21 Ağustos 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

21 Ağustos 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

aşıyordu. O hu ep böyle yapardı. Evvelâ pi 1 manzumenin kafiyelerini nra mısraları Mey- ii çıkarırdı. Henüz yirmi beş yi kâr ve iş şair, İnç şir dehasım ar Kere genç kız bunu an #inin ne büyük, ne derin, “ne hiissas bir şair olduğunun #arkına varsaydı. Aksi gibi Sermed Serabın şürlerini hiç birmecrmunda neşretmiyordu. Şimdiye kadar şiir göndermediği Mecmua, hâttâ gündelik gazete kak Mamıştı, Lâkin bunlardan hiç biri de basıl- mamıştı. Şöyle iyi basılmış, şık bir kitabı olsaydı her halde Nadidenin kalbinde heyecan fırtınaları koparâa” bilirdi. Nihayet, Sermed Serab kadar ver- di, Şık bir şiir kitabı bastıracaktı. O günden sonra genç şair için hümmeli ve son derece zevkli bir çalışma baş- Jadı. Yazdığı bütün aşkı. şiirlerini top- ladı, En güzellerini seçti. Bir kaç yeni #iir de yazdı. Şimdi bunları baslır- mak kalıyordu. Ah, Nadide için ne büyük bir sür- priz olacaktı, Bir gün ona bastırdığı şık kitabını götürecek, eserlerinin çıktığını, basıldığını gayet tabil gö- Ten bir üstad tavrile ve büyük bir sü- küneti — . Bak azdaha unuluyor- dum... Yeni bir kitabımı basmışlar... Sana bir tane vereyim... diyecekti. O zaman çantasından bir kitap çi- karacak, fik sehifesine Nadide için uzun bir ithal yazacak, genç kıza ve- Tecekti, Sermed Serab bunu düşün- dükçe sevincinden deli olgcak radde- Ye geliyor, kendi kenğine: — Ah, diyordu. Ah o günü görecek miyim?... Müsveddeleri çantasında, evvelâ kitapci kitapcı dolaştı. Hiç bir kitapcı bu mechul şairin gerip şürlerini bas- mağa cesaret edemiyordu. Nihayet karar verdi. Kilabını ken- di hesabına bastıracaktı. Hem böyle olmasına da... Son d*- Tecede güzel olan şiirleri her halde kapışılacaktı. Kitabı daha piyasaya çikar çıkmaz hallasında iek nüsk&. kalmıyacaktı. O halde kitapcıları zengin etmekte manâ mı vardı? Kendi kitabını kendi bastırır ve bir hafta içinde zengin olurdu... Yalnız zengin değil, zengin ve meşhur ole- i caktı, Bu sefer de birer birer malba- acıları dolaştı. Lâkin istediği gibi şık ve güzel baskılı bir kitap neşretmek çin epey paraya lüzum vardı. Halbuki yirmi beş yaşıma kadar ha- yatını yalnız şiir yazmakla geçiren genç şair şimdiye kadar hiç bir yerden beş para kazanmış değildi. Şimdi © kadar para bulup şir kitabını nasıl bastıracaktı? Bu para meselesi genç şairin belini Jena halde büküyordu. Ne yapmalı 4di?... Nereden para bulmalı idi?... Birdenbire aklına gene dâhiyane bir fikir geldi. Aksaraydaki babadan kalma küçük ev ne güne duruyordu? Hemen o günden tezi yok”evin kapı- sma: «Satılık hane» Jâvhasmı yar Pıştırdı. Fakat bu parasızlık zama nında da küçük eve kimse alıcı çıkmı- yordu. Halbuki Sermed Serabın beklemeğe de hiç tahammülü yoktu. Bunun için ucuz mucuz evi sattı, Kendisine ân- cak kitabını bastıracak kadar para lâzımdı, Ondan fazlasını ne yapacak- tı? Kitap piyasaya çıktıktan ve satil- dıktan sonra nasıl olsa adam akıllı zengin olmıyacak miydi?... Evin parasını alır almaz, hemen matbaacıya pey verdi. Müsveddelerini bıraktı. Kitabının derhal basılmasını &ıkı sıkı tenbih etti. Aldığı bütün ev parasını bu işe tah- sis etmek niyetinde idi. Bunun için kitabın en güzel, en bahalı kâğıta ba- sılmasını istiyordu. Genç şair hiç bir masraftan çekin» miyordu, Ev parası tamamile kitaba, gitmişti. Şimdi Sermed Serabın yâr tacak yeri yoktu amma gönlü sevinç içinde idi. Gecelerini arkadaşlarında geçiriyordu. Onun beklediği şey kila- bin kiran evvel basılması idi. Kitap basıldıktan sonra sandet, servet, şöh- Tet, hepsi ona elini uzataceklı... İş bir kere kitap basılsın... Nihayel beklenilen büyük gün gel- di çattı, Kitabın bütün formaları ba- sılmıştı, En güzel küğıda, fevkalâde nefis bir kap yaptırdılar. Kitahının herşeyinin tamam oldu- ğunu gören Sermed Serab âdetâ se- vincinden #ıp Zıp sıçrayacaktı... Ki- tabı hemen kitapcılara dağıttı... «Kalbimde şalak..s şilr kitabının bü- tün camekinlara konulması için ki- tabcılara sıkı bir tenbih geçildi. Sermed Sersib bir kilabı ciltlettir- di. Çanlasma koydu. Heyecandan bi duracakmış gibi atarak sevgilisinin evirin yolunu tuttu. Kendisini adetâ bir rüya içinde samyordu. Vakıa evi barkı gitmişti. Biraz da borçlanmıştı. Üstü başı pek eskimişti. Elbise alacak parası da yoktu amma, artık hülyası tamamlanmıştı. Bir hafta sonra bü- tün kitapları satıldığı zaman herşey değişecekti. Fakat asıl mühim olanı bu kitapların Nadidenin kalbinde v paracağı heyecan ve aşk fırtınası 5 m ile oturup konuşurken sar med Serahın İçi içini yiyordu. Biran evvel kitabını çıkarıp kıza vermek. Onun hayrel ve takdirle dolu bakışla- ral görmek istiyordu. Fakat kitaplarının sık sık meşredil- mesine alışmış bir üstad gibi hareket etmek, fazla heyecan göstermemek istiyordu. Nihayet genç kızdan ayrı- icağı zaman büyük bir soğukkanlı- lıkla: — A, dedi, a8 daha unutuyordum. Benim yeni bir kitabımı basrmşlar... Sana bir tane vereyim... Nadide şaşırdı: — Senin mi kitabını basmışlar?... Sermed Serab ayni soğukkanlılıkla; — Evet. dedi, bir şiir kitabımı bas- Böyle söyliyerek çantasından cilt- lettirdiği kitabı çıkardı, ilk sahife- sine uzun bir ithaf yazdı. İthafta güllerden, bülbüllerden bahsettikten sonra imzaladı. Nadideye verdi. Genç kız pek o kadar büyük bir he- yecan alâkası göstermemişti. Genç şair içinden: — Heyecanını belli etmek istemi- yor... Şimdi muhakkak eve kapana" cak, şiirlerimin her mısramı birer bi- rer ezberliyecek... diyordu. Üç gün sonra Sermed Serab, eski kitapları kaldırımların üzerine sere- rek satan bir kitapcmın önünden ge- ADYOLIN Diş macunile dişlerinizi her sabah ve akşam, her ye- mekten sonra fırçalamak! AKŞAM Çektiği ıstırabla- rın mes'ulü kendisidir NEVROZİ Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennem hayatı yaşalan bu muannid baş ağrısından eser kalmıyacaktı. NEVROZİN Bütün ıstırabları dindirir, baş ve diş ağrılarile üşütmekten müte- veliid ağrı, sızı ve sancılara karşı bilhassa müessirdir. NEVROZİN Mideyi bozmaz, kalbi ve böbrekleri yormaz EE A ALA LOM KARS EA ERE ZE çiyordu. Birdenbire kaldırımın üze rinde kendi kitabını gördü. Şaşırmıştı. Kitabı daha piyasaya çıkaralı üç gün olmuştu, Ne zaman unutulmuş pe zaman eskimiş ve ne zaman eski kitaplar satan bu adamın eline geçmişti. Hemen kitabını aldı. Kabmı açtı. | Bir de ne görsün, Nadideye yazdığı son derece şalrane ithaf cümleleri... Bu esnada kitapcı da yanma yak- laşmışta: — O kitabı al bayım al. diyordu... Eem yepyenidir... Bak tek bir sahi- fesi bile açılmamış... Sonra kitabı yazan adamın el yazısile imzası da var... Bunu bana bir kız sattı... He- rifin sevgilisi midir nedir?... Al sen bu kitabı okur okur da alay eder, gü- lersin!... (Bir yıldız) Ja kazanacağınız şunlardır: Dişlerinizin sağlamlığı ve beyazlığı, temin edilecektir, Çürüklerle, diş etlerindeki iltihab- lar İlerlemekten menolunacaktır, Vücudün yediğiniz gıdalardan tam istifade etmesi kabil olacaktır. Mide, barsak bozuklukları geçecek ve hazım intizama girecektir. Sebeb- leri meçhul kalan rehatsızlıklarınız zail olacaktır. Mikroblardan, ağız İfrazatınden geçen hastalıklarla, sari hastalıklara karşı bünyeniz mukavim bir hâle ge- Altı kısımda, kısaca hü- 1âsa ettiğimiz şu muvaffa- kıyetler ise, şüphesiz umu- mi sıhhetinizin düzelme- si, neşenizin arlması ve hayattan daha çok zevk almanız demektir, Bütün bu BE mm neticeler dişleri- nizi günde asgari 3 defaRADYOLIN!e fırçalamak suretile elde edebilirsiniz. KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 148 “Japonlar kendi mahallelerini kale gibi tahkim ettiler, şehirde harp olursa bundan zararlı çıkacak Moğpollardır..... — Ya general Hun - Kanı unutur: | yor musun? — Onun kuvvetleri zayıftır. Hun - Kan, amiral Şütsonun "karşısında, kurumuş yapraklar gibi derhal yere serilir, Mağlüp olur. Daha âcı ve kor- kunç bir hakikat var ki, bunu söyle- meğe dilim varmıyor. Fakat, madem- ki Kantans varınca harp meydanın- dan kaçacak ve Japon mahallesinde saklanacaksın! O halde sana bu kor- kunç hakikatten de bahsedeyim, Özkan o kadar samimi görünüyer- du ki Çinlinin ufak bir şüpheye düş- mesine bile imkân yoktu. — Sana rastladığım için, kendi kendime nâkadar seviniyorum bil sen... Diye söylenirken, Çinli yeni ve hepsinden daha mühim birsir ifşa eder gibi, etrafına bakındıktan sonra: — Kanton Jzponyaya ilhak edilir se, amiral Şütso Kanton eyaleti pren- si olacak... Bunu Japonya imperalo- Tu kendisine vadetmiş, dedi. Bir kaç saniye sustu. Özkan bu haber karşısında şaşır- maştı. Çinli yelkenci neler söylüyordu! Kentonda hakana bağlı sadık bir kimse kalmamış miydi? Özkan, Çinliye sokuldu: — Demek ki amiral Şütso tam mâ- nesile avlanmış. Hakan namına de- gil, Mikado hesabına çalışıyor, öyle mi? — Bunu anlıyamadın mı hâlâ? — O halde Kantonda döğüşmek çok mânasız olacak. Ben Kubllüy ha- nın yerinde olsam, geri dönerim, — Oraya gitmekle hiç olmazsa ge- neral Hun - Kanı ve maiyetindeki &s- kerleri kurtarmış olur. — Ya donanma? — Donanma amiral Şütsonun elin- dedir, Ondün bir gemi bile alamaz- sanız. — Asilerin elindeki gemilere kim kumanda ediyor? — Bunu bütün dünya biliyor da sen hâlâ duymadın mı? Japonlar ku- manda ediyor asi gemilerine, — Demek (Yay) adalarında haka- na baş kaldıran asilerin kumandan- ları Japon, öyle mi? — Şüphesiz. — Şu halde Kubilây bunu anlarsa ve Kanlanda asilerle harbe tutuş- mağa karar verirse, ilk önce Kanton- daki Japon mahallelerini kül eder, Çinli birden gözlerini açtı: — Ne diyorsun? Japon mahallele. Tini yakar mı? İşte o zaman Japonlar yıldırım gibi, hakanın ordusuna fe- lâket yağmuru yağdırırlar, — Felâket yağmuru mu. Bu da ns demek? — Ne demek olacak? Japonlar ken- di mahallelerini kâle gibi tahkim et- tiler. Şehir içinde müthiş bir harp başlarsa, bundan zararlı çıkacak, Mo- gollardır. Sen Japonları Kantonda uyüyor mu sanıyorsun? «Ben kellemi veririm, kılıcımı vermem!» Kubilâyın ordusu Kantona yak- aşmıştı. Yirmi dört saat sonra amiral Şüt- so ile buluşacaklardı. Çinlilerin «Esrar beldesi; dedikleri Si - Ho dağları önünde konaklamış- tardı. Şi - Ho dağlarının yamaçlarında ip- tidai Çinli kabileler otururlardı. Bun- ların bir kısmı kayaları delip ev şekline sokmuşlardı. Kubilây geniş bir sahaya karargi- hını kurdu. Buralarını çok iyi tanıyan askerler- den biri hakana, Şi - Ho yamaçların. da bir peygamberin yüz binlerce te. baası olduğundan, ve buralara 0 pey- gamberin hükmettiğinden bahset. mişti, Kubilây bu haberi kulak arkasına almamıştı. «Hakan otağı; kurulduktan ve or- GE en a bilây, Bayan bahadırla konuşmağa başladı: — Şi --Ho yamaçlarında yüz bin- lerce tebaası olan'bir peygamber var- mış, Bu adamı tanımak istiyorum. — Yolda gelirken, bu peygamber- den bana da bahsettiler, hakanım! Buraya kadar gelmişken, Şi - Holula- rın peygamberini görmeden geçmek doğru olmaz. — Hele bir soruştur bakalım. Ne tarafta oturuyorsa kendisine bir ha- ber gönderelim de buraya gelsin. Bayan bahadit Kanton isyanında bu adamın da parmağı olup olmadı- ğgım düşünüyor ve kendisini herkes- ten çok görmek istiyordu. Özkarın hakâina - verdiği malümat ta az mühim değildi. Kantonda gü- nün birinde teessüs etmesi ihtima- dinden bahsedilen Kanton eyaleti Çinli yelkencinin. bu haberleri uy durmadığı muhakkaktı, Bunların elbette bir kaynağı vardı, Halk arası- na sızan bu Kabörler, şimdi haka- nın kulağına da erişmiş bulunuyordu. Kubilây Kantona hazırlıklı gitme- fe karar vermişti. Orduda her türlü tertibat alınmıştı. İlkönee amiral Şütso ile görüşülecek. Amiralin sh- vali şüpheli görülürse, ilk iş olarak, Kantondaki Jâ&pon mahalleleri tara- nacaklı. Bayan bahadır, Şİ - Holuların pey- devam etmeyelim diyordu. Kubilây bu işe Özkanı memur et- mişti, Özkan yanınadört yüz atlı alarak, yeni peygamberi aramak üze- re, ovdu karargâhımdan ayrıldı ve dağlara tırmanmağa başladı. — Sen, taptığın insanın nerede oturduğunu bilmez misin? Çinlinin ağzından başka bir söz çıkmağı, Özkan biraz sonra bir yerliye da- ha rasladı. Ayni sözleri ona da sor- du. Ve bir kelime ile: — Bilmiyorum. Sözünden başka bir cevap alama- yınca, Özkan: — Ren sizi söyletmesini bilirim! Dedi. Çinliyi yere yatırdı. Kollarını bağladı. Dayak fas'ı başlayınca, Çinli, Mo- golların elinden - kurtulamıyacağını anladı. Elile, uzaktan görünen kayar lıkları gösterdi: — İşte orada ball yağ Gülüm Yarım saat sonra, dağlının göster diği kayalığa vardılar, Uzaktan taş yığınları halinde gö- rünen bu dağın tepelerinde ağzı ku- yu gibi açılmış bir çok oyuklar vardı. Yerliler bu oyuklar içinde yaşıyorlar» dı. Oyukların içi çok eski devirlerde dağalarda ve kayalar arasında yaşi- yan iptidai insanların yaşayışına bön zemiyordu. Her oyukta göz göz odas lar, salonlar, mezarlar vardı. Bu göz- lerin hepsi de aydınlıktı.. hava ve ışık alan menfezleri vardı, Dağlıların evlerinde şehirdeki gibi her ihtiyacı ten eşya ve yiyecek bulunun. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: