15 Eylül 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

15 Eylül 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Ee yetlerini ezbere biliyordum. Kirası ucuz- du. Manzarası güzeldi. İçi son derece kul- lanışlı, odaları ferahta. Güneş bütün gün içinde idi. Çarşıya pazara yakındı. Tram- vay istasyonu biraz ölede idi, Dün gene Fuada ras geldim. O elimi sıkar : i i i : | İl EN «irafında boş yere çeneni sim. O başını derdii derdii iki tarafa salladı. Derin bir «ah! çektikten sonra: — Birader. dedi, sorma bu aparlıman yüründen başıma gelenleri... Arkadaşımın yüzüne hayretle baktım: — Ne o, deldim, şimdi de apartımanından: şikâyet mi ediyorsun? İnsanlar işte böyle- dir. Onlara en büyük saadefi verseniz g0- ne kendi hallerinden şikâyet edecek bir mesele icad ederler. Fuad: Yok azizim yok... dedi, benim şikâyo- tim çok haklı ve çok yerinde. öyle bir İş çıkt ki, an bütün iyi Bikleri, bütün güzellikleri tamamile gözüm- den silindi, gikti, man niçin böyle birdenbire götünden düş- tü, — Anlatayım, anlatayım da halime acı... saklandı. Genç erkek içeri girer girmez oda» ları birer birer dolaşmağa: — Zizi.. Guguk. Zizi. Guguuuulk. Nere- desin Ziri? Gugununuk! diye karısını araş- tarmağ başladı. Nihayet genç kadın sak- landığı perdenin arkasından; Karım: — Zalan sen aşktan ne anlarsın!.. Diyerek dudak büktü. İki gün bana su- Tat etti. Bunun sebebi de şu imiş... Ben ere girip onu bulamayınca! — Şiş. Guguunuk, diye bağır- malı imişim... İsmi Şaziye ya... Ona Şişi di- yecekmişim... Fakat asıl mühimmi neden sguguk!» diye bağırmamışım?. Aradan bir hafta geçti, Bu sefer karşıki yeni evliler çılgınlığı büsbütün arttırdılar. Apartıman içinde kovalamaca oynamağa başladılar. Bu sefer karım: — Bizde onlâr gibi eğlenelim... Biz de kovalamaca oynıyalım!.. diye başlamas m? Felâkete bak... Ben nasıl kovalamaca oy- narım,. yaş elli... Kilo ssksen dokuz Fakat sen gel de bunları karıma anlat. hatun Nuh diyor. Peygamber demiyor. Tutturdu bir > Fakat asıl mühimmi evvelki gece oldu. Zıpırlığı büsbütün arttıran yeni evliler ken- dilerine yeni bir eğlence icad etmişlerdi. Gece sokağa çıkıyorlar, Lapkı haylaz ç0- cuklar gibi bir takım erlerin sokak kapı- larını çalıp kaçıyorlardı. Bu suretle deh- geti eğleniyorlardı. Biz onları balkonu- muzdan seyrediyordu. Ben karşıki komşularımızın bu hareketi- ni pek çocukça buluyordum. Halbuki ka- rım hayran hayran: — Fevkalâda... Ne güzel de eğleniyor- ir Çılgınlık ne kadar güzel geydir. diyor- Onun sözünü kestim: — Evet. dedim, çılırınlık güzel şeydir am- — Ay biz üç otuzunda insanlar mıyız? Bak bir Amerikah âlim ne diyor? İnsanlar müddet muhafaza etmiyelim? Çocukluk ne güzel şeydir!... Dün gece geç vakit bir misafirlikten eve dönüyorduk, Yolda karım birdenbire bir erin sokak kapısına yanaşıp bütün kuvve- le çungırağı çekmez mi? Tanımadığımız evin kapısını çaldıktan sonru karım kaç- mağa başladı. Bana: — Sen de kaç!... diye bağırıyordu. Pakat ben Birdenbire karı- mın çaldığı kapı açıldı, Bir herif dışarı çıktı. Onu görünce ben de kaçmağa dav- randım. Herif hiddetle arkamdan yetişti: — Kapi mi çahp kaçmağa erizi müsun be adam.. Yaşından başından utan bari. diye yakama yapıştı. Birkaç söz söy- İlyecek pktum, Bu bana mükemmel bir da- yağa mal olda... Görüyorsun ya başıma ge- Tenleri... Hikmet Feridun Es Gece-maçları Galatasaray Beyoğlusporu 3-1 yendi Dört klüp arasında tertip edilen gece maçlarının dördüncüsü dün ge- ce 'Taksim stadında Galatasaray ile Beyoğlu spor klüpleri arasında yâ paldı, Işık tertibatında yapılan son de- Bişilik ve 10 dakikada bir beyaz bo- yah topların değiştirilmesi müsaba- kanın normal şartlar altında de- vamını temin etmiştir. Üç bini aşan bir seyirci kütlesi önünde yapılan bu maça Galatasa- ray talebe olduğu cihetle geçen sene takımda oynamayan Salim, Eş- fak ve Bülendi alarak şu şekilde çık- mıştı: Galatasaray: Osman - Salim, Fas ruk - Eşfak, Enver, Yusuf - Necdet, Salâhaddin, Cemil, Boduri, Bülend. Beyoğlu spor her zamanki kuvvet- li kadrosunu muhafaza ediyordu. Müsabakaya hakem Ahmed Ade- min İdaresinde saat tam dokuzda Galatasaraym hücumu ile başlandı. Evvelki müsabakalarda görüldüğü gibi çok süratli bir şekilde oynanan oyunun ilk dakikaları mütevazin ve karşılıklı akınlarla geçti. 6 ncı dakikada geriden aldığı pası iyi kullanan Cemil takımının birinci ve devrenin ortalarına doğru ikinci golünü yaptı ve devre 2-0 Galatasa- ray lehine kapandı. İkinci devreye Beyoğluspor çok ener- jik bir şekilde başladı. Ve temin ettiği hafif üstünlükten istifade ederek 6 ncı dakikada yegâne golünü yaptı. Bu sayıdan sonra oyun biraz sertle- şir gibi oldu. 25 inci dakikada Cemile yapılan penaltıdan Galatasaray üçüncü golünü kaydeti ve müsaba- ka bu vaziyet değişmeden 3-1 Gala- tasarayın galibiyeti ile bitti, Istanbul Defterdarlığından; Müsabaka ile Memur alınacaktır. Münal Tahakkuk ve tahsil tebliğ memurluklarına müsabaka ile memur alınacaktır. İmtihan 18/9/939 tarihine tesadüf eden Pazartesi günü saat 14 te yapılacaktır. Bu memurluklara alınacakların orta mektep mezunu olmaları Yâzımdır. İsteklilerin orta mektep şahadetname veya tasdiknamesini, hüviyet cüz- danını, hüsnühal kâğıdı ve sıhhat raporile 6,5 X 9 ebadında dört kıta fotoğ- raflarını bir dilekçeye batlayarak 16/9/939 gününe kadar Defterdarlığa müra- caatları. 7025) Bandırma Mal Müdürlü üğünden: Manyas gölü civarındaki Tuzla binası dahil olmak üzere gölün otuz bin lira bedel muhammenli balık av ve resmi ve avlamak hakkı haziran 939 tari- hinden itibaren 3 sere müddetle açık arttırma suretile müzayedeye konulmuştur. 28 Eylül 939 günü saat 15 de ihalesi yapılacaktır. Muvakkat teminatı bedeli muhammenenin yüzde yedi buçuğudur. Talip olanların Bandırma Belediyesinde müteşekkil komisyona müracaat etmeleri ilân olunur. (1115) Tefrika. No, 60 Yazan: İskender Fahreddin Leylânın babasına vermek istemediği hazine anah- tarını, yükseklerden inen bir kartal kapıp kaçmıştı Leylâ anahtarı elinden bırakmıyordu. Hattâ hahası istediği halde, ona bile ver- memişti. Orman bekçisinin bülün ümidleri birden- bire suya düştü. — Mühür kimde ise Süleyman o olacak. Yazık oldu emeklerime, Diyerek Ömerin yanından ayrıldı. tün Arabistan dâfeti de ilân etmeyi düşünmüştü. Mehdi- min ihtirasları gitiikçe büyüyor, derinleşi- yordu. — Herşeyin başı paradır. Hazine elde edilince, halife olmak kolaylaşır. diyordu. Şeyh Mehdi bir gün Leylânın arkadaşını sağırdı ve gizlicr konuştu: — Leylâdaki hazinenin anahtarını he- men çalıp bana getirirsen, sen de şengin olursun, Hatice! -dedi. - Bumu senden baş- ka kimse yapamaz. Şeyh Mehdi kızını çok sevdiği için incit- mek istemiyordu. Yoksa hazinenin anahta- rını Leylâdan zorla da alabilirdi. Şeyhe kim karşı koyacak? Hatice tereddüdle cevap verdi; — Şimdiye kadar hiç birşey çalmadım. Paknt mademki israr ediyorsunuz. anah- tarı size getirmeğe çalışacağım. — Onu nereye sakladığını görmedin mi? — İlk gecesi koynunda idi. Ondan sonra nereye koyduğunu görmedim. Hatice, Leylânın babasına anahtarı ge- Gec vadederek, şeyhin yanından ay- ri Ömerin hastalığı devam ediyordu. Kabilenin ihtiyarları artık yapılacak bir b Da sörlüyorlardı. Leyi — Bana (Tilsimli taştı getireceğini süy- lemişti. Ömerin cesureline şimdi inandım, diyordu, bu anahtar belli ki, (Tılsımlı ta- gön bulunduğu hazinenin anahtarıdır. Ma- dem ki, Ömer dediğimi yaptı. sözünde dur- du. (Esrar dağı)nın tepesine çıktı ve ora» dan sağ döndü. Ben de ona iyileşinceye ka- dar hizmet edeceğim. #.. Hazinenin anahtarını bir kuş mu kaptı? Kabilenin bilginleri; — Ömer hastaliğınin yedinci günü de gözlerini açıp ayılmuzsa, iyileşmek ümidi kalmaz. Demişlerdi. Leylâ o sabah bahçeye çıkmış, kuşlarile, tarusiarile meşgul olmuştu. Bir aralık ha-, vuzun başına oturdu. Koynundan (Gudea)- nın hazinesinin anahtarını çıkardı. — Bunu babam elde etmek istiyor am- mia, bon ona vermiyeceğim. Bu. Türk'ün malıdır. Türke yaraşır. (Can) bey ya- kında olsaydı, ona gönderirdim. Leylâ kendi kendine söylenirken, gök- yüzünde kocaman kanadlarını gererek yıl- dırım süratile bahçeye doğru inen bir kuş gördü. Kartalın kanağları o kadar büyüktü ki, gökyüzünde yelken gibi açılmıştı, Leylâ 0 güne kadar böyle kocaman Kanadlı bir kuş görmemişti. Kartal süratle bahçeye indi. Leylâ birdenbire korkarak elindeki anahtarı yere düşürdü. Kartal yerde du- ran anahtarı gagasile aldı, silkinde ve tek- rar havalandı. Leylâ çole korkmuştu. Havuzun başında büzülmüş titriyordu. Bu nasl hayvandı böyle? Gökyüzünden, Leylinın elindeki anahtarı kapmak için mi inmişti? Leylâ kendine geldiği zaman, kartal bir hayli yükselmişti. Şeyhin kızı bahçenin ar- dında dolaşan nöbetçilere: rini Şu büyük kuşu vurun. yere düşü- yi Diye haykırıyordu. Nöbetgiler hemen yayların lela yakdırmağa — Ne oluyorsunuz... ne var? Bu gürültüye” sebep ne? Leylâ ağlamağa başladı: — Havadan inen bir kartal, elimdeki anahtarı kaptı. gidiyor. babacığım! Emre- diniz de onu yere düşürsünler. Mehdinin gözleri döndü: — Ne diyorsun, Leylâ? (Guğsa)nım til- sumlı anahtarını kartala mı kaptırdın? Leylk başını bir ağaca dayadı” — Haydi, ne duruyorsunuz, baba? Kar- tal uzaklaşıyor. vakit geçerse. okçuların okları yetişemez. Anahtar elimizden gider. Şeyh Mehdi fena hâlde hideetlenmiş- 45. Nöbetçilere şiddetli emirler verdi, Gök- yüzüne ok yağmuru yağdırmağı başladılar, Fakat, yel kayadan ne alır?! İhtiyar kartal (Esrar dağına doğru yükselmiş ve zavi- yeden tamamile uzaklaşmıştı. Okçular kartalı düşüremediler. Ömerin bin müşkülâtla elde ettiği tılsım» Mh anahtar tekrar elden çıkmıştı. Leylâ ke- derinden dövünüyordu. Şeyh Mehdi, vak- tile anahtarı kızının etinden çekip atmadı. ğına pişman oluyordu. — Beni mahvettin, Leylâ! diyordu - Ben o anahtar sayesinde Arabistanda yeni sal- tanat kuracaktım . Halife olacaktım. hazi- nem zenginleşecek, tebaam ve-nüfuzum ar- tacaktı. Neden o anahtarı bana vermedin de sersem, beyinsiz bir kartala kaptırdın? Leylâ: — Olan oldu, baba! dedi - Anahları ka- pan kuş, bizden akıllı imiş. Köbetçiler dav- Tanıncaya kadra, o, (Esrar dağı)nı aştı bi- le. Şimdi sizin için yapılacak bir iş var: Adamlarınızı (Esrar dağinn o gönderip (Gudea) nın hazinesini boşaltmak. — Ya anahtar?... O elimizde yokken, ha- zineyi nasıl açabiliriz? — Orman bekçisi hazinenin yolunu ve ye» rini biliyormuş. Adamlarınza o yol göster- sin. Hazineye varınca Kapıyı kırmak güç biy iş değil ya, Şeyh Mehdi kızının fikrini pek de mâna“ &z bulmadı. — Hele biraz düşüneyim'de. Karanmı sonra veririm. — Adamlarınız (Esrar dagin çıkarsa ve hazineye girmeğe muvaffak olursa, (Gu- dea)nın gözünde durun taşları bana getir- meyi unutmasınlar. Bunu adamlarıntza ve orman bekçisine tenbih edinis. Ben o ha- zineden başka birşey istemem, baba! Yal- mz 0 taşları getirsinler bana. Diyordu. Leylânın babası: — Peki, söylerim. Sen üzülme! dedi, - ho- nüz bu işe karar vermedim. Eedadım (Ks- rar dağına şimdiye kadar kimi gönder- diyse dönmemiş. orada kalmış. Bakalım oraya gidecek adam bulabilecek miyim? — Dağa çıkmak için tehlike yoktur, ba- ba. Dağın hâkimi olan yaban öküzlerini — Kim söyledi Fam sara? — Bekçiden duydı — O halde dağın tk tehlike kalmamış de- e. İcap edetse den bile' çıkarım Escan gözlerini açar açmaz Leylâyı sor- muştu. kin başı ucunda bekliyenler sevinç- (Arkam var) SEVİLEN KADIN Hint kaldırdı. Bu sırada, avukat Ferid de koridora çıkmıştı. — Vallahi sizden af dilerim efen- dim... Bu işi yapmak üzere devletha- nenize gelmem daha doğru olurdu. Fakat bütün gün öyle meşguldüm ki, boş bir dakika bile bulamadım. — Ne zarar var? Bilâkis, memnun oldum... Bir yerlere çıktığım yok. Bu- raya kadar gelmek benim için de bir gezmek yerine geçti... Siz benim en sadık ve kıymetli dostlarımızsınız... — Buna şeref veriyorsunuz... İltifat Nakleden : ( Nü ) ediyorsunuz... Ve derhal sadede gelerek: — Meselenin ne olduğunu anlata- bildim mi acaba? — Evet, — Acıbademe bir alıcı çıktı... Ar- zettiğim gibi... Necile, çekingen bir eda ile: — O alıcı olan zat şimdi buraya mi gelecek? Avukat, saatini çıkarıp baktı, — Öyle efendim... Hemen gelmesi lâzım, — Peki Vehbi bey? — Kendisinin bende vekâletname- si vardır. — Bu ecnebinin ismi nedir? — Soy adı da Aciba imiş... — Evet, evet... — Mısırı mı? — Öyle efendim... — Aslen Mısırlı demek?... — Hayır... Necilenin heyecanı artıyordu. — Öyleyse nereli imiş?... Sesinin titrediğini kendi de hissedi. yor, iradesine sahip olmak istiyordu. — Sizden saklıyacak değilim, ha- nımefendi... İstanbulludur. Fakat bu- rTadan ayrılmış... Mısıra gitmiş... — Uzun zamandanberi mi? — Takriben on sekiz yirmi sene... Fakat bunu bir sır diye bana tevdi et- ti... Mısırda ve Avrupada, Amerikada Aciba ismile tanınıyor... Sahi... Ken- disini de tanırsınız... Öyleyse bu sır, size göre değildir. Lâkin o İstanbul- dan ayrıldığı sıralarda siz henüz pek gençtiniz. Yüreği hızlı hızlı çarparak, Necile: — Demek ki, Cemil Hüsnü bey”... « diye sordu. — Evet... Yazıhanede bir çıngırak çaldı. Ye- ni biri gelmişti, Avukat, sakin bir eda ile: — Sizleri biribirinize tanıtayım... « dedi, « Vehbi bey efendinin zevcesi... Cemil Aciba... Ve hemen içeriki odaya geçti, Ora« la meşguldü. Böylece, iki eski âşık başbaşa kak dilar, Cemil, Necilenin önünde eğile- rek onu hürmetle selimladı. Bütün fena hisleri, sevgilisini gö- rür görmez derhal erimiş, değişiyer. işti. Tatlı bir sesle: — Necilel - dedi. - Demek bunca sene sonra sizi tekrar görüyorum! Karşısındakine den daha güzel, daha erkek, daha ira- deli ve harekâtına hâkim! Cemil, arkadaşının çıktığı ve nere- deyse avdet edeceği kapıdan gözlerini | ayırmıyarak, şöyle söyledi: — Bir daha bu memlekete dönme- mek, sizi görmemek kararını vermiş» tim. Fakat nefsime karşı olan bu ah- dımı tutamadım, Şimdi ise sizi tekrar görmekten ne büyük bir saadet duy- duğumu kabil değil tasavvur edemez. siniz, Kadın, yalvarır gibi: — Cemil! - dedi, — Çektiğim azap yetişir... Herşeyi öğrenmenizi da, kâtibi Ragib, evrakı tamamlamak» edersem red mi edersiniz? Bakışları karşılaştı. Aşk şimşekleri sıçradı. Kalbleri fazla mukavemet ede medi, Genç kadının mukavemeti kalma- maş. — Hayır... - dedi, - Reddetmem. — Öyleyse ne zaman?... Bu akşam mı? — İsterseniz! — Aşağıda duran olamobil sizin mi? — Evet. — Savınız... Ben “buradan çıkınca sizi köprünün Kadıköy iskelesi yanın- da beklerim... Otomobillerin durduğu yerde, — Peki, 'Tam o sırada Ferid, kâtibi Ragıbla birlikte içeri giriyordu. Nihayet kos- koca evrak dosyası - tamamlanmıştı. Avukat işin mahiyetini bir'kere daha anlattıktan sonra, imza için kalemi Mihrinur hanımefendinin torununa uzattı, Ve yavaş sesle; — Görüyorsunuz ya, efendim... Bir iki dakikalık işmiş... « dedi, Kadın, imzasını attı, Cemil de onun» kinin yanına imzayı attı, sAlım satım için» vekâletnameyi vermiş bulunu- yorlardı, İş bitmişti. Ertesi gün avu- kat, tapu dairesinde meseleyi nihayet- Jendirecekti, Avukat, arkadaşına şu mânaya ge len bir nazarla baktı: (Arkası var) i

Bu sayıdan diğer sayfalar: