28 Aralık 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

28 Aralık 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! 28 Kânunuevvel 1931 Nakleden: İ. F. Ben Habibe'yi (Arzı mukaddes) in gittikçe uzayıp genişliyen hududu içinde herkesçe meçhul bir âleme sürüklerken, onun aşkı'da beni, tehlikeli yollara sevkediyordu.. — Evet.. Bir küçük otel... Habibeye bu cevabı verirken, gittikce aydınlaşan Kudüsün ma- vi seması altında onu okadar lâ- tif ve cazibeli görüyordum ki... İşte o gece. O meşum gece, kırk seneden beri çarpan kalbimin içine ilk; defa bir kadın aşkının girdiği geceydi..! Ben onu, Arzı mukaddes in gittikce uzayıp genişleyen hududu içinde herkesce meçhul bir âleme sürüklerken; o da beni birgün aşkın şimdiye kadar hiç geçmediğim karanlık ve tehlikeli yollarından sürükliyerek cekiyordu. O beni takip etmezse, benim silâblarım, paralarım ve kuvvetli bileklerim onu çekip götürebile- cekti. Fakat, ben onun peşinden gitmezsem, onun, içinde cehen- nemler yanan bir çift siyah ve sehhar gözünün cazibesi, beni arkasından (o sürüklemeğe (kâfi gelecekti. Ah yarabbi.. Bu ne müthiş ca- zibeydi?! Dalğın ve hülyalı gözlerini ben- den ayırmiyordu: — Galiba, geldik, şeybiml Dedi. Kapının uyumuşlardı. Habibe burasını İngiliz asker- leri tarafından işgal edilmiş bir otel zannetmişti. Derhal atımdan atladım: — Burada dur yavrum! Ben gidip otel sahibini göreyim. Ve hemen nöbetciyi uyandır- dım. Mister Kuka haber gönder- dim. Nöbetçi yukarıya çıkarken, ben de yavaş yavaş peşinden çıktım. Mister Kuk makine başında önündeki nöbetçiler çalışıyordu. Nöbetçi kendisine bir ziyaretçi geldiğini söylerken, ben de arkasından gö: üştüm. Londralı dostum beni görür gör- mez muhabereyi keserek koştu. — Yahu, böyle gece yarısı buraya nasıl gelebildiniz? Dedi ve boynuma sarıldı. Bu samimi dostuma derhal şu talimatı verdim : — Azizim Kuk! Bu dakikadan itibaren burada bir otel direktörü rolünü oynayacaksınız! Berabe- rimde Lübnanlı bir kadın var.. Şimdi aşağıye inerek bizi bir patron gibi karşılayıp, binanın en tenha ve sessiz bir odasına yerleştiriniz! Ötesini sonra anla- tırım. Tefrika numarası: 87 Arkadaşım şaşaladı. Itiraz etmesine meydan ver- medim: — Haydi, ne ( duruyorsunuz? dedim, bu rolü muvaffakiyetle oynamanız lâzımdır. Başka birşey söylemeden, mer- divevleri ikişer üçer atlıyarak aşağıya indim. Habibeye: — Otel sahibine haber gönder- dim, şimdi gelecek. Dedim. Genç kadın at üstünde yorgunluktan sallanıyordu. — Ya boş odası yoksa.. yapacağız? — Bizim için bir oda bulacak- larını zannediyorum. Para herşey yaptırır.. Malümya! Uzun böylu konuşmağa meydan kalmadı. Mister Kuk sırtıma sivil bir ceket atarak yanımıza geldi. Otel kapısı önünde duruyorduk. Habibenin yanında M. Kuk'a sordum: — Boş odanız varmı? — Odalarımız kompiledir, Şeyh! Fakat, mademki gece vakti bu- raya kadar geldiniz, size şimdi bir oda hazırlatırım! Ve elile Habibeye işaret etti — Buyurunuz, Sitti! Habibe hayvandan atladı. Ko- luna girdim. Bu biraz medeni bir hareketti, Filistinde bir kabile şeyhi, bir kadının koluna girecek kadar tevazu eseri gösteremezdi. Fakat Habibenin bacakları titre- yordu. Ona karşı bu nezaketi göstermek mecburiyetinde idim. Birinci katta geniş bir salona girdik. Pencereleri sım sıkı kapalı olan salonun ortasında büyük bir gaz lambası yanıyordu. Habibe, otel patrenile benim aramdaki dostluğun derecesini anlıyacak bir halde değildi. Mr. Kuk bana karşı tamamile yabancı bir müşteri muamelesi yapıyordu. — Şeyhim, dedi, buraya kadar, memnu mintakalardan geçip de nasıl gelebildiniz ? — Ben daima buralardan ge-J çerim. Akebe'de karargâhı olan benim gibi İngiliz dostu bir ka- Ne bile şeyhi bu kadarcık bir imti- | yaza mazhar olursa çok mudur? Mister Kuk güldü: — Hakkınız var, Hazret! Biz size daima teshilât göstermeğe 28 Kânunuevvel 1931 Denizlere deşhet----——— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Mubarriri : Max Valentiner Lâkin, sonraları artık vazifesini ifa edemez olmuştu. Zira... Zira, kolu, bedeninden kopmuş, ohal ile eli manipülatör'e yapı- şık kalmıştı. Harita odasının arkasında aynı obüs, etrafı orak gibi biçmiş. Orada bir yığın adam, kendi- lerine melce aramış. Lâkin, ma- alesef, melce pek fena intihap etmişler. Üst üste, kan ve pıhtı içinde, yığılmışlar. Hepside param parça... Bu insan cesedi yığınının yanın- da, tamamile çıplak bir zenci Mütercimi: (Vâ - Nü) duruyordu. Bir karga siyahlığında siyahtı. Lâkin, vücudu, abanoz, bir heykel kadar güzeldi. Bu adamda ölmüştü. Ölmesi- nin sebebi anlaşılamıyordu bir türlü... Bunu anlamak için, ken- disine dikkatle bakmak lâzımdı. Dikkatle bakınca görülüyorduki, şakağında ufacık bir yara var. işte şakağından beynine girmiş olan bir obüs parçası, bu heykel- asa vucudun olümüne sebebiyet vermişti. Ölü ayakta duruyordu. Zenci çavuş, bana olarak usulla dedi ki: — Bu adam benim fransızca sevgili 4 / - Akşam Noel hediyesi! Camekân seyrederken genç kızın başına gelenler Londra 21 — Dün burada garip bir vaka olmuştur. Bir mağazanın vitrinindeki noel hediyelerini seyre dalmış olan güzel bir kız birden bire koluna bir iğne batmasının ağrısına benziyen hafif bir veca duymuştur. Kız bunun nereden geldiğini anlamak için arkasına bakınca yanı başında fevkalâde iyi giyin- miş orta yaşta şık bir kadın görmüştür. Kadın bunu lâtife için yaptığını söyliyerek uzaklaşmış ve fakat bir kaç dakika sonra gene dönerek güya kendisinde bir rahatsızlık olduğundan © bahisle bir kaç adım ileride bekliyen otomobiline kadar kendisine refakat etmesini kızdan rica etmiştir. Bu yardımı esirgemek istemiyen güzel kız kadının ricasını yerine getirmek isterken birdenbire bayı- lacak gibi olmuş ve hemen dük- kâna can atarak burada yere serilmiştir. Hemen çağırılan doktor, kızın uyuşturucu bir madde ile zehir- lendiğini tespit etmiştir. Genç kızları baştan çıkarmakla meşgul olduğu zannedilen kadın aran- maktadır. Madenlerle beslenen böcek! Berlinde yeni bir nevi böcek bulunmuştur. Bu böcek Berline cenubi Amerikadan gelmiş olup demir kurşun gibi maddeleri yi- yerek beslenmektedir. mecburuz. Otelimiz kısmen İngiliz askerleri tarafından işgal edilmiş- tir. Maamafih, onlar sizi rahatsız etmezler. Size ayırtacağım oda, otelin en üst katında ve fıstık ormanına nazırdır. Burada çok kalmak niyetinde misiniz? — Hayır... Maamafih istirahate çok ihtiyacımız var. Memnun kalırsak, belki iki üç gece kalırız. Bize çay hazırlatırmısınız? — Emredersiniz, Şeyh ! Mr. Kuk salonda bizi bıraktı. Habibe bu seyahattan memnundu. Sakalımı güldü: — Otel sahibi çok sevimli bir adam. Odamıza birazda şarap götürmesini emir edermisiniz? Bir az düşündükten sonra: yalnız çok okşayarak — Bunlar, şeyhlerin şarap iç- melerini (Ohayrâtle karşılarlar , dedim. Fakal, cebel otelcileri zenğin muşterilerinden fazla para kopartmak için her türlü fedakâr- lıga katlanırlar.. (Arkası var) küçük (o biraderimdir . (o Şimdi annemize ne diyeceğim ben? Maalesef, etrafı daha gezecek ve olan fecayii görecek zamanım'z yoktu. Her an imdadın gelmesi muhtemeldi. oOİmdat o geldiğine dair cevap almıştık: “ — Bir saat daha mukavemet gösterin! ,, diye cevap gelmişti. Telsiz telgrafta, bunu, vazih | surette dinlemiştik, Bu bir saat geçmeden işi tamamlamalıydım. Vapurun gerisinde (o bulunan büyük salı denize indirtmesi için çavuşa emir verdim. Sağ kalan bütün adamlarını, bu ameliyeyi yapmak için topladı. Benim tayfalarda kendisine yar- dımda bulundular. Bu iş cidden müşkülâtlı oldu. Zira sağ kalanların da epice ya- raları vardır. Vücutlarından kanlar akıyordu. Zencilerden bir çokları, Kedim, bu akşam fena halde sinirli, Sinirlenmesine sebep ne olabilir? Duvarın yanında ileri geri, koşup duruyor. Kuyruğunu havaya kaldırmış. Kulaklarını dikmiş, tüylerini ka- bartmış... gözleri bir parlayış parlıyor ki... Göz bebeklerinin elifinde bir esrarengizlik seziyo- rum, Ne oluyor, yarabbi, kedime ne oluyor bu akşaml.. Korkuyorum. Onun bu sinirli halini gördük- çe ben de sinirleniyorum. Zira öteden beri, kailim ki, kedilerin, atların, köpeklerin, kurt- ların insanlarda bulunmıyan bazı hisleri vardır. “Kailimki,, deme- me de bakın hele... Sanki buna bir ben kailmişim... Hayvanlar da bu hislerin mevcut bulunup ta bu hislerin insanlarda olmadığını herkes bilir. Meselâ, atlar, sahrada gider- lerken, ta öte yanda bir tehlike mevcut bulunduğunu anlayarak ayak diremezler mi? Toplanarak geriye kaçmak teşebüsünde bu- lunmazlar mı? Meselâ, köpekler, çiftliğin ta öte tarafında fena niyetli bir adamın gezindiğini (osezerek havlamağa başlamazlar mı? Meselâ, eşekler, arka sokağın görünmez bir dönemecinde bir dişi eşeğin geçdiğini kokusundan mı nesinden anlalayarak tatlı tatlı anırmağa başlamazlar mı? Kümes hayvarları da, vahşi hayvanlar da ona göredir. Bizler henüz farketmeden tehlikeyi sezi- nirler. Bağırmağa, çığırmağa giri- şirler. Yahut kaçarlar. Yahut başka türlü tedabir alıriar, gizle- nirler, filân... Hulâsa, biz insanların sevki tabitleri, onlarınkinden pek aşa- gıdır. Bizler ekseriya onların ha- reketlerine bakarak vaziyetimizi tayin ederiz. Fakat, bizim havası hamsemizle sezinemediğimiz şey- leri hayvanların altıncı hislerile kavramalarının hikmetine de bir türlü akıl erdiremeyiz... Amaların basar hassasına bir türlü akıl erdiremedikleri gibi... Farzediniz ki, bütün insanlar kördürler. Şayet içimizden sade bir tanesi görme kabiliyetine mazhar olsaydı da, burada otu- rurken ta karşıdaki dıvarda bir kara böceğin yürüdüğünü haber verseydi, bu kerametine hayran kalacaktık... Kerametinin hikme- tini de anlıyamıyacaktık. Tıpkı bunun gibi, hayvanların da bizde bulumayan hislerinin hik- metini bir türlü kavrıyamıyoruz. adam akıllı serboş olmuşlardı. Tam bir vahşi hayvana benzemiş- lerdi. Yaralıları nasıl ihtimamla sala naklettikse bunları da nakil ettirmemiz icap etti. İçlerinden bir tanesi sizi gayet iyi hatır- layorum. işlerini ( gıcırdatıyor, kendini o kaldırıp kaldırıp suya atıyordu. Sal üzerinde durdurul- ması bir türlü kabil olmıyordu. Tıpkı hiddetlenmiş bir goril gibi bagırıyordu. Kimbilir, belki de aklını oynatmıştı. Biz kayıklarımıza on altı tonluk yicecek yüklemiş tehtelbakirimize giderken, sal, aheste aheste sahile doğru ilerliyordu. Sahilde, bede- viler , okazazedeleri karşılamak üzere toplaşmışlardı. Gurubun iltimaları arasi kaybo- | lana kadar, bu hazin salı gözle- rimle takip ettim, Çavuşu en son | dakikaya kadar gördüm. Kollarile işaret vererek emirler veriyordu. ) H k: . : i | bi wi Esrarengiz kedi hife Y İşte, ben de kedimin hissi * benden pek yüksek olduğunu biliyorum. (Benin (o görmediği duymadığım şeyleri kedim görü- yor, duyuyor, fark ediyorum. Amma, nasıl duyuyor? Ne görü- yor; bunu tayin oedemeyorum. Hanği uzvile? bilemeyorum. Şu ande, gözlerin onda. Ona, korku ile bakıyorum. Vakıt gece... Karanlık, müthiş bir gece.. Acaba, kedim, ne duyuyor? Kuyruğunu havaya kaldırdığına kulaklarını dikdikine, £ tüylerini kabartığına mazaran, her halde müthiş birşeyin mevcudiyetini fark ediyor. Bu müthiş şey, tarafında... Amma, nedir? Sakın evde yangın çıkmasın? Sakın eve hırsız girmesin? Sakım azrail dolaşmasın? Bu divarın öte tarafında bir mezarlık vardır.. Aman yarabbi... Sakım?... Sakın?... Hem, kedilerin, cinli periler- lede alâkasını emeği rıvayet etmezlermi? Sakın?... OF, allahım... Heyecan içindeyim Kedimin hareketlerini, gözlerim.: fal taşı gibi açılmış olarak takip ediyorum. Hayvanın asabiyeti geçmeyor bir türlü... Kulakları, kuyruğu, tüyleri hep ayni şekilde... Mutlaka, mutlaka bir felâket olacak. Kedim, mezarlık tarafındaki o menhus duvarın yanından bir tür- lü ayrılmıyor. Odamın o duvarı yanında, bir aşağı, bir yukarı... Bir aşağı, bir yukan... Birdenbire, tangırrrr tungurrrr.. Patır patır patır... Sen imdat et, ya mevlâna... Ne oluyoruz ? Destur destur destur! Kedimin hali büsbütün başka- aştı. Bir sıçradı. Hop! Delikten çıkan bir fareyi tuttu. Allah omüstahakkını versin! Tefelsüflerim suya düştü !!!.. (Hatice Süreyya) Dr. Ekrem Emin Dahili hastalıklar mütahassısı Dr. Mükerrem Emin Kulak, Boğaz, Burun mütahassısı $ Kadıköy, Yoğurtçu parkı karşısı 32 hergün ikiden dörde kadar Telefon; Kadıköy 164 dıvarın öte hazreti Tam manasile mükemmel bir as- kerdi bu çavüş! Bu askere karşı hörmetimi göstermek için, kendisine şapka- mı çıkardım. Bilâhare, gazetelerde okudukki, kazazedeler, bedeviler tarafından öldürülmemiş. Lâkin çırıl çıplâk soyulmuşlar. Öylesine çırıl çıplak ki, bir kaç gün sonra, İspanyol müstemlikesi olan Rio a'dro'ya gittikleri zaman, onları hazreti ademlerin nushai saniyeleri san- mışlar. Dahasıda *var. Bu biçareler, garp cephesinde fazla yorulduk- ları için istirahat etsinler diye sılaya gönderiliyorlarmış. Adamlar kayıklardaki mekülatı gemiye yerleştirdiği sırada sim | siyah gece olmuştu. | Ansızın, biri haykırdı: — Şarap kasaları arasında | şampanyalarda. var... Yaşadık! | Yaşadık ! (Arkası var) Mk mk kekik ekin ilki dsc ii

Bu sayıdan diğer sayfalar: