7 Aralık 1930 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4

7 Aralık 1930 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

© e 4 — VAKIT 7 Kânunevel > > Başmuharririmizin seyahat intibaları | Ust taralı birinci sayıfamızda | Italyan başvekili bizim girdi- jimizi görünce kapıya di ürüdü ve tabil odanın ortasında sep birden karşılaşmış bulunduk. iik takdim ve musafahayı mütca- | «p bir elinde tuttuğu bir kâğıt parçasını kaldırarak bir kaç sa- wye buna baktı. Bazı kelimeler okudu, Bu kelimelerden kâğıdın istünde Türkçe gazetelerin isim- eri ile bunların italyanca tercü- weleri, gazete sahiplerinin isim se hüviyetleri not edilmiş olduğu | sulaşılıyordu. Gene anlaşılıyordu ki M. Mu- .olini'nin hususi çalışma odasın- | da bizim gibi grup halinde mü- | teaddit ziyaretçi kabul etmesi mutadı değildi. Galiba bunun için ikiden fazla koltuk, veya - sandalye yoktur. Musafahadan sonra arkasına dönüp baktı. Fakât yerine dön- © miyerek ayakta kaldı. Biz de © tabii ayakta kaldık ve ayakta > olarak görüştük. Musolini gibi Italyada kurta- o mcı büyük bir inkılâp hareketi yaratmış bir adamı ilk defa gö- ın bizi ibi ileri | prpen bizim gibi gli İder ve eğlenirdi.. Gece olduğu vakit için bu vaziyelin hususi bir ca- zibesi vardı. Onu söz söylerken © bütüm harekâtı ile çok yakından © görebiliyotduk. : Musolini'nin siması sık sık — gazetelerde görülen resimlerine çok benziyor. Onun için resim- » lerini çok görmüş olan herkes © kendisini kolayca tanıyabilir. (Doçe) gayet basit bir kos- töm giymiş idi. Bir halde ki © mevki ve mansıpların kiymetini © birazda elbiselerin renginden ve “şeklinden anlamağa alışmış olan Byâbakidiya Musolini bu kıya feti ile hariçte gösterilme onun © bütün Italyayı avucu içinde tutan bir diktatör başvekil olduğuna inandırmak mümkün değildi. Musolini'nin gerek Reisicümhu- rumuz ve Başvekilimir, gerek Türk milleti hakkında bize söylediği “güzel sözleri evvelce telgraf ha- beri olarak Româdan verdigimiz | çin burada tekrar etmeğe lüzum görmüyorum. Yalmız şu noktaya işaret edeyim ki bütün bü sözler içinde en ziyade nazarı dikkati © celbeden şey şu idi: “Ben iki yüzlü bir adam değilim. Dost — Golduğumu söyleyince döst olarak “kalırım. Bunu istikbalde filen göreceksiniz. ,, M. Mnsolini sözlerini -bitirdik- ten sonra “Bana soracak bir “ sualiniz var mı? dedi. Biz Başve- kili bir gazeteci sıfatile ziyaret “etmediğimiz için burada güzete- cilik yapmak istemiyorduk. Onun için M. Musolini'nin söylediği sözlerin bizim için kâfi olduğunu. © Oyalnız kendisi Türk efkârı umu- © miyesine karşı bir şey söylemek — istiyorsa bunü memnuniyetle te- lâkki edeceğimizi bildirdib, Bu- nün Üzerine M. Musolini; “Bütün bu söylediklerimi olduğu gibi yazabilrsiniz.,, dedi. Bu cevap bizi hakiketen tatmin eden çok büyük bir kıymet idi. Bundan sonra kendisine mem- İeketimize karşı gösterdiği kıy- netli teveccühten, şahıslarımıza karşı yaptığı lâtufkârane iltifat- tan dolayı teşekkür ettik ve hürmetle veda ederek ayrıldık. Musaolinini bizi ne kadar nazi- kâne karşılamış ise gene ayrı hrken de o kadar mültefitane slâmlıyordu. Ve kendisinin rahat- siz olmaması için yaptığımız ri- calara rağmen kapıya doğru ge- liyordu. Mehmet Asım İkelim,, der ve enfiye kutusunu kadınla ” “Kirli yumruklarile gözlerini sildi ve 1930 *Çehof,dan fes aldı. Kâğıtları sırasınm üzerine serdi ve yere diz çökerek yazmağa bâş| Vadi: “Büyük babacığım; yıl başını can- dan tebrik ederim. Benim ne #nam var, ne babüm. oln- ların yerini tatan sensin büyük baba... Vanka sönük kandilin üzerinde «- kisler yaptığı pencereye doğrü baktı, Ve oradan büyük babâsının hayalini gö, rür gibi oldu: Gece bekçisi “Konstan- tin, kamburu çıkmış fakat damarların da henüz ibtiyarlığın uyuşuk kanı bu- lunmıyan altmış beş yaşlarında çalış- İkan, güler yüzlü tatlı bakışlı bir ihti. yardı. Bütün gün hizmetçilerin odasın da uyur veyahut onlarla gevezelik e- koyun derisi kür. inü omuzlarına alır, «linde kalın sopası ile sokaklarda dola şırdı.. Bu gece yolculuğunda sadık kö peği “Viun,, ondan hiç ayrılmazdı, Sa bahleyin kapıda köy kilisesinin parlak kırmızı pencerelerine gözlerini dikerek bekler ve avludakilerle şakalaşırdı: So guktan yılmazdı. Fakat hizmetçi kızla ri fena halde sinirlendiren öksürükleri de hiç eksik değildi. “Haydi enfiye çe- ra uzatırdı... Onlar da birer tutam alır lar; burunlarına götürürler, ve sonra aksırırlardr. O da bu müziplikten hoş- lanarak nihayetsiz bir neşe içinde kah kahalarla gülerdi: yalnız kadınlara de| gil köpeklere de enfiye verirdi. “Kas- htantia,, aksıra aksıra yanmdan ayri-! lir, Viun ister istemez kuyruğunu sal-! lardı... Soğuk bir havada ve karanlık bir gecede köpek bembeyaz çatıların baca lardan tüten dumanları, üzerlerinde beyaz bir don tabakası olan ağaçları seyretmek en ziyade sevdiği bir şeydi. “Vankâa,, derin derin içini çekti. kale- min paslı ucunu birkaç kere hokkaya batırdı. Ve yazmağa devam etti, “Geçen akşam beni dövdüler büyük baba! Ustam beni saçlarımdan tuttu. Avluya sürükledi. Ve elindeki kayışla zaif vücudumü kamçıladı.. Sebebi de şü büyük baba: Küçük musibet çocuğu nu beşikte sallarken fena bir tesadüf İolarak uyumuş kalmışım. Hafta için-| de hanımım bana temizliyeyim diye bir balık verdi. Ben nereden başlıyaca- gımı bilmediğim için balığın kuyruğun dan başlamışım. Bunu görünce kızdı balığın sivri burnunu suratıma çarptı. Kalfalar da bana eziyet etmekten ye- ri kalmıyorlar. Onlar da wstalarm- dan evvelce gördükleri fena munmele. yi bana tatbik ediyorlar. Votka almak için beni mütemadiyen barlara meyha- nelere gönderiyorlar. Ustanın salata lıklarmı çalmak için beni teşvik ediyor! lar ve hırsızlığa alıştırıyorlar. Gıda yok büyük baba!.. (Sabahleyin kuru ekmek öğleye çorba.. Akşam yine kuru ekmek.. Beni soğuk ve kuru sıralar ü- zerinde yatırıyorlar. Musibet çocukla- rı geceleri ciyak ciyak bağırdığı vakit bündan da mahrum ölüyorum. Ve bü- tün gece beşik sallıyorum. Aziz büyük baba.. Allah aşkına be- ni buradan kurtar. beni köyünüze al... Artık tahammül edemiyeceğim. Alla ha yalvarıyorum büyük baba bu yılba- şı gecesinde beni buradan (kurtarsın idiye..., i “Vanka, nın dudakları büzüldü. ihıçkırdı: İ — “Kusurlarımı affetmesi için Alla- a Yıl başı gecesinde Rus hikâyesi Nakleden: Hasan Şükrü Üç aydanberi kunduracı “Aliakhin,,| Buradan kaçmak istiyorum.. fakat yol in yanında çırak olan “Vanka Zhur-İlarda yürüyecek takatim kalmamıştır. kav, yıl başı gecesi hiç uyumamış, us-İSoğuktan buzdan korkuyorum. Dona- tasını ve kalfalarının kiliseye gidince-İcağımdan korkuyorum. ye kadar beklemişti... Yalnız kalıncalzaman sana ben bakacağım büyük bu- ustasının dolabından küçük bir mü-)ba.. hiç merak etme!., Seni artık hiç rekkep hokkası, paslı bir uç taşıyanİkimse incitmiyecek.. hiç kimse seninle yamrı yumru bir yazı kalemi ve bir talalay edemiyecek.. Son senelerini saa baka da buruşmuş kâğıt alarak önü-İdet içinde geçirmek işin elimden geldi ne koydu. Evvelâ etrafı gözetledi. Gizlği kadar çalışacağım ve öldükten son- ice kapıdan baktı, pencereden uzandı,İra da ruhunun İstirahatine gece gün- dışarsını dinledi. Kalıplarla dolu o-İdüz dua edeceğim. Tıpkı sevgili ana lan raflara göz attı, Ve geniş bir nema yaptığım gibi... Büyüdüğüm (Sonu yarın) Pre ESER İR Yağmur ve yemin! Hs tuhaf şey için Amerika- dan misal getirmek âdettir. Bu âdet, belki acayipliklerin ço- gu orada olduğundandır, belki bağl sebepleri vardır. Fakat dünkü gazetelerde bu tahaflık- tân, Amerika mahkemelerinin bile kurtulamadığım okuyunca, şöhretin haklı olduğuna ben de inandım. Buradan mal alan Amerikalı bir tüccar, Nüyork hukuk mah- kemesinde dava açmış. davanın sebebi Istanbuldan gelen mal ların, yağmur altında sevke- dildiği (Oiçin, Oo bozulmalarıdır. Zararım var, tazmin etsinler, demiş . Dünyanın her yerinde böyle bir dava açılabilir ve garipolmaz. | Fakat mesele, bu kâdarla kalır- sa, Halbuki Nüyork hukuk mah- kemesi davada iki tarafı dinle- miş ve dava, edilenler : — Bir malları yüklerken, yağ- mur yoktu. Eger eşya bozulmuş- sa, vapur ambar ıslan- mıştır, Deyince, hâkim düşünmüş, çukurundan belki yeni bir fikir çıkar diye çenesini okşamış. Nihayet: — Gösterdiğiniz şahitlerin ad- reslerini veriniz Istanbuldan tah- kik ettireceğim. Sözlerile kestirme yoldan yü- rümüş. Şimdi, Nöyork - Istanbul hukuk mahkemeleri arasında bir temas başlamıştır. o Amerikalı hâkim buradaki meslekdaşına ; « Söylenilen tarihte yağmur ağıp yağmadığını, isim ve ad- me. e şahitlerden yemin ettirilerek Sorulması ve mahkememize bildirilmesi » şek- linde bir müzükkere göndermiş, Amerika, makine dünyası diye dillere destan olan bu diyarda demek yağmurlar ancak yeminle tesbit ediliyor. Cihan coğrafyasının bu son çocuğu, galiba babasının bunak- lığından dalgınlığı miras almış olacak. Çünkü teşebbüsün iki manası var: 1 — Ya Amerikalılar, falan taribteki yağmuru şahitlerle is- pat etmek gibi asrın rubuna uy- maz vasıtalara hakikaten baş- vurmak garabetindedirler, 2 — Yahut Asyalı olduğumuz için cervi hadiselerin tespitinde insan şahadetinden başka çare- lere malik olmadığımıza hükmet- tiklerinden böyle hareket etmiş- lerdir. Birinci kismı bizi alâkadar et- mez. Fakat öteki ihtimalden bilhassa çekinmek lâzımdır. Ye- min teklif eden Amerikalı hâ- kimin tezkeresine bir rasatâne raporu İeffedip göndermeli ve ha yalvarıyorum... Artık daha fazla) altınada: « Bizde yağmurlar Ye- dayanamıyacağım. Bu beni öldürecek büyük baba... Köyümüze dönmek isti- yorum fakat ayakkaplarım yoktur. minle değil fenle ıspat edilir » cümlesini yazmalıdır. Seyyal | seviyor ve onu benimsemek isti- YAZAN : Ömer Rıza —82— Sait Leylânın tokadını yeyince.. Basralı genç, bütün bunları anladıktan sonra Leylâyı kaçıs rarak onunla evlenmeğe karar vermiş. Genç yakışıklı ve zen- gin bir adam olduğundan Ley- lânın da kendisine meyledeceğini ve bu macerânın iyi bir netice ile nihayet (bulacağını tahmin etmişti. Basralı genç, bunun üze- rine Leylâyı kaçırmak için terti- bat almış, Mehmedin dilinden bir mektup uydurmuş, onu adam- larından birile Leylâya gönder- | miş; Leylâ bir gün evvel (Mek- ke) den çıkıp Mehmede dönmek | istediği için bu mektuba kanmış | ve hemen hareket ederek hazır- lanan tabtıravana binmişti. Leylânn gönlünü etmek için ona €n nazigâne muamelede bu- lunan, ona her türlü hürmeti gösteren Basralı genç, Leylâdan ters bir muamele görmiyordu. ! Leylâ, tehlikeli bir vaziyete düş- tüğünü aolamış ve bu vaziyetten kurtulmak için bu yeni Aşıkı bir. denbire meyüs etmemek Jâzun geldiğini takdir etmişti. Basralı Emir Sait, gördüğü bu muame- leyi Leylâ üzerinde iyi bir tesir yaptığına bamlederek ümitlen- miş, ihtiyar teyzenin Leylâdan ayrılmasına kadar vaziyet bu şe- kilde devam etmişti, Ihtiyar Medine tarafına dön- dükten sonra Saidin kafilesi ile- | rilemiş ve Basraya yaklaşmıştı. | Sait, Basraya girmeden evel Ley- lânın kendisile evlenmek için mu- vafakatinı almak istiyordu. Ken- disi bir gün yolda onun tahtıra- vanına yaklaşmış ve ona kalbini dökmüştü. Bu ateşli genç onu yordu.Ona bir cevapvermek zama nı gelmiş midi? Leylâ bunu düşün- müş, ve bu genci oyalamak is- tiyerek onâ şu cevabı vermiştir — Nereye gidiyorsak oraya varalımda konuşuruz! j Leylâ, bu vaziyeme bile, ile karşı karşıya kalarak ©pf yeniden teklif etti: — Ya bana söz verirsin, Yy” but seni hep böyle bağlı tutarım! — istediğin kadar beni bağls fakat seni yalnız alçak, yalni# namussuz tanırım. — Oyle ise bu hal geber! — Gebermek mekten evlâdır. Sait, bu kızı teshir etmenit imkânsız olduğunu anlamıştı. © nu işkenceye uğratmıya karaf verdi. Adamlarını çağırdı ve on” lara emretti: — Şu kadını alıniz, şu ağa bağlayınız. Saidin adamları ona birer kö” le gibi itaat ediyorlardı. Bunla” hurma liflerinden örülmüş iple” üzere sana söz ve” İ bularak Leylâyı kaldirmişlar, 00” bir hurma ağaçına bağı Leylânın sırtı hurma ağaçın yapışmıştı. Her teprenme on ıstırap veriyordu. Leylâ, feryat ediyor fakat kimse onu dinlemi” yordu. Sait, adamlarına istirahate €€ kilmelerini emretmiş, sonra kef” disi de buradan uzaklaşmış ve bir tarafa büzülerek uyumuştur Leylâ, hayattan ümidini ke” medi. Onun burada çöl ortası” daki bu sulak ve ağaçlı eli kolu bağlı, ıstırap ve işken” içinde ölmesi mukadder gibi idir. Beklenilmiyen bir el ona yetif” mez ve onu kurtarmazsa, açlık V* susuzluktan başka mütemadi!” trap, yüzünden ölecekti, Fak e dan imdat istemedi. Onun dımını dileyerek yaşamak iğ” onun esiri olmaktansa bü p üzre ölmek daha şerefli idi. Sait, Leylânın bu işkence)” fazla tahammül edemiyeceği zannederek kendisini çağırması” bekliyordu. Sait bu cevaptan memnun ol- (Bitmedi) o /. mamıştı. — Bu yol bizi Basraya götü- recek, fakat ben Basraya git- mekten korkuyorum. Orada seni kaybedeceğimi tabmin ediyorum. Onun için, seni hiç tanımadığın bir muhite götüreceğim. Bu söz Saidi derinden ya- ralamış ve onu hiddetlendirmişti: — Kadın, sen benim esirim olduğunu unutuyormusun ?.. — Hayır unutmuyorum, alçak! Sait, Leylânın Üzerine hücum ederek onu bileğinden yakala- mış, onu sürüklemek iştemişti, fa- kat Leylânn bileği onun umdu- ğu kadar yumuşak değildi. Ley- lâ, hastalık yüzünden zayif düş- mesine rağmen çocukluğundan beri yaptığı bedeni temrinler- den istifade ederek onun hücu- Münü karşılamış, onu bir hamle- de tahtıravandan dişarı fırlatmış, ve onun arkasından yetişerek kalkmadan evvel üzerine atılmış ive onu yumruklamağa başlamıştı. | Saidin adamları koşarak gelmiş- ler, güç hal ile efendilerini kur- tarmışlar, o da onlara emretmişti: — Şu kadını yakalayınız ve ellerile kollarını bağlayınız... Saidin adamları Leylâyı ortaları- na alarak onu tutmuşlar, ellerini ve kollarını bağlamışlar, ve efen- dilerinin ne diyeceklerini bekle- mişlerdi. ş — Sait adamlarını savmış, Leylâ e Güzel Randevu Di sabah vapurda yanı be şımda oturan iki m gir kız Darülbedayide oynanan kavuk devrildi ,, piyesinden sediyor, konuşuyorlardı. ç sordu: — Nam, beğendin mi? | — Güzel, fena değil; yale (bir erkek ismi zikretti) gelme” Gelseydi iyi olacaktı. Öteki dedi ki: belir — Bir randevusu vardı ği Bu söz her nedense bahseden kızı kızdırdı, sini” dirdi: pi — Yoo, kardeşim, dedi, yi nu kabul etmem. O öyle yapmaz! oldu! Öteki şaşırdı, mahçup ld — Niye fena manays keli diye cevap verdi, ben b meyi iyi manada kullandın Sonra saffetle ilâve bekl demektir. zi , “Hem de kaç saat?,, ©? tim. Her halde bizim yi” randevu kelimesi bunda" ö rif edilmiş ceğildir. ig Topls

Bu sayıdan diğer sayfalar: