17 Nisan 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

17 Nisan 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Daha o zamanlar Ahmed Rıfkı evlenme» mişti, En büyük merakı macera peşinde koşmaktı. Eğlencesi, yorgunluğu bol, mas rafı ziyade bir hayat geçiriyordu. Sonra hayali çok geniş bir gençti. Bazen bir kadının gelişi güzel, tesadüfi bir bakı- gından ne münalar çıkarır, ne hayaller ku- Turdı. O sene İstanbula söze Sanar biz panyol artisti gelmişti. Bu kadın külhanbeyi, fakat çok tatlı tavırlarile sah- Beye çıkar elindeki kırmızı mendilini sal- lar, gözlerini süzerken «Kaçumbambey» di- Ye bir şarkı söylerdi. İstanbullulardan bir Şoğu bu kadını ve o güzel kıvrak şarkıyı hatırlarlar. İşte Ahmed Rıfkı bakır renkli yol güzelinin sesin!, bilhassa bu Ka- Şumbâmbey şarkısını pek beğenirdi. Ak- #amlari genç kadının şarkı söylediği bah- Şede, satinenin tam önündeki masaya yer- ik. Bir pazar akşamı idi. Bahçe çok kalaba» liktı. Ahmed Rıfkı iyi bir yor bulmak İçin €rkenden gelmişti. Böyle yaptığı da çok İyi olmuştu. Çünkü sahneyi en Iyi gören yer Onün masası idi. Numaralar başlamak 1z6- re idi. Tam bu esnada garson onun ma- —— yaklaştı ve önüne bir kâğıd bırak- — Bunu size gönderdiler!... diyerek uzak- Taştı. Ahmed Rıfkı şaşırmıştı, Bu kâğıdı | kendisine kin göndermişti? Etrafına şöyle bir bakındı. Tanıdık bir çehreye ras gel- Medi. Kâğıdı aldı. Bu kısa bir mektuptu. Ahmed Rifki on uğu zaman epeyce hyecana düştü. Mektupti «Seni uzaktan seyrederken bile kalbim heyecandan çatlıyacakmış gibi duruyor. | Bana karşı duyduğum çılgınca hislere bo- | yun eğmemek İçin çok çalıştım. Fakat ar- tık buna daba fazla ka; anlıyorum. İradı ii | 2. yerini kapmak için bir dalavere idi A. dulum... Ben de nen) nun için bir çare düşündüm. Mektubumu okuduktan iki dakika sonra kimseye se2- dirmeden yerinden kalk. Bahçenin tâ arka tarama git, orada ağacın sltındaki ma» saya otur, Vakıâ bu tarif ettiğim masadan sahne, halk görünmez âmmâ bu bizim için dahs iyi değil mi? Bütün mütecessis göz- lerden uzak tatlı bir iki saf geçiririz. Se- Mİ aylardanberi gizli gizli biriken büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum. Bu satırları yazar- Parmaklarım heyecandan Htriyor..» Ahmed Rıfkı mektubu bitirdikten sonra Ahi kaldırdı. Belli etmemeğe çalışarak fakat derin bir merak içinde etrafa göz | gezdirdi. Bakışları civar masalarda oturan | $G0t Ve güzel kadınların hepsinin yüzün- ke,bifer birer duruyor. genç adam içinden Bini kendine soruyordu: sAcaba bu mu?e Yüzü. rafındaki kadınlardan hiç birinin Mw le, gözlerinde aradığı minayı bula- ri p u yazan bunlar- ie biri değildi. Ahmed Rıfkı büyük bir Mekty ii Isinde kalmıştı. Ne yepmal idi? — #ubun ifadesi ona pek ateşli gelmişti, he Sürları yazın kadın hisleri uğrunda Ah ri çılgınlığı göze almışa benziyordu. ağız Rufkı bu henüz yüzünü tanımadığı | #anda düşünürken © ge hayali ile kar- krala vc bucağı olmayan, hududauz aşk varı açıldığını âdeta görüyor gibi olu- Yordu. Belki de hayatının dönüm noktası nin 26 Yaşayışını değiştirecek bir macera- başlangıcında idi, ine dam bunları düşünürken yerinden Büşkü Kalabalık arasından geçmek de pek Kalaba Simuştu. Zihninden: «Şimdi o bu Yakin ığın içindedir. Belki de benim pek tağın, dadir. Muhakkak benim ne yap- hare, örüyordür.. diyordu. Bunun İçin hiç etlerine yürüyüşlerine aahte bir çalırı, dı, “A, kendisine göre bir güzellik veriyor- a ahçenini Lâ arkasina gitti, Fakat acaba hak lDta tarif eğilen apaç mltındaki masa RElsi 61)... Burada birkaç tane ağaç var- m birinin altında da birer masa du- du. Bunlardan hangisine oturması lâ- mi İşte bunda tereddüde düştü. Fakat © kendi kendine: «Herhalde o etraftan Tuzak içinde Tirika No. 128 — Bu söy Ea - kimden aldığınızı Hattâ onla; Le ri vereceğim adama a. Zekimeden konuşunuz. Met, be, sizin bana yaptığınız hiz- la güç ödenir cinstendir. ten giç ni malümatı tesadü- Bari isminizi öğrensem? ie Ne lüzum yar?... Hem ehem bir isim de değil... Söylersem BULMACAMIZ İ | bk müşterisi. Sr olduğumu anlamış olmıya- İengiş Allaha ısmarladık, beye- e, *İ bir daha bir yerde görmiye- MİYİM, efendim? görülkmemek istiyor. Onun için en koytu, en kenardaki masaya otursam daha İyi olur» dedi ve öyle yaptı. Şimdi heyecanı her dakika biraz delyı | fazialaşarak eti'afı gözlüyordu. Nerede ise meçhul kadın görünecekti. Masasının ye- rından geçen her genç kadına dik dik ba- kıyordu. Fakat onun masasına gelen giden | yoktu. Böylece on, on beş dakika geçti. Tu- | baf şeyl... Ahmed Rıfkının masasına kimae uğramamıştı. Şimdi numaralar başlamış- ta. Paka ne çareki Rıfkı ne sahneyi, nede artistlerin oyunun görebiliyordu. Yalnız uzaktan uzağa şarkı Işttiyordu. Aradan yarım saat geçince artık Ahmed Rafkının büsbütün sabrı Wikendi. Kendi kendine murıldandı: xAcab gelmiyecek mi?» Fakat yeni yerine oturalı kırk beş dakika olunca fazla duramadı. Kalktı, Sahneye ya- kın boş bir yer bulmak timidile ilerledi, P: Kat ne mümkün? Her taraf tıklım taklım dolü idi. Bu sırada gözleri ilk oturduğu masaya ilişti. Oraya Üç şişmün adam yerleş- miş büyük bir keyif içinde âahneyi seyre- diyorlardı. Ahmed Rıfkı bu üç şişmana âdetr hased etmişti, Fakat mektubun esra- rı bir türlü aklından çıkmıyordu. Bir ara- hk mektubu Kendisine getiren garsonun yanından geçtiğini gördü rsonu çağırdı. Mektubu kendisine kimin gönderdiğini sor- du. Garson evvelâ: Ah efendim, desi, mektubu veren zet bunu söylemememi tembih etti. Pakat madem ki, israr ediyorsunuz, söylüyeyim. O mektubu şu üç şişman adamdan biri yolla- dı... Siz kalktıktan sonra da hemen boş ka- lan masanıza oturdular, Garson böyle söyliyerek Ahmed Rı ilk oturduğu masada keyif çatar a şi klan adamdan en İris dini en yuyarlağını, Süzlerile Işaret ediyordu. Demek bu Taki Numaralar bitmişti. Halk dağıl Rıfkı arkasında bir ses İşitti; ekim — Aldattık enaiyi... Yoksa ayakta kala- caktık, Iş bilen kihç kuşanır ezizim.. Rıfkı döndü, baktı: Bunu söyliyen adam üç şişmanın en yuvarlağı idi. Hikmet Feridun Es Saldan sağı 1 Çift olarak doğanlar - Gazetenin yıl- 2 — Hasarat 3 — Meydanda - Bir sinema filmi marka- sı. 4 — Bir nevi kayık - Başına «As gelirse İ birdenbire demektir. 5 — Başına «S9» gelirse elçi olur - Tecrid edilmiş, 6 — İstihza et. 71 — Uzak nidası - Beyan edatı - Nüzul et, 8 — Kanukça, 9 — Fransız relsleümhur sarayı - Emel- ler. 10 .- Bir çalgı - Sarhoşun bağırması. Yukardan aşağı: 1 — Atfetmek. ? — Keşfeden - Familya. 3 — Büyüklük - Gümüş. 4 — Zikreden » İlçe. $ — Tersi zararın zıddıdır « Tersi bayın- dırlıktar. 8 — Can slan melek. Tuzak Nakleden : (Vâ - Nüj . Fakat zatı âli- nize söyliyecek yeni bir şeyim olmı- yacaktır... Kaptan: — Eh öyleyse şimdilik ayrılıyoruz demek? Salonun o medhaline doğru yürü- düler. Baha: — Yemin ettiniz, unutmazsınız; çünkü yeminin sizce çok ehemmiyetii olduğunu biliyorum. - dedi Bahriyeli kaşlarını çattı: —'Tabil... Tekrara hacet bile yok. Sahte profesör ziyafetin kalabalı- ğında kayboldu. Bir müddet sağda solda dolaştıktan sonra sırtını bir pencerenin kenarına dâyadı. Halkı seyretmeğe başladı. Şampanyalar patliyordu. Cazband çalıyordu. Davetliler dans ediyordu. Kaptan, OKolonbeyin © zevcesine yaklaştı. Ona dostça gülümsedi. Eli- EŞAM Türkiye Radyodifüryon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1048 m. 187 Ke/&. 100 Kw. Ankara Radyosu T.A P. 317 mı 946 Ke/p 30 K, W. ÇARŞAMBA 17/4/3949 1240: Program ve memleket saat ayari, 1235: Ajans ve meteoroloji haberleri, 12.50: Müzik: muhtelif şarkılar (Pİ), 1330-14 Müzik: Küçük orkestra (Şef: Necip Aşkım), 1- V. Kalman: Minyatür suiti, 2- Frans Abi: Ormanda hülya ve ninni, 3- Brussel- mans: Felemenk dansı, 4- J, Brahms; Ma» car dansı No. 9 18 Program we memlekej saat ayarı, 1805 Müzik: Çalanlar, Refik Fersan, Fahire Fer- san, Vecihe, Cevdet Çağla, 1 Okuyan: Müzeyyen Senar, 1- Peşrev, 2- Medeni Aziz Et. - Hüzsam şarkı: (Kerem eyle mestane kıl), $3- Kemal Emin - Müstear şarkı: (Bu neşeden sana), 4- Yorgi - Biahur şarkı: (HÂ- lâ kanayan), 5- Osman Nihad - Kürdi H. Şarkı: (Akşam güneşi), 6- Saz semaisi, 2— Okuyan: Mahmud Karındaş, 1- taksimi, 2- Udi Ahmed - Ka (Zahmi bicranınla), 3- Lemi - Karcığar şarkı: (Hüsnüne etvarı nazik Şükrü - Karcığar şarkı: (Hasta bir ümit 16), 3— Okuyr Semahat Özdenses, i- Süreyya - 2- Leylâ hanım - hüzgam şarkı hüznü an), 3- Rakım - Hüzzam şar kın bana bir gizli elem), 18,50 Müzik: türküleri, Çalanlar: Cevdet Çağla, Fahri Ko- Duz, İzzetin Ökte, 19.10 Memleket saat aya- rı, Ajans ve meteoroloji haberleri, 1930 Ko- nuşma (Dış politika hâdiseleri), 19,45 Mü- #ik: Fasıl heyeti, 20,15 Konuşma 20,30 Tem- si: (Yemen) Yazan: Ahmet Naim Kan- ca), 2130 Müzik: Riyaseticümhur bandosu (Şef: İhsan Künçer), 1- Fucik: Marş, 2-3. Siranss: İlkbahar neşesi (vals), 3- Mendel- amibn: Senfoni Kantatenin Alleğrosu. 4- E. Reyer: Salammbo operasından fantezi No. 2, 22,15 Memleket saat ayar, Ajans haberleri, ziraat, eshamı - tahvilât, kambi- Yo - nukut borsası (flat), 22,35 Müzik: Gü- zel sesler (P1), 23 Müzik: Cazband (Pİ), 33.25-23.30 Yarınki programu ve kapanış. Abone ücretleri Türkiye Ecnebi 1400 Kuruş (o 2700 kuruş 8 >» BENELİK 6 AYLIK 3 AYLIK 490 , 1 AYLIK 190 , Posta ittihadına dahli ol veemleketler. Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Telefonlarımız? Başmuharrir; 20565 — Yam işleri: 20165 İdare: 20681 — Müdür: 20497 Kehiülevvel 9 — Kasım 162 &. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı E. 940 1028 624 909 1200 138 Va. 330 518 12,4 155p 1451 2027 İdarehare: Babi civarı Acımusluk sokak No 13 Bonuns «Rs gelirse bir sayıdır - Zi- yat yapma Boş yere - Bir meyva. 10 — Başına «Fe gelirse iyi değil - Tersi hazır demektir. Geçen bulmacamızın balli Soldan xağa: 1 — Dalkavukea, 2 — Eser, Akald,3 — Gazap, Tire, 4 — İyilikeden, 5 — Zira, Em, 8 — Me, Yeşli, 7 — Erzelane, 3 — N), Ten, Ruj — Can, Ren, su, 10 İten, Asit, Asay, Ertat, 3 — Leziz, Ne, 4 — 5 — Pireler, 6 — Va, Kâşâne, 7 — Ukte, İn, Na, 8 — Kaide- Ter, 9 — Çirem, Asi, 10 — Aden, Nohut, Yarın ailemiz yeni bir saadetin eşi- ğine adımını atıyor inşallah... Bu sözler Bahanın kulağına çarptı. | Sinsi sinsi gülümsiyerek: «— Yeni bir saadet... Hah, hah...» diye için için söylendi. Korsanoğlu ile karısı, otomobille- rinde gidiyorlardı. Burhan karısını kucaklamış, göğ” me bastırıyor ve vücudünde bunca senelerdemberi duyduğu bir arzunun tesirile ürpermeler hissediyordu. — Göreceksin... Yarın bir neticeye varacağız. Ve evlerine girdikleri, kendi odala- rına çekilecekleri zaman, ayni sözle- ri tekrarladı: — Muhakkak yarına! — İnşallah... İnşallah bu ümidi- miz de boşa çıkmaz. Bazı ufak tefek insanlar vardır ki bunların vüçudlerinde nasıl olup da bu derece enerji bulunduğuna hay- ret edilir. Pehlivan yapılı adamlara taş çıkartacak kudrette gibidirler. Baha da bunlardandı. Emeline var- mak için hiç bir mâni tanımazdı. Belki daha iri cüsseli olsaydı bunda muvaffak olamazdı. Fakat küçük ya- pılı oluşu karşısındakilerde fazla en- dişe uyandırmıyordu. Bu tehlikeli, kurnaz adamın hayatta bir tek ga- Tefrika No, 37 Sultan Mehmedin gönderdiği Yazan: İSKENDER FAHREDDİN cellâd Şeyh Fettahı yere yatırıp ağzını zorla açtı ve dilinin ucunu kesti Arap zeveesinden doğan bir diğer oğlu İmadeddini de en büyük oğlu Rüknoddine vezir tayin ederek Trakı Aseme göndermiş» ti. Mehmedin Kutbeddin ininde bir oğlu da Semerkandda bulunuyordu. Bultan Mehmed eyaletlerinin idaresini bu suretle taksim ettikten sonra, şehrin tah- kimine başlamıştı. Bultan Mehmed Semerkandda ıslahat ya- payordu. Bir taruflan kalenin surları tamir ve tahkim edilirken, diğer taraftan hem er- £ak ambarları dolduruluyor, hem de Semer» kanda fazia asker yığılıyordu. Sultan Mehmede ulemadan biri; — Harpten yeni döndünüz. Şehir içinde bu kadar askeri neden tutuyorsunuz? Diye sormuştu. Sultan Mehmed: Onları, ileride yapacaklar: harplerde muvaffak olmaları için talim ettiriyorum. Yakında hepsini salvereceğim. Diye cevap vermişse de, o yıl bütün kışm orduları kıştan yılmıyor, mevsim tanımıyor, yaz kış akınlar yapıyordu. Sultan Mehmed Semerkandia beraber Bü- haranın kalelerini ve burçların da tamir ettirmişti. Buhara (1) da bulunan şehzade- Giyaseddine gönderdiği bir mektupta sul- tan Mehmed şöyle yazıyordu: «Oğlum Gıyas! Buharanır tahikimine ge- ceyi gündüze katıp çalışasın. Şimdilik kiç bir tehlike yoksa da, Moğolların Harzem Wine akını hazırlandıklarını haber alıyo- rum. Buharanın surları yıkılmış ve bazı burçları çökmüş olduğundan, bunları hemen tamir etmek gerektir. Bu işleri yaparken yabancılardan da kendin! koru ve halki heyecana verme. Büyük annene yardımcı gönderdim. Sen, bana sormadan sâkin Bu- haradan bir yere asker çıkarma Özeanı. bize ihanet eden prens Saad'ı yakalamağa memur ettim. Şimdiye kadar Fars iline ulaş- mıştır. Saad gelince, kendisine bir çift sö- xüm var; bunu söyledikten sonra başını vurdurup halka teşhir edeceğim.» Sultan, bir âlimin dilini neden kestirdi? O günlerde Semerkandda ulemadan bi- md; «— Paraların üstünde br kadın isminin bulunması ne demektir? Sultan Mehmed varken, anasının hüküm sürmesine taham- mül edemeyiz!» Diye baş kaldırmıştı. Gerçek o güne kadar bütün üzerinde şunlar yazılıydı: «Din ve dünya hamiyesi, Türkler pren- sesi, bütün dünyadaki kadınlar mellkeşi Türkân hatun her zaman kumandanları- na: - Lütfu ilâhi, benim ilticagübimdir. Ben, Allahtan başka bir kuvvete boyun eğ- mem.» derdi, Sikkelerin bir tarafında da «Hüdavendi cihan» tabiri menkuştu, Türkân hatun bu lâkabı kullanırdı. Kendisine yabancı hü- kümdarlardan gelen samelerde: «Din ve dünya hamiyesi, Hüdavendi cihan, Türkân sultan!» eümletile hitap edilirdi Bultan Mehmed, bu eikelere İtiraz &öen şeyhi saraya çağırttı: — Maksadın nedir? - dedi İşin gücün yok da, paralarımızı mı parmağına doladın? Şeyh Fettah Elbuharı, Türkân sultanın düşmanı bir adamdı. Onun yokluğundan İs- tifade ederek, sultan Mehmetten bu para- ların değiştirilmesini islemiş ve sebep ola- rak da şunları ileri sürmüştü: «— Hangi milletin parası üzerinde kadın yazısı vardır ve hangi millet bir böyle taparcasına bağlanmıştır? Ben, cebi- me bu paralardan birini koyduğum zaman, işlerim bozuluyor, heşem kaçıyor, Üzerir bir uğursuzluk çöküyor. Âdeta içime bir gey- tan girmiş sanıyorum!» Bultan Mehmed bu sözleri hayretle din- ledi. — Eğer senin ilmine hürmet, etmeseydim, sikkelerin yesi vardı: İntikamı! Kaplanla konuştuğu sırada, hede- finin pek yaknına varmış bulunu- yordu. İstediğine eriştcekti. Davetli bulunduğu bu muhteşem kâşanenin sahiplerine darbeyi vuracaktı, Bu- nun için, Jcab eden Jâğımı kazmış, dinamitleri yerleştirmiş, fitili de ateş- Jemişti. Bıyık altından gülerek yü- rüdü. Bu servete ve beklenen bu Sâd dete kindar bir nazar attı. Dışarı çıktı. Sokakta birkaç geniş nefes çeke- Trek ciğerlerini doldurdu. Biraz tenha- da kalıp düşünmek, hareketlerine bir hattı hareket çizmek arzusun- daydı. Bir, taksiye atladı. Beyoğlu cadi> sine vardı. Aşağı yukarı bir müddet dolâştı. Bu kalabalık ortasında tek kişi gibiydi. Aklı fikri plânındaydı. Kendisine zafer kâzandırıcak olan bu son muharebenin arifesinde müt- hiş bir heyecan hissediyordu. Acaba emelinde muvaffak olacak mıydı? Bu hesaplara nazaran olacak gibi görünüyor. Vaktile kendinden kat kat kuvvetli olan düşmanını yenmek kudretine gelmiş miydi?... Bütün zavahir bu- nu gösteriyordu. Korkunç bir sevinçle kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Kendini şimdiden kadına | yetiştirdiğin talebeleri görüp tanımasay- dım, derhal kafanı yurdururdum! dedi. Haydi, çekti git karşımdan. Bir daha böy- le işlere burnunu sokma! Eğer ağzını aç- tığını duyarsam, dilini kestirir ve talebe- lerin yanında öeni terzli ederim. Şeyh Fettah farla birşey söylemedi. raydân ayrıldıktan sonra medreseye Talebelerini topladı; — Sultan Mehmetten adalet umuyordum. O meğer, anâtindan daha zalimmiş... dedi, Sultan Mehmeğin hafiyelerinden bir! bu- nu duydu, saraya koştu veâynen anlattı. Sultan Mehmed, Şeyh Fettahın kendisi- ne hâlâ meydan okuduğunu anlayınca cel- lâdına emir verdi: — Git, şu herifin dilinin ucunu kes” Celiâd, yanıma iki muhafız alarak ined- yh Fettah dersten yeni çık- miştı.. Talebesi dağıldıktan sonra yanına girdi. Pettahın odasında kimse yoktu. Ka- pda iki muhafız nöbet bekliyordu. Cellâd, hocayı zorla yere Yatırdı. Hükümdarın emrini yerine getirece- Mehmed benim dilimi kestirm deki sözleri önliyemez. Diye bağırmağı başladı. Cellhd bu sira- da Şeyh Pettahın ağzını zorla açmış ve di- inin ucunu iyise kesmişti, Şeyhin canı yan- dığı için mütemadiyen bağırıyor, fükat ko- nuşamıyordu. Cclüd, $eyhi kanlar için- de bırakıp gitti, Biraz sonra medresede gürültüyü duyan- Jar şeyhin odasına koştuğu zaman, cellâd, medresenin bahçesinden diğer üderris- lere sesleniyordu: — Şeyhin dilini tedavi ediniz. Hükümdar emretti. Dilini kesim. Şeyh Fettah günlerce hasta yattıktan sonra iyileşip kalkmışsa da, artık talebele- rine ders veremiyor ve konuşamıyordu. Bu hüdise, gevezelikte ileri gitmiş olan ülemayı korkutmuştu. Sultan Mehmed, Bağdad seferinden dön- düğü gündenberi Semerkandda şiddet güs- teriyor ve o güne kadar görülmemiş ceza- lar veriyordu. Harzem İlinde o güne kadar hiç kimsenin dili kesilmemişti. Şeyh Vetta- ton dilinin kesilmesini bir diğer hüdise ta- kip etti Semerkand saray muhafızlarından biri çok içki içiyor ve saray kapısında nöbet beklerken, gece sından sonra sizp yere yatıyordu. Sultan Mehmed içkinin önüne geçmek ve asker arasında başlayan y mek için, bir sabah, manki gibi sızıp kalmış olan kalatlı,, Soğuk sale ayl! muhafızları süray önündeki avlıya Yarak, sarhoş nöbelçinin boynunu ecel vurdurdu ve kesik kafasını kapıda yedi gin teşhir ettirdi. Muhafızlar o günden sonra ağızlarına bil- hassa vazife başında bir katre içki koyma» dılar. Hattâ şehir içinde bile alenen içki müptelâları sarhoş olunca sokağa çıkma- mağa, kendilerini korumağa baştamıştı. (Arkası var) (1) Çin lügatlerine göre Buhara kelimesi (Buhar)dan gelir ki «Nages lisanında »Mer- kezi fünun» demektir, Putperest uygurlar ve budist Çinliler mabedlerine .Wuhars derler. Bu kelimeyi ilk önce «Badiler kul- lanmıştır. Buhara $ehri ilk yapılışında bi- rinci çevirme duvarları bir fersah, ikinci çevirme duvarları - ki burçları, bahçeleri, öyleri, sayfiyeleri havi imiy- on iki fersah imiş. Meşhur »Zerefşan» çayı Buharanın yanıbaşından geçer, Kalesi şehre bitişiktir. Sultan Mehmed, Cengiz tehlikesinden ko- runmak için, şehrin iç surların tamir et- tirmiştir. Bu şehre, ilk texixinde «Medjketh» namı verilmişti. «Buhara. adını iskâmiyetin zuhurunu müteakip aldığı tahmin edilmek- tedir. düşmanmm üstüne çıkmış, dizini onun gırtlağına bastırmış vaziyette yordu. Kolonbeyzade Kuürel'in biricik kızı evleniyordu. Kendi, şa- hid sıfetile, noter mukavelesinin alk tına imzasını atmıştı. Belkıs parlak Mısırlı bir gençle evleniyordu. Ve bü genç âyni Kolonbeyzadenin evlâdıy- dı. İşte bu suretle hasmının kalbine bir zehirli hançer saplamış oluyordu. Lâkin kurbanı sade baba değildi. Elile yetiştirdiği Sühayı da mâhvet- miş oluyordu. Talebesini, âdeta ken- dinin de öz evlâdı mesabesinde olan bu çocuğu da kahredecekti, Seneler- denberi birlikle yaşamışlar, kaynaş- mışlardı. Biribirlerinden hemen hiç ayrılmamış gibiydiler. Bahanın müt- hiş kini o derece büyüktü ki, işte bu çocuğu da feda ediyordu. Hasmını vurmak için, Sühayı uçuruma ati- yordu. Süha ki onun cürüm ortağıydı, sağ eliydi... Bahada vicdan namına hiç bir şey olmamakla beraber, bu vaziyetten do- Jayı azıcık üzülüyordu. Fakat omuz silkti; «— Adam sen de... Kâralanın mil yonları var... Oğlunu ben mi düşü- neceğim... Para İle her müşkül halle- dilir... Burtarsın oğlunu!...> (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: