19 Mart 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

19 Mart 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Koluma girdi. Son derecede derdli görü- nüyordu. Yüzü sapsarı keşlimişti. Gözleri- nin etrafını mor halkalar çevirmişti. Hal- buki her zaman. gayei neşeli bir hali var- dı. Dünyayı omursamaz, gam, kasavet ne- dir bilmez, herşaye güler geçerdi. Biribirt arkasına savurduğu, içten gelen kahkaha- ları ile şöhret salmuşt. Herkes ona «Gam- sz Alis derdi. Onu böyle köder içinde gö- rünce başından pek fevkalâde şeyler geçti- ğini anladım. Yüzüne biraz daha dikkatle bakınca hay- tetim büsbütün arttı. Afi pek ziyade savdi- gi güzel bıyıklarının da biçimini bozmuş, on- ları gayet garip bir şekle sokmuştu. Halbuki bıyıkları, eskt biçimi He ona fev- nema yıldızlarına bile bıyık bu kadar ya- raşamazdı, Onun çeliresine en büyük hu- susiyoti, atlı minayı veren İnce, uzun, sarı bayıklarıydı. - ” Beraber bir gazinoya oturduk. O dalgın bir tavmria sigara paketini çıkarırken ben sordum; Bıyıkların ne oldu Ali?.. Başın! derdii derdii iki tarafa sallıyarak anlatmağa başladı Sorma... Hiç sorma'kardeşim... Biliyor- sün ki, bundan iki üç ay evveline kadar bı- yıklarıma ne kadar düşküsidüm. «Her gö- nülde bir aslan yatar.» defler ya. Herkes, insanların en çirkinleri bile kendilerinde beğenilecek, hoşa gidecek hir taraf bulur- lar. Benim de kendimde'en çok beğendiğim bıyıklarımdı, Onlara ne dereeede emek ver» miştim. Onlarla ne kadar candan uğraşmış, meşgul olmuştum. Bir kenarındaki küçük bir kı düzelimek için dakikalarca, makas elimde, ayna karımda gör nuru dökmüş- tüm, Biyıklarımı beğenmekits e biraz' hak- kim vardı galiba... Çünkü birçok kadınlar biyıklarımı pek beğeriiyorlar, bana son de- recede yakıştığını söylüyorlardı. Hatlâ sev- gililerimden birinden aldığım bir meklupta aynen şu elimle vardı; «Üzerlerine altın Gü &eepilmiş hissini veren biçimli biyıkların geceleri rüyalarıma giriyor.» Görüyorsun ya, biyiklarımı beğen- mem sebepsiz değilmiş. Hani birçok artist- Jer kendi güzelliklerini sigortaya koyarlar- mış... Kimi bacaklarını bilmem kaç yüz bin dolara, kimi gözlerini, kimi dudaklarını, ki- | mi göğsünü, kimi sirtınj'siğorta ettirirlermiş. #&er bizde de bu sigortalar olduğu” nu bilseydim ben de bıyıklarımı koyardım. Bundan üç ay evveldi, Bir gün güzel bir filim seyretmiş, sinemadan çıkıyordum. Bir- denbire-kalabalık arsiğdi Benç, güzel, şık bir kadın görüme ilişti; Ben bu ılık bakışlı, kızılcık rengi dudakii genç kadını bir yer- den tanıyor gibi idim. Yüzü bana hiç ya- bancı değildi, Bir arâlik göze geldik. O da bana baktı. Her fikide o da benim gi- bi kendi kendine «Acaba bunu nereden ta- nıyorum?» diye düşün dyordu. Bir aralık göz- leri parladı. Bara doğru yürüdü, tatlı bir gülümseme ile: — Ali!,.. Aluşt. dedi, Sesini işitir işitinez, onu'üanudım. Bu be- nim ele avuca sığmaz, yaramaz, haşari ç0- cukluk arkadaşım Celile idi, Fakat onu ne kadar uzun senelerdenberi görmemiştim. Bu müddet içinde ne deretede değişmiş, güzelleşmiş, kadınlaşmığ, fevkalâde bir hal almıştı, Beri çocukluğumda olduğu gibi ge- he cAlüşe diye çağırıyordu. Mahiyetini an- lamadığım bir heyecanla yanına yaklaş- tım: — Celile, dedim. fakat ne kadar değiş- mişsin!... Yanaklarını çukurlaştıran gülüşü #le: — Sen az mı değişmişsin2 dedi. Sinema- ların önü kulubalık olduğu için karşıki kal- dırıma geçtik. Onu senelerden sonra buldu- Zuma pek memnun olmuştum. Bir aralık: Celile, dedim, uzun senelerdenberi bi- ribirimizi görmedik. Anlatacak me çök şey- lerimiz var, Bir yere oturalım da duya do- ya konuşalım. Çocukluğundaki inadeı tabiatının olarak bu sefer; — Peki... dedi. Kendimize tenha, sicak bir köşe bulduk. asanın başında karşılık- lı geçip oturduk. Evvel eaki günlerden ço- Gukluktan lâf açıldı, O benim kafamı taş- aksine la nasıl yardığını anlattı. Ben onu bayram- bk elbisesile nasıl havuza yuvarladığımı an- lattım. Fakat pek kisa bir zaman içinde çocuk- luk arkadaşıma candan âşık olacağımı an- lamıştım. Ne tatlı tatlı konuşuyordu. Pa- ketimden alarak uçları pembe cilâh par- makları arasına sıkıştırdığı sigarayı İçişin- de bile bir başkalık vardı. Daha kendisinden ayrılmadan evvel onun» Ja ikinci bir buluşma fırsatını temine çali- sıyordum. Nihayet karar verdik. Ertesi gü- nü buluşacak kırlara gidecektik. O günü aynlırken Celile: — Aman Ali... dedi, o bıyıklar ne öyle?. Bana hiç yakışmamış.. Güldüm, Biyıklarımı hakikaten beğenme- mesine ihtimal vermediğim için şaka yap- tığını zahnettim. Fakat Celile yüzünü büs- bülün buruşturarak: — Ay bıyıkların pek sinirime dokundu, ri- ca ederim şunları kes Aluş.. Şaşırmıştım: — Sahi mi Celile... Bıyıklarımı bakika- ten beğenmiyor musun? — Keş,, Kes onları. diye mırıldandı. O gü- nü Celileden ayrıldım. Fakat erin kesmedim. Celilenin gönlünü ed: umuyordum. Lâkin yanılmışım, Erte: nü Celile beni görür görmez bana: — Ay bıyıklarını hâlâ kesmedin mi?... Yü- züne . Bu ne hal”. Diye çıkıştı. Hakiakten sanki midesi bu- Janıyormuş, yüzüme bakamıyormuş gibi bir hal almıştı. İnsanlar arasındaki sevk far- kın düşündüm, Celile İle arkadaşlığımızın devamı için muhakkak sevgili bıyıklarını kurban etmem lâzımdı. Kestim. Lâkin bic anda çebrem, sanki yüzümün üstünden es- rarlı bir el geçmiş gibi değişmişti, Aynada kendi kendimi tanıyamıyordum. Ferkalâde çirkinleşmiştim. Yüzüm kazınmış bir iş- kembeye benzemişti. Maamafih Celilenin arzusunu yerine ge- #irdiğim için memnun bir tarırla eski ç0- cCukluk arkadaşımla buluşacağımız pasta- neye gittim. Biraz sonra Celile geldi. Gözü yüzüme ilişir ilişmez sanki dünyanın en ko- mik şeyini görmüş gibi katılırcasına gülme- ğe başladı. Sanki onu birisi gıdıklıyordu. Ni- hayet kahkahaları bitince: — Aman Ali, dedi, ne kadar çirkin olmuş- sun... Böyle bir kat daha beter bir hale gel- mişsin... Bu ne hal, Yüzüne bakamıyaca- ğım.. Deli olacaktım. O güzelim bıyıklarımı is- rurlarla kestirdikten sonra bu sözler beni çildırlacıklı, Fakat Celile; — Aman, dedi, hemen gene bıyıklarını birak... Halbuki benim biyıklarım da çok güç çi- kar. Eski, kestiğim zavallı sabık bıyıkları- mi uzatıncaya kada neler çekmiştim. Ma- amafih yapılacak başka Şey ia Tekrar bıyıklarımı bırakmağa Ali suzmuştu. Bir sigara daha ei sonra ilâve ettim: Evet... dedi, Celilenin hoşuna gitmek için bıyıklarımı tekrar uzatmağa başladım. larım daha büyümeden Celile başkasını sevdi ve onunla evlendi. Şimdi ben bıyıklarımın gittiğine mi yanayım? Bev- gilimi elimden kaçırdığıma mı? ma Feridun Es anama Türk alete cemiyetinin toplantısı Türk Cerrahi cemiyeti aylık ilmi toplan- » prof. Orhan Abdi Kurtaranın baş- kanlığı altında Ktibba odası önlonünda akdetmiştir. Müzakereye konulan entere- asan mevzular üzerinde münakaşalar cere- yan etmiş ve bu münasebetle Orhan Abdi Kurtaran, Murat Cankat, Kâzım İsmall Gürkan, Ömer Vasfi Aybar. Avni Aksel, Halit Ziya Konuralp, Fahri Arel, Hami Di- İek, Zühtü münakaşalara iştirak ederek fikirlerini beyan etmişlerdir. Uzun konuş- malardan sonra nisan ayı içerisinde tekrar toplanılmak üzere içtimas geç vakit miha- yet verilmiştir. Tuzak içinde Tuzak Tefrika No. 99 Bir bavul getirdiler, Bir takım bez- ler içine serdıkları yahudiyi buraya güzelce yerleştirdiler. Sonra bavulu kilitlediler Tabintile, daha evvel, bütün cepler İçinden “çıkan mücev- küçük çantadakiler bir ta- ulmuştu. Ganimet yaman ganimetti Bir müdd da, bir zalı mi ulile bi sonra, seyahat kılığın- hterem, gayet muhte- ş otomobile binerek otelden uzaklaştı. Bavulun içinde fe. na bir şey olacağı kimsenin aklın: dan bile geçemezdi, Zira burası otel- ler mıntakasıydı. Gelen, giden, kaç tane, Otel ve üzeringeki hususi daire, şimdi artık gâyet sakin bir hal al- muştı. Sanki yarım saat evyel buraya korkak bir yahudi girmemişti; sanki burada müthiş bir cinayet işlenme. işti, İşlerden pek mühim bir tanesi halledilmişti Baha, şirkete karşı yüzü ak çık- mıştı. Şimdi diğer dava kalıyordu; Nakieden : (Vâ « Nü) İzdivaç meselesi, Hoca, şakirdine, dostça bir işaret- te bulundu, İkisi de, yan taraftaki odaya geçerek çıkmak üzere hazır- landılar, Baha; —ı Cinayet esnasında buradan uzak | bulunmağı kararlaşlırmıştım. Fakat içim rahat etmedi! - dedi. — Evet, isabet oldu, gördük. Ne ise, mükemmel netice aldık. Den kısa heyecanlarından şim- di artık eser kalmamıştı, Çok şükür! Kaç zamandır yüreklerini üzen bu İş iyi netice vermişti! Fakat birdenbire, göründü: — Şermin hanım! — Şermin hanım mı? Ne müna- sebet? — Evet, o geldi... da... — Garip şey. — Amma, korkmayın... Bir şey- den şüphelenmiş değildir, Genç kız, dün gece gazetede mahud ilânı okuduktan sonra uyuyamamıştı. Nikola, kapıda Vaka esnasın- 21,15 Müzik; Küçük orkestra (Şe ea ! ! 2Y0 SALI 19/1/9040 1240 Program ve memleket saat ayan, 12,5 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1230 Müzik, Çalanlar: Reşad Erer, Vecihe, Cev- det Kozan, Okuyan: Muzaffer İlkar, 1- Hüz zam peşrev, 2- Ahmed Irsoy - Hüzsam şar- kı: (Hatırında kalsın), 3- Hüzzam şarkı: (Tuzelendi tabu âlem), 4- Rakım - Hüzzam şarkı: (Aşkın bana bir gizi elem oldu), 5- Sel. Pinar - Hüzzam şarkı: (Aşkınla sürün- sem), 13,15 Müzik: Halk türküleri Aziz Şen- ses ve arı Recep, 1330-14 Müzik: Hafif müzik (PL) 18*Program ve merileket saat ayarı, 18,05 Müzik: Oda müziği (PL), 1840 Konuşma (Çiçinin saati), 18,55 Berbes saat, 10,10 Memleket saat ayarı, Ajans ve meteoroloji haberleri, 1940 Müzik Dellaizade İsmail efendinin hatırasını tâziz için merhumun eserlerinden mürekkep prozram, Ankara radyosu küme sez ve saz heyeti, idare eden; Mesud Cemil, 20,15 Konuşma (İktisat ve hukuk saati), 2030 Müzik: Fas heyssi, ecip Aş- kın), 1- Nielsen: Maskarad komik öpera- sından İspanyol dansları, 2. Offenbach: Moment musical (Fa minör), 4- Adolf Ec- kstein: Mayıs ayında (muhtelif parçalardan potpuri), 5- Web , No. 1, 6- Joh. Sirauss: Bu nağmeler seni sarsin, ey dün- yal (vals, 2215 Memleket saat ayarı, ajans haberleri, ziraat, esham - tahvlât, kambiyo - nukut borsası (fiat) 2235 Mü- zik: Cazband (Pİ, 23,25-29 30 Yarınki prog- ram ve kapıınış, BULMAÇANIZ sağa: 5 1“ Buruşuk bir hâle getirme. 2 — Eritme - Dilenei, 3 — Hafriyat yapan, 4 — Eşeğin bağırması - Ödeme, 5 — Tersi bir ziraat ölçüsüdür - Tersi a8- ker deği! 4 — Kasabın sattığı - Nisyan et - Flat rümuüzü. 7 — Budala - Tahzim eden, 8 — Geniş değil - Vilâyet - Arlınaktan emir. 9 — Kör - To kısmı. 1) — Mezar - Nota. Yukarıdan aşağı: 1 — Zavallı insan. Atletik bir hareket, Bir içki - Uzak. Aç gözlülük. ir kadın ismi - Fikir. Karpuzun arkadaşları, 7 — Başma «Ma gelirse bir peygamber olur - Verme. 8 — Tersi eski Romalı meşhur kuman- dandır - Şişman değil 9 — Vade - Fırlamaktan emir. 10 — Tersi tam itimadla demektir, Soldan safa: 1 — Alâeddin, 2 — Defterhane, 3 — Endişe eden, 4 — Me, Viy, İşi, 9 — İğrilme- mek, 6 — Atma, Ol, 7 — Av, Kenilen, $ Başak, Amna, 9 — Ulu, Anama, 10 — L4, Çilekeş. Yukarıdan aşağı: 1 — Ademikabul, 2 — Leneg, Vale,3 — Atd, Ra, Şu, 4 — Btivitka, 5 — Deşilmek, 8 — Dreyman, Al, 7 — İbne, İane, 8 — Na- dimolmek, 9 — Neşelehme, 10 — Yenik, Naaş, Kendisi için yepyeni bir -talibin başgösterdiğine emindi. Bunu tahak- kuk ettirecekt. Fukat evvelemirde âşığına her şeyi .anlatmak, onun fik- rini almak istiyordu. İşte hemen ertesi gün buraya gel- mesinin - sebebi buydu. Zira ogün Sühanın kendisini ziyarete gelmiye- ceğini biliyordu. Ertesi güne kadar beklemek sabrını ise kendinde bula » mamiştı. Öyle ya: Ona haber vermeden ga- zetedeki adrese müracaat etmek biraz saygısızlık olurdu. Nezaketi, bu- na imâniği, Gayet, güzel, zarif giyinmişti. Yol. da raslıyanlar dönüp dönüp ona ba- kıyorlardı. Lâkin o kimseye cehemimi- İ vet vermiyordu. Akh fikri hep sevgi lişindeydi. Yüreği oynuyordu. Acaba Sühayı orada bulacak mı? Acaba delikanlı çok mu meşgul? Kendisini bu saatte ziyaret ettiği için kızmıyacak mı? Otelin merdivenlerini çıktı. Bura sı, binanın iki merdiveninden biriy- di; ve genç kız, bunun otele değil, yalnız yukarı: kalı işgal eden kibar kiracılara aid olduğunu biliyordu. Çıkmağa başladı. Fakat önü sıra, si- yah sakallı bir yahudinin, elinde çan- tayla gittiğini gördü. «— Her halde Sühanın görüşeceği Tefrika No. 11 Yazan! İSKENDER FAHREDDİN Sultan Mehmed anasile konuşurken Bağdad cephesinden gelen bir postacı Oğulmuş Bahadırın ölüm Deyince, sullan Mehmed, anasının bü teklifini kabul etti. O zırada Termiz'de ötutan Seyid Alâlimelik'i balife tanıdı ve bütün Harzem ilinde ilân etti. O günden itibaren halife Nöâsıreddinin adı hutbelerden kaldırılmıştı Müslümanlar bu hadiseyi sükünetle kar- #ilamışlardı. Bilhassa İranda pek çok olan öylüdı Ali taraftarları, on nihayet, âli Al- nin halife olacağı tamanın geldiğine in: mışlardı, Herkes sultan Mehmedi bu kara- rından dolayı tebrik ediyordu. Serld Aj melik ve Türkistanda çok sevilmiş ve tanınmış bir adamdı. O güne kadar öm Tünde hiç bir kimseye fenalık yapmamış, ya- Jap söylememiş, haram yememişti. Oy: ki, Bağdadda oturan halife Nâsıreddimin halktan haksız yere vergiler aldığı, lü- zumauz ularak bir çok kanlar döktürdüğü ve birçok milletleri birbirine düşürdüğü her- kesçe malümdü. Sultan Mehmedin (Kazvin) şehrinde bul- duğu mektup da canlı bir delil olarak orta- da duruyordu. Ali ve kumandanlar, sultan Mehmeds: Derhal bir ordu ile Irakı Acemi almalı- yıa. Nasreddin Bağdadda oturdukça, ortalı- ğı karıştırmaktan geri durmıyacaktır, Diyorlardı. Artık Türkân hatun da Bağ- dad seferinin yapılması zaruri olduğunu söylemişti. Hazırlanan orduya şehzade Gıyasaddinin kumandan olacağı rivayeti dönerken, sul- tan Mehmed kararını değiştirmiş ve; — Ordumun bâşına ben geçeceğim. Bağ- dad surlarını benden başka kimse aşamaz. Diyerek ordunun başına geçmişti. Sultan Mehmed ordusunu iç kola ayıra- rak birinin kumandasını büyük oğlu Rük- neddine verdi, Diğer kolun kumandanlığına da (Oğul. | muş Bahadır): tayin et$i, Oğulmuş, sultan Mehmedin en çok gü- yendiği bir 'Türk kumandanıydı. Oğulmuş, kumandanlar arasında halife Nasireddine muhalefet eden ve şiddet göstermek İste yen hattâ Nasıreddini Bağdaddar uzaklaş fırmayı tektif eden ilk ve kuvvetli muarız- lardan biri idi. Sultan Mehmed, Oğulmuş Bahadırı ken- dinden önce yola çıkardı. Kendisi de Rük- neddinle beraber arkutlan geliyordu Oğulmuş çok sert ve dürüst bir kahra- andı. Yola çıkarken sultan Mehmede: — Siz yetişmeden, ben, Bağdada girted- gim. Demişti, Oğulmuş (rakı Acem)i baştan başa fethetmek azmile yola çıkmıştı. Tür- kün hatunum da ona güveni vardı. Oğulmuş Bahadır Semerkanddan ayrılırken, Türkün hatunun elini öpmeğe gelmişti. Valide sul- hai: — Tanri yardımcın olsun, oğul! - dedi - Bağdad civarına varınca, Nasreddinin adamlara ra; an, onlara balifes göz“ desi (Safürâ)nın başi kesildiğini söylemeyi unulmu! Oğulmuş Bahadir o zamana kadar Safü- rânın ölümünün iç yüzünü bilmiyordu. Va- İlde sultana konüşürken, Safürünin başı neden ve nasıl kesildiğini öğrenmişti, — Semerkandda halifenin ne kadar ca- #usu varsa, hepsini Safürânın yanına gön- dermeli... Halifenin hafiyelerine nefes al- mak fırsatını vermezmeli Dedi. Türkân hatun (Oğulmuş Bahadır) | muvaffakıyetler diledi ve elile ârkasını #- | vazladı. ! Tanri seni de onun casuslarından ko- | rusun, oğul! * (Oğulmuş! Semerkanddan ayrıldıktan sonra, hareket sırası ikinçi kola gelmiş- ti. Sultan Mehmed, büyük oğlu Rükneddi ne talimat verdi... Onun da yanına değetli Türk zabitleri vererek: — Oğulmuş, Rağdada sağ crnahtan yü- rüyor, Sen de 30) cenahtan gidöceksin! Be- nim emrimi alınadan geri dönmiyceceksin! Irakın gimalinde cephe kuracaksın! Oğul- adam bu olacak. Şimdi onunla beraber | girmiyeyim... Belki'mühim bir şey görüşeceklerdir. Bana kizar...» diye düşündü. İyisi mi, karar verdi. Genç kızların 'mânasız tereddüdle- Cidden mânasız bir mahcubiyet... Merdivenin bir tarafında, mah- cup mahcup bekledi, Dakikularca te. reddüdler geçirdi. — Acaba Süha kızacak mı? Fakat işte bu sırada, binanın için- de, müthiş çığlık işitildi Başka yere aksetmiyen bu hayki rış merdivend ulağına çalın- mıştı. Ne yaptığını bilmeden, hemen koşarak zile basmıştı. Sakın sevgilisi- | ne bir felâkel gelmesin? Kapı önünde gözcülük etmek vâ- | zifesile mükellef bulunan Nikola, ku; görünce: — Ne istiyorsunz? - diye sordu. — Sühi Bey Elstanbuli İle mek istiyorum, Şirketin adamı olan uşak âni şe- kilde kararımı verdi. Kızı kolundan yakaladı. Onu, kaba bir hareketle sürükliye- rek bir odaya soktu. Üzerine kapıyı kâparken; — Burada bekleyinizi - biraz dışarda beklemeğe ri. görüş- emrini tiği Teryaddan sonra evde haberini verdi muş da çenupta kalacak. Benden önce Bağ- dada girmeğe muvaffak olabilirseniz, «Se- vid Alâlimetikel halife olarak tanıdığımız Hân ediniz ve Nasireddinin firarına meydan vermeden yakalamağa çalışınız! Dedi, Sultan Mehmed, şehzadelerinden kuşzulandığı için, Rükneddini boş birakma» n başına geçeceği söylenen Gıya- #eddin, babasının sefere çıkacağını duyun ca şaşırdı. Saraya koştu Ben, Rükseddinden daba cesur kumandanım. Bana neden bir iş vermedi niz? Diye sordu, Sultan Mehmed, oğluna bir- gey sezdirmedi — Seni de, Taşkend ve Bühürada halife Nasreddin taraftarlarile mücadele etmek ü- zere Harz İlinde birakiyorum. Biz dön ceye kadar bu adamların kımıldamalarına meydan verme! Sıkışırsan, annemden ta- Mmat alırsın, dedi dini, kendisi Semerkandı ters kelineden Buharaya gönderdi, Taşkend ve Buhara taraflarmda bazı müslümanların; (Halife Nasıreddin ie nasıl olur da Seyid Alâlimelii ?. dedikleri duyuluyordu, Bul tan Mehmed bunları da susturmağa karar vermişti. Gıyaseddin bu adamlarla pekâlâ çarpışabilirdi. Kendi tahtına göz diktiğini zannettiği oğ- Jünü da bu suretle Semerkanddan uzaklaş» tırmış oluyordu. Bağdad'dan gelen bir kara haber.. Bir gün, sultan Mehmed nesile konu- şuyordu. Bağdad cephesinden bir bostacı geldi ve sultana (Oğulmuş Bahidir)in ölüm haberini verdi. Sultan Mehmed birdendire -hiç bekleme- diği hu kar haber karşısında” şaşırmıştı. Gelen adama: — Oğulmuş harpte mi öldü? Diye sordu, Postacı, Oğulmuşun imaiyetin- deki zabitlerden birinin sultana yazdığı mektubu uzatta: — Oğulmuşu halife öldürtmüş. Bu mek- tubu okursanız, hakikati anlarsınız. Bu hâbör, Türkân halunun da canim sikımaşta. Sultan Mehmed, gelen mektubu hızlı hız“ li okumağa başladı: «Bağdad kalesini bir cepheden karrmıştık. Bağdadlılar hâlifeyi sıkıştırıyorlar ve en ağır şartlarla sulh yapmağa hazır oldukla- rını söylüyorlardı. Geçen sabah, halife na- mına kumandanla konuşmağa geldiğini söy- lyen Balınilerden biri, Oğulmuşun çadırı- na girdi, Biz çadır dışında dolaşıyorduk. Birdenbire çadırdan: (Ah, melün) diyerek inleyen acı bir ses duydük. Çadıra Koştuğu- muz zaman Oğulmuş Bahadır kanlar için- de yerde yatıyordu. Hâdiseyi duyan cengü- verlerimiz hiç kimseyi dinlemeden, katil parçaladılar. Fakat, katil ölmeden önce; (Benim suçum yok. Beni buraya gönderen halifedir. Gücünüz yeterse, ondan öc ali- niz!) dedi. Şimdi ordumuz başsiz kalmış» tır, Bağdadı muhasaraya devam edelim mi? Yoksa dönüp gelelim mi? Sultan Mehmed, bu mektubu okuyunca gözleri suanmuş: — Zavallı Oğulmuş... Sen kol cek bir kı 66 vurdular. y kolay öle- aman değildin. Seni de kahpe- Diye ağlıyarak, hiddet ve te ününe geleni kendi elile sopalamıştı. ini batan her ne kadar oğlunu te- e çalıştıysa da, sultan Mehmed artiz diri istemiyor Diyordu. Kendi hareketinden uyun ordusu «— Geliyorum. hart Haberini göndermi devam edeceğiz.» (4rkası var) korkunç bir süküt hüküm sürmüştü. Şermin, âdetü mabpus bulunduğu- nu anlıyordu. Etrafı dinliyor, merak ediyor, heye. tan duyuro, bi anlıyamıyordu. Herhal ide fevkal d a sapır sapır titreyordu. Ne oluyordu? Nası) bir harikülâde'ik yan eği- dra şaf etmiş olur, Hakikate leri, bütün çıplaklığıyle olmasa bile, rd, niçin o derece Bu adam ki Kudret Elstanbull oluvermiştt Evvelce zengin Ö serveti meredi çıkmıştı? Kulağını dört açnuş, dinliyordu. Zangır zangır titriyordu. Demin işittiği feryad kulaklarında hâlâ çın çin ölüyordu. Şimdi ise, yak nız kalbinin carbtığını dinliyordu. Koridorda bir yürüme var, Bir hizmetçinin ayak sesleri, Hayır olacak, Ağır birşeY işlörinden (belli 12 doğru yürüdüler. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: