17 Ocak 1949 Tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4

17 Ocak 1949 tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

«Hindistar volu> Süveyş — kanalından ÜVEYŞ KANA!. SKİ Firavunlar diyarı, bu- Eguıı mâmüreler Ülkesi o- lan Misir kit'ası, iki bü- yük nimete mazhar olmakla bahtiyardır. Biri, ilâhi küdretle mebzul ve coşkun akan (6500) kilometre uzunluğundaki (Nili Mübarek), diğeri; insan zekâsının meyda- na getirdiği muazzam eserlerden | Süveyş kanalıdır. Bir çok büyük harblerin mı kadderatını tayin eden Boğaz- lar gibi büyük kanallar da ik- tısadi, siyasi ve askeri önemi haiz su yollarıdır. Bahusus ilk cihan harbinden- beri dünya durumunun - icabatı asiyesine göre (Süveyş) ka n devletler arasında ihti andıran sevkülceysi ve ehemmiyeti kat kat art- Bu sebebten (Süveyş neli mıştar. kanalı) hayati mes'elelerin b: ında gelmektedir. Elyevm ahim ve akıbeti henüz meçhtl kâdiselerin cereyan etmekte ol- duğu Asya ile sulh yolunda çır- pınan Avrupa kıt'aları arasında en mühim bir su yolu olan ve Akdenizle Kızıldenizi birleştiren ve vaktile geniş mikyasta Hin- distan mahsullerini ve Aksayı- gark mâmullerini Avrupa liman- larına ulaştırmak için deniz mü- nakalâtının Cenubi Afrika, Kap Ümid burnundan dolaşarak y: pılmak ve (6000) mili müteca- viz tehlikeli bir deniz yolunu katetmek mecburiyeti - varken (Süveyş kanalı) sayesinde bu (trafic) hemen hemen - (200) mile inmiştir. İşte iktısadi ehemmiyeti - bir anda anlaşılan bu muazzam kanal (471,968,000) altın fran- ga mal olmuş ve (1869) yılında dünyanın genel istifadesine açıl- mıştır. (Süveyş kanalı) harb zaman- larında ise fevkalâde ehemmiyet kesbeder. Hattâ son İtalya - Habeş harbinde bu kanalın bey- nelmilel kabul edilmiş vaziyetin- den İtalya istifade ederek aske- ri sevkiyatını yapmıştır. Bugün dahi (Süveyş) kanalı- nın bu askeri önemine Mısırı tahliye etmiş bulunan İngiliz kıtalarının henüz (Nil) vâdisi ni terketmedikleri de bariz bir işaret ve isbattır. Görülüyor ki bütün devletler, gok değişen harb sistemlerine göre şimşek gibi âni parlıyacak bir tecavüzü karşılıyacak - tex Dirler almakla meşgul iken ve (Misır) an (Filistin) e kargı a- çılan harbe katılmış olması ha- sebile Mısırın kalbi mesabesin- de olan Süveyş kanalını koru- mağı başlıca vazife edineceği SOKUYUCU AUA & VZ Pendik banliyösünde ka'oriferler yanmıyor Pendikte oturan bir okuyucu- muz yazıyor: <— İşim Istanbulda olduğu i- çin banliyö ile gidip gelmekte- yim. Lâpa —lâpa kar yağdığı bir gecede, dönmekte olduğum 2045 bünliyösünde kalöriferler yanmıyordu. — Bütün — yolculur vagonda pardösü ve palto ile urmak mecburiyetinde kaldı- iar. O vagonlar ki, sıcak gün- lerde kalörifer yakılmak sure- tiyle birer hamam haline geti- Tilir. Bu ihmalkârlığa (kömür vok) dive bir bahane buluna- zayacağından, keyfiyetin biran evvel izalesi için, alâkalılara iblâğını rica ederim.» Siajyer muhabir olmak isteyenlere Gazetemizin i: tihbarat rinde stajyer olarak çalışmak istiyen Kollej mezunu veya mükemmel Şagilizce bilen bay- ların her gün saat 16 da (Yeni Sabah) Yazı İşleri Müdürlüzün nüracaatları Tedkikler —— —mam| iki y gibi, son günlerde İsrail ordula- rının Misir. hudüdlarına / karşı ileri harekâtının devamı halin- de İngilizlerin menfaatlerine “şiddetle dokunacağından ancak bu bakımdan müdahale etmeleri ihtimali de vardır. | Bahri ÖZDENİZ l Bununla beraber - (Filistin)- den Mısıra doğru sarkan İsrail ordularına Güvenlik Konseyi ta- rafından - verilen <Ateş kes'» emrile büyük bir endişe belki muvakkaten önlenmiş bulu: cak derken İsrail kıtalarının i- leri hareketinden kuşkulanan İngilizler derhal (Akaba) ya as- ker çıkarmışlardır. Bilindiği üzere (Akaba) halen Ürdün hükümetinin Kızıldeniz- de bir limanı olmak itibarile o eski zamanlardanberi mevcud sevkülceyşi vaziyetini muhafaza etmektedir. Bu çıkarma hareketile ve ba- zı çarpışmalarla birdenbire bo- zulan siyasi hava endişe ve he- yecan verici mahiyet almak isti- dadını göstermektedir. İşte Avrupanın üç misli cesa Mmetinde bulunan (Afrika) nın sinesinde (Nili Mübarek) in mev cudiyeti ve Mısırın Nil vâdisini benimsemesi altın akıtan bir o- luk hazinesine malik olması de- mektir. (Nili Mübarek) muazzam Af- rika kıt'asının Viktor - Niyanıza gölünden başlayıp Sudan Mısı- rından geçerken (Bahr - el - Ghazal) ile birleşip (Beyaz Nil) çe LABORATUAR NAKLİ w, 55 yıldanberi Divanyolu 118 No, Ür. İhsan Sami LAlwyatuarında çalışan Dr. Zekâi Muammer Tunçman Lakteriyoloji Lâboratuarı, ayni sıruda İnzibat 103 sayılı yeni binanın ikinci katına tasınmıştır örünüş.m ismini alır. Bu kısımda kesret- imsah ve su aygırları bulun- maktadır ve Habeşistanın Çad — Tehad gölünden Mavi Nil ları ile de iltisak peyda edip (6500) kilometre - uzunluğunda coşkun bir nehir halinde Güney- den Kuzeye doğru akıp gelen bu muazzam su yolunun (Delta) sı başladığı Kahire'ye varınca iki kola ayrılmaktadır. Bu kollardan biri pirincile meşhur Demyat, diğeri Reşit mevkilerinden Akdenize dökü- lür. Nil ve Süveyş kanalı Mısı- rın en' büyük feyiz ve bereket ve servet âmilleridir. (Nili Mübarek) olmasa ve (Süveyş kanalı) murur resmin- den milyonlar gelmese Mısır bu derece mâmur olmazdı. (Mısır: Nil, Nil: Mısır) demektir. Bu sayede Mısır, b feyyaz nimetlerinden senede dört mah- sul idrâk etmekle tam inkişafı- ni ve servetini sağlamaktadır. Denizyolları memurla- rınm - derneği Denizyolları memurları kendi a-| ralarında «Biriktirme ve Yardım- laşma Derneği> adıyla bir sandık kurmuşlardır. Her — Denizyolları a 5 lira aidatla kayıt olabileceği derneğin gayesi, iyle #lamıyan ihtiyaç tahibi memurla- ra para yardımı yapmak ve ilerde müstahdeminin ayı Adaye mevzuatı dolay avans bir ev yapı Fooperatifi kurmaktır Daires'ne bitişik tekel venel Müdürlüğü ânları Asit Karbonik Gazı Satılacaktır Maüzeme stim Şubesinden: 1— Paşabahçe İspirto fabrikas murundan 2 Senelik istihsal miktarı takr'i 'işar etinekte olan asit karbonik gazı satılacaktır. 'nda kuru Üzüm ve İncir taham- 'ben iki bin ton kadardır. 8— Bu hususta hazırlanan şarinameler genel müdürlük malzeme anm şubesinden lüzümlü izahat mürkirat fabrikalar şubesinden alına- bilir. 4—Şartnamesine göre bu işe tulip olanların 1 Mart 949 gününe ka dar tekliflerini nrüsk t fabrikalar şebesine vermeleri lüzumu ilân 0- Tunur. (466) — Şey, tok güreştiniz. Adalı elini öpsün de bitsin diyorlar. — Ben böyle şey anlamam. Adalı pes ederse ona diyeceğim yok. Yoksa güreşimizi ayırınca ya kadar boğuşmakta devam e- deriz. Fakat cezgır da güreşi dür- durmağa k 'ar vermişti. İki pehlivanın de halini beğenmi - yordu: — Vakit geç oldu. Halk da- ılmağa başladı. — Güreşi tatlı yerinde kesmek daha iyi olur. Haydi Adalı ne duruyorsun? Öp bakalım Aliçonun elini! Adalı Halil bu müdahaleyi gökten inmiş bir nimet gibi t lâkki etmişti. Hemen Aliçonun eline sarılıp öptü. Bu manzara her nedense ihtiyar Aliçonun heçuna gitmişti. İşte kendisi altmış yaşına varmış - olduğu bir zamanda bile memleketin en kuvvetli pehlivanlarından biri eğilip elini öpüyor, karşısında âczini itiraf ediyordu. Hem artık hakikaten ihtiyar lamıştı. Adalıya karşı hâkim ve üstün bir güreş çıkarmıştı am- ma bunun - kendisine bir h: bahalıya mal olduğunu biliyor du, Bir daha da kısbet giyip er lanlarında dolaşamıyacağı muhakkaktı, — Artık - bitmişti. Pehlivanlık kendisinden geçmiş ti. Yerini bu gençlere bırakı li kontun üzerinde gezdiriyor, onun elbisesini vücudünden dilim dilim —0 Murad Reis gözleri hiddetten kan çanağına dönen, — soluyan ve kudurmuş gibi saldıran heri- fin üstüne yürüdü; kılıcını bir defk daha savurdu ve yük bir parçası boğuk bir tınla ma ile öteki köşeye fırladı; sa- pt sahibinin elinde kaldı. İşte Murad Reis onu yine cansız ye re gerebilirdi. Bu durumdaki hasmı öldürmek Fransız dücllo usüllerine aykırı olurdu; halbu- ki korsanlık kanunları - böyle şey tanımazdı. Silâhların birbi- rinin ayni olması şartını terke- den iki tarafın diğer şartlar ü zerinde durmaları lâzım gelmez di. Zaten bu çarpışma âdi bir düello değil ölesiye ve öldüresi ye yapılan bir intikam savaşı di. Murad Reis Gaston Dorlean' ı yardakcılarına bakarak ade ta emretti Bu yalancı kah çomak veriniz! Rişliyö seslendi — Aziz misafirimiz, artık ye ter sanırım, müsaade ederseniz dâvetlilerimiz biraz da eğlen - mek istiyorlar. Murad Reis cevab verdi — Bu arzunuzu yapamıyaca- ğımdan af buyurunuz, zira kah raman kont dö Bernay tarziye vermiyor. Ona biraz daha ders vermek lâzım geliyor. Madı ki sayın misafiriniz. eğlenmek arzusundadırlar, şimdi verece ğim ders onları pek eğlendire- cektir. Merak etmeyiniz, kısa sürecektir, fakat hatırası pek uzun olacaktır. Pos bıyıklı iri yarı bi:asılza- de geldi; kont dö Bernaya 'yep yeni ve eskisinden daha mükem mel olduğu derhal göze çarpan altın saplı bir meç verdi; belli idi ki-bu meç veliahda aitti. Kont cesur ve kuvvetli olmak için köndisini pek zorluyordu. Eğer Gaston Dorlean ona baka- rak düelloya devam etmesini ısrarla istememiş olsaydı belki tarziye verecek, çıkıp gidecekti. Murad Reis salonun ortasına gekildi; öteki de yaklaştı. Murad Reis yeni bir ihtara lüzum görmeden bağırdı: — Sayın kont hazretleri, şap kanızı sıkı tutunuz! Ayni zamanda kont dö Be nayın uzun beyaz tüylü, kenar- ları geniş ve sırmalı şapkası, havada, Murad Reisin kılıcının ucunda göründü. Murad Reis o- nu soldan arkaya doğru fırlat- tı ve şapka veliahdın bir adım önüne, elleri kılıçlarının kahza- larında olduğu halde sert sert bakan asılzadelerin arasına düiş- tü. Bir çok dâvetliler gülüşti ler, Kont dö Bernay çılgın gibi di; gayet şiddetli saldırıyordu, fakat hareketlerinde artık ne öl çü, ne hesab, ne de usül vardı adeta: — Yeter artık, beni öldür! Diye Murad Reisin kılı altına koşuyordu; fakat h katte o ölmek istemiyordu; kor kunç derecede iyi silâhşör olan bu merd korsan reisinin böyle âdi bir cinayet işlemiyeceğini anlamıştı, bundan dolayı sakın- mağa lüzum görmüyordu. Hal- buki Murad Reis zerre kadar meçin bü mana bir Murad Reis kılıcının ucunu âl) mıy ordu usta kızı gildi, ca kullanıyordu; — garibi gu ki Fransız usüllerini de çabucak Kılıcile havada kısa kayikler çizerek, sol elini omuzu hizasında tutarak, bacaklı üzerinde yaylanarak küçük a- dımlarla ge öteki hep ilerliyor ve geniş ağızlı korsan kılıcına çarpan meçinin tınlayış lari birbirini kovalıyordu. Murad Rcis ihtar etti: — Kont dö Bernay, cek. sizi pek sıkıyor; küçük bir hiz- mette bi kalıcını pe kavramıştı. anıa iz unayım! Ayni n ağızlı korsan kılıcı yal 'nin göğsünden iki bacağının a- Tasına doğru hızla indi; ceketi- nin önü açıldı; kadınlardan bir kaçı çığlık attılar, adamcağızı: bağırsaklarının dışarı fırlıyaca ğini sandılar. Fakat yanılıyaı lardı; meydanda bir damla bile kan yoktu. Salondakilerin bazı- ları derece derece yükselen ses- lerle, bazıları da kıs kıs gülüyor. lardı. Kardinal Rişliyö hayret ve hayranlığın birbirine karış. tığı garib bir ruh fırtınasına rağmen sâkin görünüyordu; bir tek kelime mırıldandı: Terribl Kral On Üçüncü Lüi ince b yıklarının altındaki kalınca du- dakları gerilerek alaylı alayir gülümsüyor; ardında ve ayakta duran saray nazırına doğru ha fifce eğilerek fısıldadı: geniş 'ncı kahrama Trezenteressan!... Kraliçe An Dotriş bile kenar- ları geniş ve ipek dantellerle süslü kocaman sarı mendi ağzına götürerek güldüğünü bel li etmemeğe çalışıyordu; ana kraliçe heykel gibi idi; kendisi- nin bütün nüfuzunu kırmış olan kardinalin beğendiği halleri, ne kadar doğru olursa olsun, onun beğenmesine imkân yoktu. Kont dö Bernay hâlâ döj yordu ve onun artık bir deliden asla farkı yoktu; bu bir mek değil çırpınmak, tepinmek ve hoplamaktı. Murad Reis o- nun geniş pantalon kemerini besbelli görüyordu. Kendi ken- ine mırıldandı: — Ulan, bu inad bizim Mar- suvan eşeklerinde bile yoktur. Sonra hasmına şöyle dedi: — Kont hazretleri, şu kolan seni fazla sıkıyor; biraz ferah- lik vereyim, Berber nasıl usturayı deriy hiç zarar vermeksizin üzerinde kaydırırsa o da kılıcının ucunu kontun derisi üzerinde öylergez diriyor; onun elbisesini sakal kesercesine vücudünden diilm dilim ayırıyordu. Son olarak kemeri nişanladı ve gayet kısa bir kavis çizdi. Kemer kesildi, iki tarafa kaydı, pantalon diz- lerinin üstüne düştü; başta kral olduğu halde, veliahdın adamla rından başka dâvetliler uzun bir kahkaha kopardılar, Kont dö Bernay ancak o za- man kendine geldi; salonu ade ta sarsan bu kahkahalar ona ölmekten daha ağır ve acı gö- ründü. (Devamı var) OCAK 1919 Bu hikâyeyi Anadolunun hücra köşelerinde yaşıyan — okuyucuları: ma ithaf ediyorum.» Yatağından kalkığı vakit neş- eliydi. İyi uyumuş bir gecenin sa bahında, gllnün güzel geçeceğini ummak, yerinde bir duyguydu' Fa kat daha çayını içerken, neş'esi, içinde barındığı — fakfur nin çatlağından sızmaPa başladı. Çün- kü o gün yapacağı işler, nin önünde sıralanmıştı. | gözleri: Çay kadehini sehpanın üzerine Saate baktı. Fazla oya-| isnmağa vakti yoktu. Sekizi otuz vapurunu kacırırsa felâket. Bütün | bederdi. boraktı. randevular, «Hay — Allah — müstahakını tin!> diye mırıldandı. Bu kadar işi bir kısasık güne nasil sığdırı caktı. Bir zete sırasını k yandan çayını içerken, ga- şöyle bir göz Hey Yarabbi mübarek Kâğıt parçacı felâket — haberlerile doluydu. Anssını keserle parçala- yan oğlan, mleri, altında gezdirdi. Habasın odunla döven | İnzin kocaman | ntularla sırala sütun sütun yazılar mağa vakti yoktu. Onları geçti. Dünyada neter oluyor diye diğer yazılara bir göz attı. Aman Alla- lam, dünya ne hale gelmişti! Sül- kastler, birbirlerinin topraklarına saldırmalar, düşürülen - tayyare- ler, çete harbleri, salgın hastalık- lar. Güya hâarb sonrası dünyasıy- di bu. Gazeteyi — elinden dünya serbest güreş Gazenferin kan kustuğunu okudu. Vay canına! Bu memleketin garip 4 İç karartan Zaten oku- fırlatmadan şampiyonu çocuklarını alıp götürüyorlar, ha- mamlara sokup ağırlıklarını eri- tip, güçlerinin üstünde çetin mü-| cedelelere sokuyorlar. Sonra! Son rası meydanda, Oğlan kan kusup | verem döşek'erine seriliyor. Son- rası ne olacak? İçinden bir küflir savurarak, ça- yının son yudümünü — için fırladı. Panyoya koştu. Tıraş olacaktı. Tı- raş makinesine bic gün evvel al- dığı biçağı yerleştirdi. Mutfağın- dan suyu almağa gitti. Hay Al- lah belâsın: versin, gaz, Öy- le sönük yağıyordu ki, su hâlâ - #ınmamıştı. Gazi görünce aklına kümür meselesi, derken batan Si- nop şilebi çeldi. Zonguldakta bir türlü kolay kömür çıkaramıyan madenleri düşündü — Acaba lük: masraflar kısılsa, daha fazla para verilip usta amele tutulsa, randı- man, arttırılamaz mıydı? — Sonra, Be adam kendi işlerini düşün ne- ne gerek sabah sabah madenleri düşünmek!» diye yüksek — sesle, kendi kendire çattı. İlnmiş suyla banyoya döndü. YÜ zünü sabunladı. Yeni bıçakla tıraş olmağa bayılırdı. Makineyi itina ile sabunlu yanağına — sürmesi, çekmesi bir oldu. Yüzündeki - kö- Pükder penbeleşivermişti. Makine- yi çalkalıyarak, biçağı çıkardı. Bir küfür daha Tilet kullamıl- mışti. Birinci küfür — kullanılmış bıçağı satasaydı, ikinci küfrü ke urdu. Geç vakit işporta- dan tıraş biçaği alinır miydi? Yeni Biçafı da yoktü. Eski bi içinde çaklarından birini bardak kiliyerek, kan revan içinde tıraşı- n bitirdi. Kesiklere şap — sürdü, kan durmadı Bu gidişle — vapuru kaçıracaktı. Alelâcele giyindi. So- kağa fırladı. Hayâi bakalım yüz metre.Allahtan ki eskiden teşeh- hüt miktarı bir sporculuk devresi vardı. Hoş olmasa da vapurlara Doğru yoldan gitse muhakkak Kİ vapura yetişemiyecekti. Kestir. meğe daldı. - Kisa bir yürüyüşten sonra kumluğa çıktı. Artık hayır sahipleri mi, belediyemi her kim yapmışsa, koca sahanın ortasında bir metrelik bir kaldırım — vardı. İki yanına hakarak YAZAN: Yine zaklara gid.yorlar? avcılar ördek avına u- Diye Bök pal n resimleri vur- muş göllerir güzelliğini seyreder- | ken, sol ayağı çorffi.. diye bir ses çıkararak, sulara gömüldü. Bir an Lileğine kadar ayağına haktı. Vapurun zil! zırlamağa baş- beyaz bulutlar yüzen ma- Izmıştı. Tabanları kaldırdı. O, vapura girdi. İskeleyi aldı- lar. Halatlar çözüldü. Eski spor- Bir yandan çayıı içerken, culuk falan nafile. az kalsın kal- bi durüp, nefesi tıkanacaktı, Fa- Ka o hızla kendini lüks salonda buldu. Nasıfsa bir boş koltuk kal- mıştı. Öraya yerleşti. Göğell hâlâ «Hava Hava!> diye inip - kabarı- yordu. Fakat hava nerede? İçe- risi tülki inl gibi, lavanta, sigara, Pipo, kokan bir dumanla doluydu. © sırada bilet kontrol memuru Bgirdi. Yavaşça ona sordu: — Buranın aspiratürleri kapalı m? Memur, tavandaki düğmesine el attı. Bu hiç te bir Açış hareketine — benzemiyordu, amma; daha fazla bir şey söyli- yemedi. Camı açmağa imkân yok- tu. Pencereler ancak kamarot ta- n açılan çeşittendi aspiratörün Tafını Yarım soluklarla hav taç ciğerlerini korumağa karar verdi. Eh yirmi dakika sonra bol bol temiz hava alabilirdi. Fakat vapur yirmi dakikada değil tam otuz beş dakikada Köprüye ulaş- tı. Sular kötüydü. Vapur bir kaç kere yanaşmağa - çalıştı. — Açıldı tekrar yanaşlı, Gülç hal ile bunal- salonlardan miş yolcular. kokulu havaya kavaştular İçinden — !Neyse şükür!> diye Güa ediyordu ki; küt! Nasıl da geldi, hamalın yükünün tüctt mi- desine çarptı. Hay Allah delindi mi acaba? Ne sancı, ne sancı! müsün? - Ne Yükümü — Be adam, kör üstüme — saldırıyorsun? Gevirecektin!. O, şaşkın, muztarip baktı. Yol- koşakoşa dalmi artreman Üstünde (ALI AHMED PEHLİVANIN BAŞ GÜREŞLERİ lâzım geliyordu. Bu dev gibi gençler pek âlâ onun yerini dol durabilirlerdi. Hiç olmazsa er meydanını kat'i surette terke- derken insanca bir hareket yap mak istedi: — Pek âlâ, madem ki öyle is- tiyorsunuz, öyle olsun! dedi. © daha sözünü yeni bitirmiş- ti ki Adalı hemen yanına varıp bu büyük pehlivanın elini öntü. Böylece güreş de berabeı rılmış oldu. Halk Adalıyı değil, Aliçoyu heyecanla alkışlıyordu. Her ta- raftan — Yaşa Aliço! — Aferin arslan! Sesleri yükseliyordu. İki peh- livan da yavaş yavaş meydan- dan ayrıldıla: İşte Kel Aliçonun altmış larına yaklaştığı bir sırada A- dalı ile yaptığı gü neticelenmiştir. © güreşl seyredenler, eğer & reş devam etseydi Adalının bü- 4 bu gekilde Ali Ahmed * * tün kuvvetine ve cüssesine rağ- men mağlüb olmasının muhak kak olduğunu söylüyorlar. Aliço bu güreşten sonra evi: ne dönerken bu işin kendisine tam dört koyuna mal olduğunu düşünüyordu. Evet, namusunu kurtarmıştı amma, bu hareket ona bir hayli bahalıya mal ol- muştu. Yegâne servetini teşkil eden dört koyunu artık yoktu.. Ve bunları bir daha yerine ko- yamıyacağını da biliyordu. Aliçoya kendisinden sonra kimin baş pehlivan olacağı so- rulduğu zaman şöyle bir düşün müş ve: Koca vermişti, Hakikaten de Koca Yusuf, 'an daha pehlivan olduğunu isbat etmiştir Buna benzer bir güreş de Kü çük Yusuf pehlivanla meşhur Kızılcıklı Mahmud arasında ce- reyan etmiştir. Kızılcıklı Mahrı Yusuf! Hükmünü vt YAYIR G ” kiz sene kadar oluyor. Bü peh- livan aslen - Rumanyalıdır. Kı- zılcık köyündendir ve Kızılcıklı namıhı buradan almıştır. Çok iri, kuvyetli ve zeki bir pehlivandı. Yalnız biraz ağır güreşirdi, Hem alaturka, hem de alafranga güreşte usta idi. İstanbula gelerek buradaki peh livanlardan ç ilk göhretini kazanmıştır. Bu hâdiseler 1324 yılında cereyan etmiştir. Kızılcıklı sonra Avru- pa ve Amerikaya gitmiş ve yap mış olduğu bir çok güreşleri ka zanmıştır. Denebilir ki kendisi Amerikada Koca Yusuftan son ra en çok isim yapmış ve bi rı göstermiş bir pehlivanı Kızılcıklı Cumhuriyet de yetişmiş ve tekrar İstanbula ge lerek güreşler yapmıştır. Son güreşini de Eskişehirde yap- mak için soyunarak mı çıkmış. Fakat daha güre lamadan bir kalb ktizi geçire- unu yenmiş ve & ŞElrlie Nez 101 rek er meydanında can vermi tr. Halen de Eskişehirde med: furdur. Bu sırada elli yaş ci- yarında bulunuyordu. Bir baç- pehlivan için de elli yaşına ka- güreşebilmek — mühim bir meseledir, Ve ancak Aliço gibi bir kaç pehlivana nasib olmuş- Bugünkü — pehlivanlardan im pehlivan da bu nadir habiliyetlerden biridir. O da el- ll yaşını geçmiş olduğu halde çok — muvaffakıyetli — güreşler yapmıştır. Gelelim Kızılcıklıya,.. Yukar- da da dediğimiz gibi Kızılcıklı Mahmud iri bir pehlivandı. İyi jmanlarında seksen beş okka elvarındaydı. Uzun boylu olma- S1 ve vücud yapısının çok ku vetli olması gibi meziyetleri - na diğer pehlivanlara - üstünlük temin ediyordu, Bütün bu güzel vücuda ve bü- kuvvete rağmen Kızılcık- cularla beraber çıkan - yüklerden lönn tek küsürü — fazla yenici olmaması idi. Güreşi saatlerce karşısındakini — yıprat- maya ve ezmiye çalışır ve ek- geri güreşlerini de böyle kaza- hi Kızılcıklı yetiştiği ve en-iyi bir durumda - olduğu sıralarda eski pehlivanlardan meşhur Kü k Yusufla karşılaşmıştı. Biraz da Küçük Yusuftan bahsedeceğim. Bu pehlivan da Koca Yusuf gibi Deliormanlı- dır. Bilhassa Büyük Yusuf A- merika dönüşü bâttıktan sonva göbret kazanmıştır. O kadar cüsseli olmıyan bu pehlivanın güreş tekniği çok yüksekti. De- nebilir ki zamanının bütün baş yehlivanlarını kuvveti ve usta- lığı sayesinde sindirmişti. Onua yendiği pehlivanlar - arasında Büyük Yaşar gibi, Madralı Ah- med gibi, Beştepeli Mustafa gi- bi zamanının en meşhur başpeh- Tivanları vardı. Küçük Yusuf böylece kısa bir zamanda ortalığı kasıp kavu- pehlivanlar onunla uzatır, runca baş güreş tutmaz olmuşlardı. O ek- geriya bir güreşe gitti mi, hiç soyunmadan baş ödülü alır, gi- derdi. ——— — — —— caktı. Eğer çok dıkkatli d: kargı ta: müsaade etmez: mühim şanzını den bunları yürüdü. hevenk Insan sallanıyordu. Otobüs dürağı manşer yerine u şehrin bir günü... runmağa Slışıkti amı asılda dalgınlığına gelmişti. B ona pahalıya malolabilirdi” Midı #i müthiş sürette ağrıyordu. andevularına k pilma! tindeydi İlkönce Taksimde bir konuşm Bir mukavele era yapmasına hayatının kazanabilirdi. İçin durağa nk düşünerek, Tramvaylardan — heve du. <Bari bir otomobile at diye mırıldandı. Fakat aksilik bu ya, zifosu saçıp yıldırım gibi ge- çen taksilerin hepsi doluydu. Ni hayet viranca bir boş taksi Ki narda durdü. Derhal atladı. Ara- ba zangırtılar, sarsıntılarla - Ban- kalara doğru yollandı. Şoför, müş terisinin şikâyetine: <Ağabey ne yapalım sesi kessin diye para ve- azetesini aldı, şöyle bir göz gezdirdi... rip Alet aldir, işte sesi kosli göre dün yat.> dedi. O «Ya şu salıntılıya ne demeli?» diye söyleniyordu. Arabanın içini — bir kapladı. Şoför, geriye kayan ara- bay idurdurdü, yere atladı. Kapa- Bi kaldırdı. Patronuna - küfürler savurarak orasını bürasını karış- tırmağa başladı. Yolcu, cebinden bir lira çıkara- rak, şoföre uzattı: — Oğlum beniin işim Sen keyfine bak! dedi. Şoför, parayı cebine attı. Başm 'mı tekrar işine eğdl... İkincl bir boş araba bulmak içim bir çeyrek bekledi. Nihayet bir dolmuşa atladı. Arabanın içini a- calp levantasile kokutan kuzu de- risi mantolu şişman kadın, bile- ziklerini şıkırdatarak, çatlak - ka- Tin sesiyli — Pardon Beyefendi sapına bastınız.. dedi. O, ayağının altından çantanın sapını âlarak özür diledi. Kadın, gülümsedi. Ağzındaki altınlar pa- rıldadı, Sonra şoförle konuşmasına devam etti: — Mesleğim icabı dünyayı laştım... / Avrupada, görülmüş şey değildir. Sanki sormuş gibi dü. Sürmeli gözlerini süzerek, kın boyalı düdaklarını büze büze: dumandır. acelet. çantı nn d0- Amerlzada ylcuya döne — İnsan artist olunca dünvayı gezer!.. dedi n Ne- O, kadına bakaruk rede Avrupa nere mahlük övün bakal bürü Mısırdan, oru den, alnına İngiliz altınını yapız- Araplardan — bahsediyor a birden. öne at gofö- rün omuzuna vurdu: — Şoför efendi dur Ben burada ineceğim, Mis soka- gına giden yolun başında... Araba dürdu. Kadın, bir Allara asmarladıkla savuşuverdi. — Şoför, açtığı kapıy yarı örterek, Tâtifey- le: — Ablacığım. ma bizi be Kuzüm. limizi... Yazıktır hize. cuk sahibiyiz hanl Deyince; kadın, pişkin bir ta- yırla çantasından yarım İira ç karıp uzattı. Sokağa doğru yürür- ken döndü: — Bazısının duası, Diye sırıtı. Şotör, derinden bir ah çekerek gaza bastı. " Sonra YEsSİZ sadasız oturan — yolcusunu, aynadan baktı: — Dolmuşçulukta iş var sanma beyim!... Yarısı bedavacı!.. Hele bu avantacı karılar yok mu?. Araba, Taksime gelmişti. - Yol- cu, parasını ödeyerek indi. Mide» Si hâlâ ağrıyordu. Eliyle bastıra- rak, kaldırımın - ucunda — bekledi. Otomobiller, otobüsler birbiri ar- Çına sel gibi akıyordu. Neyse bir aralık fırsatı kolladı. Bir koşuda karşıya geçti. . Mantara bastır- Uçlan pape- Çoluk ço- parası, - bazısının n odacı Kilikli adam 0- Kapıdaki (Devamı $a. & Sü. 1 de)

Bu sayıdan diğer sayfalar: