24 Aralık 1940 Tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4

24 Aralık 1940 tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

&. Kücük 'mollalar ise kazan di-| binde mollanın ikinci galibiyeti üzerine büsbütün — coşmuşlar eübbelerini” havalandıra, hava- | Idndira koşup zıplamağa başla- mışlardı 3 — Yaşa be molla — Bi akşam ziyafeti hak et- tüh! Âvâzeleri ortalığı çınlatıyor- d, Bu'işe en ziyade hayret eden Kambur Halid olmuştu. Çünkü ©. mollanın çilliyi bu kadar ça- bük “ortadan- çıkarabileceğine ihtimal vermiyordu. Ne de olsa plağı az evvel çingene Ahmetle uğraşmış bu belâlhı adamı yen- mek için kuvvet sarfetmis olması lâzım geliyordu. Çingene Ahmedle 18'dakika boğuştuktan sonra hiç de ondan aşağı olmı- yan çilli ile en az bir saat uğ - raşması lâzım geliyordu. Fakat işte vaziyet hiç de böy- n etmemiş Molla ikinci rakibini daha kısa bir zamanda ertadan çıkarmıştı. Hakikatte Çolak çingene Ah- medi daha kısa bir zamanda ha- talardı. Birkaç dakika içinde işi- ni bitirip çingeneye yıldızları saydırabilirdi. Bunu yapmama- sının sebebi bu nevi büyük giü- reşlere alışmış olmaması, henüz böyle kalabalık meydan yerle - rinde namlı pehlivanlarla boğus mamış olması idi. Ne de olsa ilahım günü methlerini duy- düğü, şurada burada — sayısı peblivanları yenerek koç, sığır, at kazanmış olan bu pehlivan- Tarı Çolak tahmininden daha kuvvetli zannediyordu. kuvvetine ve meharetine mekle beraber bu pehlivanların da kendilerine mahsus bilmediği, akla -gelmedik oyunları olduğu- Hu şanıyordu. Onun için çingene ye karşı güreşirken çok temkin- İi hareket etmiş, -bir tuzağa düş memek için gözünü dört açmış- v. Çolak Molla- çillinin çingene “Ahmedden bir gömlek aşağı peh livan olduğumu biliyordu. Bunun için — çingene Ah - medi su getirmez bir şekilde teneşirliğini yere vurup yendik- ten sonra le kapışınca ken- “disine güveni çok kuvvetlenmis- tüve bir iki hamlede Çilliyi dar- madağın edip şama — kündesile, yenivermişti. Şimdi Mümin Molla Kambur Halidi de kolaylıkla yenebilece- ğine kat'i surette emniyet getir- Mmiğti. Az evvel meydandan süklüm püklüm ayrılan çingene Ahmed cazgırın yanından güreşleri dik- katle takib ediyordu. Kendisini vezil eden Çolağın Çilliyi göz a- gıp kapayıncaya kadar yenir mesi kücük rollalardan: sonra en çok çingeneyi sevindirmişti. Bu sırada mollalardan biri onun yatına çökmüş, müstehzi bir a- Bazla: — Abe pehli bizim mollayı diye sormuştu. Çingene Ahmed cevan'verdi: — Tehey yoktur bu meyı dâ çolağı yenecek pehlivan be. Bu kadar yıldır güreş tutarım, nice baş pehlivanlarla güreş tut- tam. Bunun gibisine rast gel - medim: Kambur avcunu yalasan. Ço- lak meydanda iken bize bu isde artık ekmek yok. Bü sırada güreşi bitiren Ço- lak önde hâlâ kendisini topar - layamayan Çilli arkada kazan dibine gelmişlerdi. Çolak yere cöker çökmez mol- lalar etrafımı aldılar. Elini yü- zünü yıkaması ve silmesi için su ve pesgir getirdiler. Çolak sağdan soldan yağan iltifatlara mütevazi birer boyun eğmesile gevab veriyor ve orta yerde kambur Halidle Kospınarlının güreşinin sona ermesini bekli yordu. Kambur Halidle — Kospınarlı | bu zamana kadar denebilir. ki adam akıllı yekdiğerini tutma- | —— kazandirabilir? Denizlerde hâ kim olamadıklarına nazaran bü: 'tün adalar, gene Yunanlıların e- linde kalacak ve buralardan ha- reket edecek olan İngiliz tayy: releri gene kolaylıkla İtalyanın ve Almanyanın kalbgâhma ka- ilar sokulabilecekler, gene ha- Bımlarına öldürücü darbelerini vurabileceklerdir. Ve bu muaz- zam fedakârlık, neticede ken- dilerine hiçbir menfaat —temin etmiyecektir. İşte Almanyanın bugüne ka-| dâx bu harbe seyirci kalmasının hikmeti, bu hakikati sezecek ka- dar uzak görüşlü olmasıdır. Bubahse yarın da devam ede- ceğiz. MURAD SERTOĞLU nasıl buldun )ÇOLAK e e A 18—— | mişlardı bile. Güreşler başla l başlamaz ikisi de elenseden ileri | geçmemiş ve yan gözle. saman| zaman arak sanki sözleşmiş. ler gibi Çolakla Çillinin güreşini, takib etmişlerdi Kambur Halid bir ara Çolak, çingene Ahmedi mey erin- den çıkarınca çingenenin hasta olduğunu zannetmişti. Çingene- nin mağlübiyetini buna hamlet- Mişti. Onun için Ço Çihi| ile yapacağı güneşe büyük ebem | miyet atfediyorndu. Kambur Halid Çillinin kuvve- tini iyi biliyordu. Onunla üç gü- | an v “ 'MOLLA | A YAZAN: M FSAMİ HARAYEL V ae reşi vardı;. Birincisinde Çilliyi yarım saatte ikincide bir buçuk saaltte nmiş, iki ay adar ev- | vel karşılaştığı üçüncü müsaba-)| ka Çilli Kambura bir saat da-| tandıktan sonra meydan rin-| de güreşen başka 2 pehlivan ar-a | sında çıkan kanlı bir kavga yü-| zünden güreş yarıda kalmıştı. Bu bir saatliık güreş esnasında Çillide hiçbir ezilme ve tüken- me alâmeti görülmemisti Bunun “için kuvvetini ve me- haretini yakından bildiği Çilli- nin elde edeceği netice Molla - mön hakiki kuvvetini ye meha- retini meydana koyacaktı. (Arkası var) | Jim Jhon Jefris (f Jak Conson “şampiyo 1911 yılında meşhur beksör- | lerden Jack jhonson ile Jim jef- | ris arasında dünya boks şam- piyonluğu için bir dövüş tertib edilmesi bütün Amerikada de - rin bir alâka ve heyecan uyan- dırmıştı. Bu macın spor efkârı umumi- yesi üzerinde bu kadar fazla te- sir yapışının sebebi şu idi Aslen bir kazancı amelesi ©- lan Jim Jefrisin jim Cörbett'den aldığı dünya şampiyonluğu ü vanımı, beyaz irkin malik oldu- ğu hukuktan mahrum bulunan bir zencinin ele geçirmeğe cesa- ret göstermesi idi. Böyle kritik bir anda bu muazzam dövüşün getireceği servete mukavemet & | demeyen arganizatörler hemen her iki taraf arasında bir muka- vele imzasına muvaffak oldular. Jack o tarihlerde Şikagoda bulu- nuyordu. Müsabakanın — Amerika top- raklarında yapılmasına imkân bulunamadığından bunun - “Ha- vana, nde ierasına Tüzum hasıl oldu. Maamafih Jhonsonui evvelâ Nevyorka gelmesi kagodan Nevyorka kadar hat boyundaki bütün istasyon- lar bu cür'etkâr zenciyi yakın- el insan ku(lelerıyle guü Bitçok yerlerde polis ıııu.baul temin hususunda bir hayli külâta maruz kalıyordu. Nevyorka karib bir istasyonda halk sopalarla boksörün üzeri- ne yürümek teşebbüsünde bile bulünmuştu. Fakat — Jhonsen, | büyük bir soğukkanlılıkla vago- nun penceresinden gülümsiye - rek onlara selâm vermekle mu- kabele etmiş ve bu suretle de bir hâdisenin önümü almağa muvaf- fak olmuştu. Gazeteler bu mühim —maçı ballandira ballandıra yazıyor ve halkı teheyyüç hususunda - bir- birleriyle rekabet ediyorlardı. Jim Jefris Havana şehrinde- ki son anterenemanlarını — yap- mağa uğraşırken tabiaten an- form olan Jack Jhonson, dost - lariyle güzel sohbetler yaparak eğlenceli bir vakit geciriyordu. Jefrisintâmanlarına bu kadar dikkat etmesinin sebebi şu idi: Resmi.dördüncü dünya boke şampiyonu ünvanıni taşıyan bu boksör bu vadide bir hayli sal- tanat sürdükten sonra lüks ve sefahet âlemlerine dalmış ve bu yüzden şampiyonluğu — bile terketmiş bulunuyordu. — Bu vaziyet üzerine ticaretlerinin €l- den gittiğini gören organizatör- ler be mevkie en lâyık gürdük- leri ve aslen bir İngiliz yakudi- gi olan Tömniy Burnsu getörmiş- lerdi. 'Tommy o zamana - kadar gelen sampiyonların en — küçük ü olmakla — beraber çok —SsSPoOoRrR — sen - Jim maçı nasıl dünya nu olduj yakışıklı ve zarif bir delikanlı idi. Güzel ve cazib boks etmesini biliyordu. Onun - böyle beleşten şampiyon olmasıma her - halde| bu cihetlerin de tesiri olmuş o- | İacaktı. | Bir gün bu boksörle Jack her | nasılsa Avustralyada karşılaş- mıştı. Zenci, yahudiyi öldürme | raddesine getirinciye — kadar dövmüş ve ancak polis müdaha- | lesiyle kurtarılabilmişti. Bu hâ- dise üzerine idi ki Jack haklı o- larak dünya - şampiyonluğunu aldığını iddia etmeğe başlamış- tı. Cereyanı ahvalin bu şekli a-| hşı bu mevkün asıl sahibi olan | Jefrisin artık vazifesi başına av-| detini âdeta milli ve ırki bir ö-| dev haline sokmuştu. | Heyecanlı ve galeyanlı - gün- ler bu suretle sür'atle geçti. Mac günü geince koca Hava- hri Amerikanın dört buca- ğından koşan meraklılarla dol- | muştu. Biletler elden ele geçes rek- fiyatları tasavvur edilemi- yecek kadar — yükselmişti. Her evde, her köşe başında ve her| anede hep bu karşılaş- akkında müdaveli efkâr e- yor hep bu mevzua dair fa- raziyeler — yürütülüyordu. Ringe çıkıldığı zaman her- kesi derin bir heyecan kavramış- ti. Maç çok şiddetli oluyordu . Maamafih rakibinden dört beş| yaş yaşlı olan Jefris zenciye mam di. (15) ravund dayanabil - 14 üncü ravundda ceneye ye-| diği kuvvetli bir sol kroşe - ile| yere yuvarlanmıştı. Nnkuvflaıı: onu ancak devre sonunu ilân e-| den göng kurtarmıştı. - Fakat| zenci de rakibinin zayıf tarafını artık tamamen keşfetmişti. 15 inci ravundda çeneye kuv- vetli bir sol daha yerleştirmeğ muvaffak olan Jhonson rakibini bir daha kalkmamak üzere yer- deki brandaya serdi. — Zavallı| şampiyon orada yarı cansız ya-| tarken Jack Jhonson kudurmuş gibi feveran eden halkın teca- vüzünden — kurtarılmak - üzere kuvvetli bir polis müfrezesinin bimayesinde - ringden indirildi , te 1911 yılında ilk defa bir zencinin dünya şampiyonu — o- hışu bu süretle vukü buldü. Bü vaziyet Amerika efkârı umu - miyesini o kadar sarmıştı ki di- ğer bir zencinin dünya şampi - yonu olabilmesi için aradan ta- mam bir rubu asır geçmesi icab etti. Kerim Kanok Kız lissleri arasın- da voleybol maçları Kız Liseler tertib edilen voleybol müsabakalarına dün Eminönü Halkevinde Pasında de- |İTrablus garb ve ÂAr- VENİ HARB VAZİYETİ SABA navudluk harbinde İn- giliz sevk ve idaresi- nin mahareti Baçt Arnavumukta - İtalyanın kaldığı müşkülâtı arttarmak Afrika taarruzunu ayni zama- na tesadüf ettirmenin muvafık olacağı mütaleası idi. Bu iki düşüncenin de müna- kaşa edilecek bir çok fayda ve mahzurları vardır. Fakat — İngi- idaresi biraz zahmetli | en çok mahir bir | plân tatbik etmek suretiyle her iki taarruzu da beraber yürüt- mek imkânını buldu. Şarki Akdeniz — filosu ordusunun Sidi Barrani zuna — denizden iştirak etti. talyan mukavemeti — kara, de-| niz ve hava kuvvetlerinin mü: terek harekâiı neticesinde - sür- | atle kırıldı. Takib muharebe-| sinde sahil yolu denizden ateş | altına alındı. İngiliz hava kuv- vetleri mukavemet — merkezleri- ni bombardıman — etti. Afrika muharebesi — İngilizlerin - lehine bir cereyan aldığı tahakkuk et- tikten sonra İngiliz donanması derhal Arnavutluk sahnei har- bine koştu. Adriyatik denizine girdi. Avlonyayı topa tuttu. İ- talyan hava kavvetleri bastırıl- dı. Bir günde yirmiyi mütecaviz tayyare — düşürüldü. Bu defa Yunanlılar ilerlemeğe — başladı. Bittabi İngiliz filosunun, de- niz tayyare birliklerinin arala- | vında dokuz yüz kilometre me- safe bulunan bir harb sahne- | sinden diğerine kaydırılması bir | zamana mütevakkıf olduğu için bu müddet zarfında tazyikin ek- sildiği tarafta bir tevakkuf mü- şahede olunuyor. Bir kolordu tarafından müdafaa edildiği ri- vayet ediler, Bardia — kalesinin | mukavemeti' biraz da — bundan mütlevelliddir. — Çünkü İngiliz 1 ve hava kuvvetleri | de- İngiliz | don nma gün evvel Adriyatik nizinde görülmüştü. Bu fila muvasalatından esasen muhasara altında bulu - nan kaleyi büsbütün tec mesi ve bu suretle İtalyan sirlerinin otuz iki binden seksen bine cıkması da ihtimalden uzak değildi! Libya nedenberi hazırlanan bu müs - hududunda. yirmi se- tahkem — hat düştükten İtalyanlarım bir daha ayni mu- kamevetj göstermeleri pek şüb- helidir. Binaenaleyh Afrika ha binin neticesini Bardia mul besi tayin edecektir, denebilir . sonra İlk müsabakayı — İstanbul Kız öğretmen ile Cümhuriyet | Kız lisesi yaptı. Birinci sept 15 etmenin lehine neti -| 5 - 9 İstan- i kazandı. Üçüncü sept her iki takım da azami retlerini sarfettiler. Daha gün oynayan kız öğretmen bu septi da 15 - 2 kazanarak maçı galib bitirdi. | İkinci müsabaka — Boğaziçi| ile Işık liseleri arasında idi. Ç güzel oynayan Boğaziçliler za- yıf rakiblerini 15 - 5, 15 - 3 mağ lüb ettiler. Atatürk koşusu '7 kânunuevvelde yapılacak | Atatürk kroslarına her kazanım beden terbiyesi — mükelleflerin - den beşer kişinin iştirak ettiril- mesi kararlaştırılmıştır. Bir Rumen takımı gelmek istiyor İstanbula dört maç yapm:ıkw üzere gelmek- istiyen Rumen takımının bu maçlar mukal)ıhn' de istediği 2500'lira fazla görül- | düğünden — Rumenlerin - teklifi| alâkadarlar tarafından kabul e- | dilmek ihtimali vardır. Venus ismi verilen bu takımın düz- vam edildi. İ tanınmamış — olması:- itibariyle şehrimizdeki maçlarının da alâ- ka celbedecefi Beklenemez | Mecizade.. 921 ders yılımın İzmi jnin tün mümeyyiz onunda idi lonunda, bü. birlikte, ye- mehte idik. Karşıma bir Fran- | sız miralayı tesadüf etmişti. Sa- gimda hemş n İsmail Ha- bib Bey oturmuştu. Sol tara: âbâni sarıklı, kıyafetine n mollalıktan esnaflığa geçmiş sanılan ihtiyar bir zat vardı. Ortaya balık getmişti. Yamım daki ihtiyar, çok temiz - ve, ahbenkli bir fransızca ile: — Bir de büyük baba hizme- ti kabul etmez misiniz?! diye rek miralayın tabağıma bir balık ikram etti. O kibar edasile bir de küçücük balık fıkrası anlaât- tı. Yaşından, şeklinden, kıyafe- tinden omulmıyan bu mehareti, bu selâseti n zat acaba kim Yavaşçacık İsmail Habibden sordüm. Kızaca — (Meşhur Dök- .) dedi. Acayip! Bu söhrete, şimdiye kadar, ben niçin yabancı kalmışım? Deh- şetle karışık bir hayret — içinde, doöndüm. O gün Dökmecizade mektebel veda ederken Maarif Mi Ziya Beyle, mektep Mi Nüri Bey hürmetle el öptüler. Resmen irfan mümessili olan zatlerin, bu derece ihtiram gös- terdikleri şu ihtiyarın etiketi kısacıktı. — Meşhur Dökmecizade Türkçe muallimi —müderris gözlüklü —Hatız Ali Efendiden öğreneyim bari, dedim. Cevabda yine tafsilât yok — Evet.. Dökmecizade... Cid- den muhterem bir zattır Aman yarabbi.. iğlâk ve ib- n içinde bunalacağım. Niha- yet; yakın dostlardan Bergama- h Mustafa Rahmi Bey vâdetti: — Ben, kendisini her cuma zi- yaret ederim. Bu hafta birlikte gidelim. İstediğin şeyi kendisin- den öğrenirsin olmaz mı!? Nasıl olmaz. Önümüzdeki ilk cuma günü öğleden sonra bulus- tuk, gittik. Karsıyakada Soğuk- mescidinin- karşısında detanın üstüne çıkamıyan sade a erisi, cenne- t i gibi, kör pe ve şuli kızla Bu taze- ler, Dökmecizadenin - etrafında pervane gibi uçuşup dölaşıyor- lardı. Ona öyle bir — Efendi baba! Diyişleri vardı ki, ruhun kö- künden f h ar ka- dar samimi ve raksan — Çarşaf pelerinlerini omuzlarına — indir- miş, bu yarı kap: neşeli hanın muallimatın (kız lunun) müallimeleri imiş Dök- mecizadeden müzik dersi almak için tatil günlerini burada ge- çirirlermis. Gençliğin ılık lezzetlerini, nefeslerile, emerek nurani ve bahtiyar sevimli bir çocuk gibi, yıp öpmek istedim. He kucak! yhat.. Bu- rada bir mabed merasimi var- mış. Çaresiz, rehberim Mustafa Rahmi Bey gibi, el öptüm ve üstâdın gösterdiği — sandalyeyr maheub mahçub büzüldüm. Konuşma başlad. fendi oğlumuzu , azıcık i! Hürmetkâ ızdır. Geçenlerde bir gün biraz görüşülmüş. Kendisi, edebiyat ir gazetelerinde irler neş- (Fanidede) imza reden, işte bu gençtir 'al Çok memnun oldum. 'ndisini buraya geti- t zevkidir — şüphesiz. lcinse yemilü (cins cinse meyleder!) Mustafa Rahmi Bey gibi ilim ve irfanile tanınmış, oturaklı bir zat tarafından lütfen (şair) diye tavsif edilişim hiraz hoşu- ma gitmişti amma.. Hemen mi tecessis gözlerin yıldırımları al- tında buram buram terleyip eri- meye başlayınca, çaresini - bu sam, edebiyatçılıktan da, likten de, hepsinden: istifa edip| bir alay genç kızın enzarı tetki- ki altında kalmak tehlikesi olan yerlerde, herhangi bir delikanlı için, kimsecikler — (bu şairdir!) | demesin! Felâket müthiş olu-| yor doğrusu. Hacı -| tan Mehmed Efendi Yazan : Ruhi Nacil SAĞDIÇ Bereket versin, Dökmecizade imdadıma yetişti. Üstümde te- kâsüf edem mazarları kendine| çekti — Efendim! hanım kızlarıma şunu öğretmek isti- yorum ki alaturkası, alafran- gası olmyan bir san'attır. O tür- Tü tasnif yanlıştır. Bu tasnifi iklimi hususiyetlere göre mak lâzımdır. Alelümum p şimal memlekeflerinin insanlarımı ter- bih ve tahrik için madeni, tiz sesler lâzımdır. Mutedil ve s- cak iklimler halkımın ise buna tahammülü yoktur. Soğuk yer- ler ahalisini, bir sabah rüzgârı Zibi tatlı tatlı okşıyan tiz okt; Tar; bizimkilere, cıldırtacak ka: dar, sert ve keskin gelir. Körü körüne taklid ile iklimi lâhnımızı ihmal etmeye kallıs- mamalıyız. İşte bu itibar ile mil- H musikimiz namına ben made- ni saz âletlerinin aleyhindeyim. Hattâ kallı kirişli natürel mat ses veren sazların dahi pes ok- tavlara göre akord edilmesi ta- raftarıyım. Esasen bizim musi- kimizin, senfonik meziyeti; ka- rarlara imip bağlanmasıdır. Fa- kat bu müansları, — yeni heves- kârlarımıza nasıl anlatırsın? Ben, meşhur klâsik eserleri bile bu minval üzere terennümden hoslanırım. İtalyan bestekârla- rını, az çok bu esasa daha ya- kın gördüğüm için, tercih ediyo- rum.. Dökmecizade ak sakalını muk gibi beyaz ellerile sıvazlı yor, tatlı tatlı anlatıyor; sami- mi bir kolaylıkla ağzından dö- külen izahları dinlerken ben ol- dukca hafiflemiştim. Artık, oda- yı birer çiçek gibi süsliyen se- vimli simaları, sıkılmadan gö Tüp seçmeye fırsat buluyor idim. Lâkin tali, uzun boy ver olmadı.. Dökmecizade, yandan söz melodisini münasib| 'or, öbür ta -| kollarını sıvayıp — ikim namazına hazırlanıyordu. Şak- rak cıvıltılı bir veda oldu. Pirrr | diyip uçan kuşların bıraktığı bu | loş.odaya, şimdi ıssız bir yuva hazinliği çöktü. Bundan sonra ben de Dökme- cizadenin devamlı - ziyaretcili lerinden olmuştum. H ziyaret nöbetlerini hiç şaşırmı- yor, hiç kaçırmıyordum. Bu mübarek zatın tuhaf zev pa- vardı; meselâ fransızc ışa- | cak bir kimse buldu mu? Bütün takrirlerini fransızca yapmak >k hoşlanırdı. Hattâ Mus- tafa Rahmi Beyi mın bunun çin çok seviy İsviçredeki | rından, hcr mckuıp gel dikçe onların istikbelleri, ik -| balleri üstünde bütün arzu: ve| emellerini (ümidlerini) saatler-| mlatırdı. Bir gün, yine bilmem ne müs nasebetle, söze başladı: amık Kemal — merhumla | Parisde tanışmış, sevişmiştik. Babam, bana biraz bolca para gönderirdi. Ben de bu s diyarı gurbetteki het me sıkıntı çektirmezdim. âzam Kemal Bey bana Edibi (kara | gün dostum!) diye çok teveccüh gösterirdi. | Hattâ -öz vatanımıza dönüp geldikten sonra- Rodosla Midilli | arasındaki bir seyahati sırasın- | da, Kemal Beyi İzmir valisi'ves| zir Kâmil Paşa, bir gececik mi: safir alıkoymuştu. — Bunun için | xılrelı telgrafla Abdülhamidden | iradesi almış ve Namık | Kemalin şerefine tantanali de- [ gil, fakat samimi bir- ziyafet DÖKMECİ Z/ ZADE 1i tertip sinde -rüesayi urinden baş- ka. münevveranı mahalliyeden olarak şair doktor Ethem Beyle ben dim, Kâmil Paşa, bilmiyerek, bir Sürpriz yapmış oldu. Benim edi bi âzamla aşinalıktan aşırı bir dostluk rabıtasına mazhar - ol duğumu görünce, bayağı şaşırd mıştı. Ondan sonra sarsakız yad kama yapıştı. İzmid idadisinde, bir hocalık kabul etmem için 184 rara başladı. Yakamı elinden kurtaramadım. Nihayet fransız- ca muallimliğine razı oldum. İs-| tidamı -vali paşanın inhasile, birlikte. İstanbula götürüp Ma- arif Nazırma takdim ettim. Nazır paşa, imtihanımın icrar sını Mülkiye mektebine haval£ etti. Galiba Mülkiyenin kayıt ve kabul mevsimi idi. O zamanlar müdür Abdurrahman Şeref bey- di. Yanma girdiğim vakit mü- dür bey bir. kanapenin üstüne uzanmış, istirahat Karşısındaki sandalyeyi - ata biner gibi- tersine çatallamış o- turan tıknazca birisile konuşu- ordu. Sonradan öğrendim; ©o Zat, mektebin kimya hocası imis, Abdurrahman Şeref Bey, ben akran bir zat. Selâm verdiğim zaman istifini bozmaması, ayak larini olsun derip toplamaması -Doğrusu ya- benim gururumu hayli incitti. Kâğıdlarımı oku- yuncaya kadar ayakta bekle- dim. Bana biraz müstehzi bir eda ile sordu: — Molla! Sen mi fransızca- dan imtihan vereceksin? — Evet efendim. Dedim. Hâlâ iltifat yok. Hat- 1â oturmam için bir yer bile göstermiyorlar. Abdurrahman Şeref Beyin emrile kimya hoca- sı, masanın üstündeki zili sal- ladı. İçeri giren hademeye bir yazı tahtası getirttiler. Aldığım gi a itaat ederek kara tahtanın önüne sokulup te- beşiri, silgiyi ele aldım. Yine müdürün kafa işareti üzerine kimya hocası, bozuk bir şive ile, fransızca küçük bir ibare söyledi. Ben tabii derhal yaz- dım. O, türkçe olarak, ilâve et- t Molla Efendi! ! ediniz! Artık kendimi tutamadım. Se- ir fransızca ile sordum — Takrir ve izahımı türkçe mi yapayım? Yoksa fransızca m anlatayım ?!.. Kulakları çınlasın, (O zaman Abdurrahman Şeref bey sağdı) Abdurrahman Şeref Bey, hemen yaydan boşanmış bir ok hızile, dimdik fırladı. Onun bu tavır Lirmesinin — tesirile lıım»a hocası da derhal kalktı ve san- dalyesine, adam gibi doğru dü- rüst oturmaya mecbur oldu: nerede öğren- Tercüme ve ta Kötü bir Ermeni vesi. Fransızca ağzına hiç ya: kışmıyor. Ayni kelimeleri tekrar kullanmak ve Fransız sivesinin bütün halâvetini göstermek şar- tile — Fransızcayı Fransada öğ - rendim efendim ! Dedim. Kendimce intikamın bütün lezzetini duyup tadacak- tm. Fakat efsüs!... Müdür bey itizara başladı: — Efendi birader! Kendinizl önceden bildirmediğiniz için gaf lete düşmüşüz. Buyurun efendim! Birlikte çay içelim, biraz müs habe edelim... Dökmecizade Hacı Mehmed Bfendi, serancamını hikâye derken bile eski heyecanının bü- tün feveranlarını aynen tekrara çalışıyordu. Bu ihtiyar delikanlı, kendi ufuklarını aşıp taşmyan bir şöh retti. Merhumu daha iyi tanı - yanlardan tafsilât bekleriz. Akçay i; i Ruhi Naci, Sağdıc TİYATROLAR | v" tiyatrosu temsilleri ebaşı Dram- Kı: 12/940- Sah günü vüt 20,30 0lek la ma ABDAL Gençlik Kraliçesi... Güzellik Lüks ve ihtişam, Nüvetene Yakın Jur italyan - Yunan harbine 2id'en mabudesi. Bu akşam için yerlerinizi evvelden aldırınız. Te Bu akşam SÜMER sinemasında HEmmwra, Şarkı prensesi.., DEANNA DURBİN'in 1840 senesinde çevirdiği en büyük ve n son LKAŞKI,| sin ilkiraesi şerefine SENENİN UÇÜNCÜ GALA SUARESİ Yakan Şarkta - İngiliz - İtilyan ve a 'baberleri, Enteresan, 2851 uat | halinde idi. | j

Bu sayıdan diğer sayfalar: