3 Ağustos 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

3 Ağustos 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

> AMAN AYI Ma e Güney Yunanistanda gördüklerim Eşref Unaydın Ruşen Karada giden yola, denizde dolaşan Puslaya, varacağı yeri şaşıran geceyi bekleyip yıldıza bakar, Yürüyen sıla hastalığına tutulmaz, çünkü etrafına dikkatli bakmaz; gözü ya göktedir ya yerde, Vatan hasretini yabancı bir ilde kalıp etrafa dikkatli bakanlara soru- nuz... yu Yurdumuzdayız; ilimizde, ilçemiz- de, kamunumuzdayız.. Caddelerde, sokaklarda, tarlalarda, yaylada, ova" da, dağda gidiş geliş, kımıldanış duru- Yor; gün kararıyor, güneş kimimize Börünerek, okimimize görünmeden kökbitimlerinde «damlayıp diniyor* Kimi yerde davar ağıllarda, kimi yer” de insan kaldırımlarda deprentisiz kahyor, kimi yerde de ağıllar uyurken kaldırımlar uyanıyor. Bunu biliyo” ruz, Yurdumuzdayız. Geceyi ii Eeceye bakıyor, geceyi araştırıyoruz. Gece ei çok karanlık. Fakat bu kapkaranlık gece gözümüze perde çekemiyor. 'Ta uzaklarda, ŞU vadinin ötesinde, yaylaya tırmanan yamacın eteğinde Mustafagilin tarlası var. Ya- rm gün ağarırken toprağı Mir Şu uzakta geceden daha siyah görü- nen karartı Kemalgilin ocağıdır, Yür rın gün ışırken gene onun tüttüğünü göreceğiz. Bunu biliyoruz. Yurdumuzdayız. Kamunumuzun bol ışıkları yanıyor. Sokaklarda giden gelen yok. Ama biz yarı karanlık yol- lardan gündüzleri kimlerin geçtiğini biliyoruz, gece yarısından sonra da kimlerin geçmek ihtimali olduğu ma- Jüm. Duyduğumuz ses öte mahallede- ki haşarı gencin sesi, işittiğimiz kah- kaha beriyandaki komşu kızının ne şesidir. Bunu biliyoruz. Yurdumuzdayız. İlçemizin uzakları- nı, ilimizin sınırlarını görmemiz için dürbüne ihtiyacımız yok. Bütün çev- remiz, mesahası ne ölçüde olursa ol- sun, beynimizin içindedir. Nasıl ki ya- mınışu gece karanlığında bonıboş du- Tan sokakları dolduracaklar nereler- gen gelecektir, bu gece ışıklı eaddeler- ve Jar yavaş yavaş nerelere da- gılacaklardır biliriz. Muhiddin Üstündağ ile Ruşen Eşref Ünaydın Başvekili ziyaretten dönüyorlar Biliriz, inanımız vardır, dil ile ikrar ettiğimiz gibi kalb ile tasdik ederiz ki, yurdun herhangi bir bucağında her- hangi bir öz Türk tıpkı bizim gibi: «Türküm, nemutlu bana!.» diyecek- tir ve bu sözle kendisine göğüs kabart- mak hakkını ve gururunu bağışlıyan Atatürke ve onun emaneti olan Cum- huriyete bağlılığını söyliyecektir. ## Yabancı diyarın gündüzü gecesi kadar karanlık ve esrarlıdır. Kaldı- Tanları dolduran halka bakarsınız. ldikleri yer meçhul gittikleri yer Meçhüldür, Şu gülen kadının neşesi Merlendir? Şu ağlıyan gencin derdi de uzayan yolun intihası v Tir, başlangıcı hangi semttir?.. Bu.çö- Pülmesi imkânsız denecek kadar gÜS İr muammadır. Uzaklarda öten tren, Yakınlarda çınlıyan tramvay, hayki: —— ran klakson sizi bir meçhulden öbür wle sürükler. iin dışarı bakarsınız. | Her bina aşılamıyacak bir heyulâdır; | her kapı evin sırrını meydana koyma- | mağâ azmetmiş bİr kalkandır. Dört ünüz, güneyiniz, kuzeyiniz, batı eğ doğunuzda neler vardır? Bunu an- | cak bulunduğunuz diyarın sınırlarını | hayalen aşarak coğrafya bilginizle | bulursunuz âmâ, bir karış ötenizi farkedemezsiniz... Gördüğünüz yüzler i Atina elçimiz Ruşen Eşref Ünaydın yabancı, duyduğunuz diller yabancı, | dokunduğunuz duygular yabancıdır. Yüz binlerce nilfus ortasında $iz 18812, | yadlarını işitirseniz, Türk elçisi Ru- yalnız, yapayalnız kalırsınız ve bu yainızlıkta vatan gözlerinizin önünde tütmeğe başlar, Vatanın taşını, vata- nn , yatanın havasını göre- siniz gelir. Bu öyle bir özleyiştir ki in- sani Li eder. İşte bu hastalığa Daussıla, sıla hastalığı diyorlar... -i. Atinanın geceleri .bize gündüzleri kadar aydınlık göründü. Dört çevre- mizi kuşatan yerlerde bize döst ve kar deş yürekler çarptığını biliyorduk. Teneffüs ettiğimiz hava, sayın payi- taht nazırı Kotzissın samimi hisler, kardeş duygularla bize bahşettiği gü- zel havâydı ve biliyorduk ki, kapısın- da bayrağımız dalgalanan yurdda, sevmesini bildiği kadar kendini sev- dirmesini, saydırmasını da bilen de- “Türk münevveri, Türk edibi, Türk diplomatı Ruşen Eşref Ünaydın vardır ve o güzel yurda kendisi ne derece lâyıksa, o yurd da övümeğe ve övünmeğe o derece lâyıktır. ** Türk elçiliği görgünün, bilginin, zevki selimin, hüsnü intihabın meşbe- ridir. Elçilik binaman salonları, ye- mek odaları, verandasi, mesai büro- larına varıncıya kadar her köşesi, her yeri, her şeyi iskemlesinden keçesine, koltuğundan avizesine kadar her eş- yası zevki selimin para ile satın ahna- nı isbat ediyor. Basit değil, insanı mes- büyük edib yarattığı havayi mesi- t, geniş nefes alınıyor. Ya- m Se e TürMmArR, en büyüğümü- zün resmile bütün büyüklerimizin fotografları var... Yabancı bir diyarda Atatürkün resmini gören bir ürk vatanını görmüş kadar oluyor ve bü- yüklerimizin âşina bakışları önünde derin bir kalb huzuru ile vatan göre- i indiriyor. simini dindiriy b şen Eşref Ünaydın Atinada belli bari neye. Diplomasi kaşe tında pek a2 kimseye nasib olan bir mazhariyete ermiştir: Popüler olmuş- tur. e ; “i Jabalık caddelerde bir alkış sesi, daları duyarsanız muhakkak oradan ya başvekii sönekselâns a taksasın veya payitaht nazır Kotzi- asm geçtiğini anlarsınız. Halkın baş- yaşa Nİ vekile derin bir hürmeti ve muhabbe- ti, payitaht nazırına candan bir sev- gisi vardır. Fakat alkışlar arasında | «zito patriyotis - yaşa vatandaş fer- | şen Eşref Ünaydının geldiğine şüphe- niz olmasın. Ruşen vekarile, bilgisile, kafası ve kalbi le Atinalılara kendini sevdirmiş ve saydırmıştır. Ruşen 'Türk - Yunan yakınlığının, dostluğu» nun, kardeşliğinin Atinada canlı bir timsalidir. ci Bir elçi ne yapar .. Herhalde Ru- şen Eşref Ünaydinın yapılması gere- kenleri hakkile başardığına şüphe edemeyiz. Ancak edib Rüşen Eşrefin bir hiz: daha var ki, bunu gördük- ten sonra kaydetmed geçemiyece- ğim. Ruşen Yunanistan kalan Türk eserlerini topluyor. El yazması kitablardan' Türkiyeye dair basılmış resimli albümlere ve eski padişahlar devrinden kalma tezkere ve müzek- kerelere kadar her türlü vesikaları satın alıyor. Tükkiyeye dair yabancı dilde yazılmış ne kadar kitab varsa hepsini masasının üstünde, kütüpha- nesinde bulabilirsiniz. vs Bir gece Gilfada kıyılarında oturu- yorduk. Atinanın aydınlık gecelerin- den biriydi. Hafif hafif esen bir mel- tem, günün sıcağını dağıtıyor, rutu- | betsiz bir serinlik gönül açmağa baş- hyordu. — Sayın edibim dedim, edebiyatta ne var?.. Ruşen Eşref şöyle bir yüzüme baktı: — Ben yokum! dedi. İ — Edebiyatta ne olmalı? diye 801- dum. Bu suali, edebiyata dair bir anket olsun diye sormamıştım. Sırf Ruşenin fikirlerinden istifade etmek, ve güzel | sohbetinden zevk almak için sormuş- tum. Fakat bir edibe edebiyattan söz açıp konuştutmamak ne kadar imkân- #ı7sa, bir muharririn de edebiyata da- ir söylenenleri yazmaması o kadar 'kabil değildir. Muhterem edibin söyle- diklerinden aklımda kalanları yazıyo- doğruldu, Ruşen Eşref Ünaydın İle beraber Mistra harabelerinde — Edebiyatta her şey olmalı; o ka- dar ki güzel, iyi, büyük, ne ararsân anda bulmalı, onda bulunmalı. Nasi- hat vermesini hiç sevmem; çünkü hâ- sihat almanın, verene kolay gelse de alana güç geldiğini bilenlerdenim. Düşündüğü sorulmuş mütevazı bir ferd olarak söylemek hakkını ve yal mz önu kullanarak diyorum ki: Hızlı bir insan ruhunun hayatta duyabile- ceği ve duyurmak İstiyeceği sayısız ve girifi ne kadar düşünce ve ne kadar duygu varsa onu en iyi belirten kay- nağin Türk sanati, Türk dili olmasını candan özliyenlerdenim. Bir amelenin bir ustadan daha büyük ne istiyebil mesi mümkündür? Dedim ki: «Ustam ben de sizden...» Ruşen Eşref sözümü kesti ve şöyle devam etti: — Çalışmış ve çalışan bir fikir ve sanat amelesine aklının ermediği, (Devama 9 uncu sahifede) İ yüzden kaç ke Yazan: Sermed Muhtar Alus Tefrika No. 138 —— NANEMOLL Birinci Pilevne muharebesi sarpa sardıktan ve Ruslar mağlüb vaziyette geri çekildikten sonra bir çok imdad kuvvetleri daha âlârak gene üstüste bücumlara girişmişlerdi. İkinci Pilevne muharebesi ilkinden çok daha şiddetli, çok daha kanlı ol- muş, boğazlaşma günlerce devam et- miş, binlerce yaralı ve maktul veren Rus ordusu âdeta bozgun halini al- mişti. (1) İşte İrfan bu ikinci Pilevne muha- rebesinde de, gene havsalarnın alamı- yacağı cesaretler göstermiş, ileri si- perlere gidince, alay kumandanı ya- veri olduğu halde martini kapıp bir nefer gibi kurşun sıkıp durmuş, sün- gü hücumlarında da en önlere atıl mıştı, Gene iki yerinden vurulduğu halde inad edip aslancasına döyüşmüş, ni- hayet çok kan zayi ettiği için takat- ten kesilerek baygın halde siperden geri ahnabilmişti. Kendinin cepheden aynlmamak, Pilevnede tedavi edilmek ısrarlarına rağmen Varnaya yollarımıştı. Üç arkadaşı, yani binbaşı Ahmed beyle iki yüzbaşı da o günlerin yigitle- rinden ve yaralılarındandı. Varna hastanesinde hep beraber iki ay kadar kalmışlar, o esnalarda Ro- manya ordusunun iştirakile Pilevne çepeçevre abloka altına alındığı için artik oraya avdet edememişler, Maç- leyman paşa kıtaatına İti- i başladıktan sonra İ tor Kadri bey ailesini artık Selânikte tutmayıp İstanbula nakletmiş, Çukur- çeşmede beş odalı bir ev kiralamışlar» dı. İrfania Mehlikanın düğünü bâlâ yapılamamıştı. Sebebi de malüm: Har- bin devamı. Hazırlıkların hepsi artık tamamlan- mış gibiydi. Düğünü o perşembeye, yetiştirilemediği takdirde daha öbürü- ve kararlaştırmışlardı. İrfan İstanbula gelince Koskadaki konağı ağzı ağzına dolu bulmuştu. Hükümet camilere, boş binalara ve konaklara yaptığı gibi oraya da Ru- meli muhacirleri doldurmuştu. Delikanlı bir hafta kadar otelde yat- mak mecburiyetinde kalmış, kaynata- / | $ı Kadri bey İstanbula gelince onu evi- ne almış, odanın birini vermişti. Biribirlerine nikâhlı oldukları hal- de Mehlika kocasının yanma hemen hemen hiç çıkmıyor, pek lâzım olduğu zaman başın örtüyor, yeldirmesini giyiyordu. Annesi: — Gördüğümüzden, bildiğimizden şaşmıyalım. Hayırhsile düğünü yapa- lum; damadımız yatsıdan sonra güvey girsin; namazını kılsın, duvağı elile açsın; ondan sonracığıma karısının saçını da, yüzünü de istediği kadar görsün!.. diyordu. İrfan o günü üç arkadaşile beraber geçirmiş, akşama Beyoğluna çıkmış» Jar, lokantaların birinde yemeği ye- mişler, masrafı gören binbaşı Ahmed bey: — Sizleri bilmem, fakat ben tam beş senedir İstanbulun yüzünü gör- medim; Güllü Agobün tiyatrosuna da adımımı atmadım. İllâki oraya gide- lim!.. diye tutturmuştu. Arkadaşları arzusunu kırmamışlar, teklifini derhal kabul etmişler ve yu- karıda dediğimiz gibi Gedikpaşaya ge- lip baş locaya oturmuşlardı, Tiyatroda eller çırpılıyor, baston- lar, şemsiyeler, ökçeler yere vurulu- yor, perdenin kalkması için bir gü- rültüdür gidiyordu. Daha ilk perde açılmamış, komedi bile başlamamıştı. İrfan, gözleri sahnenin o mahüd perdesinde, Fontenblo sarayının res- minde, eski günlerini halirlıyordu. Kendine; — Ahmak, aptal oğlan, diyordu. aşyana âşık olmak!,, Bu kaç türlü belilâra slah olmamak... O sersem, o budala kendiydi ha? İçinde merhamet, hayret, nefret, biri- birine karışıyordu. | Jaşalım, eski ahbablardan kim var kim yok bir yoklıyalım! diyip çıktılar, Gazinoya daldılar. İçerisi dopdolu. Aşina bir çehre gözlerine ilişmiyor. Herkes onlara bakıyordu. Çehreleri- nin tunç renginden, göğüslerindeki nişanlar ve mağalyalardan, diz kapa- ğa kadar çismelerinden harbden dön- düklerini anlıyorlar, geçmeleri için hürmetle yer veriyorlar, çokları da masalarını gösteriyorlardı — Rica ederiz buraya buyrun, biz- Jer sıkışırız bey biraderler!., Kemani Tatyozun saz takımı ahenk- teydi. İki arkadaş: Ne zamandanberi incesaz dinle- medik. Biraz oturalım, kulaklarımızın pası gitsin. Komedyadaki Kart ahbar- ların osoğukluklarını seyretmekten hayırlıdır! dediler. Müşterileri boyuna (buraya buy- run!) diyip duran bir masanın yani na oturdular ve: — Safa geldiniz aslanlar! — Safada daim olun bey birader ler!., Je ahbaplık başladı. Bir masa ötelerinde, ancak 20, 22 yaşlarında, gayet şık, elmas kıravat iğneli ve kol düğmeli, altın köstekli bir züppe, dalkavuk kılıklı iki adam. Ja beraber oturuyordu. Her halde şimdiki devrin vükelza- delerinden, yahud yeni mirasyediler- dendi. Fısıltıları arasında Asal, Küt Abdürrabhman, Leylek Nazif isimleri duyuluyordu, Gözleri kapılarda ve etrafta det dönüyor, herhalde o heriflerden biri i bekledikleri anlaşılıyordu. Züppe bey artık açığa vurdu! — Ölür müsün, öldürür müsün? O kadar söz verdiği halde meydanlarda yok o sakallı kodoş. Öbürleri de ort. - da görünmüyor... Garsonu çağırdı; apaçık soruyordu? — Buradan eksik olmıyan bir kaş herifi na şerif vardı. Hiç biri de mi yok?.. «Garsonun kulağına iğildi!» Se- nin anlıyacağın dasnikleri soruyc- rum. Bu akşam o keratalardan gele olmadı mı? Garson: » — Size simdi haber getiririm pa- sam! diyerek kalabalığın arasına dal- dı. İnce sazın yanında ötüran bey kı- hklı Iâciverd elbiseli, gençten birile konuştu. Osaniyeden itibaren lâci- verd elbiseli gözlerini züppe beyin ta- rafına dikmişti. Yılışik yılışık bakma- da. Etrafa belli etmiyerek kaşlarile, gözlerile işaretlerde, | Nihâyet ayağa kalklı, Kapıya doğ- ru yürüdü. “a Bir lâhza durup (geliniz) yollu bir işaret daha geçtikten sonra çıklı. Yüzbaşılarla ahbab olan ve birlikte oturan iki zattan biri: (Arkası var) (1) Rusya Çarının hassa ordusu süvari zabitlerinden Venlarlarski'nin (Bir emir zabilinin hatıraları) ismile yazdığı kitağ- da o çetin günler gayet doğru ve dürüst bir ifade ile. apaçık ve u?un uzadıya hi- kâye edilmektedir. Eserin muharriri 6 zaman mulâzım ve başkumandan Grandük Nikolanın mal- yetindeki emir zabitleri meyanındaymış. İkinci Pilevne muharebeleri olurken Grandük cepheye gönderiyor, En ileri hattaki liva kumandan; general Şildner Guldnere şifahi bir emir tebliğ edecek. Beygirini sürüyor. Temmuz güneşi be- yinlerinde kaynamada. Gidiyor, gidiyor. Top, tüfek seslerinin geldiği tarafa yak- Yaşıyor. İnsan boyunu aşmış bir mısır tar Yası.. Aşmaya vakit kalmıyor, feryad, fi- gan, vaveylâ ayyuka çıkmada. Adım ba- şında. ölüler, yaralılar. (Bizlerden ne is“ tediniz? Günahımız, kabahatimiz neydi? *“Topumuzu kasaphaneye süreniz dahı hayırlıydı, hiç değlise daha kolay can ve- Tirdik'» diye bağıran bağırana.. : Mülâzm, alından çoktan İnmiş, Kam- bur, kurmbur, sanra emekliye emekliye ilerliyor. Kurşunlar vizir vizir yağıyor, ha“ vada gülleler patlıyor. N Vonlaritraki diyor ki: «Ben haya müddetince böyle müthiş bir gün gö dim; bir daha görmekliğimin de im yoktur, Sanki cehennem yeryüzüne Çık- ys general bulu e kalmış; çifte hüngür hüngür ağlı alay, elinde, nvolduk; Ordunun hep sn da kurtar Gent o est hatlarda, geliyor!) di kaçana. ms bizleri!. diye inlemede, aynen yazıdır: Tü geri stane çadırlarında: (Türkler 3 bir panik kopmuş. Kaçan,

Bu sayıdan diğer sayfalar: