2 Mayıs 1939 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6

2 Mayıs 1939 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

kâlet erkâninm gece evlerinde Japonlar kıyafetle- Ble Aya gee rini değiştiriyorlar Japonlar, ileri medeniyetleri - ne rağmen kendi giyinişlerini mu hafaza etmiş bir millettir. Bugün erkekler umumi) lar gibi giyindiği halde bilhassa kadınlar eski elbiselerini muha* faza ediyorlar, Eskiden kadın, erkek, bütün Japonlar geniş kollu, açık yaka lı, bol ve önü açık, “kimono,, de- nilen entari giyerlerdi, On doku- zuncu asrın ortalarında, Japon * ya Avrupa ile temasa geçtikten sonra, erkekler ceket, pantolon kabul etmişler, kolalı yaka, kr'n- Vat takmıya başlamışlardır. Çünkü, bol kollu entariler, bil- hassa erkekler için çok sıkmtı veriyordu. Kadınlar bu entarile - rinin üzerine vücude birkaç kere dolanan ve “obi,, dedikleri kemer bağladıkları halde erkekler bağ- lamazlardı. Bununla beraber, “Kimono,, & detinin kalkması ve Avrupalı e bisesinin daha umumi bir çekilde kabulü için büyük bir zelzele 0l- ması lâzımgelmiştir. 1923 deki büyük zelzelede Ja * ponyanın hemen her tarafı altüst olmuş, ahali yalnız canımt kurta- rahilmişti. Evler, eşyalar hep mahvolmuştu. Her geyi yeni baş tan yapmak lâztmgeliyordu. O zaman Japon hükümeti bir kanun çıkardı: Mekteplerdeki bü tün talebenin yeniden yapacağı elbize yeknasak hir şekilde ve lâ civert bahriye elbisesi olacaktır. Kızlar bu elbisenin pantolonu ye- rine eteklik giyeceklerdir. Ondan gonra, her yeni elbise yaptıran Avrupayi ktyafetini ter cih etti. Kadinlarda da Avrupalı kadın tuvaletleri taammüm et - miye başladı. Bununla beraber, Japonlar ken di aralarında ve hususf hayatla- rında eski kıyafetlerini muhafaza ediyorlar, Gündüz dairesinde ko- lalı yaka, kravat, siyah elbise ile çalışan yüksek memurlarm, ve - BİR ZAB “Menemen yeri,, mevkiine po. lis memuru olarak tayin edildi ni haber aldığı zaman kalbi du. racak gibi oldu. Bu mevki şehir haricinde idi. Bütün cinayetler yakın şelâlenin ve derenin etra- fında vukü bulur, derin uçurum. | lar buradadır. “Gökdere,, nin üs. |tündeki küçük köprüden aşağ; köpüklü ve serin dereye gecel yin bakıldığı zaman insanın ba. $i döner, genç ve meyus âşıklar | köprünün parmaklıklarma daya- nıp aşağıdan görünmez şeylere kavuşup kavuşmamayı burada düşünürler. Bir öğle üstü idi. Köprüden geçmişti. Karakol kargısında idi. Yürüdü. Açık kapıdan içeriye gi. rince sağ tarafımda komiserlik yazılı idi. Kapıyı vurdu. — Giriniz, Karşısında pos bıyıklı, insana ne kadar sövse kendisine kızı! . mıyacak babacan bir adam vardı. — Hoş geldin evlât, dedi. O- tur! Bir sandalyaya çöktü. Komi . Bser: — Oğlum, dedi. Burada işler pek o kadar yorucu değildir. Ay. da yılda bir kargıkl mahallede bir sarhoşluk, yine ayda yılda bir geceleri bir külhanbey ötekinc tokat atar, pek pek te iki arka. daştan bir tanesi ötekinin baldı. rma bir sustalı saplar. Önun için keyfine, raahtıma bak! Geceleri bir iki dolaşır gelir rahat rahat uyursun, Şu tek tük evleri gözü- kimono ile dolaştıkları, bahçele- rinde bu kıyafetle gezdikleri gör rülüyor. Bugün Japon hükilmeti halka yeni bir yeknasak elbise düşün - mektedir, Çünkü, barut yapmıya giden pamuk, memlekette kumaş sule getirmi! Japonlar mümkün olduğu kadar ITA HİKÂ | SMTTTTTTTEDEETTTTNNN ! YESİ KO GA MK LNM ZI TPELOYET gö ken dafrei kazamızdaki mahalle işçi, fakir mahallesidir ama kim. senin kimsede gözll yoktur. Sa - kin adamlardır. Ufak şeyleri de İzam etmemeye, idare etmeye bakmalı arladım mı evlât. Adam bunları söyledikten son. ra ceketinin düğmelerini ilikle . di. Yine: , dedi, ben bu akşam gidiyorum. Senin odan şu sağdaki; benim karyo - lamda yataraın. Yarın yatağını için bir iptidaf madde buhranı hu | getirirsin. İstersen' hafta başma | di marladık. «1 — VAKIT Parmaklar Polis mevkâüi- ” nİR oamına tık tık vuruluyordu clini tabancası- na attı; bekledi, Temayetlerle dolu acayip bir dün. yası vardı. Şimdi artık o dünya. nın içinde idi. Bir sigara yaktı. Gün karar . mıştı. Dışarıda rüzgâr esiyordu. | Sonbahar olduğu için kuru yap- raklar karakolun önünden sürü. lerle ve bir garip hışırtı İle geçi. yorlardı. Uzakça yoldan adam . lar geçiyor, bazan bir keskin ök. sürük sesi, bazan bir nâra işitili- yaordu. Genç polis kapmın önüne çıktı. Yukarık! yola kadar yürü. Kimseler yoktu. Şimdi orta. | | » Onun için, bugün | kadar idare de ederiz, Allaha 15. | lık iyiden iyiye kararmıştı. Yine karakola döndü. Karnının acık . ucuza çıkan elbiselerle giyinmek |,; Genç adam yeni polis olmuştu. | tığını hissetti, Gökderenin üs . istiyorlar. İçinde Nat Pinkerton romanlz! tündeki köprünün başına kadar Toptan, perakende ve pazarlıksız satış Son günlerde hangi esnafa: — Halin nasıl.. Diye sorsan.. — Aman.. Diyor.. Aman kötü gidiyor işler.. Hele bu ara hiç halimizi sor. ma., İşimiz duman. Bahar ile beraber alışverişin artması lâzım gelirken son bir ay zarfında piyasa tamamen durdu.. Esnafmn ağzınt bıçaklar açmayor.. Birine sordum., Elli, sine sordum.. Hepsinde cevap.. — Halimiz kötü.. Hiç iş yok.. İki gündür seftah etmedim.. Yine baharın, bu yıl harp kokusiyle, barut dumaniyle kararması pi- yasaya da tesir etti.. — İşlerin durmasma birinci se. bep politika.. Diyor esnaf.. Kim- 80 beş kuruş garfetmiyor.. Sonra ah o gazeteler. her okuyanın yüreği ağzma geliyor, sanki kö- şeyi dönünce harp ile karşılaşa. eak zannediyor.. Maamafi çokşil- kür üç, dört gündür işler açıldı. Bu ay başı inşâallah iş yaparız. Birisine: — Canım böyle olmayın dedim. Esnaflık kârlı iştir.. Binbir be- yeket, ekmek paranızı çıkarır, sermayeye bile ilâve edersiniz., — Nerede beyim nerede ogün. ler, dedi.. Onlar eveldenmiş.. Gün ayı korür, ay yılı korurmuş.. İki ay çalışıp on ay yerlermiş.. Şim- di nerede beyim gün günü koru- mayor.. Hangi esnaf ile konuşsam *“işler kesat” diyor.. Merak ettim. Siyast vaziyelin bozuk olması falan, bunlar muvakkat ballerdi. İşlerin durgun olmasımın hakiki çok aynı — sebebi neydi bunu araştırdım.. Perakendeci esnaf iki şeyden müşteki: Topdancılar ve pazar- lksız Batış.. Topdancılar, — perakendecileri korumayormuş, halbuki benim bildiğim topdancılar, perakende- iler sayesinde geçinirler.. Onun için bilâkis perakendecileri koru. maları lâzımdir.. Perakendociler topdancılardan şikâyetçi: — Topdancılar, bizim işimize sekte vuruyorlar., Bizim işimize el uzatıyorlar, diyorlar.. Bir top- dancınm asla perakende satma- ması lâzımdır.. Halbuki bizim topdancılar, bizden daha çok pe- rakendeci.. Bir fabrika yarım düzine çorap satarsa, topdaneı Üç mendil satarsa buna halâ topdan. cımı denir?. Perakendeciye ver- dikleri fiyatla halka mal satar- larsa müşteri bize gelir mi?.. İstanbul halkı çok açıkgözdlür.. Böyle fırsatları kat'iyen kaçır. maz.. Aynı malı bizden alacağına 'Topdancıların böyle ufak te fek perakende işler yapanlarıı |berhalde önüne geçilmeli: | Perakendeci esnafın diğer bir |derdi de pazarlıksız satıstır.. Tatbik olunduğu tarihtenberi bin tü dedikodu mevzuu olan bu usul perakendeci esnafı hiç de memnun etmemiştir. — Pazarlıksız satış çok iyi bir şey.. Fakat tatbik edilemiyor.. Bizim esnaf da, halk da bu usule gok yabancı kalıyor, diyorlar.. Bundan büyük mağaza sahipleri çok istifade ettiler.. Dükkân ki- |ralarını bol bol çıkardılar.. En |ziyade ziyan edenler müşteri, |sonrada perakendeci osnaf oldu.. ! Büyük dükkânlarda büyülk bir azametle gösterilen etiket fiyat. ları müşteri için zararlı oldu.. Bu usule uyan küçük peraken- docilerde fevkalâde — müşkilat i- ginde kaldılar.. Bir kısım esnaf Yaıan : Muzaffer Aca g Jera mukabil bir kısmıda bu fır- sattan istifade etmek yollarını a- radılar, yüksek fiyatlı otiket koy. dular: “Canrm nasıl olsa pazar- lhık edetiz..” Diye düşündüler.. Meşru bir kâr ile mal satmağfa kalkan dürüst esnaf, etiket fiya- tmm normal olduğunu anlatmak için uzun uzun dil dökmeğe mec. bur kaldı. Meselâ esnaf etiket fiyatı otuz kuruş olan bir çorabın daha aşa- ı satılmasına imkân olmadığın: müşterisine Aanlatıyor; müşteri ikna edilse bile: — Peki diyor, bir dolaşayım, eğer daha aşağıya bulamazsam gelir senden alırım.. Va çıkıyor.. Bir müğşterinin dükkândan boş çıkması daima zi- | ndır.. Giden pek ender geri ge. Üst taraftaki dükkânlar fahiş fiyatlı etiketler koyarak pusuya | yatmış müşteri beklemektedirler, Aşağıdaki dükkân “yine gelir senden alırım” diye çıkan müşte- ri dolaşa dolaşa bu dükkâna gel- miştir.. Hakikaten daha aşağıya bulamamışdır.. Kırk beş kuruş yazan etiketi pazarlıkla otuz ku. ruşa kadar düşürmüştür.. | Fakat bü sefer verdiği sözü tu- |tacak değilya.. Burada da aynı mal, aynı fiyat.. Geriye dönme- den malını son gerideki dükkân. dan alryor.. Burada zarar eden malma normal bir kâr koyarak pazarlığın önüne kat'i surette geçmek isteyen dürüst esnafdır.. Bizim dükkâncılarımızın bir çoğunda pazarlık bir hastalık ha- | Tindedir.. Ama yalnız dükkâner- eşyanın maliyet fiyatı üzerinö da mı?. Hayır.. Muhakkak ki| Bütün dün gider, yerinden, deposundan alır. etiketlerini tanzim ettiler.. Bun. | telâ.. Hepimiz aynı hastalıkla | indi. Kalın sesli bir bakkal bir keskin kokulu beyaz pynirden pis bir kâğıda sararak kendisine u- zattı. Şimdi komiser Beyin masası başmda bir taraftan Şerlok Holms'i yutar gibi okuyor, bir ta. raftan da beyazpeyniri atıştırı . yordu. Kitap bittiği zaman sa! tin epey göç olduğunu farketti. Işığı Böndürerek içeriki odaya girdi. Komiser Beyin karyolası- na serildi. Pencereden hafif bir ay ışiğı giriyor, genç polis, Şer. lok Holma romanındaki haydut. ların geceleyin Londranın “Brok. Jin,, köprüsü Üstünde çuval için- deki maktulü nehrin derin ve ka- ranlık sularıma bırakışını hatır. Tatıyordu. Birdenbire ürperdi. Yatağının ayak ucundaki cama vuruluyor gibi geldi. Yatağmımda yarı doğrularak et. rafı dinledi. Bu sefer tekrar ca. ma vurulduğunu ayan beyan duydu. Bütün vücudundan bir ür. perme geçti. Biraz kendini top . lamıştı. Bu odada elektrik olma - dığı için ceplerini titreyen ellerfe araştırdı. Kibrit kutusunu bul . muştu. Odaya girerken bir köşe. de bir gaz lâmbası asılı görmüş. tü ama no tarafta Idi kestiremi. yordu. Tam odanm ortasında et. rafına bakıp gaz lâmbasını arar. ken tekrar cama kuvvetli kuv - vetli vuruldu. Şimdi gaz lâmba. sını yakmıştı. Bir duvarı kendi. sine cephe olarak yarı eğilmiş vaziyette cama baktı. Şimdi ca. ma iki kanlı el avuçlarile vur . makta idi. Avuçlar kıpkırmızı, â- deta kanlar akıyor gibi idi. Ay ışığma benzeyen parlak bir gey de ara sıra parlıyordu. Bu bir pala mıydı. yoksaa kama mı? Du- varın bir köşesine sindi. Işığı söndürmeğe bile gidemiyordu. Bu kanlı eller kimindi? Silâhmı baş ucuna asmıştı. Ağır ağır sürüne. rek oraya doğru gitti. Artık ca, ma vurulmuyordu. Ses sada yok. tu, Eli tacanbasında bekledi. Bi. (Devaii 10 üncuda ) ŞEHİR Röportajları malülüz.. Bunun bir tek sebebi var, mütekabil itimadımız nok- san, hatta yok.. Müşteri Aâna girerken aklında daima bir istif- ham düğümlüdür!. “Acaba beni kandıracaklar mı Ve bu haletiruhiye pazarlığın başlıca amilidir.. Dükkâncılardan biri: — Bizdön ceza alıyorlar.. Gü. zel.. Birde pazarlık eden müşte- rilerden ceza almak usulü konsa, ozaman işler belki yoluna girer.. Dedi.. Bana sorarsanız ne o usül ne ceza pazarlığın önüne geçemez.. Henüz yekdiğerimizin şayanı iti mat olduğunu kabul edemiyoruz. Bu hususta belki biraz geriyiz. yanın en fanımmış I i NISAN 1939 Tıpta yeni bir keşif Diş çürümesi neden ileri gelir? Son günlerde Viyanada topla - nan mikrobiyoloğlar konferan - sında Berlin tıp milessesesl dok- torlartından profesör A, H. Gins ortaya mühim bir lez atmış ve bunu izah etmiştir. Profesöre göre, dişlerin çürü- mesi bakterilerin tahribatından ileri gelmektedir ve bu bakterile- rin nakledilmesi ile diş çürüme hastalığı bir insandan bir insana geçebilir. Doktor Gins bu hususta şun * ları da ilâve ediyor: Diş çürüklüğüne bilhassa ileri memleketlerde tesadüf — edildiği halde iptidat bir halde yaşıyan Insanlar arasında, göçebe kavlm- lerde böyle bir ha ığa rTastge- linmemiştir. Köylülerin dişlerinin sağlam kar gibi bembeyaz olduk larını herkes bilir. Hafriyat esnasında ortaya çı- karılan Avrupada ecskiden yaşa- mış inganlarımn kafataslarında da diş çürüğüne tesadüf edil tir. Bunun deni hastalı olmaktadır. Şimdiye kadar dişlerin çürü - mesi hakkında şu nazariye yürü- tülüyordu: Medeni insanlar büsbütün ta- biattan uzak yaşıyorlar, tabil dalardan başka şeyler yemey yat edinmişlerdir. Halbuki vah- $İ insanlar tabiatm verdiği gıda- lardan başka gıda almayı düşün” memişlerdir. bit gıdalarda vi - tamin gtbi, besleyici deler vardır. Bunlardan kendile- rini kısmen, hattâ bazan büyük bir mikdarda mahrum eden me- deni insanlar dişlerinin çürüme - sine sebebiyet veriyorlar. 'Tabif gıdalardan bulunan dişe faydalı maddeler arasında kireç de vardır. Halbuki meden? yiye * cek ve jçeceklerimizde kirecin bu- lunmamasına çalışıyoruz. Bu su- retle diş, besleyici bir maddeden daha mahrum ediliyor. Kireçten mahrum kalan diş ise bakteriler.n girmesine ve içerde tahribat yapmasımna müsalttir. Baktorilerin dişi içerden mi, yoksa dışardan mı çürüttüğü me- selesi uzun tetkiklerden sonra emiş- $ çürüklüğü me ar züniresine dahil ürüten bu mikrop- larm ağızdan girdiğini ve dişleri kemirerek yaşadıklarını bulmuş- tur. Fakat, bu bakteriler nere - den geliyor? Dişi çürüten bakteriler neo yi- yecekte bulunur, ne suda, ne de havada, Bunlar dünyaya gelen bir çocuğa ağzına daha İlk süt damlası verildiği zaman başlar: Bakteriler çocuğa anne sütünden geçer, Onun için çocukları ağız - larından öpmek de bu cihetten tehlikelidir ve anneler bundan ka çımmalıdır. Profesör Ginsin ilc: bu yeni nazariye kongrede büyük alâka uyandırmış ve birçok dok- torlar bunda kendisile birleşmiş- lerdir. Bu suretle, dişlerin çürü- mesşine dair yeni ve mühim bir keşif de bulunmuş oluyaor. Ür. Yoş ucularından Hir! olan Ladümerk normal ve meşru bir kâr koyarak Müşterilerde aynı hastalığa müp. | dalet dersi almıya başlamıştır. R esimde bir kadın baletinden der$ ahrken g örülüyor.

Bu sayıdan diğer sayfalar: