11 Şubat 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

11 Şubat 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 6 HER AKŞAM BİR HİKÂYE Toprak Kokusu, çiçek kokusu, deniz ko- kusu... Bütün bu kokular, Zebra hanımefendi- nin odasına açık pencerelerden süzülüyirdu. Zehra hantmefendinin elinde bir roman var, Genç kadın elindeki rumanı dizleri üs- tüne bıraktı. Altı senedenberi duldu, Altı senedenberi Büyükderedeki köşkünde iki çocuğile birlik- te oturuyordu. Çocuklarından gayri kimseye karşı ajâ- kasi yoktu. Aşkı unutmuştu, Daha doğru- #4 aşkı unutmuş değildi de aşkı tatmamış- tı. Ölen zevci ona aşkı tattırmamıştı. Şimdi, otuz üç yaşında; hâlâ güzel, hâlâ imes, hâlü barikulâde bir kadındı. Zehra hanımefendinin okuduğu romanı dizleri üstüne bırakmasına sebep, altı ya- şındaki kızı Ayşe ile sekiz yaşındaki oğlu Adnanın odaya girmeleriydi. Çoculdar, bah- Çeye gitmek üzere kendisinden izin istedi- ler. Anneleri onlara izim verdi. 'Tam © esnada âdi ki, kaps çalındı. Hizmetçi şu haberi veğdi. z — Mühendis Hikmet bey sizi görmek isti- yor, efendim. Zehra hesımefendi şağırdı, Tuhaf şeyt Komşusunun kendisini ziyaret etmesindeki sebebi bir türlü anlıyamamışlı, Gerçi Hik- met beyin zevcesi Nihal hanımefendi ile gö- rüşüyorlardı amma, mühendisin kendisile muaretesi pek azdı. . Hizmetçiye: Buyursun! - dedi, .. Mühendis içeri girdi, Uzun boylu, gık bir adamdı bu... — Bonjur beyefendi. sılsınız?... Hizmet bey, bu merasim suallerine mera- #imle cevap verecek vaziyetiy değildi. He- yecan ve ssabiyot içinde sesi fitriyerek: - Nihali gördünüz mü? -'diye sordu. — Zevcenisi mi?.. Hayır gtendim.. Ne oldu beyefendi?... Birşey mi var?.. — Demek ki, Nihal gili... Bön ümidim bu- Fadaydı. Şimdi o da suya düştü. Mühendis, böyle söyliyerek, kolu kanadı kırık bir halde kendini iskemle üzerine bı- Taktı. Zehra hanımefendi tereddüde dedi ki: — Nasıl gitti efendim? Nereye gitti? — Nasıl mi? Nereye mi?.. Başka bir er- kekle cehennemin öteki ucuna gitti. Ah, De oldü, bilyor musunuz?” Bugün yazıha- nemde oturuyordum... Telfon çaldı... Açtım, Nihal... Bana: «Artık seninle Yaşamak İste- miyorum... Başkasını sviyorum... Ağıl birlikte gidiyoruz.» dedi. Telefonu kapalı... İlk önce kulaklarıma İndnamâdım. Sonra bir otomobile atlıyarak buraya koştum. Bir de ne göreyim?... Hakikaten övde değil... Eş- yasını almiş... Elbiselerini, çamaşırlarını ai- miş... Cidden asri, Avrupâl bir hareket, de- gU mi7... Şaşırıp kaldım... Ve şaşırıp kaldı- Bam için buraya gelmişim, Insan ümidsiz ka- lınca ne yapacağını bilemiyor... Demek &i size de gelmedi, öyle mi, hanımefendi? Hem, öyle ya: Size ne demeğe gelerekti ki?. Bu aşk faclası karşısında Zebra hanım- efendi: — Garip şey... —— bd ön mırıldan« maktan başka çare bu Mühendis âcı acı güldü; — Garip mi?.. Hiç de garip değil. Kas bahat bende... Ne derece serdiğimi kendisi- he belli ettim. Ah insafsız kadın ah... Ona maddi, manevi ne fedakârlıklar yapma- dım, pe fedakârlıklar.. Hattâ ufak tefek İörtleri olduğunu bilirdim... Lâkin görme- mezlikten gelirdim... Baş döndürücü bir güzelliği vardı. Kıskanırdım... İnce süvare elbiseleri içinde başka bir erkeğin kolia- rında dans edip döndüğünü seyrettikçe aklım başımdan giderdi. Berâzadlığına itiraza, kalkıştığım ozamanlar dudaklarını dudaklarıma yapıştırır ağzımı kapardı.. Ah merhametsiz kadın ah.. Şimdi onun Başka bir erkeğe wid olduğunu düşündük- ge... Zehra hanımefendi, pek az tatüdığı bu yabancı erkeğin ağzından pek az tanıdığı Aşka dair bu samimi ilirafatı dinliyordu. Muhavere ile alâkadardı, pek rlâkadardı, pek. zarif, Sefa geldiniz... Na- İst, asliye 6 cı hukuk mahkemesinden: 39/1283 Aşk, hiyanet, aşkın huşuneti, aşkın hak- #ızlıkları... Bütün bunlar ne müthiş şeyler- miş meğer... Hikmet nihayet sökün bulmuş gibi gö- ründü — Affınızı rlea ederim hanımefendi. Teessüre kapılmıştım da başınızı ağnt- tım... Bufeci vaziyette beni mazur “görü” nüz.. Ne yapabilirdim ki.. Mühendis asabi bir halde olduğu için iş- lerini şerikine bıraktı, Şehre inmiyordu artık. Hep Büyükderede oturuyordu. Artık Zehra hanimefendi ile sik sık görüşüyor- lardı. Her buluştuklarında Nihalin Jâfı olurdu. Mühendis karızmı bazan hiddetle, bazan Weessüfle yad ederdi. Böylelikle gitgide Zehra hanımefendinin merhametini çelbe- diyordu. Kadın, Hikmeti teselliye uğraşi- yordu. Teselli edenle edilen ne çabuk sa- mimi olüverirler.. Mühendis Hikmetle Zehra hanımefendi de kaynaşıverdiler. Ve... ehra bir gün hayretle şunu farketti: | Mühendisi seviyordu! Artik onu görmemek; onunla karşılaşma- mak istedi, Lâkin hayatanın bu ilk aşkı büyüdükçe büyüdü. Önüne geçilmez bir hale geldi. Hikmet, Zehra için lüzumdı, el- zemdi... Sanki bunu anlamış gibi, mühendis de artık Nihalden bahsetmez olmuştu. Zev- cesinin fini ağzına almıyordu. Nihall unutmuş muydu? Zehrayı s#vmişe benziyordu. Fakat acaba Zehranın telkin ettiği sevgi Nihalinkine galip miydi? Bir akşam Hikmet şehirden .Büyükdere- ye döndüğü vakit Zehra hanımefendiyi bahçesinde buldu. Kadın, titrek bir sesle; — Kim geldi, biliyor musunuz. sordu, Kim geldi. — Nihal, Mühendis, sarardı: — Nihal mi?.. Nihal mi geldi?., — Evet. Yaptıklarına pişman olmuş. AT dilemek istiyör.. Size yalvafıyor.. Ba- nim tavassutumu rica etti... «Bir deliliktir yaptım» diyor. Sevdiği sizmişsiniz.. Hikmet, gözlerinden sevinç kıvılcımları saçarak; — Şimdi Nihal nerede?... - diye sördü. - Nerede? Evde mi?... Zehra, acı acı güldü. Sesini alçaltarak: — Demek onu hâlâ seviyorsunuz? - de- di. - Her şeye rağmen ona kavuşmağa ha- sırsınız?... İzzeti nefissiz adam.. Halbuki ben.. sizi. Ben sizi o Kadar laselli et- tim.. Bizse, Beni... Lâalettayin bir kadın yerine koydunuz... Bizi sevdiğimi anlamıştır nız da.. Beni seviyor gibi göründünüz., İşte bu tecrübeyi yaptım... Kendimi size sevdirecektim... Şimdi artık... Gidiniz.. Gis diniz... Gidiniz... Mühendis şaşırdı: — Peki... - dedi, - gidiyorum... Fakat ni- çin bu tecrübeyi yaptınız?.. Ben onu ar- tık sevmediğimi sanıyordum... Sizinle bah- tiyar olabilirdik... < diye Nakleden: (Vâ - Nü) Miüddel: Serap, Müddelaleyh: Aşhan: Ge- dikpaşada Duanali caddesinde 18 No. da Müddel Serap tarafından müddelaleyh Aş- han aleyhine açılan boşanma davası için müddelaleyhin 7/2/940 çarşamba günü saat (1040) da mahkememizde hazır bulunma- 8 lüzumu ilânen tebliğ edilmesi üzerine mu- | malleyhin © gün gelmemesi veya bir vekil | göndermemesine mebni hakkında giyap ka- Tarı ittihaz olunmuş ve imlâ kılınan bu ka- rara ait ihbarnamenin bir nüshası da mah- keme divanhanesine asılmış ve keyfiyetin Ön beş gün müddetle ilânı için tahkikatın 6/3/940 çarşamba günü saat 1030 a bırakıl- mış olduğu tebliğ yerine geçmek üzere ilân olunur. « «ME. 2299) Mektep maçları Dünkü müsabakalarda Hay- darpaşa - Taksimle, Kabataş Darüşşafaka ile berabere kaldı Maarif müdürlüğü İstanbul spor bölge- sinin mektepliler arasında tertib ettiği lig maçlarına dün Taksim ve Şeref stad- larında devam edilmiştir. Büyük bir kala- balık tarafından alâka ile takib edilen bu maçları sırasile bildiriyoruz. HAYDARPASA - TAKSİM LİSELERİ Taksim stadında günün £k maçını Hay- darpaşa ve Taksim liseleri yapmışlardır. Hakem Tariğın idare ettiği bu maça Haydarpaşenın bâkimiyeti le © başla- dı, Rakibine nazaran daha kuvvetli olan Haydarpaşa kendinden emin vaziyette oy- nuyor. Buna mukabi! Taksim iisesi bü kuy- vetil rakibine mukavemet için enerji sar- feodiyordu. Haydarpaşa Uk golü 14 üncü dukikada Hayri vasıtasile yaptı ve biraz sonm Haydarpaşanın atığı gole Taksim Msesi de Bürhanın ayağile mukabele etti, Ve birinci devre 1-1 bitti, İkinci devrede her iki taraf da çok ça- laştıysn da bu netice değişmedi. Ve oyun Haydarpaşanın hâkiriiyetine rağmen 1-1 beraberlikle rihayetlendi, IŞIK - HAYRİYE LİSELERİ Günün en mühim karşılaşmasını geçen #enenin birincisi Işık ile bu sene şampiyo- naya nüamzed gösterilen Hayriye İiseleri yaptılar. Hakem Şazi Tezcanın İdaresindeki bu oyun başlar başlamaz iki takim da can- lı bir oyun gösteriyordu. Hayriyenin hü- cumlarına çok temiz ve enerjik bir muka- vemet gösteren Işık müdafaası cidden mu- vaffak oluyordu. Hayriyenin ilk anlarda yaptığı sıkı bir hücumda Kadirin ayağile âlk golü kazanan Hayriyeliler işi gevşek tuttular ve bu tarzları Işığın devrenin 60- nunda Şeref vastasile yaptığı bir gole maloldu ve devre 1-1 berabere bitti, İkinci devrede Işık çok enerji ile oynuyordu. Hay- Tiyenin az süren Câzyikinden kendisini kurtaran Işık sağiçleri vasıtasile bir gol daha kazanınca oyun büsbütün hızlandı. Fakat Hayriyeliler Işık müdafaasını ya- rarak gol yapmağa muvaffak olamadan maç da Işık lisesinin 2-1 galibiyetile bitti, Şeref stadında yapılan. maçlarda Bo- gaziçi » Yüce Ülküye 2-1 galib gelmiş, Ka- bill Darüşşafaka 0-0 berabere kalmiş- lardır. Galatasarayın jimnastik müsabakası Galatasaray klübü yüzücüleri arasında tertib edilen Aletli ve âletsiz Şimnastik müsabakaları dün klübün. Beyoğlandaki merkez binasında büyük bir kalabalık önünde yapılmıştır. Finale kalan 10 sporcu arasında geçen müsabaka çok zevkli olmuş ve neticede Nejad Tekebaş birinci, Ziya Çalı ikinci, Badi Demirkaya üçüncü olmuşlardır. Bu müsabakadan sonra Galatasaray klübü ile Rober Kollej muallimleri arasin- da çok iddialı göğen bir basketbol maçı yapılmış ve bu müsabakayı Rober Kollej müsllimleri 34 - 32 kazanmışlardır. Bugünkü spor hareketleri TAKSİM STADI : Karagümrük - Davudpaşa Saat 1130 Beyoğlu - Galataspor » 1340 Beykoz - Topkapı » 1530 ŞEREF STADI : Feneryılmaz - Galataspor » 0 Anadolu - A, Hisar » 145 Süleymaniye - Hilâl » 1340 Beşiktaş - Vefa » 1500 FENER, STADI : Galatasaray - Kasımpaşa (oO» 1330 Fenerbahçe - İ. Spor » 150 İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Tefrika No, 49 Yazan: İskender Fahreddin Saray bekçisi yavaş yavaş yürüyerek loş dehlizlerden sarayın bahçesine inip ortadan kaybolmuştu Aclan vaktin -Tahir yüzünden- boş yere geçtiğini görüyordu. — Gerçek, dedi, Türkler başlarına çok bağlı olurlar. Abdüsselâmı belki de iğfal et- mişterdir. Maryana birdenbire şüşaladı: — Ne diyorsun, Aclan.. Tahir Türk mü- dür? — Evet. Vaktile Elharise esir düşen bir Türk kölemenin oğludur. Babası azad edil- dikten sonra Şamdu evlenmiş. 'Tahirin da- marlarında Türk kanı vardır ve onun içla kendisine Şamlılar: «Başı yukarda gezen delikanlı!e derler. Onu - ölümden yılmadı- Bı için- halife de çok severdi, Abdüsselâmın bir sözile onu zindana atışına ben de şaşi- yorum doğrusu. Maryana düşünüyordu. Dalkaruk birden telâşla ayağa kalktı; — Size nefis bir şarap hazırladım, sulta- nım! Sarayda benden başka o hiğ kimsenin odasında şarap bulunmaz. Hali- fenin veliahdlık zamanında gizliden giz- diye içtiği söylenirse de, ben İnanmam bu- na. Gümüş bir tepsi içinde bir bardak uzattı; — Buyurunuz.... Ve seyrek sakalını kaşıyarak, derin bir hayranlık içinde İspanyol dilberinin yüzü ne baktı; — Çok güzelsiniz, sultanım! Sizin yanı- nızda güneş sönük kalıyor! Ay tutuluyor. Yıldızlar, birer yağmur damlası hulinde veriperek- yere dökülüyor... Yüzünüze ba- kan gürler kamaşıyor. Bu gece bana, gül Çehrenizi doya doyn seyretmek sandetini verdiğiniz için, size teşekkür ederim. Bu da- kikada kendimi halleden çok daha mesud Sanıyorum, sultanım! Çünkü, eminim ki, Velld, sizin Şama geldiğiniz gündenberi bu güzel yüzünüzü bu kadar candan temaşa etmemiştir. Maryana şarap kadehini ağzına götürdü. bir yudum içti: — Çok tatlı.. mis kibi üzüm kokuyor. Sen içmez misin Aclan? — İçerim, sultanım! Fakat, şimdi değil, Bunu ancak sizin için tedarik edebildim. — Günah, değil mi?! — Ben, günahtan korkan bir insan deği- lim. İsraf etmemek için içmiyorum, Tedari- Xi çok müşkül, Halifenin memurları, şarap satanlara karşı çok İnsafsız davranıyorlar. Bunu buluncaya kadar, ne zahmet çektim bilseniz. Maryana şarabı çiğnereyek içiyordu. Acaba, Alan, bulifenin gözdesini bu ve- ye ile bir tuzağa mi düşürmek niyetinde Aslan gibi, hiç kimseden ve hiç bir gü- nahtan korkmıyan adam neler yapmazdı! Maryana, şark saraylarında dönen entri- kaları gördükçe, herşeyden ve herkesten şüpheleniyordu. İçtiği şarabın içinde zehir veya afyon bulunmadığını kim temin edebilirdi? Aclanın içmemesi de Maryanayı haklı olarak şüpheye düşürmüştü. Aclan gülerek: — Haydi yavrum, diyordu, onu içiniz de bir daha doldurayım. Zâten şu destinin için- deki şarap üç bardaktan fazla değildir. Va- kit geçmeden içiniz ki, neşeniz artsın! Ve- idin yanında yüz yıl kalsanız, bu şarabı bulamazsınız. Alah rahmet etsin onu icad edene. Bu kadar nefiş bir içkiden insan nef- 8ini menedebilir mi? Maryana hâlâ çekiniyor, şeytan bakışlı dalkavuğun sözlerine itimad edemiyordu. — Hepsini birden İçemem, Aclan! Sarhoş olurum sonra. — Ben de size hepsini birden vermek ni- yelinde değilim. Fakat, bir bardak da pek azdır, Hiç olmazsa Ikinef bardağı da içi- niz, Maryana tereddüğdünü moydana vurarak: — Korkuyorum, dedi, halife birdenbire çağırırsa, yüzümden ve gözlerimden şarap Tuzak içinde Tuzak 'Tetrika No, 62 Bu sabah da ayni düşünceyle uyan- Dışta. Şerminin macerası onu pek alâka- dar etmişti. Fakir bir akrabanın iyi- liğini ister gibi oda bu yavrunun $i- kıntıdan çıkarak feraha kavuşmasını arzu ediyordu. Gözü saatte beklemeğe başlamıştı. Dakikalar yavaş geçiyor gibi gelişti. Fakat on oldu, onu beş geçti, çeyrek geçti. «— Artık gelmez...» diye düşündü. Mulad gezintisini yapmak üzere merdivenleri indi, sokağa çıktı, İşte böylece buluşamadılar... Genç kız ise, Cağaloğlundan aşağı, dalgın, müteessir yürüdü: «— Ne abdalım... Niçin acele et- medim?... Şimdi ne yapacağım? Ne yapacağı malümdu: Zonguldaktaki ahbabını ziyarete gitmek... Bu âdam da zengindi. Bu adam da onun mukadderatı Üzerinde büyük bir rol öynayabilirdi. Öyleyse onu ziyarete gitmeli... Bari p sandeyüiyu kâçırmamalı. Nakleden : (Vd - Nü) Beyni boşalıhış gibiydi. Ne karar vereceğini bilemiyordu. Babıdli caddesinden aşağı iniyordu. Birdenbire bir s8 duydu: — A... Bardakl güzel kız... Geriye döndü ve birbenbire şaşırdı. Karşısında, Dürrü ailesinin en kü- çüğü olağ Galib vardı. Gözleri fıldır fıldır bakıyordu. Arkadaşı mütekaid zabit, bu delikanlırın yalvarmalarına, asılmalarına dayanamıyarak bütçesi. ne Azıcık üflemişti. Bugünkü günde cüzdanı hayli şişkindi, * Şu esnada on papeli gözden çıkar. mış bulunuyordu. Hemen yanaştı: — E, küçük hanım... Nasılsınız ba- kalım?... Şermin cevap vermedi. Hemen oradan geçen bir taksiyi durdurup atladı, — Beyoğluna... -emrini verdi. Galib beyefendi, kaldırım üstünde, boynu bükük, kalakaldı. «— Vay gidi vay!... Bizim ihtiya- rın parasile otomobillerde caka safı- yor...» dedi, geçti, Süha'nın verdiği adresteki sokâkta durdu. Kızcağız, şoförün hesabını gördük- ten sonra, binanın kapıcısına, titrek bir sesle; — Sühi Elstanbuli bey burada mı? » diye sordu. Molla bey, kurtaracağı bu genç ki- zı bir çeyrek daha beklememişti; çi- kıp gitmişti. Fakat talihin şu kötülü güne bakın ki, Süha, mahvedeceği in- sanı bekliyordu... Deminki bir kaç dakika gecikme üzere, Korsankaya cinayetine ben- zer yeni bir facianın zuhuru mukad- Baha, yazı masasının başında iki büklüm meşguldü. Genç arkadaşı ise, kendini bir koltuğun yumuşak yas- tıklarına bırakmıştı. Parmaklarını saçlarına daldırmış; başını arkaya de- wirmiş, hülyaya dalmıştı. Dudakların- da bir sigara tütüyordu. Belki heyecanlıydı. Belli ki bir beklediği vardı. Gelecek miydi? Sözünü tutacak miydi? Genç kızın hayatına dair pek az malümat almıştı, Sefalet çektiğini öğ- renmişti. Şimdi merak içindeydi, Me. rak da değil bu: Büyük bir alâkaydı. daki saatin yelkovanı ne ağır hareket ediyordu. «— Bu kızla ne kâdar meşgulüm... Ona ne kadar kapıldım...» diye düşü- nüyordu, Ömründe hiç bir kadın kendisini bu derece meşgul etmemişti, İlk aş- kıydı bu... Biran kulak kabarttı... Kapı zilinin çalındığını duymuştu. Rahat bir nefes aldı. O gelmişti! o... Temiz giyinmiş bir uşak eşikte be. lirerek: — Bir küçük hanım sizi görmek isti. yor, beyefendi... - diye haber verdi. — İçeri al, Nikola! Uşak tam çıkıyordu ki, Baha, bir el işaretile onu durdurdu. Aralarında göz kaş işaretile bir ko- nuşme cereyan ediyordu. Delikanlı, düşünce içinde bulundu- ğu için bunun farkına varmadı. Esa- sen üstadla şakirt arasında büyük bir istidad farkı vardı. Her halde Nikola isimli bu uşak, öy- 16 alelâde uşaklardan olmıyacaktı. Halinde bir başkalık vardı. Otuz yaş- Jarmda kadar sarışın bir Rus tipi idi bu. Kimbilir Vrangel'in peşine mi, Kolcak'ın peşine mi takılmış; dünya- yi dolaşmış, feleğe katakulli oynamış. 4ı, Ve nihayet o da Burlett ve Temp- içtiğimi anlar. O size şarap ikram etmiyor mu? — İki kere içtim onun sofrasında, Fakat, bundan daha nefis bir şaraptı ©. — Ben de hükümdar olsaydım, onun gibi daima dolabımda Bizans ve Venedik şarap- Jan bulunurdu. Maryana güldü: — Neyse. bırakalım bu şarap lâf. Ha- Mifenin yeni bir sefere çıkacağından bahse- diliyor, doğru mu? Aclan gözlerini açarak cevap verdi: — Allah göstermesin o günleri bana, Ha» Mfenin e hiç bir yere gilmeğe niye- Onun hsrbe gidişinden mem- nun olmaz mısın? — Hayir. Çünkü halife Şamdan uzaklaş- tığı Yaman, ben sarayda çok ezilirim. Bura- da bana ondan başka kimse ttifat etmez. — Artık şeyh Said tehlikesi de kalmadı. Halifenin Şamdan ayrılmasına bir sebep yoktur, değil mi? - Evet, Ben de üyle sanıyorum. Halife- nin yeni bir sefere çıkacağını duymadım. Size kim söyledi bunu? Bu sırada kapıda bekliyen Hacer telâşla içeriye girdi: — Uzaktan vellandın gölgesini gördüm. Bü tarafa doğru geliyor... Dedi, Aclan şaşırdı. Maryana yerinden fırladı: Eyvah. buraya gelirse ne yaparız? Halifenin dalkavuğu derhal yanındaki kü- çük kapıyı açarak: — Haydi, şu küçük kilere giriniz, dedi, orada sizi şeytanlar bile görmez. Maamafih Aclan boşuna telâş etmişti. Hacerin veliahda benzettiği gölge saray bekçisinden başka biri değildi, Saray bek- çisl yavaş yavaş yürüyerek, loş dehlizlerden sarayın bahçesine inip ortadan kaybolmuş- tu. Avlan bu sırad halifenin gözdesinden 1s- tifade etmeyi düşündü: — Bu kadar hoşlandığım bir kadın kendi ayağile odama geidi. Onu bir kerecik olsun öpüp birakırsam, bana aptal, beceriksiz demezler mi? Bir aralık kilerin kapısına yaklaştı: — Korkmayın, dedi, vellahd kapımın önünden geçiyor. Maryananın sesi çikmiyordu. Belliydi ki, halifenin gündesi çok korkmuş- tu. Hacer: — Bu ne talihsiziikr.. Diye söyleniyordu. İzisi de kilerin içinde bunalmışlardı. Aclan birden, her zamanki gevezeliğinin canlı ifadesi olan şen bir kahkaha ile kı- lerin kapısını açtı: — Haydi, sizi azad ediyorum, Fakat, en büyük tehlikeyi ben atlattım. Halifenin ku» İağına gitseydi, derhal derimi yüzdürürdü, Artık sizi okşamak hakkını kazandım değil mi, benim güzel prensesim? Ve Maryananın yerinden kımıldamasına meydan vermeden, dik ve sivri sakalını genş kadının billür kadar şeffaf ensesinde gez- Girerek; — Beni affediniz. Beni mazur görünüz. tahammülüm kalmadı artık. Dedi, Maryananın boynuna sarıldı — Bundan #onra ölsem de gam yemem... Maryana bu ani hücum karşısında şaşi- rip kalmıştı. Bağırmak İstediği halde ağzını ağamıyor- du. Ya velishd duyarsa?... Ya halife duyarsa”... Ya bekçiler duyarsa?... Bu endişe ile kilerden fırladı. tasına atıldı: odanin or- (Arkası var) leton arkadaşların Şii tü. İki efendisi arasında, Nikola, görü- nüşte genç efendiye hizmet ediyordu. Fakat umumiyetle sönük duran göz- leri Bahanın bu hareketi üzerine kur. naz kurnaz parladığı için, asil hizmet etliği efendinin kim olduğu böylece anlaşıldı, Baha: — Kimse gelmedi mi, Nikola? - ye sordu. — Sizin için kimse gelmedi efen- — Kektup? — Yok. Bu sözler belki bir şey ifade etmi. yordu. Fakat bunlar söylenirken, göz- lerin ifadesi pek manalıydı. Uşak; «— Ben buradayım... Merak etme. yin... Ben buradayken size bir fena. lık gelmez...» der gibiydi Baha, gene başım İğdi. Yazı masa. sınin arkasında meşgul olmağa baş- ladı. Kapı açıldı. Uşak Nikola, genç kızı ödâya soku. Delikanlı, büyük bir tehalükle ye. rinden kalkmıştı. Kızın girdiği kapi- ya doğru yiirüdü. Onu ellerinden tut- tu. Yazı masasının karşısındaki diva- na doğru yürüttü; oturttu. Kendi de bir koltuk çekip yanma çöktü, etine düşmüş- di

Bu sayıdan diğer sayfalar: