26 Ekim 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

26 Ekim 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Harbin menşeli Berlindeki İngiliz sefirinin Hariciye Nezaretine gönderdiği rapor Hitler 938 senesindeki blöfü bu defa da yapmak fakat muvaffak olamadı . . istedi, Berlin İngiliz sefiri Neyil Hender- son nihai raporunda Rusya ile AL manya arasında akdolunan ademi tecavüz misakından bahisle diyor ki: «Bu misakın Berlinde ilk yaptığı intiba büyük bir inşirah olmuştur. Bu sevinç; çok korkulan Rus hava tehdidinin bertaraf olmaşından ve lâkin daha ziyade vaktile İngilterenin Sovyetler Birliği ile yaptığı müzake- Telerin gâyesi tahâffuzi bir harp” vasıtasile Almanyayı hakikaten çem- ber içine almak olduğuna! dair Göb. © belsin yaptığı propagandanın uyan- dırdığı kanaatin zail olmasından ile- ri gelmiştir. Bir Rus - Alman misakının akdi; sulhun mahfuz kalacağı manası İle karşılanmıştır. Çünkü İngilterenin Rusyanın müzaheretiyi temin etmek- sizin Danziğ ve Lehistan için harp etmiyeceği halka urlalılmışlı, Bu suretle Her Hitlerin harpsiz gayelerine erişmek kudretini haiz bulunduğu hakkında halkın besledi. gi iman bir kat daha kuvvet bul muştu. Lâkin Alman halkının bu memnuniyeti çok deyam etmedi, İn- gilterenin Lehistana yermiş olduğu © Sözün infazı Rusyanın mözaheretine bağlı olmadığı anlaşılmasından -bü- yük bir inkisar doğmuştur. Diğer taraftan komünizme karşı mazizın davası ile mücadele yapmış olanlar büsbütün soldan geri bir ha- reket olan Rusya İle anlaşma işin- den bir kat daha şaşırmışlardır. Za- ten nazizmin irk safiyeti nazariyesi martta meriyetten iskat edilmişti. Ağustosta ise nazizmin esas pren- siplerinden bir ikincisi de kâğıt sepe- fine atılmıştır. Maahaza Rus - Alman misakı, dip- lomasi bir darbe olmak itibarile par- Jak ve baisi hayreti bir muvaflaki- yet teşkil etmistir, Diplomasi zaler- lerin pek çoğu gibi mezkür muvaf- fakiyetin de bir heves zaferi nevin- den bir şey olmasını can ve gönül- den ümid ederim» Sir Nevil Henderson 23 ağuslosla Berchtesgadene yaptığı (o seyahati tasvir ederken Her Hitlerin «son dö- recede mülteheyyiç» bulunduğunu ve kullandığı llsan dahi şiddetli, müba- Jâğnlı ve şikâyetçi; olduğunu yaz- mıştır. Maamaha İngiliz sefiri bu seyahati ile harp felâketini hiç ol- mazsa bir hafta tehir ettiği fikrin- «dedir. SEVİLEN KADIN Nakleden : ( Vâ - Nü) İngiliz sefiri 29 ağustosta Berlinde Tefrika No. 109 Süzan, babasının otomobili yanın — dan geçtiği sırada, Ragıpla olan aş- kını düşünüyor; saadellen adeta .kanallamıyor, uçuyordu. İçinin gü- xelliği ve sevinci yüzüne vurmuştu. Baba, yavrusundaki bu hayat Leza- hürünü görünce gururla .göğsünü kabarttı. İşte bu, onun kanından bir insandı! İftihar ediyordu... Gözlerinin saflığı, tavır ve hareke- tinin zarifliği, daimi tebessümünün inceliği, Cemili teshir etti. Bu manzarayı seyrettikten sonrâ, © baba, şoförüne şu emri verdi; — Sami! (xxx) barına! Burası, edinmek istediği malümağı . kendisine en sağlam şekilde temin — edebilecek bir yerdi. y a Barın kapısında, kapıcı üniforması giymşi bir adam, kendisini karşıladı; — Buyurunuz. — Müdüriyette kimse yok mu? — Bu sağlle bulunmaz... Bir em- — riniz mi var? — Memurlardan biri ile görüşmek Her Hitler ile yaptığı mülâkalın bir derece fırtınalı olduğunu Ookaydede- rek raporunda diyor ki: «Mülâkat; Her Hitlerin benim ka- naatime göre samimi olan İngiltere nin dostluğunu kazanmak için mü- temadiyen gayret sarfeylediğine ve İngiliz imparatorluğuna © hürmet beslediğine ve alelâmum (İngilizler. den hoşlandığına dair bir hitabesi ile nihayet buldu. İstitrad olarak ve lâkin kati. bir kanaalle kaydetmek isterim ki. Her Hitler diğer birçok Almanlar gibi İngiliz ırkına bir taraftan muvaffa- kiyeli ilibarile takdir ve hayranlık beslemekte ve diğer taraftan da Al- manyanın müfrit emellerine engel olmasından. dolayı kin gütmektedir. Mein Kampf eserinde dahi bu hal bârizdir. Diğer tenakuzları arasında her Hitler bir taraftan uzun ve de- rin hesaplar yapar ve diğer taraftan da inflalinin sevki ile şedid ve mağ- Tur olur, Evvelki saik kendisini İn- gilterenin dostluğunu aramağa sevk etmişti. İkinci sâlk ise nihayet İn- giltere ile kendisini harbe sokmuştur. Mumaileyh kendisinin infialini haklı görmektedir. Halbuki askeri zabıta istibdadı usulünün İngilislerin ferdi ve milli hürriyetlere aid mefküreleri- ne. menfur geldiğini, Merkezi ve Şarki Avrupadaki o küçük milletleri Almanyanın hükmü altına almasına muhalefet hissettiğini idrak edeme- miştir. Her Hitler, İngiliz İmparatorluğuna teminat vererek ittifak teklifinde bus lunmakla Orta ve Şarki Avrupada İngilterenin rızasını tahsil edebilece- ğini zânnetmiştir. Her Hitlerin beslediği emellerin ta- hakkuk eylemesi için İngilterenin rıza ve muvafakat göstermesi bir şart olduğundan bunu temin için müte madiyen çalışmıştır. En büyük ha- tası İngilizlerin ahlâkıyat, insaniyek ve hürriyet hakkında besledikleri fıt- ri hisleri anlamamış olmasındadır.» İngiliz sefiri Henderson, Alman- ya Hariciye Nazırı ile 30 ağustosta yaplığı omülâkatta Von Ribben- trop'un tavır ve hareketini şu suretle hikâye etmiştir: «Harp İle sülhten birini tercih et- mek anında her Hitlerin ruhi hâleti ihtimal pek sevimli ve hoş olmamış- tır. Bu hal akşam üzeri görüştüğüm Von Ribbentrop'un tavrından belli — Bana söyleyiniz efendim. — Artistlerinizden ikisinin yerini — Maalesef, hem ben: bilmiyorum; hem de bu gibi malümatı vermek bi- zim için memnudur. Kapıcı, muhatabına şüpheli şüp- heli bakıyordu. Bu adamı kibar çap- kınlardan biri zannettiği anlaşılı Kavas leşekkür etti. Bu cömerdii- ğe şaşlı. Fakat; — Size gizlice haber vereyim amma, rica ederim, beni ele vermeyin, yoksa kovarlar! » dedi. - Kimleri . emredi- — Renza ile Suzi'yi... — Ah vallahi maalesef bilemiyo- rum, beyim... Onlari ancak müdürü- müz bilir, — Peki o söylesin... « — Fakat arzettiğim gibi burada değil... Dört beş saat sonra gelir... idi. Daha görüşmeğe başlar başlamaz bana şiddetli bir husumet gösterdi, Tebliğlerimi sıraladıkça hiddeti ar. tayordu. O kadar heyecan İçinde idi ki kanapesinde zıpzıp sıçrıyordu. Ve: «Daha söyliyecek bir şey var Hudır?» diye soruyordu. Ben de ce vaplarımı veriyordum. Ben de kendi- sine karşı hasmane bir tavır aldım. Bülün samimiyetim ile diyebilirm ki bu suretle hareket etmekte kendimi her veçhile haklı hissediyorum. Ancâk Almanya Hariciye Nazırına hükümetim hakkında tenkid ve tel- mihlerini Londraya bildirmekte ku- sur eimiyeceğimi söylediğim zaman Von Rihbentröp biraz kendisini top- Mıyarak sükün buldü ve söylediği şey- ler kendi fikir ve mütalâası olduğu- nu ve kârar vermek her Hitlere aid bulunduğunu söyledi.» İngiliz sefiri Henderson, Göting'den bahisle diyor ki: «Mareşal Göring'in sulhperverane bir hal sureti bulunmasına taraftar olduğuna şüphem yoktur. Lâkin bu gibi meselelerde münhasıran kati karar her Hitlere aiddir. Mareşal şah- san ne hissederse etsin efendisinin sadık ve muti bir hâdiminden başka bir şey değildir. Zaten bir sene ev- vel bir defa Sulh taraftarı olarak ağır basmıştı. Fakat ikinci defa böy- le bir yolu ihtiyar etmeği güç bir şey aaymıştır.» Henderson raporunun sonunda şu hulâsayı yapmıştır: #HerHitler için hâkikatle iki tür- Mi hal suveli vardı: Biri kuvvet iş bimali ve diğeri kuvvetle gösteriş yap- mak suretile emellerini elde etmek. tir. Mumailyh bu sene kendisini zi- yaret eden bir devlet adamına de- miştir ki: «Bğer gayenizi kuvvetle te- min etmek isterseniz kuvvetli olmalı- sınız. Eğer müzakere yolile elde et- mek isterseniz daha kuvvetli olmalı- SUNIZ» İşte bu söz her Hitlerin takip etti- ği -hattı hareketin en kısa hulâsa- sıdır. 1938 oylülünde bu tekniği tam bir âurelle tatbik etmişti. 939 ağsuto- sunda dah! aynı blöfü yapmak iste. miştir, Her Hitler bu blüfü, yani kuvvet istimali tehdidi ile maksadına nail oisaydı ancak muvakkat bir zaman Için tatmin edilmiş olacak ve fazla olarak perestiji daha ziyade artmış beş saat beklemek! Cemile ce- hennem azabı gibi görünüyordu. — Peki, tekrar uğrarım! - diye ay- rıldı. Tam caddeye çıkmıştı ki, gâyet gü- zel Arap atlarına binerek herkesi kendilerine baktıra baktıra caddeden geçen erkeklere rasladı. Bunlar, şik sivil süvarilerdi. İçlerinde en şıkı, en debdebelisi dikkatini çelbetti, Yarıya kadar kıvırdığı sarı eldivenli elile si- garasını ağzına götürüyor; bir kaşı Aşağıda, bir kaşı yukarıda, pürazamet, ehaliyi tezyif edercesine, dumanı sa- vuruyordu. Cemil, bu adamı tanıdı: Vehbi! Kimbilir, hangi sefahet âleminden sonra bir at gezintisi yapmağa çık- mışlar, şimdi geri dönüyorlardı. Her nedense bu adama karşı kal. binde duyduğu kin, doklora karşı hissettiğinden pek daha fazlaydı. Asıl düşmanı bu Vehbi idi, Kadri Ahmed, âletti.. Onun elinde bir cürüm vası- tası, bir tabanca yahut bıçak gibiydi. Hem #onra, bu adam onun manevi hazinesinin gasıbı değil miydi? Veh- bi, kadınını almıştı. İdeali olan Ne- cileyi ondan almıştı. Hayatın mütebaki bülün kısımları onun için teferrüattı. Vehbi önu can evinden vurmuştu. Aralarında hâ- yat ve memat muharebesi açılmıştı. | yuyordu. Vefakâr arkadaşı ona Veh- | Yunanlı bir artist ile el takke Tefrika Noo. 99 Leylâ, nöbetçilere İLEYLÂ ie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin sezdirmeden, koynunda sakladığı mektubu kendi elile hocaya vermişti Annem bana her zaman: «Kocan sana kucak kucak hediyeler getiriyor. Onları nö- den çöplüğe atıyorsun?» diyor. Gerçek, Ömer gözüme girmek İçin, hergün taze av etleri getirir ve altın halhallarla gözümü boyamağa çalışır. O bilmez ki, benim gö- ziime sen görünüyorsun. ben ancak senin varlığınla, senin aşkınla yaşıyorum. Kendi elile vurup kendi elle kızarttığı av etlerini bahçedeki köpeklerin ağzına attığımı gö- rünce, hayret ve hiddesinden re yapacağı- nı bilmiyor, Getirdiği hediyeleri ei sürme- den variyelere ve uşaklara dağıttığı du- yunca ateş püskürüyor. Osun yerinde buş- Kabir erkek olsaydı, şimdiye karlar -bey- den gördüğü hakaretlere tahammül etmez- beni berkederdi. O'da çak inadei bir edam - muş. Beni sevdiğini görüyorum, Fakat, kar- giksız sevgi neye yarar, Can? Eğer yalnız. sen beni sevseydin, yaba yalıuz ben sana gönül verseydim, bu 'sevginin ne “değeri olurdu? Gözümde ne Ömer var; ne de başka bir erkek. Yalniz seni düşünüyorum, yalnız seni seviyorum.. ve seni severek cân vere- ceğim! Şu mavi kubbenin altında yaşiyan İnsanlar arasında bütün erkekler mahvol- müş da yalnız şeh kalmışsın gibi, yeryü- #ünde senden başka bir erkek görmüyo- rum, Cani! Göklere baksam, senin hayalini görüyorum. çöle baksam, engih ufuklar da serin hayalin dolaşıyor, Bahçede, erde, pakarda, her yerde seri görüyorum. Beni Kovalıyan sensin. senin peşinden koşan de- | nim. Durmadan, yorulmadan, bıkmadan birbirimiz! takip ediyoruz. Güneşi, geceler karartmasaydı, ışığın Kıymeti kalır mıydı” Bu sonsuz ıztırapları çekmeseydik, biribiri- mizi bu kadar sevebilir miydik: Sen şehri terkedip dağa çıkmasaydın; ben, güneşten kaçıp odama kaparımasaydım.. yahud sen, hatıralarımla başbaşa kalmak için mezara girmek cessretini göstermeseydin; ben, ka- pımın eşiğinde sadık bir köpek gib! sürü- nerek inliyen kocamdan nefret etmeseydim, ruhlarımız biribirine bu kadar bağlanır muydı? Bözen kendi kendime düşönüyorum da, kendimi daha fazla suçlu buluyorum: — Ne yapıp yapmalı Mecnuna kaçmalıydım diyo- Yum. Pakal, etrafımda yükselen duvarlara bakarak, onları aşmağa muktedir olamıya- sağımı anlıyor ve müteessir oluyorum. Ben, babumur elinde satılık bir metadan farklı değildim, Can! O beni pazara çikanlan bir cevher gibi, tanımadığım, görmediğim bir adama sattı. Sati e ali anlaştıktan sonra, arada satılan mefaa sör söylemek düşer mi? Elimde bir kudret olsaydı, der- bal isyan ederim, Nasıl ki, evvelce, onunla €wlenmeden kaçmak fırsatanı bulmuş ve sa» na gelmiştim, Fakat şimdi iKi ayağı sineir- Tenmiş bir esir gibi, odamdan dışarıya çıka- mıyorum. Aranra, pazar yerine gitmek ig- tediğim zaman peşime birçok gözcüler, nö- betçiler takılıyor. Eve döndüğüm zaman gözlerimden kanli yaşlar akıtarak sabah- lari kadar agliyorum. Mektubunu getiren Mansur bana kocamı sevip sevmediğimi sordu. Ona verdiğim ce- vbı elbette sana yetiştirmiştir. Önerin in- dinde ben gecenin mumu ve gündüzün gü- neşi yibiyim, Fakat, sözlerime indn ki, o benden uzaktan nur almakis, beni ancak bulunacaklı.» Sir Henderson raporunu Berlinde. ki İtalyan sefiri sinyor Attolico'nun vaziyeti ve sulhü kurtarmak için sar- fettiği mesaiyi hararetie tâkdir ede- rek şu suretle nihayete erdirmiştir; «Bu zat kadar ne bu stne, nede geçen sene sulhü kurlarmağa çalışan olmamıştır. Ciddi sây ve gayrelinde tamamile garaz ve İvazdan Âri bulun» muştur.» Bu savaş sona erecekti? Arkalarından baktı. Kinle ve nef- retle baktı. Süvariler geçip gittiler. O da arabasına bindi. Evine doğru gitti. Bahçesinin yanında bit kır kahve- si vardı. Cemil, döndüğü zaman kia- rinetçiyi orada oturmuş, İstanbulun güzel manzarasına karşı hazin ha- zin surdinle çalgı çalar buldu. Ona bir miktar para verip İstediği mey- hânede karnını doyurmak imkânını bahşettikten sonra, Bursadaki işlerin | takibini havale ettiği avukat Saidi | Alarâk iyi bir lokantada yemeğe gö | türdü. Oradan da, dostu -diğer avukat Feridin yazıhanesine uğradı; Onunla konuşmak, detöleşmek ihtiyacını du- binin lâfını açtı. Bir takım dediko- dular... Bu arada çapkın rakibinin ver külâh yaşadığını anlattı, Cemil bu söğün nüktesine dikkat bile etmiyordu. O adamın waceraları nesine gerekti? Dostumu dalgın dalgın dinledikten sonra vaktin yaklaştığını hatarlaya- rak kalktı; veda etti, Avukat Saidi âlarak, bara, cevap almağa gitti, Müdürün hâlâ gelmediğini öğrenerek fena, halde hiddellendi. Fakat neti. uzaktân seyrelmekle kanaat ediyor. Şimdi. ye kadar yatak odamın eşiğinden girememiştir. Onun yüzünü gördüğüm 3a- man cehennemin bütün vebanileri başıma üşüşmtş gibi azap duyuyor ve bağırmağa başlıyorum. Ömer feryadımı duyunca kâ- pımdan uzaklaşıyor. Hürriyetime vurulan zincirler beni hiç rahatsız etmiyor. Zira, bu ıstırabı ben daha önceden tattım. Boy- numa aşk zincirini ilk defa vuran ve bu tat- hı ıztıraplara, alışlıran sensin! Sen dağda İnliyorsun, Can. Pakat, ben de babamın cvinde diri olarak mezara gömülmüş gibi- yim, Hürriyeti müebbeden elinden alınan 19 kafeste hapse mahküm edilen bir bülbül, $on nefesine kadar nasıl feryad ederse, ben de bu yalancı dünyadan göç edinceye kadar inliyeceğim ve senin aşkınla gözyaşı döke- erdim. Leylâ Leylâ, Haticeze mektubu bitizdiğini söy- Temişti, Leylâ: — Bu mektubu, hazırladığın adama sen verereksin, dedi, fakat (Can) o adama! #Sen Leylâmı gördün mü. bu mektubu sa- na Laylâm kendi elile mi verdi?. diyecek olursa, o adam ne ceyap verecek? . Hatlec düşünmeğe başladı: — Doğru amma, o adamı da burüya gö- tirmek çok güçtür. Babanız duyarsa hem onu, ham de beni oözalandırır ve beni gi- zin yanınızdan ayırır, — Ben bir çare buldum, Hatice! Bu adami yaşlı mıdır? — Evet. Elliden fazla. — Güzel. Sen onu bira para götür, ken- dine bir sarık, cübbe alsin. hoca kiliğina girsin. Benim başımın ağrısına babam ça“ re bulamadı. Bütün tabipler, sihirbazlar kriz kaldılar, Ben babama: «Bir tabibi hazık varmış. fulancu yerde otururmuş; bir ke- re de o gsisin okusun ve ilâç versin banal» derim. Babam reğdetmez. O adam bu vesile ile buraya gelir, ben de kendisine mektubu kendi elimle veririm. Hatice bu fikri makul gördü, arkadaşına itirez etmedi. Hemen koynuna bir miktar para alarak saraydan çıktı. . v Hatlee çok geçmeden saraya dönmüştü. * Lojlâya! — Herşeyi hazırladım, dedi, mektubu gö-, türecek adam teklifinizi kabul etti. Leylâ arkadaşının bu fedakârlığın unüt- m ağını söyledikten sonta babasına ha- bor sönderdi!, — Bin bir sihirle insanı tedavi eden bir tabibi hasık varmış. Falanca yerde oturur. muş. Bana bit kere de onu getirtiniz, ba- bacığım! Şeyh Mehdi derhal emir verdi, cübbeli Süriklr bir adam saraya geldi, Leylânın oda- sına götürüldü. Hatloe, Loylânın yanında oturmuştu. Leylânın başı bir bezle çatıl- mıştı. Leylâ hocayı görünce: — Bu baş ağrısına hiç bir tabip çare bu- lamadı, dedi, eğer sen tedavi edehilirsen, babamın sonsuz ihsanlarına mazhar olur- sun! Hoca Leylânın önünde diz çöküp oturdu, #ini Leylünm alnıni götürdü. Birşeyler okumapa başladı. Leylâ bu sirada kapıda duran nöhetçile- re sezdirmeden, koynunda sakladığı mok- tubu kendi elile hocayu vermişti. Leylâ birdenbire geniş bir nefes aldı: (Arkası var) HİKÂYE Müderscantımızın çokluğu hasebile hikâyemiz bugün dercedilemedi. Oku- ceye vasıl olacağından kaliyetle emindi, Çiftlikte bulunan Necileye bir telgraf çekti: *Geliniz!» ... Canbaz Renza'nın dostu Gomes birkaç zamandanberi. aklını, MÜVAZE- nesini kaybetmiş — gibiydi. Süzinin hetnsiresinin hayat ve mematını me- haretli parmakları arasında oahali- nin karşısında sallayan * bu adam, asabileştikçe asabileşiyordu. o İspan- yollar zaten heyecanlı ve kıskanç olurlar. Buadam da milliyetinin bütün hususiyetlerini şahsında top- luyordu. Vahşice kıskançlıkta Otalloyz taş çıkaran Gomes, oyun arkadaşına dehşet salabilirdi, Şayet baska bir kız Olsaydı oçoktandır pes derdi, Fakat Renza bambaşka bir karak. terdeydi. Tehlikeye meydan okuyor. du! Doğrusu aranırsa, İspanyolun ne derece zalim ruhlu bir insan oldu- ğunu pekâlâ biliyordu. Onun kudur- muş kıskançlığını tahrik edecek hiç bir şey yapmamakla beraber, taşkın hissiyatını yatıştıracak bir hareket- te de bulunmuyordu. (Arkası var) içeriye © “ ?

Bu sayıdan diğer sayfalar: