9 Şubat 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

9 Şubat 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HER AKŞAM BİR HİKÂYE Mecdiyi uzun senelerdenberi tanırdım. tuk, Hayata atıldıktan sonra da hemen her gün buluşuyorduk. Bekârlık zamanını, gece ve eğlence âlemlerini beraber geçirmiştik. İyi çocuktu. Hele bir tabiatini pek beğeni- rim. Hiç dedikodu yapmasını bilmezdi. Haj- buki bazı arkadaşlarım — Dedikodu hayat içi ır. Dedikodusu: işin bir odu yapmadan da pekâlâ İşte Mecdi... derdim. e iyi olsa bile altı yedi ay evden çıkmıyacaktı. Doktorlar onu yoracak her | türlü meşguliyeti mençimişlerdi. Zavallı Mecdi uzun uzun kitap bile okuyamıyordu. Aylarca eğlencesi, bütün meşguliyeti evi- nin penceresinin önünde oturup dışarısını seyretmekten ibaret olacaktı, Nihayet Mec- di nekahat devresine girdi, Lâkin yeni ha- yatı onu son derecede sıkıyordu. Sabahtan akşama kadar hiç birşey okumadan, hiç birşey yazmadan pencere önünde otur #mak!.. Bu tahammül edilir şey değildi. r gün onu ziyarete gitmiştim. Her ta manki gibi pencerenin yanındaki koltuğun da oturuyordu. Bir aralık söze başladı. Bana şunları an- attı Sekiz dokuz senedenberi bu mahallede otururum. Meğer şimdiye kadar etrafıma hiç dikkat etmemişim, Mahallede olan bi- teni bu hastalıktan sonra öğrendim. Hele insan böyle bes evde oturmağa mahküm, bütün eğlencesi, zevki, meşgi yeti etrafı tedkikten ibaret bir hasta olur- #a dikkat hassası son derecede fazlalaşıyor, şu arka tarafımızdaki apartımanda, an şişman saçı dökülmüş bir eiddi, kerli ferli bir adam olarak tanırdım. Hakikaten hariçteki hayatı da öyledir... Can nım sen de kendisini tanırsın, Bami, giğ- man Sami. Meğer o göründüğünden ne kadar bambaşka bir insanmiş, iki hafta- danberi penceremden mütemadiyen onu tedkik ediyorum. Akşamları evine gelir gel- mez hemen pijamalarını giyiyor. Balkonu- na çıkıyor. Bu zatın bitişiğindeki evde genç | bir dul kadın oturur... Şişman adam balkö- na çıkar çıkmaz genç kadına işaretlere başlar. Amma ne işaretler, neler... Şişman adam geçen gün güzel komşusuna iğaret ederken az.daha muvazenesini gaybedecek balkondan aşağı düşecekti, Eline kocaman gösteriyor, par- iy x?.. Anliyamadım Hey gidi Sami hey. Arkadaşım bana bunları anlatırken ben derin bir 4 içinde kendisini dinliyor- dum, Çünkü şimdiye kadar onun ağzından hiç bir dedikodu İşitmemştim, Aradan beş on dakika geçti. Bu sefer arkadaşım, gene ald başka bir dedikodu a mü şu #ol tarafımızda oturanlara 59 ? A... Sen onları da uzaktan uzağa tanıran. Perhadie karısı... Bilirsin ki ikisi hı başlı insanlardır değil mi? Ben bundan daha garip bir çift görme- m. Günde belki üç dört kere kavga eder- ler. Üç dört kere de barışırları. Amma nasil barışmak? Hararetli kucak» laşmalar, buseler, hattâ bazen göz yaşları We... Sanki karşımda dört beş saatte bir ti- yaleo piyesi oynuyor zannediyorum. Geçen gün ne oldu biliyor musun? Karım Yerhada öfkelendi, Uzaktan kavganın git- tikçe dehşetli bir safyaya girdiğini görüyor” dum. Kadın eline geçirdiği şeyleri parçalı- yor, kırıyordu. Ferhad bir yere saklanmış olacak ki hiç ortalıkta görünmüyordu. Ya- hud oturduğum pencerenin kenarından ODA göremiyordum, Aradan yarım saat kadap bir vakit geçti. Ortalık güllük gülüstanlık... Ganki birader, kavga eden onlar değil... Yanımızda bir Musevi ailesi oturuyor. 'Tam bitişikte.. Bazen gayet ateşli kavga» 1 | Daha mektepte iken onunla arkadaş : lara tutuşuyorlar, Fakat akslliğe bak ki, barı museviceyi gayet ax bilirim. Ne konuş” tuklarını iyice anl Onlar Konu» şürken kulağıma gelen ve evvelce bildiğim bazı kelimelerden çok meraklı geyler ko- nuştuklarını tahmin ediyorum. Lâkin hep- sini anlıyabilirsen anla... Çıldıracağım bira» der... Musevice iki lügat buldurttum. Şu bi- tişikte konuşulan şeyleri anlamak İçin bu yaştan sonra yeni bir lisan öğreneceğim. Yavaş yavaş karşımda Mecdi yerine bag“ ka bir adam konuşuyor zannediyorum. İm- kânı yoktu, Benim tardığım Mecdi bu de- reca dedikoducu olamazdı. Arkadaşım kendi mahallesinde oturan ne kadar insan varsa hepsine dair dedikodu İ yaptıktan sonra hayvanlara geçti; — Şu küçük apartımanda oturan Kiraer- ların siyah bir fino köpeği var... Biraz ileri- deki uzun apartımanın dördüncü katında oturanların da bir kurd köpekleri var... Ne dersin birader... Bu iki köpek Adeta biribin- lerine Aşık!... Muhakkak ki hayvanlar ara» sında da aşk var.» 'Tamamile iyileşip dışarıya çıktıktan son- ra Mecdi dünyanın en dedikoducu insam olmuştu... Artık onun bu halini gören e» ki arkadaşları: — Nasıl? diyorlar. İnsanlar dünyada dedikodusuz yaşıyamazlar... Hikmet Feridun Es Tasfiye halinde bulunan Maadin ve cevahir ve mevaddı madeniye Türk anonim şirketi Hisedarlarına ilân Tasfiye halinde bulunan Mandin ve Cevahir ve Mevaddı Madeniye Türk Anonim Şirketi hissedarları aşağıdaki ruznameyi müzakere etmek üzere 1940 senesi Martının on beşinci cuma günü sabah saat 10 (on) da şirketin Galata da Assikürazicne Generali hanında bi- rinci katta 3 (üç) numarada kâin mer- kezinde alelâde inikât edecek olan umu mi heyet içtimama davet olunurları MÜZAKERAT RUZNAMESİ | — Tasfiye memuru raporile müra- kıp raporunun okunması, tasfiyenin baş- langıcı olan 1 Nisan 1939 tar'hinden 31/12/1939 tarihine kadar olan devre- ye ait tasfiye hesabatının tasdiki ve meze kür devre zarfındaki munmelât ve idare sinden dolayı tasfiye memurunun | zim- metinin ibrası, 2 — Mürakip tayini, En az beş hisseye malik olup içtimaa iştirak arzusunda bulunan hissedarların hisse senetlerini içtima gününden bir hafta evvel şirkete tevdi etmeleri veya- hut bu maksada başka bir mücsseseyo tevdi ettiklerini tasvip etmeleri lâzımdır. ZAYİ — 1931 senesinde İstanbul Erkek Muallim mektebi üçüncü sınıftan almış olduğum tasdiknamemi zayi eyledim. Ye» nisini alacağımdan eskisinin hükmü yok- tur. İstanbul Erkek Muallim mektebi üçüncü smıftan Osman oğlu İzzettin 4 Falih Halkevinden; i — Evimizde fotoğraf amalörlerinin eserlerinden mü- rekkep hazırlanan (Birinci fotoğraf ser- g4) si 10/2/940 cumartesi günü saat 15,0 da Ev kurağında açılacaktır. Açılma törenine arzu eden bütün yurddaşlar ve Evimiz Aza» , Jarını çağırınız. 2 - Sergi 25/2/040 pazar gününe kadar her gün saat 10 dan 20 ye kadar isteyenin ziyaretine açıktır. Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No. 60 Arada sırada ellerine bakıyordu. Bu elleri kırmızı görüyordu. Parmaklarına, avuçlarına bulaşan kanı silmek istiyordu sanki ama, ka bil miydi? Baha ise, genç arkadaşının manevi» yatını yükseltmek istiyordu. Vaktile Akıttıkları kan, ikballerine sebep ok mamış mıydı? Bugünkü mevkilerini ona medyundular. Hem bu iş cinayet de sayılmazdı canım... Öyle icap et mişti; öyle yapmışlardı. Burleti ve 'Templeton'la kaynaşmaları da bu yüz- dendi. Şu dünyada yaşamak Jâzımdı. Bahanın geniş olan muhayyilesi bu yaşamanın imkânlarını hazırlamıştı. Talih de kendilerine yâr olmuştu. Üstad, şakirdini iyice elinde bulun» durmak istiyordu. Onun için de arzu ve hevesleri noktasından kendine | bendedecekti. Her zevkine, keyfine hizmet etmek suretile onu artık pe | şinden büsbütün ayrılamaz bir hale sokacaktı. Hem, Sühi, İstanbulun sefahatli hayatı içinde bu genç kızın peşine | ebediyen takılacak değildi ya... Heve- | sini alacaklı... Bir daldan bir dala | Atlıyacaktı... Asıl maksadı Kudretin İ Nakleden : (Vâ - Nü) iki eylâdını biribirine vermekti; böy- | lelikle öç almaktı. Bu ufak tefek te ferrüat, izdivaca mân! olmuyordu. Varsın, delikanlı hevesini alsın... Ne | çıkar?... Şermini, yatağında uykuya daldığı #irâda terketti, Uyandığı zaman, güneşin ışığı 86- #il bir manzara arzeden odayı aydın- Jatıyordu. genç Kız dün geceki hâdi- seleri, valdlerini hatırladı. İçinden bir ses: «— Evvelâ Cağaloğluna, şu ihtiya. Ta git... Kendisinin sana karşı hilssi- yatı samimidir... Meseleyi anlat; on. i dan nasihat alis deği, Evet, muhakkak ki bu adam iyi kalbiiydi. Güzel tebessümünden, ba baca bakışlarından bu anlaşılıyordu. Sesi de pek tatlı, pek kalbdendi. Hem sonra, ziyarette bulunmağı ihtiyara vadetmişti. Gitmemek ayıp olurdu. Gitmek vazifesiydi. Hiç, hiç birşey saklamadan bütün hayatını anlatacaktı Zaten masu- mane mevcudiyeti esnasında gizler meği icab ettiren birşey yoktu ki... Belki bara gitmesi yegâne ayıbı, ka- Türkiye Radyoditüzyon Postaları Dalga uzunluğu ; Türkiye Radyosu 1648 m. 182 Ke./5. 129 Kw. Ankam, Radyosu T.A. P. 311 m. 9465 Ke/s 20 K. W. Ankara radyosu 317 metre kıa dalga postasile her gün yapılmakta olan ecnebi dillerde haberler neşriyatı programı: TÜRKİYE BAATİLE İ Birinci servis o İkinel servis Saat 1209 Saat 1730 . 2 » 1 » MAS » ASİ » Me » 210 » Mi » 1840| CUMA 4/2/910 1230 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12.50 | Türk müziği (PL), 1330-14 Müzik; Kar- pk PU 18 Program ve memleket saat ayarı, 18,05 Türk müziği: Çalanlar: Kemal Niyazi Sey- hun, Refik Fersan, Fabri Kopuz, I— Oku- yan: Mustafa Çağlar, i- Şebnaz peşreri, 2- Nazım - Şehnas ağır semal: (Didem yü- üne nazır), 3- Dellâl zade - Şehnaz şarkı: Gğtmedin bir lâhza ihya), 4- Şemseddin Zi- ya - Şehnaz şarkı: (Denizin dalgasını bek- İlyorum!, 5- Fahri Kopuz - Ud taksimi, 6- 3 üncü Selim - Şehnaz şarkı: (Bir nevci- dil müptelâdır), 7- Şemsettin Ziya - Şehnaz şarin: (Hem aldandım hem aldat- tim), 8- Şehnaz saz semaisi, 2— Okuyan: Azize Tözem, 1- Muhlis Sebahaddin - Niha- vent şarkı: (Pek özledim sesini), 3- Arif Bey - Rast şarkı: (Vuslâtından gayri el çekdim), 3- Refika hanım - Karcığar şar- kı: (Hep neşeli sevda dolu), 4- Tahir ağa - Hicazkâr şarkı: (Gönlümü bir tıfk di- baz), 19 Serbes saat, 19,10 Memleket snat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 19,28 Türk müziği: Halk türküleri, Adanab Aziz, Badi Yaver Ataman, 10,40 Türk müziği: Ça- lanlar: Vecihe, Fahire Fersan, Refik Fersan, Okuyun: Müzeyyen Senar, 1- Tatyos - Karci- &ür şarkı: (Hatıram rahatsız elnts8 80- hi), 2- Tatyos - Karcığar şarkı: (Ne yap- sam ne etsem), 3- Neşet Hayri - Karcığar şarkı: (Aşkınla yandım), 4- Şükrü Tunar - Karcığar şarkı: (Hasta bir ümidle hep bek- lerimi, 5- Karcığar türkü: (Benliyi aldım Kaçaklan), 20 Konuşma (Mili kahraman- lık menkibeleri), 20,15 Temsil: La Tosea, Yazan: Victorlen Sardou, Tercüme edeğ: Ekrem Reşid, Puccini'nin Toscadan parça- ları piyanoda Cemal Reşid tarafından ça- 21,15 Konuşma (Sıhhat saati), 31,25 Müzik: Radyo orkestrası (Şef: Dr. B. Prastorius) , 1- Franceseo Geminlani: Con- gerto Grosso, No, 13 (La Polin), 2- Mozart: Saraydan kız kaçırma uvertürü, - F, Sehü- senfoni, Si bemol majör, 22.19 Operetlerden seç- me parçalar (PL), 29 Müzik: Cazband (PL), 23,25 - 2020 Yarınki programı ve kapanış, Beşiktaş askerlik şubesinden; Bü sene askerlik gire 338 do- gumlu delikanlıların 8 Şubat 040 tarihinde ilk yoklamalarına başlanacaktır, Bu yok- Jamaya tâbi olan delikanlıların yukarda yazları günden itibaren Pazartesi, Çar- şamba, Cuma günleri sabah saat 9 dan on yediye kadar nüfus hüviyet cüzdanlar rile yoklama memürl rek yoklamalarını yaptırmaları ve bu yok- lamalarıni yaptırmayanların askerlik ka- Dunünun 8) ncü maddesi hükmüne göre cezalandırılacakları ilân olunur. Yer değiştirecek kiracılara tavsiye! Akşam'ın KÜÇÜK İLANLA. RP'nı dikkatle okursanız kendi. nize en elverişli yurdu yorulma. dan bulabilirsiniz. bahatiydi. Bunu da bizzat Molla bey biliyordu. İstanbula geldiği günden- beri Şermincik bin bir iğvaya karşı nefsini koruyordu. Sağdan soldan kendisine yapılan teklifler kulağın da, uğuldayordu. Hayatının omecrasını değiştirmek | istiyenlerin hepsine: «— Olmazl; demesini becermişti. Pek zengin olduğunu derhal anla- dığı ve kendinden de öğrendiği ihti- yar, ihtimal ki şu çapraşık vaziyetten çıkmak imkânını ona verecekti, ş «Hayatımı yoluna sokmâk o kadar güç bir İş mi ki bunu başaramıyorum, aman yarabbi!» diye esefleniyordu. Gençti; tahsilliydi. Fransızcayı ve ingilizceyi sırf kendi gayretile öğren- mişti; hayat mücadelesi için cüret ve cesareti vardı. İtina ile giyindi. Zavallı elbiselerini fırçaladı, Saçında bir tek kıl intizam. Giz değildi. Üzerinde toz zerresi yoktu. Her zamanki «tarandazlığış idi bu... Ev için lâzım olan öteberiyi tedarik | etmek üzere sokağa çıktı. Parası vardı. Neşeyle saydı. Kırk lira kadar birşey... Şu esnada bulun- duğu sefalette kırk lira hakiki bir servet sayılır... Uzun aylardanberi eline avucuna bu derece toplu bir para geçmiş değildi. Alış verişini yapıp, elinde paketler evina döndüğü vakit, bir kadının İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları 'Tetrika; No, 47 Yazan: İskender Fahreddin Maryana zindana giderken Halifenin dalkavuğu yolunu kesti. Acaba ne istiyordu? — Tahir beni zindanda. da tehdid et- mesini biliyor amma ben böyle tehdidler- den korkan bir kadın değilim. — Sizin için bu konuşma çok hayırlı ola- cak, sitti! Tabiri bu gece muhakkak görü- Düz. Siza söyliyeceği şeyler kendisinden ze yade size aittir. — Nerden biliyorsun bunu? — Biraz anlattı da... — Neler söyledi bakayım? Anlat bana da. - Korkarım, sittl! Yemin ettim. Birşey söyliyemem. Bana itimad ediniz. Onunla bu gece konuşursanız, çok memnun olacaksı- niz! Dışarda gürültülü ayak sesleri işitiliyor- du. Maryana lâfi kesti ve biraz sonra ca- riyeye sordu: — Beni zindana sen mi götüreceksin? Evet, sitti! Ben götüreceğim. Zemin katına inen gizli yolu cariyelerinizden ben- den başka bilen yoktur. Ya zindan nöbetçisi. O görürs — Zindan nöbetçisi sarhoşun biridir. Her akşam Tahirin yemeğini verdikten sonra, afyon çeker ve kapının dibinde sızıp yan tar, Maryana gitmeğe karar verdi: Peki... Herkes uyuduktan sonra oda- ma gel. Birlikte gideriz. ryana gece yarısına kadar bekledi. ramadı, Acaba Tahir onu neden çağırmıştı? Eskisi gibi, gene Maryanaya aşkından mi behsedecekti? Yoksa, Maryana, beklenme- yen bir hâdise ile mi karşılaşacaklı? «Elinizden bir kadeh şarap içmek istiyorum!..» Gece, Bütün saray halkı uyuyor. Kasidorlarda dolaşan harem ağaları da kızların odalarını son defa muayene etlik- ten sonra, kendi dairelerine çekildiler. Zindana inme saati gelmişti, Maryana cariyesile birlikte başını örte- rek odadan çıktı. Halife o gece raha ; yanına hiç kim- ştı, Bu yüzden sarayın içinde sessizlik vardı. Herkes ayağının e yürüyordu. Harem dairesinde hemen ayakta hiç kimse yok gibiydi. nı cariyesinin peşin» yürüyor. Konuşmadan, #i- ne slae gidiş ar, Haremden iki bi ik dehliz! niş avluya indiler. Buradan T lunduğu zindana İşte bir ayak sesi, aynlan ge rin bu- Bu da kim? Maryana çarçabuk yüksek bir mermer #unun dibinde sindi, Dikkat et, Hacer! Kimseye görünmiye- — Merak etme Up geçti Tekrar yürümeğe başladılar. Beş on adım ileride, Maryana, ensesin- de sıcak bir nefes duydu: — Bu da kim? İnce, titrek bir ses. bir erkek sesi cevap veriyor: — Yabanci değil, sultanım! Hele hayalet ! Bir hayaletmiş. ges n de yolunu keserek Düve etti: n bu Saatinde nereye gidiyorsu- Maryana, halifenin dalkavuğunu tanıdı: — Bizi takip mi ediyordun, Alan? — Şüphesiz. gizli bir vazifeniz olduğunu bü- zerimde daha ne vazifeler var akat, niçin çekiniyorsunuz? Ben Haccac gibi zallın bir adam değilim. Ben- den korkmayın. kendine seslendiğini duydu: — Şewmin hanım! Şermin hanım! Dönüp baktı, Alt katta küçük bir pencere açıl mışlı, Burede, bina sahibi koca kan» nın cadı suratı görünüyordu, Ne dedi. kodu kumkuması kadındı bu... — Oh maşallah Şermin hanım, kızım... Sabahleyin, erkenden kâlka- bildin demek... — Evet, kalktım Peyker hanımcı- ğım! — Heh heh heh... Maşallah tüh tüh tüh sana... Bir yosmalığın var ki... Cebinde para da şikırdiyor her hal. de... — Fakat... — Sus sus!... İnkâr etmeğe kalk- mA... Beyoğlunda yeni açılan barda hoş vakit geçirdin, biliyorum... Ben herşeyi duyarım... Nereden duymuştu? Acaba mahal- lede oturan bir garson vardı da ön- dan mı işitmişti? Bu kocakarının da vaktile güzel olduğu, sağda solda kırıttığı devirler varmış. Bunu da Şermin biliyordu. O hatıraların düşüncesi şimdi acuzede müdhiş kıskanclıklar uyandırıyordu. Bu yaşta, bir insan ne derece fena olabilirse, ekşimiş ruhile o derece fe- nadı, hasuddu. Gençleri, yaşayanla- rı, keyfedenleri öyle bir -kıskanış kıs- kanıyordu ki... — O halde bize yol ver. geçelim. Hacer hiddetinden dişlerini gıcırdatıyore du. Maryananın kızmayacağından emin ol- #a, Açlanı bir vuruşta yere yuvarlıjacakta, Halitenin dalkavuğu, İspanyol dilberine döndü: — Nereye gittiğinizi biliyorum, Kolay ko- lay nasıl yol verebilirim? Ne istiyorsun? Sana bir zümrüd taşlı yüzük versem susar misin? Aclan güldü; — Böyle hediyelere hiç ihtiyacun yok. Ancak bir şartla susabilirim. Ne istiyorsan vereceğim, Aclan! gece bize yardım ot. Sarayda istediğiniz gibi hareket ede- bilirsiniz! Ancak, Tahirle görüştükten söne ra, dönüşte, benim odama uğramak şarti- ie, Yavaşça kulağına eğildi; — &adece elinden bir kadeh şarap içmek istiyorum, meleğim! Başka bir dileğim yok, Görüyorsunuz ki, ben çok sulbperver ve yu- muşak bir adamim. Maryananm fazla konuşmağa vakti yok- ta. Bu geveze adam da nereden çıkmıştı kar- nyol düberi belâyı başından defet- mek için, çok düşünmedi: Peki Aclan, dedi, biraz sonra dönece- gim. Geçerken odana uğrarım. Haydi, sen Bit. şarapları hazırla! Aclan teşekkür ederek yol verdi. Hacer hızlı hızlı yürümeğe başladı. Maryana cariyesini takip etti. ifenin dalkavuğu arkalarından yavaş 4 söyleniyordu; Beni aldatmayacağınızı sanıyorum. Si- zi bekliyeceğim. Eğer odama ul SANIR, yarın Tahirin yerinde siz yatacaksınız! Ha Mfeye ihanetin ne büyük cezası olduğunu el bette duymuşsunuzdur! Beklenilmiyen bir haber! Zindanın kapısında durdular. Ve yerdeki mermerlerin üzerinde yatan bir nöbet in horul horul uyuduğunu göre düler, Hacet Burada tehilke yoktur, sitil dedi - Nöbetçiler afyon çekip sızıyorlar. Haram- dan, günahtan korktukları yok. Hallfe bunları bu halde görse kafalarını kopartır. Yavaşça nöbetçinin omuzundan atlayıp, 'Tahirin yattığı höcrenin kapısını tıkırdağ- mağa başladılar. Hacer kapının iki kanadı arasına dudak- Tahir, Maryananın adını duyunca kapıya koştu. Şimdi daha kolay ve yavaş konuşan biliyorlardı. Gelmiyeceksin diye uyumuştum, Mars yanal dedi - Sana zahmet verdim. Fakat, bu gece seninle konuşmağa mecburum. Se- ni niçin çağırdığımı biliyor musun? — Bayır, — Bana aşkımdan bahsedecek değilim, Maryana! Biliyorum ki, beni sevmiyorsun! Gözlerin yükseklerde... Fakat, sana acıy0- rum. Üzerine bir iş almıştın.. biliyorsum yal - Evet, Pakat, şimdi o işten bahsetmes de lüzum var mı? — Seni bunun için çağırttım buraya. Kus lağinı kapıya iyice dayadın mı? Sesimi iyi duyuyor musun? Evet... duyuyorum ve seni dinliyorum. Tahir yavaşça sordu: — Şeyh Saldin dirildiğinden haberin vay mı? (Arkası var) Kılı çenesini uzattı, Tek dişini gös- tererek sarıttı: — İyi bilmiyor muyum?... lamamış mıyım?... Ha? Genç kız, yukarıda kendisini bek- lediklerini söy)iyerek itizar etmek, yü. rümek teşebbüsünde bulundu. Lâkin ihtiyar kadın, küçük pencereden eli- ni uzatarak onu eteğinden yakaladı. — Söyle bakayım, kız?... Kaç para verdiler sana?... - diye lâübali lâübali sordu. — Peyker hanim! — Haydi inkâr etme, aptal kız. Dün akşam geldiğini de gözetledim. Kaç para verdiler?... Yirmi beş ala. bildin mi bari? — Yukarda annem Aâcıkmıştır... Bırakın Allahınızı severseniz... Bun- lar nasıl lâkırdılar? — Anneni tımarhaneye koy, kur ful bana kalırsa... Zincir gibi ayakla. rına dolaşıyor, sana serbeslik vermi. yor... O olmasa nasıl yaşarsın değil mi?... Ben senin yerinde olsam kü- çüğe bakarım... O, büyüyünce senin yoluna dökülür, istifade edersin. Anlıyorsun ya ne demek istediğimi" — Allah aşkına... — Sana şimdi çıklık lâzım... Her şeyin mükemmel olmalı... Bu meslek böy? icab ettirir. İyi an- (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: