14 Ekim 1950 Tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 6

14 Ekim 1950 tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bayfa € British Museum'da faaliyet 4 British Museum'un Uzakdoğu Geyş Amerikanın oldukça tanınmış artistterinden filma çevirmiştir. Japon dansörleri tarat hâtıra olarak husüsi bir peruka he antikiteleri paviyonu ye futülmüştür. Zengin koleksiyonun yüzlerce Buda heykeli bronz büstler yollara sıralanıp herbiri geniş bir Izal alar'ın hediyesi ü bir. tas arasında — küçü tla toşhir edilmektedir. Japonyada, bir en artiste, geyşalar İEkâyE Bir sabah gezintisi (GİYİNİP hemen çıkayım soka: İga” dedim, kendi kendime ve havası ağırlaşmış, gecenin mâna- #iZ Tüyalariyle dolup taşmış ©- damdan pırıl piril havaya, sabah Saatlerine has, emsalsiz sükünete koştum. — Yalnız başıma - olmak, tahlatı hissetmek ve — düşünmek istiyordum. — Güneş heniiz doğ- mup olmalıydı: / Gökyüzünün u- Çuk bir * maviliği vardı. " Ağaç ların; çiçeklerin renkleri hâlâ bi- Faz buğulu görünüyordu. Koşmalı, — sıçramalı, — çiçek- derin arasında yuvarlanmalı, çıl- gınlar gibi gülmeli, aşk şarkıları öylemeli, velhasıl bir şeyler yap- malıydım. / Yapmalıydım da küş- lar ve çiçekler kendilerini çok sev. diğimi, gökyüzünün maviliginin benlide sarhoş ettiğini, güneşin do- Kuşuna onlar kadar çok sevindi. Eimi anlamalıydılar. Farkında ol- Maliydılar, yalnızlığımın; koluma girecek, gözlerimin içine bakacak, hissettiklerini kulağıma fısıldıya: cak bir dostum olmadan yapayal. 'Diz geçip Bittiğimin.... Bir dosta uzatır gibi elimi bir köşkün baaı- çe parmaklığı arasından beyaz bir. Teylâk dalına uzattım. 'Tam kopa- Tacağım sırada bir. ses. ber “Günaydın, küçük hanım.. Siz de benim gibi leylâkları çok sevi- Yorsunuz galiba.” — diye ürküttü Genç bir. adam dudaklarında alaycı bir tebesstimle bana doğru klaşıyordu. Utancımdan kızar- dığımı hissettim; hattâ hafifce titriyordum, “Evet, öyle, pek severim ley. Jâkları, Öiye mırıldandım. - Fakat rica ederim hir şey gelmesin ak- Tınıza, Sadece koklıyacaktım.” Güldü; gayet tabli bir tavırla: *Rica ederim, dedi. — Koparsa- nız ne çıkar. Güzel bir kız çiçek- lerimi beğendi de kopardı-diye ben ancak gürür düyarım.” Ne söyliyeceğimi bilemeden bir. Şeyler. geveledim ağzımda. Gü- lümsiyeyim dedim onu da yapama: dim. Başımı hafifçe efip yürü: mek istedim. O mâni oldu. “Fakat daha koklamadınız bile, dedi. Buyrun bahçeme sizi gezdi: reyim. Çeşitli leylâklar var. İste. diğinizi " koklayın, - beğendiğinizi kopartın." 'Tanımadığım bir erkek, — benl, aabahın bu erken saatinde bahçe- #Sine dâvet ediyordu. TTekrar kızar- dim. Ve içimde öyle bir. korlku belirdi ki, gayri ihtiyari “Dünya- da olmaz.” diye hafifçe bağırdım. O gene güldü. Hem de bu. sefer yüksek sesle güldü: “Peki peki, dedi. Mademki iste- miyorsunuz ısrar etmem. — Fakat hiç olmazsa, müsaade edin de size bir buket leylâk takdim edeyim. “Aklımdan, teşekkür edip hemon yürümeki / geçirdiysem de yerim- den bile kıpırdayamadım. O, alış- kın ellerle bir kucak leylâk topla. yıp, döndü. Hepsini bahçe duvar Fun üzerine koyup aralarından iyi Jerini seçmeğe başladı. Zayıf, uzun boylu, esmer, eri gözlü bir adamdı. Zevkle giyinmişti. Onun bu kadar yakışıklı olduğunu keşfedince da- ha ziyade heyecanlandım. Kalbim beni yorgun bırakan bir. sür'atle Çarpmağa başladı. O, büyük bir dikkatle çiçekleri ayıklıyor, saplı- Tını bir araya getiriyor, arasıra da Bana bakıp gülümsüyordu. Niı- hayet nefls bir demet yapıp verdi. “Kusura bakmayın, dedi. / Size vermek istediğim kadar güzel de- Bil, ama acele ile ancak bu kada: Ti mümkün olabildi., Teşekkür ettim ve Aayrıldım. —ye ragmen leylâklar o kadar gÜ. Zihnim hep onunla meşguldü: — zel kokuyorlardı kl. Necdet Ökmen *Çok yakışıklı çocuktu. Hem de 'ne güzel konuşuyordu. Ama, hep insanın gözünün içine bakıyor ko- Rüşürken, Büsbütün şaşırıyordum © öyle baktıkça. Pek aptal gibi ha- reket ettim. Ne vardı o kadar kor- Kacak, kızarıp bağıracak sanki. Bir sap çiçek koparmak hırsızlık sayılmaz ki. Ya bahçeye davet et- tiği zamanki korkum. Bundan da- ha komik şey olabilir mi? O da güldü tabil, hem de kahkahalarla. Sanki yiyecek miydi beni. Pekâla girmeliydim. içeri. Beni bahçede gezdirirdi. Rengârenk çiçekleri Şakından gösterirdi. Kimbilir neler Anlatırdı? Ben de kendimden geç- Miş bir halde yanı sıra yürürdüm. Pelki de çiçeklerin en güzel kox- tuğu bir köşede beni kollarının a- rasına alırdı. Omuzlarımı sıkar yüzünü yüzüme doğru eğer kurşu: ni gözlerini gözlerime yaklaştırır. dı. Ben de yaban kedisi gibi değil icap ettiği gekilde hareket eder- dim. Başımı ona doğru kaldırır. dım. Öperdi dudaklarımdan. Son- ra da kulağıma: “Ne güzel öpüşü yorsunuz, diye fısıldardı. Hiç sizin gibisini görmemiştim. — Gülümsü: yormuş gibi öpüsüyorsunuz, Hav- Tet ediyorsunuz değil mi? Halbu. kl, işte siz, öyle, gülümser gibi Plişüyorsunuz.., Ah, ne budalaca Söz; — gülümser gibi de öpüşülür mü? Nereden uydurdun bünü: A ma kimbilir, belki de öyleyimdir: Gülümser gibi öpüşürüm. Hiç e- nemedim Ki bileyim. Haibuki dü daklarım ne kadar güzeldir. Hiç boyamadığım — halde - kırmızıdır. Aynada bakarım: Durürken, konu Şurken, gülerken © kadar biçimil, Canlı Ve mânalıdır ki. Herkes be: nimle konuşurken hep dudakları: ma bakarlar. O da bakışlarını göz- lerimden ayırdıkça — dudaklarıma geviriyordu. "Ne güzel öpülür., di- ye düşünmüştür belkt de. Bir kız On dokuz yaşında olsun, güzel dü- dakları bulunsun da hiç kimseyle öpüşmesin. Bu, olacak şey mi Ya- rabbim? Dudaklar sadece yemek, mek, konuşmak, gülmek için mi yaratılmıştır?. Dudakların en gü- zel işi öpüşmek değil midir Düşüncelerime — kapıp koyuver- muştum kendimi, Güneş bir hayli yükselmiş, renkler parlaklaşmıştı. Geldiğim yoldan geri döndüm. O- Nu tekrar göreceğimi düşünerek 1- çim içime sığmıyordu. Afha bu se- fer deminki gibi hareket etmiye: cektim. Gülerek selâmlıyacaktım. Bir şey söylerse rahat ve normal cevaplar verecektim. Htta, yorul- düğümü düşünüp bahçede dinlen. memi teklif ederse derhal kabul edecektim. Bir an önce onu göre- bilmek için hızlı hızlı yürlyordur. Bahçenin hizasına geldiğim zaman bir hayli terlemiştim. Heyecandan Sik sık nefes alıyordum Adımları: mıi yavaşlattım ve kendimf ona gü. Tümsemek için hazırladım. — Eski yerinde oturuyordu. Fakat, Al him, bir kız vardı yanımda sarı açları güneşte parıldayan bir kız. Konuşmaya öyle dalmıştı ki, beni örmedi bile. Kendimi bahçe du- varına oturuverecek kadar yorgun hissediyordum. Adımlarımı sıklaş. tırdım. İçimde bir sızı kıpırdamı: ya başladı. Bu kız onun nesi olur. a olsun kıskanıyordum. O, beni dudaklarımdan öpecek, sonra da: 'Ne güzel öpüşlüyorsunuz,, diyecek olan adamdı. Aglamak istiyordum: kendimi tuttum. Fakat bir. kaç damla gz yaşı yanaklarımdan sü: Zülerek göğsümün Üzerinde sıkıca ftuttuğum demete damladı. Her çe- — YENİ İSTANBUL — Seyahat notları Almanyadan Finlândiyaya geçiş MAF geciren memleketlerde dahil olduğu halde bugünkü Avrupada geyahat İşlerinin arzettiği — kolaylık, bizdeki gezme ve seyahat işleri ve iç türizm ile mukayese edilirse, pek dü. #ündürücü ve şaşırtıcıdır. Bir takım para ve döviz güçlüklerine rağmen Almanyada dahi, herhangi bir turist teşkilâtı derhal arzunuza göre elini- ze en ucüz şekilde yapılabilecek bir. seyahat plânı vermektedir. Almanyada Tastladığım bir arka- daş bir gün: — Buralara/ gelmişken memleketi görmeden gitme! Dedi. “Memleket” deyince ben bir başka Alman şehrini tavsiye ettiğini zannettim. Meğerse — dostum, başka bir diyarı, tâ şimdileri, bilhassa Fin- Jandiyayı kasdetmiş. Önümüzdeki ha- ritaya baktım ve Almanyanın gima. linden Şimal memleketlerine nasıl ge- çilebileceğini düşündüm. Hele arada- KI demirperdeyi / düşünürseniz pasa. port ve vize İşleri tamam olsa da büyük bir cesaret Jâzımdı. Gayri ih- tiyartı — — Nasıl? Diye sordum. Cevap olarak bu 'se- yahatin gayet basit olduğunu söy dedi. Beraberce bir turizm büresuna gittik. Almanyaya gelmeden — evvel yaptığım bir İstanbul - Konya seya- hatinde karşılaştığım — güçlüklerden bile eser yoktu. Demirperde memle. ketlerinin ortaya attığı — güçlük ve imkânsızlıkları / yenen bir seyahat plânı İle yola çıktım. ö sel'de bindifimiz tren sizi doğ- rudan doğruya Stockholm'a götürü- yör. 'Treniniz arada birkaç defa ve Purlara giriyor Ve çıkıyor. Haberi- nİZ olursa güvertelere çıkarsınız, ol- mazsa treninizden, Şimal denizlerinin dürgün sularını mavi çiçeklerle süs. İü bir ova farzederek temaşa edebi- Jirsiniz. Fakat Malmö'ye kadar olan yolda yolcuların hemen hepsi, vapur- n trenleri boşaltıyor ve feribotların, gık, konforlu salonlarında Adets, bir Park gezintisi yapıyorlar. — Yolcular Aarasında Türkü andıran bir. Marsil- yalı Fransiz, sarıklı bir. Hintli, beş bir. dost on Alman, birçok Şimalli - dikkati çekmekte. Umumiyetle — Şimallilerin hepsi aynı kategoriye dahil. Galiba biz Türkler, Fransayı, hattâ Alman- ayı hiç yadırgamıyoruz da Şimal Memleketlerine ayak basınca bir baş- ka kıtada olduğumuzu. farkediyoruz. Şimal denizlerinde bir sülün gibi do- Jaşan, sandalyelerine varıncaya kadar her geyi beyaz olan vapur içinde ce- nuplular bile - konuşmalarının tonu- 'nu değiştirmek mecburiyetinde kali- yorlar. Sükün ve sessizlik — içindeki konuşmalar bize yahut bana, bir fi Bilti gibi geliyor. Birden, Karadeniz vapurlarının — güvertelerini — hatırla- dım. Daha sonra bir Ada vapurunun türkçe, rumca, ermenice, — ishanyol- Ahmet Halil ca karışık gürültülü —konuşma tab- Josu gözlerimin önünde canlandı. Ku- Jaklarım bana bu hâtıranın tesiriy le uğuldayor gibi geldi. Fakat bere- ket versin sessizlik ve sükünet ren. litesi size bir başka iklimde olduğunu- zu hatırlatıyor. Bir başka diyarın insanları arası 'da memleket ve irk farklarını düşü- nürken tren Malmö de karaya bastı. İstikamet Stockholm! Fakat burada dönüşte duraklamı K istediim için doğruca Finlandiyaya geçeceğim. Ar- tik treni terkediyorsunuz. — Sahilde vapurunuz sizi bekliyor. Bu sessiz gi- Mal gecelerinden birini yola hâsreder- seniz soluğu Finlandiya sahillerinde alırsınız. ha Fin Sençliğimden beri gazetelerin, diselerin haberdar ettiği bir gehrini galiba adından dolayı her ne- dense merak ediyordum: — Turku. Stockholmdan Bindiğim vapur — beni #imdi doğru bu şehre götürecek. Va- bir purda- Finlandiyalı çök müallimler ve dı. Hemen itiraf edeyim kt pek az sonra bir sevgi ve hâlesi içinde hissettim. — Yolcuların yüzleri, bana İstanbuldaki — meselâ Kırımlı irkdaşlarımızın yüzlerini ha- tırlatıyordu. Yumuk gözlerin içinde, Avrupanın hiç bir yerinde rastlaya- mayacağınız bir. sıcaklığın dalgası kaynaşıyor. Her tarartan: gazeteciler, tacirler kendimi sempati — Türkiyeden / geliyorsunuz — öy- le mi? Sünlleri yükseliyor. Cevabınizı a. danlardan bir kısmı: * — Sahi mi? Diyecek oluyor, arkasısıra sual. ler birbirini kovalıyor. Daha vapur- da iken Finlandiyayı görmüş gibisi- niz. Muhtelif Pin şehirlerinden olar adları pek güç öğrenllen bu yol arkı daşlarının davet yağmuru karşısında 'ne yapacağımı şaşırıyorum. — Kimisi Finlandiyanın şimalinde Ren geyik- lerini kullanan insanların bulunduğu gehirlerin adresini / veriyor, — kimini Helsinki civarındaki köylerin adresi- ni yazıyor. Stockholm ile Turku arasında İşle- yen bu vapurların yemek rejimi, biz cenupluları hem şaşırtan hem mem 'nun eden bir manzara gösteriyor. Ye- mek zamanı hepinize birer masa nu- marası dağıtılıyor. Biraz sonra salo- 'na gidiyorsunuz. Mükellef bir düğün salonunun büfesi, içinizden “Herhalde bu bize alt değil., — diyorsunuz. Me- gerse bütün yolcuların bu büfe etra- fında toplanması lâzım. Harp gören, istilâ gören, düşmana — tazminat ve- ren bir memleketin vapurundaki zen- gin yemek tablosu ancak gastrono- Mik bir tasvirin mevzuu olabilir. İs. tanbulun ekseriya hamur ekmekleri- nin hâtırası karşısında vapur 'sofra- #ının kar gibi beyaz francaladan t yah çavdar ekmeğine kadar beş çe- git ekmeğini hayranlıkla temaşa et- Mmemek mümktin mü? Şimal memleketlerinin sakin gece- leri, bu geceler bilhassa bir vapur- 'da geçerse büsbütün sessiz / oluyor. Böyle bir gece sonunda şafakla bera. ber 'TTurku şehrinin sahillerine kavu- guyoruz. * Elimdeki haritaya baktım, bu ka- dar uzun ve karışık mesafeyi, tay- yare müstesna, en şairane bir şekil- de ve en kolay sürette geçirmiş ol- manın verdiği düşüncelere — daldım. Fakat kendilerini Turan'dan burala- YA gelmiş sayan insanların misafir Perverlikleri, ünvet ve teklileri kar- gısında dalmağa da pek vakit kal- miyor. Bana pek eskiden dost oldu. Bumuz hissini veren bir Finlandiya- h yol arkadaşı gülerek. — İşte Turku'da bir Türk! Diyor ve kafilemizi iskeleden ge- hir içine doğru götürüyor. Gördüklerimi bundan sonraki mek- tubumda anlatacağım. Kavalalı Mehmet Ali Paşanın hayatı için film hazırlanıyor Filmin yıldızı Heddy Lamarr'dır New-York, 13 ÇAmerika husust muhabirimiz bildiriyor) — Mütenddit ÂAmerikan gazetelerinin - Holiywood muhabirliğini yapan ” Hedda Hop- per'in radyoda verdiği bir habere göre, Douglas Fairbanks, — Kavalalı Mehmet Ali Paşanın beyanatını gön- teren renkli bir filmde baş rolü oy. nayacaktır. Bilindiği gibi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, aslen Türktür. Osmanlı ordu- Kavalalı Mi Ali Paşa rolünü yapacak olan Douglas Fairbanks'ın İstanbula gelmek ihtimoli var u ile beraber Misira gitmiş, zaman- İa orduda yükselerek yali olmuştur. karşı l ve Masirda bir. kırallık Nihayet Osmanlı yan etmiş kurmaya muvaffak olmuştur. Höliywood'dan verilen — haberlere göre Douglas Fairbanks, filmde Meh: met Ali Paşayı canlandıracaktır. E kadın rolünü de Hedy Lamar'ın oy namasına karar verilmiştir. Evvelâ 14 Ekim 1950 PANAYIR Fikriyat bahsi... Fâzıl Ahmed AYKAÇ — Sanatta yenilik ne güzel şeydir; gerçek olursa ve beşer gön- İüne taze bir İdeal sevgisl getirebilirset Süphe yok ki, öyle; ancak en iç ezlel durum gudüri Yenilik ve orijinalite bandrolları ile fikir piyasasına sürülen eserlerin bir çoku, hakikatte hem enkiliğin en idür, hem de kalp bir boya sıvanarak, yenilik markamı altında mahiyet gizlemek İsteyeni! Hele edebiyatta! Yıllardır gönlüm ezilerek görürüm ve Röyletime blatm. dil 'e İrfan sevgilerine sürdüğümüz (metahlar) arasında, bu ikinci bölür e gireceklerin sayısı, tahmin edilebilec ok fazladır! (Acele- ye, mağşuşe ve adiliğe doğru)... Teessüifle ortaya koymak gerektir ki, haylı uzun zamandanberi, bir çok fikri ve estetik istihalemizin hasırlan? Ma faaliyeti böyle ç maddeli bir program mucibince vücude geliyor diyebiliriz. Şımarık ve insafsız bir zekâ madrabazlıtı devam edip — Ben çok şey ökümüyorum; fakat gördüğüm — eserlerin nicest Üzerinde düşündükçe göyle diyorum: Şayet —milletlerin bir zevk ve irfan belediyesi olmak Jâzım gelse, haylı kitabı çürük meyva veya koleralı eşya gibi, ya denize dökmek veyahut kireçle, ateşle yakmak zorunda kalırdı! Âdi üslüp, vıcık ifade, ham fikir ve gayrihim!. Kari- leri, başka suretle alâkalandırmaktan ümit kesip de var kuvveti pazı 'Ya vererek basın muhitini pornografi tezgâhına çevirmek gayreti de görülecek bir gey! Doğrusu acınacak bir haldir. Zavallı basın serbest bir mefhum. Bi liği gibi masum ve yüksek ve zekâ dürülüğünü kirleti h şeffaflığını bulandıracak k “İmalâtaı kalemiye,, nin fdeta kolcu- Tğunu etmeye memur olmüş bulunuyor! Bilmiyorum, mübalağa mı — Ben de şimdi onu düşünüyordum. Medemki bütün bir nenlin fikir, vicdan ve karakter terbiyesi üzerinde en tesirli âmiller, o neslin okuduğu, okuyacağı kitaplardır ve bunların arasında da roman, ti- yatı tenkid, tarih, felsefe vesaire gibi şeyler, en mühim yeri tuta 'yayın faaliyeti hakkında söz söylerken, gözü kapalı ko- biliyor m — Eibette bilmiyoruz; ancak şimdiye kadar bildiğimiz ve gördü- Rümüz şeyler, deminden beri gösterdiğimiz endişeleri izhar etmemiz için kâfidir. Zaten bugün söylediğimiz sözler, pek yeni bir şey değil, kirk yılda ifade edegeldiğimiz teessürlerin bir tekrarından ibarettir! Ben (1908) tarihinde, yani Meşrutiyetle beraber yazı âlemine girdim. elbette ilk vazifedir. Her alandaki neşri. atı biz tamamiyle O zamandan beri muhitimizde artmamış olduğuna dikkat ve teesstif ettiğim mefhum şudur: Fikir iffeti!. O sebepledir ki, bazı zaman pek azalmaya meylettiğini görerek eseflendiğim diğer '(hasiseler) şunlar olmuştur: Doğru, hakikati bulm iyi ve güzel karşısında kinsiz, k aşkından doğma civanme muhabbetli ve hakkı bir. atılganlık!. Kırk yıldır. yazdıklarımı, okuduklarımı düşünüyorum: — Bünların hir çoğunda sevgi gibi, nefret de sünepe bir çehre taşıyor. Yeni nice eser hakkındaki tenkidlerimiz ve takdirlerimiz, hep © eserin — sahibi- hakkındaki hususi muhabbetimize veya kıskançlıkla inflalimize bağ- h gibi bir şey.. Ondan sonra nice yazı banknot ” halinde; yani üÜzerinde beş yüz lira, bin lira yazıyor ama gerçek değeri bir kuruş bile değil! Bir çok genç arkadaşa bakıyorum; ne kadar tecrübesi az ve acelesi çok bir kararla hiikümler veriyorlar. Adeta mahalle mahalle edebiyat, sanat ve felsefe aşiretçikleri yetişmiş gibl! Ve herkes yalnız kendi mensup olduğu zümrenin âlimler, mütefekkirler ve dâhiler yu- vası olduğuna kall! — Yahut öyle görünüyor! — On, on beş yıl evvel bir makale yazmış ve unvanını — göyle Koymuştum: “Mikroskopik dâhiler!,, Ölçüsüz söz söylemiş olmak is- temem ama, bugün aynı yazıyı, hiç sıkılmadan neşredebilirim. sanı- — Ancak haksızlık etmemek, İleri bir anlayışa yol — vermemek için diğer bir noktayı da İtiraf etmeli. Bahsi geçen kırk yıl içinde Türkiye irfan ve edebiyatı, gerek yerli kalemlerin orijinal mahsulü olarak, gerek tercüme yoliyle bir çok nefise kazandı. Gerek şiir, e- rek nesir ve fikir vadisinde! Temenni edelim ki, evlâtlarımızın dikkatl ve muhabbeti, adını hepimizin övünerek andığımız o eserler üzerinde toplansın! Yoksa içinde yabani ot bitmeyen hangi tarla vardır? Jane Rüsseli, Cinudette Colbert ve Ava Gardner'den — birinin Dougla: Fairbanks'a partönerlik etmesi dü. Şünülüyordu. Fakat birdenbire gir. ket, Hedy Lamar — üzerinde karar kılmıştır. Holiywood'un. sinema muü- hitinde dönen — rivayetlere göre son zamanlarda Douglas — Fairbanks ile Hedy Lamar arasında dostluk bu tercihe sebep gönteriliyor. Renkli olarak / çevrilecek — filmde Mehmet Ali Paşanın - gençliğine te- mas eden kısım, Yunanistandaki Ka- vala şehrinde ve Mehmet Ali Paşa- nin oradaki evinde çevrilecektir. Di- Rer kısımları ise Misirda ve Holiy- wood'da filme alınacaktır. Bizzat Douglas Fairbanka'ın filme sermaye yatıracağı — (producer) bu arada, Misir Hükümetinin de masraf. Jara İştirak edeceği anlaşılmaktadır. Misir. Dişişleri. Bakanlığı, filme 1ü- zumlü malümatın — toplanması için hususl bir komlsyon kurmuştur. Mı- Sır Dişişleri Bakanlığı memurların: dan Vahit Rıfat ile tanınmış müver- rihlerden Jak Tager bu komisyona Aza olacaklardır. © zamanın elbiseleri ve Adetlerini öğrenmek arzusu İle Douglas Fair- banks'ın Türk Hükümetine de mür gaat etmesi muhtemel görülüyor. Bu maksatla kostüm desinatörü İrene'in İstanbula geleceği rivayeti de mev Filme alınması — düşünülen tarihi hâdiseler arasında Hünkâr İskelesi Muahedeslrtin imzalanması da vardır. Kati bir karara varılmamış olmakla beraber Türk Hükümetinden kelaylık görülürse, filmin bu sahnelerini ye- rinde çekmek için Amerikalı artist lerin Türkiyeye gelmeleri — kuvvetle mühtemeldir. Bu maksatla Dougla; Fairbanks San Franci: Tuğumuza müraca 8co Konsolog- * etmiştir. Katil BiT *dam karısını öldürür. Yar. — Hektor'du” dedim. O, “Amma da Bi çok biliyorsun” diye benimle alay €tti. “Hektar bir satıh ölçüsüdür!” Ben artık adamakıllı kızmıştım: "Hektar! Hektar!” diye bağırdım. Vakayı — olduğu gibi anlat, belki bu suretle mahkemenin hük- münü hafifletmek mümkün olur! der Ama o bir türlü meram anlama- Kaatil: di: “Ne diye durmadan münaka- Bir gün eve döndüğüm za- — Şa ediyorsun?-Hektar Yunan tan- man karımın elinde — bir kitap - rilarının içtikleri bir içkidir!" de- gördüm, diye söze başlar “Ne — di. Yapıyorsun” diye sordum.” Fran- — “Hayg, onun adı. Nektar'dı" Sızcaya çalışıyorum!” dedi. Sevinç — diye bağırdım. içinde: “Ne iyi, dedim. Bugün ne- — Karım, “Ha haha!” diye gül- ler öğrendin bakayım dü. “Nektar, Almanyanın güne- — El çantasının güneşliği onbe- — yinde akan Bir nehirdir, bunu ço- #inci dostun öğretmenidir Cuklar bile bilirler!” dedi. Dehşet içinde, “Allah müstaha- çma!” diye haykırdım. “O kını versin! diye bağırdım.” Ki — nehrin adı Neckar dir.” tabı elinden aldım. Söyle tercme ayır Nektar! — (Bazan Nek- etmen lâzım: “Markiz von Pom- tarda dolaşırdım, bazan Ren'de) Padour Önbeşinci Lowis'nin m şarkısını her gün arkadaşım So- iydl. Phie ile dütt yaparak söylüyorum, Karım: “Neler saçmalıyorsun? — bilmez miyim hiç. . Eibette doğru feretme ediyorum, —— "Dütt değil düctt, düett! Liktor'um bana endi” de” — Bu sefer de: “Düett diye bir ka- di. “Bir kere öğrendi değil öğ- — din için İki erkeğin birbirini öldür. retti” dedim. “Sonra da Liktor mesine derleri" diye bana ders eski Romalılarda mübaşirlere ve- — vermiye kalkmaz mı? O zaman, Tilen isimdir. Senin ise bir fransız. — masanın Üstünde duran tabancayı ca Lektör'ün var.” dedim. Karım — aldım ve karımı öldürdüm. alay ederek, “Lektör, Truvalların —— Yargıç mırıllandı: “Ben olsay- bir kahramanıdır” dedi. dim bu işi daha Hektor'da iken Ben, biraz kızgın: “Onün adı yapardım!” Douglas Falrbanka

Bu sayıdan diğer sayfalar: