26 Mayıs 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

26 Mayıs 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Geçen yaz bir gün Nuriye rasla- | Muştım, Son derece memnundu. Sör- dum: — Ne o Nuri? Sevinçten eteklerin sil çalıyor... | Gülerek koluma girdi: — Azizim, dedi. Bugün hayatımın | en mesud günlerinden biridir. Saz- detimin sebebini sana anlatayım da dinle... Birer sigara yaklık. Nuri anlatma- ğa başladı: — Bu yazın ilk günlerinde idi. Say- fiyelerden birinde güzel bir köşk tut- muştum, İşte bu sırada çalıştığımı şirketten on beş günlük bir yaz tati- Hi de aldım. Bütün işim gücüm gezip tozmak eğlenmekti. Bir gün evimden çıktım. Deniz yo- Tuna doğru ilerlerken karşıdan gelen genç, güzel, esmer bir kadın gözüme Biribirimize yaklaşmca esmer kadın bana şöyle bir baktı, Kumaz bir erkek bu bakıştan birçok mâna- lar çıkarabilirdi. Ben pek o kadar kurnaz bir adam değilim amma gene bu bakışlarda birçok mânalar okumak. ta güçlük çekmi Sokakta bir ka- dının arkasına düşmek pek sinirime dokanan bir şeydir. Fakat buna rağ- men ayaklarımı kendi kendine esmer kadının peşinden gidiyordu. Böylece bir müddet yürüdük. Bir köşebasın- da tekrar döndü, bana gene münalı mânalı baktı, Hatlâ hafifçe gülüm- sedi. Baktın, benim oturduğum mahal-” Jeye doğru ilerliyoruz. Nihayet esmer kadın bizim köşkün biraz ilerisinde, geniş bir bahçe içindeki şık bir evin münde durdu. rerken Üçüncü defa ola» rak gene döndü ve bana baktı. Demek bu genç ve güzel kadın benim kom- şumdu. Şimdiye kadar bu derece gü- ze), bu derece sevimli bir komşum ol- duğunun nasıl farkına varmamıştım. Ertesi günü, daha ertesi günü onu gene gördüm. Bakışları pek candan- dı. Lâkin bir türlü onunla ahbap ol- mak için bir fırsat bulamıyordum. Nihayet talih bana yardım etti, Bir dostun evinde esmer, güzel komşum- la tanıştım. İsmi Pakize idi ve duldu. Bizim köşkten biraz ilerideki geniş bahçeli evde oluruyordu Tabii ben Pakize ile ahbaplığı bu kadarlık bırakmadım. Onunla sami- miyeti ilerletmek için her çareye baş vurüyordum. Nihayet adam akıllı ar- kadaş olmuştuk. Mehtaplı gecelerde yanyana deniz kenarma kadar ini- yorduk. Kayığa biniyor, saatlerce ge- siyorduk. Lâkin aramızdaki bu arkadaşlığa rağmen Pakize kendisile meselâ be- nim evimde şöyle başbaşa birkaç saat geçirmeğe razı olmıyordu. Nihayet dün benim yalvarmalarıma dayana- madı, — Peki, dedi, yarım gece seni ken- di evimde bekliyeceğim!.. Gördün mü muvaffakıyeti ezizim?. Bu gece saat tam on ikide Pakizenin köşküne gi- deceğim... Düşün bir kere... Hafta- lardanberi peşinden koştuğum bu gü- sel kadınla kim bilir ne mesud saat- ler geçireceğiz. Şimdi bugünkü saa- detimin sebebini anladın mı?.. Hay- di Allaha ısmarldık Oo Yarın görüşü. rüz Hikâyenin sonunu ve asıl tatl kbsmmı sana yarın anlatırım. Olur mu? Nuriden ayrıldım. Biraz sonra ben arkadaşımın macerasını ounutmuş- tum bile... Ertesi günü öğleden sonra İstan- bula inmşitim. Eminönünde bizim Nuriye rasgeldim. Yüzü sapsarı idi. Geceyi pek berbad geçirdiği gözlerin- den anlaşılıyordu. Bu sefer merakla yanına yaklaşıp serdum: — Ne o? Hasta mısın Nuri? i — Bırak birader.. Midem harap oldu. Doktora gidiyorum. Berbad bir haldeyim Nurinin macerası aklıma gedi. — Anlat bakalım dünkü hikâyenin | nihayetini ve asıl tatlı kısnım... Dün gece ne oldu? Nuri fena halde canı tavırla: — Bırak birader bırak... dedi, dün gece başıma gelenleri sana anlatsam belime hem acırsın, hem de kahka- balerla gülersin. Dün gece saat on | sıkılmış bir ikide Pa nin evine gideceğimi bi- değil mi? am on bir b evgili- | çaktır. Atla r.. Ben mutfağın kapısını ara- bırakırım. Oradan iç i. Ben de öyle yaplım. tam on ikide Pakizenin evinin bahçe duvarmı aşıyordum. Bu bahçede gö- rülecek şeydir. İçinde her türlü mey- va ağacı vardır. Neyse, lâfı uzatmı- yalım... Büyük bir heyecan içinde | sevgilimin bahçesinde, meyva ağaç- | ları arasından İlerliyordum. Birden- | bire, biraz ileride iri bir gölge belir- di. Bana bağırdı: — Durl., Şaşırmıştım. Korkudan ve heye- Candan neredeyse kalbim duracaktı. Durdum. Gölge bana yaklaştı. Meh- | tabın aydınlığında onu tanımıştım. Bu Pal nin bahçıvanı idi, Babacan bir adamdı. Beni tanımazdı, Fakat ben onu tanırdım, Beni kolumdan yakaladı; üm üzerine babacan bahçı- van bana: Ulan, dedi, şu yemişlerden yiye- bildiğin kadar ye de güzün doysun bir daha tursızlık etme... Evvelâ çık şu incir ağacına... f Ben inciri hiç sevmem... vana; — İstememi., mem, Bahçi- dedim, incir şev- - e iie şu ağaca... İstedi- . Bu gece ben seni mey» Ne dersin azizim? Bahçıvan söyle- diğini de yaptı. Ben: — Artık doydum, yiyemiyeceğim!.. dödikçe bu — Ye ülan güzün doysun etme... diye zorla meyva yediriyo! du. Hatlâ yemezsem elindeki sopayı kaldırıyor: didle meyva yediriyordu Tamam yarım saat karma karışık meyvalardan yedirdikten sonra ko- Jumdan tuttu, beni bahçeden dışarı attı. Yediğim türlü türlü meyvalar yü- zünden sabaha kadar mide sancıları içinde kıvrandım, Şimdi doktora gi- diyorum, Ne mesud gece geçirmi- şim değil mi? Hikmet Feridun Es SATILIK YALI Böğaziçinin en şirin ve sakin yeri olan Vaniköyünde iki katlı, sağlam ve kübik yapıl 76 numaralı yalı satı- liktir. İki kat biribirinden müstakildir. Birinci katta beş, ikinci katta yedi ha- vadar, aydınlık, duvarları yağlı boyalı oda ile 3X30 metre eb'adinda sağlam rıhtımı, berkosu, havagazı, elekiriği, alaturka hamamı, güzel bahçesi var- dır. İçindekilere müracaat. metini tazeleyi: mekle ve odanızdan çıkabilmekle grip bitmiş addedilmez, Başta devamlı bir | ağırlık, iştahsızlık, sigara içenlerde tü.| tünden lezzet almamak gibi: haller vücudün henüz tesemmüm altında bulunduğunu, €ski mukavemetini ve i asabiyenin evvelki zin- deliğini henüz kazanmadığını göste- Tir. İşte bundan dolayı grip geçirdikten | sonra kanım mugaddi hassalarını ve kırmızı küreyvelerden zenginliğini ta- zeleyen SİROP DESHIEN ile bir te- davi yapmak icab eder. Bu yeni ve taze kanla en muvafik bir suretle beslenen vücud, kudret ve mukavemetini iktisad eder. İştiha uyanır, hazım düzelir ve vücudü tok- sinlerden temizleyici uzuvlar faaliye- te geçerek kendini istilâ etmiş olan tekmil zehirlerden önu kurtarırlar, DESCHTEN ŞURUBU'nu #izin için da- ima emrinize âmâde bir stok halinde bulunduran eczacınızdan hemen iste- yiniz. YEGÂNE ÇARE BİR KAŞE Bu geceki , Nöbetçi eczaneler Beyoğlu ciheti: pi tiyapaşa caddesind Hayreddin Tav, Taksimde Taksim, Kurtuluş caddesinde Necdet Ekrem, Istanbul siheti: Fatih İsmeli Hak“ Kemal, Emin de Beşir Kemal - Mahmud Cevad, Bakirköy: Hilâl, Aksaray: Cerralıpaşada. Şeref smeddin, Küçükpazar: Bas Asadöryan, sl, Samatya: | da miniminisi ile yoldan aşağı İ vardı, hancının işlettiği kahveye git- Erofilos Çula, Alemdar: Sir Rasim, Şehremini Nazım. Kadıköy: İskele caddesinde Büyük eczane, Yeldeğirm Çula, Üs- küğar: Çarşıboyunda Ömer Kenan, Heybeliada: Halk, Büyükada: Şinasi Riza, Ortaköy, Arnarutküy, Bebek, Bey- koz, Paşabahçe, Anadoluhisarı, T- rabya, Yeniköy, Emirgân ve Rümeji- hisarındaki eczâüeler her gece acıktır. Çemberiltaşta Topkapıdı Eminönü Halkevinden: 20 mayis cuma ve 1 mayıs cumartesi akşamları saat 2030 da Evimizin Cağaloğlundaki salonunda Gösterit şubemiz amatürleri tarafından (Tipi) piyesi temsil edilecektir. Davetiye- lerin Ev bürosundan alınması rica olunur. ÇAPAMARKA, iBER BAHARATI Karabiber Beyazbiber Kırmızıbiber Tarçın Yenibahar Kimyon Karanfil Zencefil Sahlep Yemeklerinize Lexei; Nefaset, verir, Ve Sıhhatinizi korur, Her yerde 15 gramlık paketleri tur > kuruş Mütercimi Möberre SAMİ Teirika No, 14 Bekler . gini hazır- yım... diye mırıldandı. Yumuşak bir toprak öbeğinin üze- rine yatırmış olduğu yavrusunu ku- cağına aldı ve evine döndü Amma erkek gelmemişti. Evi gö- ren köşeyi kıvrılınca, şöyle bir baktı, ortalıkta yoktu o. İhtiyar nine göz- lerini tarlaların yoluna dikmiş, oy- namaktan yorulup kapının eşiğine oturmuş iki çocukla beraber bekli- yordu. Çocuklar analarını görünce, bağrış- tılar; o da şaşkın bir halde, uzaktan seslendi: — Babanız... Gelmedi mi daha? Oğlan çocuğu: — Gelmedi daha... Karnımız acık- tı! dedi ve küçük kız da yarım yama Jak, kesik kesik konuşmasile, gün&- şin son yaldızlı ışıklarından korun mak için gözlerini sımsıkı yuma Yu- ma, bir sada aksi gibi: — Gelmedi daha... Karnımız acık- tı! diye tekrarladı. İhtiyar nine Kalktı, iki yana yalpa vurarak, topa'lıya topallıya, avlunun ucuna kadar gitti ve evine dönen emmloğluna, çatlak sesile: — Ayol, oğlumu gördün mü sen? di- ye soracak oldu. Ana, ihtiyarın lâfını ağzında bırak- tırdı hemen usulce: «— Sus nine, da- ha hâlâ evine dönmediğini âleme yay- ma...» diye atıldı. Bu Jâflan, pek birşey anlamiyan ni- ne, uzaklarda aramp duran hasta çi- pil gözlerle — Yalancı? Hâlâ dönmedi ya işte! dedi. Ana Sesini çikarmadı, çocuklara 50- Zuk pirinç Jâpası verdi, ihtiyarınkinin üzerine biraz $u ısıtıp döktü, köpeğin önüne kırıntı, artık birşeyler attı, on- lar yiyedururken kendisi de kucağın- inip, artık... ti. Bu saatte, günlük iş'bittiği, erkek» ler birer birer evlerine ocaklarına dön» dükleri için yolda köylerine giden bir * iki kişiden başka kimseyi göremedi. Kahvede de pek müşteri kalmamıştı. Kendi kendine, onu, sokakta dizili duran masalardan birinde, ya çene kı- rar ya da birkaç kişi İle oyun oynar. ken bulacağını umuyordu amma, ne kadar gözünü dört aça aça baktı ise de mavi elbiseyi bir taraflarda göreme. di. Kapıya yaklaşarak içeri baktı. Han- cı yalnızdı; akşam yemeğini yemiş oca. ğının yanıbaşında, sırtını duvara ver- miş dinleniyordu. Yüzü kimbilir kaç gündenberi birikmiş yağ ve is içindey- di. Amma yıkanmak lüzumunu duy- mazdı, çünkü nasıl olsa bu zenaatte, hemen gene de simsiyah olunuveri- yordu! Genç kadın: — Bizim çocukların babasını gör- dünüz mü? diye sordu. Hancı, uzun, kapkara tırnağı ile diş- lerini karıştırdı, bunu emdi sonra da, baştan savma bir hajle: — Bu sabah bir aralık uğradı, şu- raya olurdu idi... Yeni mavi elbisesi vardı sırtında, ondan sonra da şehre gitti... dedi, Bunu söyledikten sonra, dedikodu damarı kabardı: — Ne var... Bir şey mi geçti idi ara- nızda? diye sordu. Ana hemen atıldı: — Hayır... Hayır... Birşey geçmedi. Şehirde görülecek bir işi vardı. De mek ki geç kaldı. Geceyi orada geçi- rip yarın sabah gelecektir... dedi. Birden merakı depreşen hancı: — Ne idi işi? diye sordu. Kapıya doğru yürüyen anâ: — Kadın kısmına her iş söylenir mi? Ne bileyim... diye cevap verdi, çıktı Evine dönerken, yolda ras geldikle- rinin sorgularına yarım yamalak kar- şuıklar veriyordu ki, birdenbire aklı- na birşey geldi. Hemen eve varır var. maz, içeri girdi, duvardaki saklı oyu- gun içini araştırdı. Bomboştu. Halbu. ki birkaç bakır metelikle bir de kü- çük gümüş paraları olacaktı; çünkü bir iki gün evvel, çekişmekte pek us. ta olan kocası, pirincin samanını gö. durur | tür yi bir fiat n çoğunu tutu; ve aldığı pa- ran saklasın di- | ye vermişti. O da bunu bir beze-sarıf düğüm düğüm üstüne basıp oyuğa sok» muştu. Şimdi de yerinde yeller esiyor« âu işte. Artık ana, bu para ile beraber erke. ginin de uçup giltiğini anlıyordu, San- ki gözünün önünden bir perde kalkmış gibi, kafasına,'bu dank ediyordu. Bir- denbire toprak evinin vurulmuş döşe- mesine, yere çöküverdi, kucağında ç0- cuğile, hiç birşey demeden sesini s0- Tuğunu çıkarmadan, öne arkaya S4 landı durdu. İşte bu kadar, kocası git- mişti! O da, başında üç çocuk, bir de ihtiyar nineyle kalakalıyordu... Erkeği gitmişti! Minimini ohuysuzlanmağa, sızıldanmağa başiadı, kadın pek ne yaptığını bilmeden memesini çıkardı. Öteki iki küçük de içeri girdi; kız göz- lerini uğuşturarak, sümüğü Tek ağlıyordu, nine de sopasına dayan. miş, durmadan; — Allah Allah! Oğlum herelerde i desene a kızım; nereye şını alıp, nereye gidermiş in O vakıt ana kalktı İkliyar kadın dinledi ve yüreği fe. tutuna tütuna geçti, Ana iki çocuğunu avluya gölü Yaz geceleri âdeti idi, yatırmadan e vel, onları yıkardı. İkisinin de üzeri- ne, esmer yumuşacık körpe vücudleri- Bİ bir elile uğuştura uğuştura iki ka- bak dolusu su döktü, onları temizle, Pek neler dediklerine, kulak vermiyor küçük kızın, göz ağrısından vızıldan- masına da âldirmiyordu. Yalniz onl ga yatırıp da, kü- çük oğlan babasını görememenin ver. diği şaşkınlıkla: — Ya babam”O nerede yatıyor? di ye sorunca, hâlâ üstündeki sersemli- ği silkip atamadan: — Nerde'yatacak? Şehirde. Yarın, öbürgün gelir baban, dedi ve hır sını yenemiyerek de şunları ilâve et — Zaar (zahir), elindeki birkaç para- yi da tük , öyle gelecek. Sonrada çok çok acılı bir sesle: — Kim bilir, mavi elbisesini de, ne hale sokac: İçinde bırakacak- t Ne çar elince hemen yıkarım... dedi. Bir bakımdan, ona karşı, hirs duy. duğuna seviniyordu, âdeta iki elle bu öfkeye sanıyor, o vakıt kocasının uzaklığım ayrılığını, o derece duymaz oluyordu. Hayvanları içeri ahrken, ka- pının Kolunu indirirken, hep bir yan- dan da; — Hoş belki de bu gece bile ben da- lar dalmaz, efendi gelip kapıyı vura- caktır ya, görüşürüz, diyordu. Amma zifiri karanlıkta, simsiyah, sıcak gecenin koynunda, kapısı baca- sı kapanmış odünın sessizliği içinde birdenbire ne öfkesi kaldı, ne de hır. sı, sadece korkmuğa başladı. Ne ya- pâcaktı? Ya gelmezse, tek başına taze bir kadın, ne yapacaktı?... Yatak ne büyük, ne bomboş geliyordu, Bu gece büzülmeğe, toplanmağa hiç lüzum yok- tu, İstediği gibi kolunu bacağını uza- tabilirdi işte, Kocası gitmişti. Birdenbire içini öy. le yakıcı bir istek kapladı ki, erkeği âdeta gözünde tüttü... İşte altı yıldır ki, onunla yanyana, biribirlerine değe değe yatıyorlardı. Gündüzün ne kâ- dar canını sıkmış da olsa, gece çöküp de bir yastığa baş koydular mı, erke- ğinin çocuk tabiatlı, tembel mi tembel, bir ağam olduğunu unutuverirdi. Şu dakikada, onun ne yakışıklı, ne iç açi cı bir adam olduğunu gözünün önüne getirdi. Bir kere erkeklerin çoğu gibi, ağzı bozuk değildi, sonra, nefesi de kokmazdı; pirinç gibi bembeyaz dişce- gizleri vardı! Ne cana yakındı. İliklerine kadar canı kocasını çeke çeke, upuzun yatıyordu. Öfkesi büs bütün geçmiş, içinde sade, sonsuz bu. caksız bir erkek isteği kalmıştı, (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: