. Memleket ne gibi hususi mu- hitlerle biribirinden ayrı yerleşme mıntakaları arzediyor? Buralarda mu- hitin yenilmez iradeleri ve istifadeye mebzulen açık imkânları hangileridir? Bunları tespit ettikten sonra, müte - şebbisleri istediğimiz ve tercih ettiği- miz imkânlara (Possible) koşturmak ve onları karşılıyacak muhit icbarları- na ve engellerine karşı cihazlandır - mak, devlet müdahalesinin esasını teş- kil etmelidir. Zaten bu müdahale bu- gün dünyanın yarıdan çok fazlasında faydalı ve hayırlı neticeler vermeğe başladı. Almanlar son zamanlarda, hattâ buğdayların kendi iklimlerine göre bir intaşa malik olabilmesini te - min için nebat hayatiyatına bile mü- önce düşünmeli!,, Hatip Amerika'nın hakiki müdafaa vaziyetinin henüz birçok vatandaşlar için bir sır teşkil ettiğini fakat bü- tün ecnebi hükümet merkezlerince malüm olduğnu kaydettikten sonra demiştir ki: ee İra c FöiŞAk düşman la::rîıbzîn “Haklarımı z?“tğ::'awğ etmeden evel düşündürecek kudrette müdafaa vasıtaları inşa etmektir. Bu sayede düşmanlarımız muhtemel bir bozguna uğramaktansa belki bu fikir- lerinden tamamiyle vaz geçerler.,, Yeni Şehir ULUS Sinemasının İlk proğramını yarın okuyacaksınız dahale ederek buğdayı lâboratuvar i- çinde almanlaştırmışlardır, yâni o ik- limde yaşayıp gelişebilen yepyeni bir Aradan bir asırdan fazla zaman geç- tiği halde Prof, G. Jeze Paris üniver- sitesi kürsüsünden devlet alış verişle- ri için şunları söylüyor: “Bizi kan - dırmak için idare edenlerin ihmalle - rinden mesul olacakları ileri sürülme- sin, mesuliyetlerden daima bahsedilir fakat hiç bir zaman ortada mesul yok- tur, bulunmaz, Bütün memleketlerde daima tetkiklerini şu şekilde bitirir: (Hiç kimse mesul değildir, fakat bu i- şi de bir daha tekrar etmemelidir) bi- naenaleyh önleyici bir teşkilâtın tan- zimi lâzımdır.” Amerika'da daha 1917 de neşredilen bir etüt komisyonu raporunda devle - tin nafıa ve malzeme işlerini tanzim edemediğinden ve bir çok iskandal - lardan acı acı şikâyet edilmiştir. İlk satırlardaki fikrimize dönerek diyebiliriz ki bütün güçlükler; idari bir bünye taşıyan devletin, büyük ha- cimde iktisadi işleri başarmak isteme- sinden ileri gelmektedir. Devletin âm- me hizmetleri için mal ve mll?une ih- tiyacı arttıkça güçlük de ilerilemek - tedir. Büyük harptan sonra bir çok mem - leketlerde bir de devlet iktisadı doğ- du. Liberal zihniyet derece derece da- ha bir çok yerlerde yaşamakla bera - ber bir çok memleketlerde de devletin iktisadi işleri yalnız tanzimle kalma- buğday nevi yaratmışlardır. dığı, bilfiil teşebbüs sahasına girdiği verişlerinde Kemal ÜNAL görüldü., Ancak klâsik devlet bünye - siyle başarılamıyacak olan bu işler i- çin her memleket kendine yaraşır bir sistem kabul etti. Almanya'da, İtalya'- da, Rusya'da ve hattâ Türkiye'de dev- let iktisadi teşebbüsleri ayrı ayrı sis- temler içinde yürümektedir. Her sis- tem muvaffakiyet yolunun kendisine daha açık olduğunu iddia edebilir. Fa- kat hepsinin birden sıhatle söyliyebi- leceği bir şey varsa o da iktisadi işle- riidart işlerden azami hadler içinde ayırmış olduklarıdır ve bu ayrılış dev- letin tasarruf ve murakabe hakkını a- zaltmıyacak tarzlardadır. Şu halde iktisadi birer mahiyeti o - lan müzayede, münakasa ve pazarlık gibi işlerin de klâsik devlet bünyesin- den ayrılması lâzımdır. Garp finans tekniği bu ihtiyaçları daraltarak gene idari bünye ile başarmakta israr ede- bilir. Fakat yeni Türkiye için diğer iktisadi teşebbüslerde olduğu gibi alış veriş işlerinin de köklü bir değişiklik- le yeni uzuvlara verilmesi mümkün ve muvaffakiyete de namzettir. * & * Başvekâlete bağlı olarak, devlet ik- tisadi teşekküllerinin yüksek muraka- besini yapacak bir heyet artık kurul- muş bulunuyor. Bunu teşkil edenler, kanununa göre, smmnai, ticari işlerde ve banka tekniğinde ihtisası olanlardır. Devlet alış verişlerinde, vilâyet ve be- lediyelere ait mahalli komisyonlarla vekâletlere bağlı komisyonların salâ- hiyetleri ufak miktarlara münhasır o- lup gerek şekil, zaman ve gerek mik- tar bakımından ehemiyetli işler, ve - kilin veya vekiller heyetinin kararına bağlı bulunmaktadır. Bu kararların a- lınmasında ticari ve sınai işlerdeki ihtisas hasebiyle yukarıdaki murakabe heyetinin reyinden istifade edilebi - lir. Bu heyet kendisinin murakabesi- ne tâbi iktisadi teşebbüslerin alım sa- tımlarını ölçmek için bir çok hazırlık- lar yapmış bulunacaktır. Bu hazırlık - lardan devletin alış verişleri için de faydalanmak icap eder. Devlet alış verişlerini 1934 yılında yaprılan artırma, eksiltme ve ihale ka- şını mümkün gördüğümüz değişikl.ik- leri gene hepimizin anlıyacağı bir dille izaha çalışacağız. KÜÇÜK DIŞ HABERLER X Vaşington — Rüuzvelt tarafından davet edilmiş olan Brezilya hariciye nazırı Osvaldo Aranha şubatta buraya gelmesi beklenmektedir. Hariciye ne - zareti bu hususta Ruzvelt ile Vargas arasında teati edilen telgrafların met - nini neşretmiştir, X Varşova — Münakalât nazır mu- avini bay Bolkovski Roma'ya hareket etmiştir. Orada İtalya ve Polonya si - vil tayyarecilikleri mümessilleri ara - sında bir konferans aktedilecektir. Şam—Meclis 227 milyon — frank tutan 1939 büdçesini tasdik etmiştir. X Roma — Polonya sefiri Bay Vie- niava Dlugoaszovski dün hariciye nazı RADYO TÜRKİYE RADYO DİFÜZYON POSTALARI Türkiye Radyosu — Ankara Radyosü DALĞA UZUNLUĞU 1639 m. 183 Kcs./120 Kw P. 31.70 m. 9465 Kecs./ 20 Kw O. — 19,74 m. 15195 Kes./ 20 Kw ( TÜRKİYE SAATİYLE ) Ankara PAZARTESİ: 16.1.1939 Müzik (oda müziği - Pl). 13.00 Saat, ajans, meteoroloji haberlefi' 13.10 Müzik (güzel sesler - Pl). 13.30 -14 Türk müziği 18.30 Program 18.35 Türk müziği (incesaz -,Bestenili Seba faslı) Okuyan - Tahsin Kaff. kuş, Çalanlar - H. Derman, E. H. Gür, B. Üfler, H. Tokay. Konuşma (doktorun saati). Türk müziği (Klâsik program): İ Rauf Yekta - Mahüur peğşrevi, 2 - kir ağa - Mahur beste, Bir afeti peyker ile nüktelerim var. 3 - Teri Pençgâh beste - hem sohbeti dildaf" - Itri - Seğâh ağır semai. 5 - Mahur yürük semai 6 - B. Üflef Ney taksimi. 7 - Mustafa İzzet - gâh şarkı - Doldur getir ey saki. 8 Dede - Mahur şarkı - Gönül adlı bülüm. 9 - Sadullah ağa - Hi şarkı - Hıram et gülşene. 10 - Çor!” lu - Hicazkâr şarkı - Aldı beni 11 - Şevki - Hicazkâr şarkı - Gö; mü duçar eden. 12 - Vecihe - Ki taksimi, 13 - Tuna sesi - Uzun yeşillendi. 14 - Mustafa çavuş - HÜ seyni şarkı - Bir dilberdir beni. O kuyanlar - Küme okuyucuları, Çâ lanlar Vecihe, R. Erer, F. F R. Fersan, K. N. Seyhun, C, Ko: B. Üfler, R. Kam,. Saat, ajans meteoroloji haberleri raat borsası (fiyat), Müzik (Oda müziği: Piano: C: Reşit, Keman: Orhan Borar Viyü lansel: Enver Kakıcı 1 - Van B hoven - Trio (Do minör). Konuşma. Müzik (küçük orkestra - şef: N Aşkın) 1 - Fritz Recktenweld - Gri zing de - potpuri 2 - Pepi Müller * küçük serenad 3 - Paul Holzner Saksunya köylü dansları 4 - Bucalof' si - Pestalozzanım bir şarkısı - C biribin. 5 - Anton Rubinstein - Kof tümlü balo - süitinden Çobanlar. & u: Micheli - Şen serenad. 7 - Ni€| mann - Zenci dansı. 8 - Heuberger şarkta isimli süitten - Çeşmede - çası. 9 - Niemann - Vals Boston. Saat, esham, tahvilât, kambiyo - nü” kut borsası (fiyat). 22.35 Müzik (bir solist - ve dans plâkları): 23,45 -24 Son ajans haberleri ve yvınııH program, 12.30 19.20 19.35 20.35 20.45 21.05 21.20 22.20 Macar ırkcılığı yeni bir safhaya mı giriyor ? Macarlar üç sınıfa Budapeşte, 15 aa. — Etnik prensip üzerine müesses noel projesine zeyl o” larak, bir macar mebusu yeni bir ka * nun lâyihasının hazırlanmakta olduğu- nu bildirmektedir. Bu projeye göre, mühim idari mevkiler yalnız turani macarlara, yani ecdadı 896 senesinden evel Macaristan'a gelmiş olanlara ve- rilecektir. Bu tedbirin siyasi, adli, ida- ri ve hattâ dini mevkilere şamil olaca» ğt bildirilmektedir. Diğer macar va - tandaşlarına yüzde on bir pay ayrıla - caktır. Bu proje kabul edildiği takdirde, Macaristan'da üç sınıf vatandaş bulu - nacaktır: 1. — İdare mevkiinde bulunan Tura- ni macarlar, 2. — Ecdadı 896 yılından sanra Ma- caristan'a gelmiş olanlar, yani ikinci | sınıf vatandaşlar, 3. — Yahudiler, yani üçüncü smıf 4 rı Kont Ciano ile görüşmüş AAT TERE Te © — ARETRETYAEN vatand )1nr, BALIK TUTAN KEDİ SOKAĞI AAA Çeviren: Nasubi Baydar Yazan. Yolan Földes — 60 — Nihayet, Albertin de Balık - Tutan - Kedi soka- ğına geliyor. Vakıa Kot d'Azür'de bir turneye çık- mak üzeredir, fakat daha evel Yani'nin ricasını isaf temek ve, hareketi arifesinde sevgilisinin ailesine ziyarette bulunmak istiyor. Fakat içeriye sıkıntı i - çinde giriyor ve sevimli görünmek için haylı zahmet çekiyor. Anna, evlerinin kapısından ilk giren fran- sızın Albertin olduğunu heyecan içinde birdenbire keşfediyor. Onlar on yıldan fazla zaman var ki bu- rada oturuyorlar, ve Albertin ise ilk fransız kızıdır ki.... Şimdiye kadar hiç bir komşu kadın iki yumur- ta ödünç almak için bile onlara uğramamıştır. Pa- katiyen. Kabahat kimin? Anna Albertin'le dalgın dalgın konuşmakla beraber, hep bunları düşünü- yor. Kabahat, kapıyı sıkı çalmıyan, içeriye kabul e- dilmek için israrda bul yan yab ın mıdır ? Ani, mağazadaki kızları hatırlıyor... Bunlardan bazıları kendisini çok sever iseler de hiç bir evine, ailesi ile t ğa davet iştir. Hattâ Roz bi- le fransız değil, leh yahudisi olduğu halde... Ve biz- zat Anna, fransız arkadaşlarından hiç birini şimdi- ye kadar evine çağırmış mıdır? Hayır. Anna bütün bunları birden bire keşfediyor ve şaşıyor. Bu, isteni- lerek böyle yapılmış değildir. Fakat böyle, ve işte o kadar. Bir cisimde yabancı bir cisim — on yıldanberi on- ların vaziyeti budur. Bardişinof bazaiu onları gör- meğe gelir; Lüf gibi, Katrina gibi; Piya Monika ve Gretl de gelmiştir. Fakat hiç bir zaman ve hiç bir fransız. Anna pencereden bakıyor; ve damlar üze- fuz edilmez evler; bir şehrin, bütün bir memleketin hususi ve gizli hayatını ihtiva eden evler... Albertin evlerinin eşiğinden geçmiş olan ilk fransız kızıdır. Evet, belki aşk manileri yıkabilir; aşk ve yalnız o. Anna Albertin'e sevimli görünmek için haylı zahmet çekiyor. Bundan, beyhude iltifatlarla dolu bir konuşma meydana geliyor. Albertin burada rahatsız olduğunu hissediyor; bunu gizlemeğe muhal yok. Mefruşat, Bon Manşe'- nin binlercesini sattığı mefruşattandır, fakat başka yerlerdeki gibi sıralanmamış olduğundan başka tür- lü görünmektedir. İçtiği çukulata Möniye'nindir, ve bayan Barabaş'ın bu çukulatayı doldurduğu fincan da Samariten mağazalarından alınmıştır. Bununla beraber onda her zamanki tat yoktur, ve bulunduğu yerin havası ona acaip gelmektedir. Albertin'in kendini memleket değiştirmiş gibi inii bebi müreffeh bir burjuva muhiti- ne mensup olduğu halde şimdi bir işçi ailesi arasın- rinden Notrö - Dam kili iki kalın kulesini ve — hi daha ileride mavi gökten bir parça görüyor.. Anna bu şehri ne kadar se kte olduğ his- — da bul sediyor. Neden o kendini kapıp onun içine koyuver- miyor, onun tarafınd iyle imtisas edilmeğe razı olmuyor, onu kendine vatan ittihaz etmiyor? Paris'i tanımadığından dolayı alay eden İstvan'ı, ve kabarelerle müzikhollerin Paris demek olmadığını ona anlatmak istiyen kendi üstün gülümseyişini dü- şünüyor. Evet, Anna şehri, hakiki şehri, çetin, çalış- kan ve namuslu olan şehri tanımakta olduğunu sa- nırdı: Sentantuan mahallesindeki pazar yerini, sa- ris'teki ve belki de bütün cihandaki yabancıların âlemi ne garip, ne kapalı, ne münzevi bir âlemdir... Hemen on sene var ki onlar burada, fransızlar ara- sında yaşıyor ve katiyen ötekilere karışmıyorlar, bah metropolit yolcularını, atelyelere doğru hızla yürüyen faal ve mütevazi kızları... O, bu şeh- ri tanıdığını zannerderdi, fakat acaba yanılıyor mu idi? Etraflarında evler yükselmektedir; içlerine nü- değildir. Hayır, Albertin fransız de- mokrasisi zihniyeti ile büyütülmüştü ve, bir demok- raside insanın bir derece üstün derecede bulunanla- ra karşı k lini beği D i kabildir; fa - kat bir derece aşağıda olanlara karşi daima iltifat göstermesi zaruridir. Esasen üç odalı küçük apartı- man aydınlık ve temizdir, onun genç sakinleri ise i- olduğu üzere topuklarını biribirine çarpmasını ne - den pek tuhaf bulduğ bil Bundan başka, ihtiyarlar fransızcayı iyi de konuşamıyorlar, ve Ya- ni onların sözlerini hemen düzeltiyor. Anası ile baba- sının sözlerini şimdiye kadar hiç yapmamış olduğu hafif bir asabiyetle tekrarlıyor. Klari ile Albertin hakikaten anlaşıyorlar; çünkü Klari liselilerin mühmel ve tuhaf argosu ile konu- şuyor. Konservaturvardaki etütleri dışında fazla bir şey öğrenmemiş olan Albertin'den bilgili olduğu i- çin tatsız muhavereyi canlandırmak ve ziyaretçiyi avutmak karariyle öne atılıyor. Aynı zamanda, elâ gözlerinde de bir terehhüm lâm'ası parlıyor: zaval- l Yani! Yani ise çekingen, sıkılgan ve Albertin'i rahat ettiremediğinden dolayı fena halde müteessirdir. Bir âşık için, kendisinin ve ailesinin sevgilisine en sıhirkâr çehresiyle görünemediğini hissetmek ne büyük azaptır! Anna, gitmek üzere müsaade istiyen Albertin'e: — Ümit ederim ki gene gelirsiniz, diyor. Albertin, bu hususta pek fazla kanaat besle- | miyerek cevap veriyor: — Elbette, Klari kolunu Albertin'in koluna geçirerek: — Tabii, gelmelisiniz, diyor. Biz, anlıyacaksınız ki, göründüğümüz kadar korkunç değiliz. Bizi ta- yi giyinmiş, hemen hemen zariftir. Albertin, kendi sine iskemle gösterilirken yapılan harekette neden dolayı fazla bir hususiyet bulduğunu izah edemez (Bayan Barabaş oğlunun, ötekilere tercih ettiği ço- cuğunun davetlisine gösterdiği iskemleyi mekanik bir hareketle önlüğü ile silivermiştir); Albertin, Ba- rabaş'ın kendisini selâmlarken harpte öğrenmiş dıkça se ksiniz. Düşününüz ki biz de siz fran- sızlara alışmağa mecbur olduk, ve alıştıktan sonra da sizleri sevmeği öğrendik. Kardeşim Yani bunda ihtisas peyda etti: bütün sevgisini bir fransız kızına tahsis etti. Fakat bu, erkek çocukların yapacakları iştir. ( Sonu var ) İ

Bu sayıdan diğer sayfalar: