8 Ekim 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

8 Ekim 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HER AKŞAM BİR HİKÂYE Muhterem — Nezahet ne oldu kumuz? — Ne sen sor, ne ben söyliyeyim. — Deme Allah aşkına... başma bir iş mi geldi? Hem ne iş! — Aman anlat. bir kelimeyle söyle, — öldü. — Vah yavrucak vaaâh.. Ölüm Nezahe- te yakışır mıydı?... O Kadar neşeli, o kadar hayatı kır... Sebep?.. Yoksa delişmenlik ederken. bir otomobil, tramvay altında mi kaldı? Yoksa pencereden pencereye atlar- kon üst kattan avluya mı düştü? — Nezahet deyince akla muhakkak eceli kasa gelebilir. Onun tabli-bir şeklide bileceğini havsala almaz, doğru.. Pakat yavrucak kazadan ziyade tabilye benziyen bir ölümle bu dünyaya gözlerini kapadı. Bak, nasıl... i.. Beyoğlu caddesinde yolda bana rasladı. — Nereye, Raşid? - diye sordu. - Haydi beni gezdir... — İşim var — Canım: sıkılıyor. Ne işin varsa bende beraber geleceğim. — Olmar, efendim.. Bir doktor dostumu ziyarete gideceğim... Böbreklerimden mua- yene olacağım. Arasıra sancım tutuyor. — Geçmiş olgun amma, sidirma... Seninle ben de gelirim... Yanında bulunurum... Ne çıkar? İstersen gel... - demeğe mecbur kal- dım. - Fakat hiç de eğlenceli bir ziyaret olmiyacağını düşünmen JâziMm. Kendime bundan da bir zevk çıkarırım. Zevkimin bir hissesini sana verdim miydi, derdini illetini unutursun. Yürü... — Ah kaçık ah. Sokakta birlikte yürüdüğümüz sirada, bas na bin türlü hikâye anlatıyordu. Güldüre güldüre beni kırıp geçiriyordu. FU dişi gi- bi beyaz di | göstererek o da kendi sözlerine ka! kırılıyordu. Söyle- diğin gibi değil mj? Cidden hi tayordum, Doktorun muayenehanesine girdik, Nö- bette bir hasta daha vardı. Doktor eşikte nl görünce i, - Bu küçük hanım- mi muayene edeceğim?... Buyurun. Fokal bizden evvel gelen hasta, itiraz et- ti: — Nöbet benim... Sıraya riayet edilsin! Hekim, ister İstemez? — Tabii... Siz giriniz... Hakkınızdır! - di- yerek onu içeri aldı; bizim cevap verme» mize vakit kalmadı Şeytan kız, eğlenceyi icad etmilşti — Beni hasta sandı... - diye alay odiyor- du. - Yüzümde de o hal vardır ya Allah işin.. Bu doktorlar böyledirler zaten; şa- yed kendisine mürcant etsem, bir ârızamı bulduğunu iddia eder... — Yok canım.. Bu benim arkadaş öyle külüstür hekimlerden değildir. Gayet ha- Ziktir.. Aldanmasına imkân yoktur, — Adaaam sen de,. Söyledim ya: böbreklerimden rahalsız- dım. Bir aralık dışari çıkmak mecburiyeti- ni duydum, Ne gerip tesadüf ki, o sırada öteki müşteri gitmiş; onun yerine bizim kü- çük hanım muayene odasına dalmış. Şez- Moagun Üzerine uzanmış; gelişi güzel bir noktasını. vücudünün tam ortasını, kabur- ga kemiklerinin ortasını göstermiş: — Şuram ağrıyor. Doktor, gözlüklerini alnından burnuna Andirerek ciddi ciddi muayene #diyordu. Hizmetçi beni intizar odasında sağa 39- a bakınir görünce: —- Efendim, sizin arkadaş küçük hanım Içerde! « dedi, Kabineye daldım ve onlari bu vaziyette buldum. talığım olduğunu unu- Şaşırdım, korktum ve ae3 - çıkarmadım. Esasen Nezahet de: — Sus! Bormü... - Minasıma bir işarette bulunuyordu. Doktor elddi bir insan olduğu için ken- disini alaya aldığımızı gösterecek biç bir harekette bulunamazdık. . Tefrika No. 93 Nezahetin ölümü doktor operatör bayan İffet Onur'a ithaf Bir dinledi, bir daha dinledi. Bastırıp: — Acıyor mu? » diye sordu. Nezahetin rengi değişti — Acıyor. — Burası? — Ay, ay, ay. Aciyor. — Peki kızım.. Birşeyin yok.. Geçer.. Fakat, bir radyografi. Nezahet alay etmek mi, alayı kesmek mi lâzım geleceğini artık bilemiyordu. Dokto- run nazarlarında «Vah vah! Bu yaştal, mânasında teessüfünün fışkırdığını oda anlamış gibiydi. Kızcağız şaşkın bir halde elbiselerini dü- zeltirken, doktor bana bir göz İşareti yab- tı: — Seninle konuşacaklık hani... Şu aralığa geldi... - dedi, Çıktık — Hemşiren mi? Hayır... — Akraban mi? Ahbabım. -—- Maalesef, ilerlemiş bir kanser, azi- zim... Râdyografisini yaptır, göreceksin. — Ne diyorsun? — Senden saklamıyncağım... Ümideiz.. Birdenbire kapı açıldı. Nezahet, kendini tutamamış, muziplik olsun diye yaptığı nu- maralardan birini, bü sefer de merak sal- kasile tatbik etmişti. — Ben mi?.. Kanser mi?.. Ümidsiz mi- yim”. - diye sapsarı kesildi. Midesini bastırıyordu. Bastırdıkça yüzü gözü biribirine karışıyordu. Belli ki acı du- yayordu. - Şakana karşılık biz de şaka yaptık! — diye uymaz yalanlar uydurmağa cabala- dık; lâkin dilimiz dolaşıyordu. esahetin neşesi, artik tamir edilmez bir şekilde kaçmıştı. Kendi hastalığımı, muayenemi unuttum. Onu alarak bir yere, gözmeğe gölürmek is- tedim. Fakat elimden kurtulup kaçtı. Hemen o gün röntgenini aldırmış. Diğer bir röntgeneiye giderek, filmin başka biri- ne ald olduğunu söylemiş: - Bunun sahibi bir aydan fani yaşa- maz! - cevabını alınca maneviyatı kirildi, Hemen ertesi gün, bir daha kalkmamak le yataklara düştü. Ve işte netice: Öldü... ttığım vaka üzerinden bir ay geçme- mişti ki, o güzel, o canlı kız, yuvarlandı. gitti Bilmem ki, şayed kendisine yolda rasla- masaydım, Şayed peşime takılarak © şaka- yı yapmağa kalkmasaydı, başına syni fe- lâket ayni tarihte gelecek miydi?.. İşte halledemediğim bir muamma w Askerlik işleri Fatih Askerlik Şubesinden: 1 — Yüksek ehiiyetnameyi hate olanların 1-3/Teş /989 da Yedek subay okuluna gön- derilmeleri müukarrerdir. 2 — Şubemize men- sup olan bu şartları haiz okurların muay- yen günde okula gidebilmeleri için hemen şubeye müracaatla şimdiden yoklamalarını yaptırmaları ilân olunur, yal * Beşiktaş Askerlik şubesinden: Beşiktaş Askerlik Şubesinde kayıtlı Ye- dek Topçu Teğmeni Bağdatlı Tevfik oğlu Cellettinin şubeye müracaakı ilân olunur. Fatihi Halkevinden: Evimizde aşamdaki dersler açılmıştır. Yazılmak İsteyenlerin her gün saat 10 dan 7i e kadar Eyimiz direktörlüğüne her ders için 3 fotograf ve nüfüs hüviyet varakala- rijle müracaatları rica olunur. Derslere 16/10/939 tarihinde başlanacaktır. Türkçe okuma - yazma, hesap bilgisi, hayat bilgi- #i, sağlık bilgisi, Fransızca (A - B), Alman- ca (A - Bp, İngilizce (A - B), muhasebe, fotogralçılık. o akördiyon, piyano, keman, tanfar, koro, solfej, resim, biçki, dikiş, na- kış, ev idaresi, şapkacılık, çiçekçilik, ka- Miğrafl, İSEViLEN KADI Bayram ağa, bu suretle uzun uza- dıya çene çaldıktan, derdini deşip endişsesine derman aradıktan sonra biryol saatine baktı: — Ben artık gideyim! - diye dav- randı, - Senin sütüne havale, Hacı N. eferdi; istediğin gibi bu işi idare et, beni de kuzum temize çıkar! — Peki peki ...Bey beni yemeğe da- vet etti. Haydi, seni de götüreyim... Bu suretle bizim adamımız olduğu- nu görsün... Bayram ağa, bu sabah ne haleti ruhiyedeydi, şimdi ne hale girmişti. Kuzu kuzu boyun eğerek: — Peki! - dedi Camide öğle ezanı okunurken, ahçı dükkânına gittiler. Orada, kapının önünde bir sofranm hazırlandığını © gördüler. Hacı, Cemile, bir göz işareti çaktı: © « — Öğrendim!, mânasına gelen bu © işaretin ne demek olduğunu kavra- makta Necilenin âşıkı güçlük çem- medi, Yemekle hoş beş, öteden beriden görüştüler, Cemil arabasına binerken: Nakleden Vâ - Nü) — Bu iyiliğinizi unutmuıyacağım | Mehmed Emin elendi! - diye fısıldadı. Kahvecinin elini dostça sıktı. Köy- den ayrıldı. Ertesi gün sevgilisine şöyle bir mektup yazdı; Necileciğim! Gayemizin tahakkuku kolaylaşa- caktır sanıyorum. Merak etme; yal - mz başıma uğraşarak iyi bir neticeye varacağım. Emniyetle bekle, Gözyaşlarını dindirmek için haya tımı feda etmeğe razıyım. Cc. * ” Azmi gün zarfında, avukatın kâtibi Ragıp, neşe İçinde, Tepebaşındaki evine dönüyordu. Aklı fikri hep güzel komsusundaydı. Süzana yardım eden meçhul hâmiyi düşünüyor; ona karşı da kalbinde derin bir muhabbet ve şükran duyuyordu. , Merdivenlerin ilk basamağına aya- ğını atmıştı ki, kapıcı, arkasından seslendi: — Size mektup var... Zarfı eline aldı. Gözalınca anne- sinden olduğunu anladı. Kadıncağız Bugünkü futbol maçları Taksim stadı: Karagümrük - Altınordu saat 11 Altıntuğ - Beykoz » Galatasaray - Hilâi » 15 Şeref stadı: Galataspor - Anadolu Feneryılmaz - Beyoğluspor Fenerbahçe - Topkapı Fener stadı: Kale - Yeniyıldız Vefa - Süleymaniye Beşiktaş - İstanbulspor Süleymaniye stadı: Alemdar - Eyüp Galatagençler - A. Hisar Demirspor - Beylerbeyi İstanbul hakem komitesi âzalığı Münhal bulunan İstanbul Hakem komitesi âzalıklarına Süleymaniye klübünden B. Orhan ile Galatasaray klübünden Osman Müeyyedin seçil- dikleri Futbi federasyonu yüksek ha- kem komitesi tarafından bildirilmiş- tir. Bu suretle İstanbul Hakem komi- tesi avukat Abdullahın başkanlığı al- tında Fenerbahçeli Cafer, Galatasa- faylı Nihad, Osman Müeyyed, Süley- manyeli Orhan ve İstanbulsporlu Nü- ri Bosut'tan teş edilmiştir, Tenis müsabakaları Bölge tenis ajanlığı tarafından klüp takımları arasında tertip edilen tenis müsabkalarına bugün Moda deniz klübü kordiarında devam edilecek- tir, Üç klübün iştirak ettiği bu müsaba- kalarda Dağcılık klübü, Fenerbahçe Beyoğluspor takımlarını yenerek bi- rinci olmuştur, Bugün Fenerbahçe ile Beyoğluspor klüpleri arasında yapi- lacak karşilaşmalardan sonra bu yaaçların ikincisi belli olacaktır. Beyoğlu spor klübü Ankara- ya davet edildi Teşkilâta yeni giren kuvvetli klüp. lerden Beyoğluspor, Ankara Gençler- birliği tarafından iki maç yapmak üzere, önümüzdeki hafta için Anka- raya davet edilmiştir. Fakat maç tek- if edilen tarihlerde lig maçı olduğu için, Beyoğluspor takımı Ankaraya gidemiyecektir. Mülkiye tayinleri İstanbul vilâyeti idare heyetine İzmir vilâyeti idare heyeti üzasından B. İbrahi- min, İzmir vilâyeti idare heyetine de İs- tanbul idare heyeti âzasından B. Enverin tayinleri emri dün vilâyete bildirilmiştir. Bir müddettenberi İstanbul vilâyeti ikin. ei vali muavinliği vekâletini yapan mül. kiye müfettişlerinden B. Raufun gene asıl vazifesi olan müfettişliğe nakl e İstan- bul vali muavinliğine Ankara Belediyesi reis muavini B. Halâkun tayin edileceği kuvvetle söylenmektedir. ona haberler veriyordu: Memlekette her şey yolundaymış, Oğlunun son mektubunda vadettiği para vaziyeti olduktan sonra artık sıkıntıdan kur. tulacaklarmış; rahat rahat geçine- ceklermiş. Ragıp, elindeki bu mektupta şef- kat ve samimiyet kokusu aldı; onun- la ciğerlerini şişirdi. Hemşirelerinin küçüğü şu satırları yazıyordu: «Hayatta cesaretini, metanetini kaybetme, ağabeyciğim. Çoğu gitti, Aâzı kaldı. Kendini de, bizi de kurtara- caksın. Allah sana gönlünce güzel, iyi bir kız ihsan etsin. Senin gibi doğ- ru mükemmel bir İnsanı nasıl sev. mezler. Mutlaka büyük bir muhab- bete mazhar olacaksın. Her cihetçe bahtiyar olacaksın. Senin saadetinle de biz mesud olacağız.» Ve gururla şu satırları ilâve edi- yordu: «Babamız, büyük babamız şerefli insanlardır. Onların yerine başımız- da seni görmekle şeref duyacağız.» Avukatın kâtibi, annesinin ve hem- şirelerinin imzalarını öptü. Merdive- nin sahanlıklarında durarak bunları okumuştu. Yürüdü. Güzel komşusu- nun kapısı önüne gelince birkaç sa- niye durdu. İçeride hiç gürüllü yoktu. «— Demek ki dönmemiş...» diye Tefrika No, 84 Yazan: İskender Fahreddin Ayşenin en büyük endişesi oğlunun dağa çıkması idi, bunun için Canın dört tarafını gözcülerle kuşatmıştı — Fırat ortadan kaybolamasaydı, Can ! ona âşık olurdu. Onu sevdiğini görüyor- dum. Diyordu, Fıratın birdenbire ortadan kây- bolması reisin bütün işlerini ve bütün cmel- lerini alt üst etmişti. (Fıratı yurdun dört köşesinde aralış- Jar, bulduramamışardı. Herkes (Firat)ın öldüğüne inanmıştı. Bir gün (Can) bey annesine — Piratı boş yere aratmayınız, dedi,o şimdi halifenin sarayında yaşıyor. Ayşe birdenbire şaşırdı: — Ne diyorsun Can? Fıratın halife sara“ yında ne İşi var? Can bey - Aradan zaman . geçtiği için - hüklkati söylemekten çekinmedi: — Onu ben esirçilere sattım, Ve onun ye- rine senci bir cariye satın aldım. Esirçi ba- nü: sİşte bu, halifeye lâyık bir kızdır.» de- işti. Ayşe saçını başını yolarak ağlamağa baş- ladı: — Niçin böyle yaptın. oğlum? Anana, bâ- bana acımıyor musun? Yurduna muhabbe- tin yok mu? Yarın baban ölürse, onun ye- rine âen geçeceksin! Baban neslimizin sön- memesi için seni bir Türk kızile evtendir- mek istiyor.. neden onun bu arzusuna karşt geliyorsun? Artık çocuk değilsiı büy dün.. koca delikanlı oldun! Halbuki, bu yaptığını, küçük bir çocuk bile yapmaz. Iraktan babtun getirdiği nur topu gibi gö- zel ve sevimli bir kızcağızı, zenci bir © ile nasıl değiştirdin? İnsan gündüze gec tercih eder mi? Güneş varken zulmet a nir mı? Bu gece suratlı kadını gül yü- züne nasıl değiştin? Ayşe o gün oğluna çok öğüdler verdi, bazen bir ana gibi okşayıp sevdi; bazen de bir arkadaş gibi konuşu: Leylâyı unut artık, dedi, baban seni | bu halde gördükçe fcna halde hiddetleniyor, Yüreğine bu yaşta inme inecek 7: (Can) bey anasını sükünetle di sonra, pencereye dayandı. Gözlerini göğe dikti: Bana mecnun demek lâzım, Ona geçer benim nazim, Cinnet bana şifa verdi. Akıl gidermez bu derdi, Diye söylenerek, o da annesi gibi hüngür hüngür aflarlağa başladı. Odada ikisinden başka kimse yoktu. (Can)ın sadık uşağı Mansur kapının di şında bekliyordu. Ana oğul derdleşerek ağlaşıyorlardı. Can: - Artık beni Mecnun diye çağırın. anne- ciğim! Çünkü, benim yaptıklarım delilik- ten başka birşey değildir. Ben bundan son- ra akıldan, mantıktan şifa ummam., Cin- net benim rehberim olacak. Ben bu ihtişam ve debdebe içinde bunalıyorum, anne! Ba- ni başı boş bırakın. sahralara, dağlara; İn- sanlardan uzak illere gideyim. Beni unutun artık! Bana bir evlâd gibi, şefkat göster- meyin.. beni kapinızdan, size sadakat gös- termiyen bir köpek gibi kovun, başımı alıp uzaklara gideyim. - Sen sahiden çıldırmışsın, oğul! Seni bu halde bir yere birakamayız. Yurdun bil. ginlerini toplayıp seni tedavi etsirmeli, ilâçlatmalıyız, Ayşe koşarak Urmanın yanına gitti, Oğlu- nun halini anlattı: — Bu çocuk kendi kendine bir âd takmış; «Ben Mecnunum!» diyor. Onu Asu'lara tea-| lim edip ii m, Urman! Urman karısını o güne kadar böyle şaş- kın ve asabi bir halde görmemişti — Hâlâ onu mu düşünüyor. hâlâ onun aşkile mi yaşıyor? Diye bağırdı. Ayşe: — Evet, dedi, cinnetin kendisine şifa ver- üyor. Bu çotuk aklımı iyice aapıt- * düşündü. Bu yeni komşusu, hakikaten ona peri gibi güzel ve esrarengiz geliyor. du. Hem ayağı ne uğurlu imiş. O geldiği gündenberi yani bir buçuk Aydanberi hayatındaki bütün akış değişmişti Avukat Ferid, ona karşı artık, bir kâtibe gösterilen alâkadan fazla bir ihtimam -gösteriyordu. Belli ki Ragi- bın bir cevheri olduğunu anlamış, onu yetiştirmeğe gayret ediyordu. Ragrb cidden güzide bir çocuktu. | Çok temiz, çok asil , terbiye ve anane noktasından asil bir allenin evlâdiydi. Bütün çocukluğunu, ciddi, şefkatli, | tekayyüdlü bir ana babanın baskısı al- tında geçirmişti. Kendisi için zengin- letici bir izdivaç yapmak tamamile kabildi, Vehbinin vaktile eline geçen fırsat onun da pek Alâ geçebilirdi; ve böyle bir vazi Ragıb elbette sulistimal etmez, eşini saadete kavuş- tururdu Fakat zihni fakir bir kızla, komşu- su Suzanla meşguldu. Ha bütün müşküllerile kahramanca pençeleşen, çektiği eziyetlerden dolayı bir gün ağzını açıp ta şikâyette bulunmayan bu kıza karşı büyük bir takdir hissi duyuyordu, Derd ortağı, ümid ortağı olmuşlar. | dı. Suzan, arkadaşına kendi hususiyet- | lerinden bahsediyordu. Makasdar Beza| ! muş. Bütün damarlarını, bütün vücudünü şeytanlar sarmış. Biricik yavrumu bu derd- den nasıl kurtaracağız bilmem? — Sen merak etme, Ayşe! O sana nazla- nıyor. Aradan biraz daha zaman geçerse Leylâyı unutur, Diğer kızlardan birine gö- nül verir, Onu herhlde evlendirmeliyiz. Evlenmemekte israr ediyor, Hattâ (Pi ral)ı bile esirsilere aattığını söylüyor. Urman birdenbire muvazenesini kay- betti: — (Fırat), gibi bir. kızı esircilere satan adam gerçek delidir. Eğer bunu yapmışsa, onur yeri saray değil, zindandir. Ben bu- na inanmak istemem. İnandığım günü ona zindana attıracağım. Diye haykırmağa başladı. Ayşe kocasın- dan korktu. Bu sözleri söylediğine pişman oldu; — Ben de inanmadım, dedi, çünkü (Can) saraydan bir yere çıkmıyor. Esircilerin yü- zünü nerden görecek? — Sana nazlanıyor dedim ya. Üstüne düş- tükçe seni üzüyor. Onu biraz da serbes bı- Takalım. Çarşıyı pazarı gezip dolaşsın. Bel- Ki dışarda kendisini çok seven delikanlılar» la düşüp kalkar da teselli bulur. Onun bu- rada eşsiz kaldıkça sıkıldığını tahmin edi- yorum, Reis o gün nöbetçilere emir verdi ve (Can) beyin serbesce saraydan çıkıp -İstediği za- man- gezebileceğini söyledi. Ayşe kocasının bu hareketinden mem- nun kalmamıştı, — Oğlum serbes kalırsa. gene eskisi gibi dağlara kaçar. Demek istedi, cesaret gösteremedi. Rels çok hiddetliydi. Maamatih, relsin karım © gün derhal şehride gözcüler tuttu, (Can) bey çarşıya çıktıkça, gözcüler onu takip edeceklerdi. Ayşe bir taraftan da oğlunun sadık kölesi Mansuru elde etmeğe muvaffak olmuştu. Mansur parayı çok severdi, Kendi ken- dine: Veliahdımız hastadır. Beni nasıl ole sa günün birinde azad edecektir. . Hülyasile para toplamağa başlamıştı. Ayşenin ilk teklifte verdiği paralar man- surun gözünü kamaştırdı — Ne isterseniz yaparım, sitti! Emroği- ni, Dedi, Ayşenin istediği Yirşey vardı: (Ca- nin dağa gitmesine mâni olmak, Ayşe: Dağa dönmekte israr ederse, hemen bize haber verizsin! Demiş ve gözcüleri onn da tanıtmıştı. Ayşe böylece oğlunu dört taraftan gözcü lerle kuşatmış bulunuyordu. Bn büyük en- dişesi olan oğlunun dağa çıkma meseleği şimdilik bertaraf edilmiş aayılabilirdi. (Can) bey, babasını kendisine bu sarbaş- tiyi verişinden çok memnun olmuştu. O gün, çoktanberi mahrum kaldığı şehir çarşısını gezecekti, O. (Fırat)ı esir pazarı- a götürdüğü gündenberi çarşıya çıkmamış- Can Bey, Ur sokaklarında.. Mansur, yolda giderken: — Size #hfecnun» diyenlerle temas etrne- yin, aslanım! - dedi, Onlar arkanızdan eğleniyortar, Haydi, şu kalabalık çarşıya dalalım. Belki hoşunuza giden birşey bu- lursunuz. Reisin oğlu güldü. Uzaktan göçen Kadın- ları görerek içini çekti, Sevgilisini görür gi- bi oldu. Birdenbire sendeledi. Mansurun sözleri onu hiç do kızdırmamıştı. si Can boy sokakta kendi kendine söylen- Leylânın hayali gitmer gözümden, Ona söz vermişim, dönmem sözümden. Bana mecnim diyen, benim dostumdur, Üzülmesin kimse benim yüzümden. (Arkası var) hanımın sayesind maaşına zammet- mişlerdi. Şimdi artık haftada on beş lira kazanıyordu! Suzan ona Bedri ailesinden de bahsediyordu. Tasarruf edebileceği paranın hepsini Beşiktaş sırtlarındanki eve götürüyor, hasta ablasına veriyordu. Fakat dikkate değer bir cihet varı Delikanlıyı taniyalıdanberi Suzan- cık hayli şıklaşmıştı. Ragıb o gece her seferki gibi ma- sası başına oturacak yerde süratle yüzünü gözünü yıkadı, temiz elbise. lerini, boyalı iskarpinlerini giydi ve bütün bu işleri yaptığı sırada belki on kere saate baktıktan sonra sokağa fırladı. Her halde bir gayesi vardı; bu ga- ye de, Tepebaşı civarından pek uzak- ta olmasa gerekti, Zira, delikanlı İs- tiklâl caddesine çıktı ve orada yürü. meğe başladı. Gözü, Süzanın çalıştığı terzihanenin binasındaydı, Birdenbire, kapıdan yirmi kadar genç kız ve kadın çıkıyordu. Bunlar, bir kuş kümesinin havada dağılması kabilinden, yan sokaktan caddeye sar çılıverdiler, (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: