13 Mayıs 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

13 Mayıs 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HER AKŞAM BİR HİKÂYE Refia erkenden bahçesine Sabahın serin havasını ciğerle kerek, çiçeklerle süslenmiş muntazam yollardan yürüdü. Herkesten evvel kalkmış olduğuna memnun, köşkün kapalı pancurlarını süzdü. Anlaşılıyor ki, misafirlerinin hepsi uyuyor! Kendi kendine şöyle düşünüyordu: «— İşte Cevdet beyin odası... Kim- bilir gecelik sırtında ne çirkindir! «Sami bey de, karısı da hâlâ uyuyor» lar.. Ne tükenmez uyku bu! «A... Aliyenin pancurları aralanıyor. Tekrar kapattı... Demek'daha yat- mak niyetinde... Amma dâ yorulmuş- lar... «Ne kof insanlar... Dün bütün gün gezdik, gece de biraz geç yattık diy hepsi bitap...» Ahırlara doğru ümeğe yürümeğ başladı. Köşkün yan tarafından ge çerken birdenbire gözleri alt kat pen- ceresinin önünde yumuşak toprakta yer yapmış iki ayak izi gördü. Dikkatle eğildi, baktı: Bütün vücudü buz gibi dondu. Kalbi çarptı. «— Burası Lütfinin odası!.. Demek pencereden atlayıp çıkmış. Acaba no- reye gitmek için?...» Taze toprağın üzerinde geceden kal- ma ayak İzleri nazara çarr Takip etti Köşkten uzaklaşıyor. Belli... Tereddütle atılmış adu Sonra, daha ilerde, büyük f: la görülüyor... Lütfinin Koştuğu an- lın takip ede ede ilerledi Ve komşunun bahçe duvarına yaklaş- tı «— Ha... Anladım Başını kaldırdı, baktı enin evine git- e görmesin . Gizlice diye kaçmış... utanmaz ka a da ne diye mem... Şunun çıktığını Kimbilir ne haldedir. Kumlar üzerinde gıcırdayan bir yü- Üy! tildi. O tarafa doğru koştu. ayı gördü Kadın, boğuk ve sert bir sesle sor. du: — Nereden geldiğini bana izah ede. bilir misin? — Şey.. Vallahi... Cicim... — Dur... Köşkten bizi ler... Gel kameriyeye mak istiyorum! Mahcup ve yorgun bir halle, genç kadını takip etti, Kameriyeye dın — Otur! - dedi. halin var. — Yok canım. — Yalan 56 O kadından gel Ne kadını — Vecihe! görmesin- :. Seninle konuş- ek, girdikleri zaman, ka- yorgun bir . Ne mü me...' Yü orsun, asebet? me bak... i mi? Ben mi?... Amma oLan... İLAMI an oda- eden atlar- Bu ma. nereden çıkı? — Ayak izlerini gördüm... Odandan enin be ine doğru: ilerliyor... ğrusu güstonu tebrik ederim! — İlâhi madan, — Lütfi!.. Fakat şunu kara olr: kançlık sahneleri yapacak değilim... Erkeklerin sadık kalamadıklarını bili. rim... İhanetine İster istemez s0s çıkar- mıyacağım... Fakat izzeti nefsimi mü- dafaa etmeğe mecburümi : Senin dü- günce in yüzünden dedikodulara maruz kalmak istemiyorum. — Emin ol zeliri senin söyle- diklerini m bile marifetlerimi Aleme ilân edecek değilim, — Sen de emin ol ki, azizim, Vecihe gibi bir ka a görüştükten sonra, se- nin söy hacet kalmı! E disi sağda solda da | âlemin gözü üstümüze diki | adetimizin mahvolmasını Bizim mmevkiimizdeki insanların daima ihtiyatlı olmaları lâzım... Zira ir, Her- kes bizimle alay etmek için fırsat arar... Ne diye her ay başı dost değiş- tiren bir kadın için âlemin eğlencesi ola , Tabatımız bozulsun?.. — Canım, cicim... Pek âlâ bilirsin ki... — Bildiğim birşey varsa, on sene- denberi aramızdan en ufak bir kara bulut geçmemiştir; şu kadarcık bir kırgınlığımız olmamıştır; diğer ka dınlar seni benim elimden almak için çabalıyorlar ve bu gibi meseleler zü- bur edince memnun da oluyorlar, Bir- likte mesuduz diye âlem bizi kıskanı- yor. Böyle âdi bir kadın yüzünden sa- istemiyo. rum. Evet, doğru, hakkın var... Amma zannettiğin şekil yok! Bilirsin, Veci- he hanım manyetizmeye çok meraklı. Tecrübeler yapmak için beni çağırdı. Bende müthiş bir seyyale olduğuna kani... Bundan istifade için bilir mi. sin ona ne telkin ettim? — Sana. sadık olmasını mı? Hayır, canım... Kocasını sevme- ini... İyi değil mi? — Lütfi! — Alay etmiyorum... Vallahi ciddi yorum... Sevabı çok bir iş yapı- yorum. — Bu ipnotizma esnasında kalabalık muydınız? Onunla ben... — Çok güzel — Şaka etmi — Sana fenni eğleni Yanlızdık, rum, canım m ki, azizim, bu rinizi hiç mi p gör. müyorum. Evime ve bana hürmet edil- diğini istiyorum ve böyle birşey daha tekerrür edecek olursa — Merak etme, güzelim... Ah, Lütfi! Lütfi!.. Nasıl beni bu suretle tahkir edebildin?... Bizim ya- Şa muz gibi, alnı açık, elele, itimad. la ve namuskârane yaşamak, dünya. nın en büyük bahtiyarlığıdır... Herkes bizim bu halimize gıpta ediyor; bun. dan dolayı da bize hürmet ediyor. Am- ma neye beni dinlemiyorsun?... Niçin ötelere bakıyorsun? Dikkat et... Sus... Kocan geliyor... Bizi yakalamasın... Nakleden: Hatice Süreyya "K.A NANA AANANE ENNE 00 0ANNe Dr. HORHORUNİ hastalarını akşama Kadar Sirkeci Viyana Oteli yanındaki mu- ayenshanesinde tedavi eder, Teleforı: 241310MMMMMMMM Yer değiştirecek kiracılara tavsiye | Akşam'ın KÜÇÜK İLÂNLA. RI'nı dikkatle okursanız kendi- nize en elverişli yurdu yorulma. dan bulabilirsiniz, * A EE A aa BÜTÜN NEŞEMİ SAĞLIĞIMI ZEKÂMI İ Fösra RS0La Med) 2İYURUn. Haliçteki köprüler (Baş tarafı 10 uncu sahifede önündeki asıl orduyu Bej larındaki kuvvetlerimize ve Ru hisarındaki kalemize kısa yoldan bağ- lamağa yarayabilen böyle bir köprü- yü kurabilmek için, vadilerden | boyun noktalarından aşırılmış olma- sı maksada daha uygundur. | Bu düşünüşü teyid eder mahiyette | olarak nişancı Mehmed paşa tarihi- | nin 145 inci sahi de şöyle bir ka- yıd vardır: «Sultan Mehmed Gazi dört yüz pare gemi donatıp derya tarafından ve yetmiş pare gemiyi Galata üstün- den yelken açıp korudan çektirip hazreti eba Eyüp civarında olan der- yaya getirip üzerinde köprü yapılıp asker geçirip elli gün mikdarı kale cengin edip elli birinci çarşamba gü- nü kaleyi fethedip askerler mali ga- nime.mustağrak oldular, Ayasofyal kebirde cuma namazı kılındı, Fİ sene 857: Nişancı Mehmed. paşanın bu ifa- desinden köprünün gemiler üstünde yapıldığı açık olarak anlaşılmakta” dır. Nişancı Mehmed paşa köprüden yalnız asker geçirildiğini yazmakta toptan ve bombartadan bahsetme mektedir. Fihakika bu kadar basit ve zayıf bu köprünün üstüne top vesaire ko- narak ateş açılamazdı. Bu köprünün ne kadar zaman ya- şadığı belli değile Okuyabildiği rihten sonra rda bu ta- Mahmuda ka- yapıldığından hiç etmiyorlar iniz Nedim ralarından birinde: şair turmuş o tavanlı köprü çerirür seyre gelen hübani Ya o cisryn Şüphesiz ye Hürremâbade karip Etmede h nü mi dul nâlânı Diyerek Saadabadda Tavanlı e rü, Cisrnevpeyda, C lerile üç köprü yapıldığını anlatmak- tadır. Bugün hiç bir izleri kalmamış ve ihtimal de yakılmış olan bu köp- rülerin Kâğıdhane ve Karaağaç civa- rında yapılmış bulunmalarında şüp- he edilemez. Bu köprüler ağlebi ih timal kazık üzerine ahşab olarak yâr pılmış bulunmaları ve Tavanlı köp- rünün de üstünün çatılı ve örtülü bir köprü olması muhtemeldir. Nedimin yalnız isimlerini bize ha- tıra bıraktığı bu üç köprüden sonra ne Haliçte ne Sandabadda asırlarca başka bir köprü yapıldığını bilemi- yoruz. İkinci Mahmud zamanma kadar Türkler hemen hemen hep İstanbul tarafında olurmağı tercih ettiklerin- den ve aynı zamanda diki Beyoğ- lu mevcud olmadığı gibi Galataya da ehemmiyet verilmediğinden iki kıyı- yı köprü ile bağlamağa lüzum da gö- rülmemiştir. Bundan sonra yapılan köprülerden başka bir makalede bahsedeceğiz. | Yüksek mühendis G. Alnar olduğu çün elsri surur | bir dalı kımıldatıyor, Muharriri Pearl BUCK Tejrika (Yeni tefrikamızı cumartesi günü nere başlamıştır. Araya fasıla girdiğinden ka- rilerimizin okuyamamış olmaları Ihtima- line binaen bugün yeniden baştan neşre- diyoruz.) a Saz damlı, küçük bir köy evinin mutfağında, toprak ocağın başında, kamıştan yapılma alçacık bir iskemle- de oturan «sana», tencerenin altında yanan ateşe, vakıt vakıt, ot atıyordu. Alevler yükseliyor, ana da, kâh ince kâh bir avuç yaprağı eşeliyor, sonra da, geçen güz- de, dağlardan bayırlardan toplamış olduğu kuru otlarla, tekrar tutam tutam, ocağı besliyordu. Çok yaşlı, bumburuşuk bir kadın, sürünmeği andıran bir güçlükle yak» laşmış; ateşe en yakın bir köşeye ge Up büzülmüştü. Sırtında, yamalı, mavi bir yeleğin Altında, kenarları gözüken, rengi: Çiy kırmızı, li kalın bir iç hırka- sı vardı. Gözleri, neredeyse hiç gör. miyecek bir haldeydi. Ağrıklı, kötü bir göz hastalığı, göz kapaklarını hemen hemen yapıştır- mış, kapamış gibi idi. A: kalan küçücük aralık rebiliyor, sana» nın 1 kuv- leri altında yanan, n parıltısını vetli, becer sıçrayan ale ağ- parak çıkan Koca karı, içeri çökm zından hoş bir fısırtı Yi bir sesle: — Aman, a la kala bir araba yi gil mi? Yoksa iki mi va: hale gelinceye ka beklenecek... Üstelii bir işe de yarıyacağım yok benim Bir avuç ot koparacak bile hal kalma- dı... Bizim gibilere ölüm paklık, ölüm paklık... diyordu. Bu son sözleri, koca günde o bir çok defalar tekrarlar durur, ve her sefe- rinde de, gelininin verdiği şu cevabı beklerdi: «— Böyle söyleme a koca nine! Biz tarlada iken, kapıda oturup, sen ço- cuklara göz kulak olmasan, dereye düşmesinler diye onlara bakmâsan ne yapardık?» İhtiyar kadın, dolu dolu öksürdü ve bu öksürük nöbelinin arasından, boğuk bir sesle şöyle dedi: bu gidişle — Sahi, şimdilik daha bu işe yarı- | yorum. Hele bu aralık ortahkta türlü türlü kötülük, soygunculuk, haydud- luk varken kapısının eşiğinde otur- mak, pek de öyle yabana atılır bir iş sayılmaz. Doğru kızım! Hele bir yak- laşan olsun da bak, nasıl bağırmasını bilir Şöyle, avazım çıktığı kadar. Hey gidi günler hey... Bizim zamanı- mızda böyle miydi?.. İnsan çapasını, küreğini Tanrının gecesi dışarıda bi- rakır, gene de sabah olunca, koydu- gunu yerliyerinde bulurdu. Yaz vak. tı hayvanımızı kapının arkasında, bir kancaya bağlardık, gün doğunca ge- ne de ora Gelin, h biyeli terbiyı — «Ya?! Sah kadın da «yakac akı 1 düşü: İlkbahar ekiminin şöyle eline bıçağını alıp, ağaçlardan bir İki dal kesmeğe, öteden beriden çalı çırpi toplamağa vakıt buluncaya kadar, yetecek miydi acaba? Kapının ardında, avlu işini gören «aydınlık» ın yanında, balçıktan ya- pılma bir damın altında, yağmurdan, kardan korudukları iki yusyuvarlak koca saman tınazı vardı... Vardı am- ma, pirinç samanı, kesmiği kıymetli. dir. Onu, uluorta herkes yakamaz... Ancak şehirlilerin harcıdır o... Ya ana, ya da erkeği, bunları koca koca demetler halinde, bir sırığın ucuna takıp şehre götürür... Karşılı. gına da, şıkır şıkır, çil gelebilirler... Öyle değil mi ş kıymetli bir samanı, ancak, oralarda. ki evlerde, ateş diye kullanabilirler... Gözleri aleve, aklı işine dal gene vakıt $akıt, acağa ot atıp dur yordu. Ateş, güneşle rüzgârdan tunç- laşmış keskin çizgili ablak yüzüne, dolgun, etli dudaklarına vuruyordu. son! i | lâkırdı sağanağını, sade ocağın No, 1 Kara gözleri, ışıkta parlıyordu; v8 larının hemen altında, çukurca, çek duru gözlerdi bunlar... Pek bir güzelliği yoktu bu yü amma, karşısındakine, hem iyii hem de ateşli, canlı, «ihtiras şeyleri hatırlatan bir hali vardı. İnsan bu yüze bakarken: «İşte, öfkesi burnunda bir kadın em yanında oturan zavallı ihtiya ğa şefkat ve iyilik göstermesini bilf cek, hem de ateşli bir dişi ve ana olf cak yaradılışta...» diye düşünürdü. * Koca karının, hâlâ çenesi durmü yotdu. Oğlu ile gelini tarlada çalış ları için, sabahtan akşama kadar, çö cuklarla yalniz kalâ kala, aklınca, gö linine anlâtacak bir sürü şeyleri vi sanırdı. Bu alabildiğine sürüp gidef' de” maânları yüzünden, vakıt vakıt tutaf, öksürük nöbetleri kesiyordu: r... Her vakıt de derim ya, bir erki” aciktı mı, hele oğlum gibi de, güdü kuvveti yerinde biri oldu mu, bir ç&! nak eriştenin üzerine yumurtayı w! rarsın... Oldu bitti... İşte yemeği” âlâsi... ; Ateşe doğru eğilen ana'nın etekl& ç rine, boynuna sümük i çeke çeki rak, sarılan, çocukların gürüğ” nü bastırı , buradi ,, bir yükselerek çal” perde daha kadına — gelince, o, ğını düşünüyo «i rlalarda o kadak — Nitekim o d& e ekimini, «Son sapan çizgisini kadar bitireceğim. diye az mıuğ, raştı... d Iuk günleri, toprağı çiyle besliyef al nemli geceleri kaçırmamak lâzım, Bö © ki bu, belki yarın gece, kuru tohum! rın içinden hayat fışkırmağa başi yacak değil mi? K Karanlıklarda, nemli, sıcak topr$i si gın bağrından, tarlaların hep birde m için için, gizli gi sırlı bir ürperişif cahlanacağını, kımıldanacağını gdülk şündükçe, haz duyuyordu. N Şu dakikada erkeği çalışıyordu df ha; çıplak ayakları, sapan izleri üz rinde toprağı eziyor, muıncıklıyordü Kadın, çocukların, tâ ötelerden, kıf lar, tarlalar ardından gelen sesleri çağırmalarile acele acele eve dönmüşi onu, işinin başında bırakmıştı Küçükler, analarını mutfa, İşlerinin geç kale r geldi mi, t ak şey var ki Sl ın kapi yon! o hem ağlif ufacık yun du; küçük kıza yor, hem de bir ruğun teviye, a götür rine oturmuş, ve y z 1 bağ kri etti, KÜ in verdi görmeleri, çocuk! çük oğlan sustu ve beş ği çeviklik ve kuvvetle, a pe şisra koştu. Arkasından da, küçüf kız, gücü yettiği kadar ona yetişmeği tı amma, dahâ üçünü pek biti” işti bile Kocaman renin içindeki ye” mek, artık iyice kaynıyor, güzel koku Iu buğu bulutları, tahta kapağı kaf dırıyordu Koca karı, derin derin kokladı ve Dİ ağzile, geviş getirir gibi hareketlef yaptı, birşeyler ge Ocakta alevler te gireö yanından d man tabal gın içini ya geri ç şından uza Gözlerini larını bu zâavâ sürte, bağırıyordu. ırpıştar 1yor plan, var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: