16 Mayıs 1936 Tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 15

16 Mayıs 1936 tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 15
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hasan ağa büyük oğlu ile dargındı. Büyük oğlu da ablası ile geçinemiyordu. Hasan ağa köyün kasaba çarşısına yakın iktisadi yoldan 79 yaşına kadar edeceği istifadeyi etmiş, ol- dukça hilekâr, zeki, yorulmaz bir adamdı. 70 yaşında üçüncü karısından bekâr kaldığı zaman beş sene bir delikanlı gibi köyün macera ve aşk yolundan kasaba ile muameleye girişmişti. Bir kış gecesi karın iki arşını geçtiği tarlalar. dan sarı saçlı, burnunun üstü çilli, bilekleri mor damarlı 25 yaşlarında bir genç kız geti- rivermişti. Şimdi dört senedir onunla yaşıyor- du. Dal gibi kızı şişmanlatmak için elinden geleni yapmıştı. Hiç Türkçe bilmeyen sarışın Bosnalı, bu yıllar zarfında Türkçeyi sökmüş, pembe teni güneşten biraz kararmış, kalçaları adam akıllı dolmuş, memeleri büyümüştü. İh- tiyarın gözü seksen yaşına rağmen ondan başkasını, daha tabii ve sessiz muhabbetleri görmez olmuştu. Yeri meçhul oltunlar yalnız onun için bozduruluyor, ve yalnız onunn göğsu üstünde büyük beşi bir yerdeler, ve minna- cık fındık altunları parıldıyordu. Bülün köy kadınlarının dizisini bir araya getirmekle, ancak onun boğazını kaplayan inci gerdanlığın dizi- leri kadar çıkabilirdi. 79 yaşında Hasan ağanın son dördüncü karısı birdenbire sancılandı Hasan ağa dargın olmasına rağmen yukarıya seslendi : — Ulan Rüstem, Rüsteml. Yüzünün sertliğini, bıyıklarının büyüklüğü. nü, ensesinin kalınlığını ve ellerinin kocamanlı- ını ifşa eden acayip, bir erkek sesi işitildi. — Ne va,r dedi, ne va? Sonra tahtaları çökertir gibi kırk beş yaş- larında, ağır başlı, hakikaten burma bıyıklı ve delikanlı bakışlı bir adam indi. Saçları ağar- mıştı. Dar alnına düşen yağlı siyah saçlarını yana ayırmıştı. — Ne var, dedi Bir oda kapısının ışığında kisa boylu, ufa- cık bir adam gözüktü. Yüzünün yarısına oda” nın açık kapısından çıkan ışık vuruyor, ve bu adamın yüzünde bir on beş günlük beyaz sa- kal parıldıyordu. Yanakları bir genç çocuk Bir kaza mı var? yanağı kadar buruşuksuz ve pembe idi. Sesi pürüssüz ve canlı idi: — Boşnak mahallesine koş, dedi. Rizoyu bul Ebenin evini o bilir. Sına göstersin! Ka- rıyı al getir, anan ölecek. Rüstem hayret içinde durakladı. Sual sora- mıyorrlu. Gözlerine düşen saçlarını elleriyle itti. Alnını tuttu. Bir şeyler homurdandı. Sonra yüzü birdenbire kıpkırmızı oldu. Alaca karan- lıkta bile, kızdığı hareketleriyle belli oluyordu Rüstem en çok babasına onun için kızardı. Anan.. Anan. Niye anam olsun derdi. insanın bir tane anası olur. Onunkisi de ölmüştü. Bu onun babasının karısı diye, niçin anası ola- cakltı. 30 yaşındaki karı onun anası olamazdı. Rüstem onun ağası idi: — Anlamadım, dedi. Ebeyi kimin için ça- ğıracağız. Ablam yoksa bu sere bir dahamı doğuruyor ? İhtiyar: — Anan dedik ya, dedi. Rüstem sinirlenmişti. Büsbülün anlamıyor- du. Hakikaten anlamıyordu: — Ne anası, dedi, deli mi oldun? İhtiyar, oğlunu kızdırmaktan taşka hiç bir şeye yaramıyan ana kelimesini bir daha tek- rarlamaktan hiç bir fayda elvermediğini anla- mış gibi yutkundu: — Boşnak kızı, dedi, Zehra doğuracak. — Zehramı doğuracak dedi. Allah Allah.. kimden ? İhtiyar odaya doğru koştu. Kapının arka- sından dikenli bir sopa kapıp oğlunun üzerine doğru yürüdü. Rüstem iki adım geriye çekil- miş, merdivene doğru dönmüştü. Babası : — Kimden olacak ulan, dedi. Kimden olur ki? Kocası kim ? Benden.. Benden elbette | Ta üst kattan gürültüye koşmuş bir de- likanlı ile elli yaşlarında fakat dimdik bir kadın,ikinci katın merdiveninden sarkmış, baba ile oğulun kavgasını dinliyorlardı. Rüstem on- lara doğu baktı. ( Bu hikâye gelecek sayıda bitecek ) Sait Faik ABASIYANIK 14 A ŞA AA

Bu sayıdan diğer sayfalar: