4 Şubat 1938 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9

4 Şubat 1938 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

EseimikA kalıların mukaddes hazi- nelerini soyan 'en nasıl öldürüldü? Esrarengiz, nelerini soyan kadın nasıl öldürüldü? EMIİLY Bu feci hâdiseden bir kaç se- ne evel Perunun Küzko şehrine Mişel Kayasso adlı bir adam ve zevcesi Emilya gelip birleşmişti. Bu aile, cidden garib bir çftis ten mürekkepti. Bir defa ma- zileri tamamile karanlıktı. Bu hususta hiçbir şey malüm de- gildi. Sonra... Buraya ne icin ve ne maksadla geldikleri de meçhul idi. Ve ayni zamanda nasıl bir iş veya irad sayesinde geçinebiliyorlardı?. Bu da belli değildi. Maamafih hiç bir kim- se de bütün bu meçhuller hak- kında bu garib çiftten malümat istememişti! Esas - itibarile de Mişele bu hususta sual sormak da güçtü, çünkü herif sert ve cüretkâr bir şeydi. Emilya da © kadar güzel idi ki onun gü- zelliğini seyretmek, ondan böyle şeyler sormak imkânı ve fır- satını vermiyordu! Bu aile bu şehirde büyük fa- kat yarı harap bir evde yerleş- miş, haftalarca tam bir infirad ve inziva içinde yaşamışlardı. Bunların yanına girib çıkan tek canlı mahlük, yani eski Ame- rika yerlisi ve ihtiyar bir hiz- metkârdan ibaretti. Aradan bir zaman geçtikten sonra, Mişel ve Emil Halet Burnet adlı, mazisi çok karışık ve halen Aantikacılık eden bir adamla da — dost olmuş idiler. Bu adam sade eski eserler kol- leksiyoncusu değil, fakat bir çok ve çok garib efsaneleri de toplamağa ve bunları anlatma- ğa meraklı idi. Bir akşam, Halet, yeni dast- larına, gayet yavaş bir sesle, kiü'ug&ı lıqıı&ıııç:şq su;lu: rundan,, Eldesiyanodan bahset- miş bu garip kambur hakkında bir çok şeyler anlatmıştı: — Bir defa düşününüz.. Öyle suratsız, öyle menfur bir adam ki, yüzünün bütün çirkinl:klerine bir de bu scak memleketin kendine mahsus bütün hastalık. larının çirkin ve iğrenç izleri katılmıştır. Başı keldi; yüzü çi- çek bozuğu. Başında, yüzünde üzeri sineklerle dolmuş pis ya- ralar vardır! Yakat... Bu son derecede çir- kin, bu menfur ve pis adam belki de cihanın en zengin ada- mıdır! — Amân yarabbi.. Bu nasıl olur?. — Neden olmasın.. Bu adam İnkaların hazinelerini bulmuştur. İnkaların serveti.. Karunların servetinden de — büyük bir şey Buna duyunca karı ve koca bir anda yerlerinden fırlar gibi bir hareket yapmışlar ve: — Fakat heyhat.. Bu da bir masal.. Bütün harikulâde ser- vetler Maalesef bir masaldan ibaret kalmıştır. ve kalmakta- dır! Demişlerdi, — Hayır.. Bu bir masaldân ziyade hakikattir! Vakıa, aziz dostlarım, elimde hususta bir vesika yoktur. Fakat bu anlat- tıklarımın — hakikat — olduğunu gösterecek yüz değil, binbir delil vardır. Dinleyiniz. Emilyanın güzel başı ile ko- cası Mişelin, iri ve — köşeli başı, Haletin başına bir derece daha yaklaşmış idiler. Her iki- si de ihtiraslı bir merak ve te- cessüs ile baştanbaşa kulak kesilm'ş idiler! — E desiyano, bundan asır. larca evel Amerika kâşifleri ve Konkistadorlar tarafından vağı ma edilmiş o) eski A neri- kalılara mabs x “Günez mahedi. SST ANADOLU eşsiz, çok muh- teşem ve güzel bir kadındı aarabelerinde yaşamaktadır. Ken- disinin harabeler arasında bir may İmun gibi dolaşmasını ve sıçrayış: larını görseniz, bu adamın ta- mamile hayvanlaştığına hükme- dersiniz. Fakat Amerikalıların medeniyetine dair — bildikleri, hepimizin bilgilerinden fazladır. Evet; bu bilgi, İnkaların haz- nelerini bulduğunu kat'i surette gösterecek bir şey değildir, bu- nu ben de biliyorum. Fakat bu adamın bir gün ki kilogram kadar elsanevi maden ve bir güvercin yumurtası kadar büyük bir elmas parçası sattığını söy- lersem, hazineleri bulduğuna hükmedilir, değil mi?, Delil kuvvetli görünmüş ve dakikalar süren bir sükütu icsp ettirmişti. Sükülu Mişe! Kayas- sonun karısı güzel Emilya boz- Müş ve: — » E!Desyanonuz. söy- Ö8diRÜE Kadar Çirkin Ve iğrenç midir? diye sormuştu. — Evet, hem de - söyledikle- rim ve sizin zan ve tahm nleri- nizden çok çırkin, çok iğrençi! Burnet tekrar ev sah pler.nin kulağına iğilmiş ve bir çok şey- ler fsıldam şti. Fakat, Kayosso yerinden fırlar gibi bir hareketle ve iki defa; — H yır, hayırl - diye bağır- mişt. Fakat güzel karısı, ko'unu kocasının boynuna dolamış ve kulağına en tatlı sesile bir şey- ler fisıldamış — ve bunları hatta Halet bile duymamış idi. Bunun üzerine Mişel yerinden kalkmış odadan çıkarken de: — Siz nasıl bilirseniz öyle yapınız! Demiş idi. Ertesi s:bah, Emilya daha gün doğa.kzn “güneş mabedi, harabeler nin yolunu tutmuş idi. Kocısı ve Halet, güzel kadının arkasından bakıyorlardı. İki erkek, genç kadını gözden kaybo'uncaya kadar — gözlerile takib etmişlerdi. Ve — onra, iki- si de, derin bir yeis- ve gam içinde kendilerini birer koltuğa atmış idiler. İki erkek gece yarısına kadar ne yidiler, ne de bir kelime ko- nuştalar. Ancık gece — yarısı Mişel: — Bu Eldesyano bu kadar çirkin midir? Diye sormuş idi, — Evet.. Zan ve tahminler- den bin defa daha çirkin ve ps bir heriftir. — Fakat niçin bu işi bö kabul ettim; çok myu:'"hopy;ı:. manım! — Ben de... Ben de,; — Sen'n yeisin benim kadar olamaz. Çünsü ©o benim ka- rımdır. / İyi ya.. Benim de sevdi: gim kadındır! İkisi de tekrar su ğ Garlp bir Şandiiğ Yi Eniya, kamdur, çıbanlı y tadım, Ağzımın insan eti pis Eldesiyanonun yanına, onun metresi olmağa gitmiş am altı ay, güneş mabedi harahe- lerinde bu harabeler cadısı ya- ninda onu mesud etmeğe çalı- şarak yaşamış idi. Emilya, güzel başını, bu menhus ve hilkat harabesinn göğsüne dayıyor, onu seviyor, okşuyordu. Yarala- rın “da onlarca sinek konub uçan iğrenç adam da mesud görü- nüyordu. Bir sabah, Hindü hizmetkâr Mişeli karyolasında ince bir kumaş parçasle boğulmuş — bir balde bulmuştu. Zabıta — evvelâ Haleti tev<if etmiş, fakat cina- yetin onun eseri olmadığını da çok çabuk anlamış ve onu ser- best bırakmıştı. Bunun üzerine zabıtanın kuvvetli pençesi kam- bur Eldes'yanonun ensesine ya- pişmişti. Çinkü Mişelin güneş mabedi etrafında gizli dolaştı- Şi görenler vardı. Belki de koca Je aman biribirlerine ras- gelmişler ve netice bu şekli a m:ş olabilirdi. Hâdisenin iki şahid Hindli hizmetkâr ve Emilya Emilyanın hç bir şey tavzih etmiyen fakat binbir şüphe husule getiren mahrane ifadesinden sonra söz sırası Eldesiyanoya gelmişti. Eldesiyano: — Bıkadın yalan sözlüyor. Demişti. Miş:i öldüren kendi- sidir. Evet, ben, bu kadını gev: dim, hem de çok sevdim. Hââ da onun çin deliriyorum. Onun sicak biz büsesi için emrettiği her intfını güle, güle öldürürüm. Fakat bu kadinın kocasını öl- düren ben değ.lim. Bu kadın benim yanımı - sirrimi çalmak için gelmiştir. Ben, İnkaların bazinelerini bulmuş bir adamım ona: vardı: — Emilya, beni — sevdiğine inanamam. Beni inand rmak is- tersen, kocanı öldürmelisin, on dan sonra sana bütün sırlarımı bildireceğim. Dedim. Bu kadın söyledikle- rimi yaptı, ben de ona hazine- lerin esrarını bildirdim. Bu ifade hâkimlerin nazarı- dikkatini Emilya üzerine cel- betmiş ve Emilya tevkif edil- Mişti. Para ve güzellik, bu kadına hapishanenin kapılarını çabuk açmış ve kambur da cani ola- rak idam edilmişti. .. İşte, Avenida Santralda öldü- rülen kadının macera ve mazisi buydu. Bu kadın kocasından ve kam- bur âşıkından bir darbede kur- talduktan sonra — milyarderler gibi daima milyonlar sarfederek yaşamağa başlamıştı. Fakat ne- dense, bir sürü düşmanların takibine maruz olduğunu sanıyor ive çok korkuyordu.. Çok defalar, D Serbest sütunlar: ©j Burada gördüğünüz Fi- kirler imza sahibine aittir — Terbiye sistemi ve ceza usulü —— Sayın Cumhuriyet gazetesinde Bay Yunus Nadi tarafından ter- biye usullerimize —dair yazılan bir yazı üzerinde her tarafta çok haklı olarak derin bir alâ- ka uyandı. Aradan bu haftaya yakın bir zaman geçmiş olma- sına rağmen bir mevzu Üzerin- de değerli kalemlerimizin hâlâ oynamakta olduğuna bakılırsa mevzuun ehemmiyeti bir. kat daha yükseliyor. Bu mevzuun yeniden canlanmasında — belli başlı âmil olan İzmit ortamek- tebindeki hâdisenin tekzib edik miş olmasına rağmen daha ön ce şahid olduğumuz bir takım vekayi ile daha bundan sonra da şahid olmamız muhtemel bulunan hâdiseler gözönünde bulundurulacak olursa gösteri: len endişenin pek yerinde oldu- gönü teslim etmek İâzimgelir. Bu itibarla, şu işi ele almış bulunan değerli yazıcılarımızın kıymetli fikirlerine sonsuz — say- gılar beslemekle beraber bu hu- susta' biz de fkrim'zi söylemek- ten kendimizi alamadık, Maddi ceza usulünde neden bu kadar çok ısrar ediliyor? Okullarımızda mükâfat ve mü- cazat sistemi kabul edilirse bu- fun, randıman üzerinde ne te. siri olacaktı? Bundan başka böyle bir tarz, acaba önlemek istediğimiz br takım müessif hâdiselerin önüne geçebilecek mi? Bize göre: Şu son günlerde yapılan neş- riyat davayı güzel teşrih etmiş, hastalığı mükemmel teşhis et- m'ştir. Yalnız tedavide gösteri- len yol isabetsiz demiyelim am ma kifayetsiz. görünüyor. Vakia bugün okullarımızdan mükâfat ve mücazat sistemi kal: dırılmıştır. Fakat başka bir yön- den bu sistem, yaşıyor, hem çok geniş mikyasta işte not usulü, Her çocuğa her gün her öğretmen tarafından not veril- mektedir. Derste muvaffak ola- miyan bir çocuğun aldığı kırik not, muvaffakıyet gösterenin de öğretmenden bir teşekkür bol- ca bir not alışı mükâfat ve mü- cazıt değil de nedir? Bu ma- nevi ceza ve teşvikin kuvvetle yaşadığı okullarımıza yeniden sokulmak istenen tarz nedir? Düşünülen şekl tatbik edilse bile bundan ne netice alınacak, N.tekim not yüzinden öğret- meninin canına son vesecek kadar hassasiyet gösteren bir — Sonn * —a Föwe. — — evhamlı bir hünkâr gibi gece yar rısı kalkıyor, eşyasını bile bera- berinde almağa lüzum görme- den bulunduğu yeri, hatta şehri terkediyor, başka ve meçhul yerlere kaçıyordu. * .. Bu güzel ve milyonlar sarfe- den kadımı kim öldürmüştü? Kendisini seven Halet Brunet mi, âşıklarından veya rakiple.» rinden birisi mi? Yoksa?, Eski İnkalardan kalan ruhaniler, İn- kalar hazineleri bekçileri mi?, Bunlar da malüm değildir. Malüm olan bir nokta var: İnkaların hazineleri bir defa daha kaybolmuştur. Çünkü bu esrarengiz kadın, esrarengiz ve mMuazzam servetinin nereden gel- diğini ve bunları nerede bul. duğunu bildiren en küçük bir vesika bile bırakmam'ştır. Ve işin en garibi şudur: Emilya namına bankalarda da bir mev. duat veya kadastro dairelerinde bir kayıt bulunmam ştı:! Adem Hasip Adamoğlu [— Büyük köy hikâyesi —— Billür Köşk i, köylü kardeşi me armağı YAZAN: Nezihe Muhiddin e$ çe — Bizim bay Doğanla ba- yan Gündüzün de altın gibi işıldiyan saçları var amma - bi- zimkiler senin uydurma peri sultanı gibi hain yürekli değil, bakanları kör etmiyorlar, tam tersine kendilerine yaklaşanları güldürüp sevindiriyorlar., — Kızsen utanmıyor musun? Dilin tutulacak, taş kesilecek- sin. Hiç peri padişahının kızına dil uzatılır mı? Aç kalacağız a dostlar, aç öleceğiz. — Şimdiye kadar aç kaldık, ot, kök yedik, amma bu gün- lerde hepimizin karnı doyuyor. Hem senin Billür köşkün uy- durma, hepden uydurma. - Ara- bistanın sıcak çöllerinde susuz insanların gözlerine hayaletler görünürmüş... Bizim Billür köşk gün gibi parlıyan bir hakikat.. Yaşasın bizim Billür köşk: — Billür köşk diye diye kae- gımi kurutuyorsun Fadime.. Bi- zim Billür köşkün hazinelerinde kucaklarla, sandıklarla yakutlar, zümrütler; elmaslar varınış.. Sul- tanla şehzade dilediklerine avuç ihsan ederlermiş, — Bizimkiler de avuç avuç veriyorlar. — Billür köşkün mescidine ayak basan aliller sapasağlım çıkarlarmış. — Bizim Billür köşkün dis- panserine gidenler de s tmadan, kızıldan, kuduzdan kurtuluyorlar. — Bizim Billür. köşk bizm Bilür köşkl. Beni kudurtmak istiyorsun galba... Bizin Billür köşkün her sırçasından öbek öbek ışıklar saçılırdı. Bakalım buna da ne karşılık bul, sın? çalışanlara Yağız nine, etrafa çöken ka- ranlıklar içinde homurdanıp du- rurken birdenbire göz kamaş- tırıcı bir işık seli içinde kalı- verdiler. Bu cevap müthişti. Her taraflar gündüz gibi ış ma- ga başlamıştı. Fakat bu açık mavi ışık, koyu çam ormanla- rından sözülüp, iki dağın —ara- sına gömülü Garibler köyünün gün ışığından çot daha kuüv- vetliydi. Yağız nine umu'madık bir zamaada ışık içinde kalınca müthiş bir korkuya kapılarak yerlere kapandı. Fadime fabri: kaya kurulan elektrik — dinamo- sunun bu gece işe başlıyacağ.nı bildiği için, hiç telâşa düşmedi. Yanıbaşında — yerlere kapanan ihtiyar kadını teskin etmeğe savaşıyordu: — Yağız nineciğim korkma, telâş etme.. İhtiyar kadın kapanmış oldu- gu yerde inliyordu. — Kiyâmetler koptu galiba,. Gökyüzü mü yırtıldı? Yıldızlar mi yere düştü? Söyle Fadime kız, söyle, — mahşerde miyiz, Arafatta mıyız? — Ne mahşerdeyiz, ne de kiyamet — koptüu. Meraklanma, yeryüzündeyiz.. Yağız nineciğim, hele bir başını kaldır da bak.. Dünyamız cennet oldu, — çok şükür.. Yağız nine başını iki elile k yerden kaldırdı. Etrah an işik daha küyvetlen- mişti. Bu ne hikmetti yarabbil ime şaşkın şaşkın — bakan Yağız ninenin kolundan tutarak ayağa kaldırdı. İhtiyar basta kadın bir posteki gibi çekilen yere gidiyordu. Genç kız onun koluna girerek köyün kıyısına doğru yürüttü. İşte orada Yağız nine dille anlatılmaz bir şaş kınlıkla iki elmi gökyüzüne kal dıraraki — Büyülerine tavşan başı... Uhruç töbe... Diyerek heyecanından tekrar yerlere düşüp sahiden bayılıp kaldı. Parlak ve kuvvetli elektrik ışığı ile donanan yeni ve beyaz fabrika; karanlık çam ormanı- nin kıyısında - perilerin — Bllür Köşkü gibi parıl panl şıkirde yordu. .. Yağız vine kulübesinin üstüne serilip kalalı tam bir hafta ol muştu. Fabrikadan fışkıran — elektrik ışığı sıtmalı ihtiyar kadını beye ninden bir yıldırım gibi vurub yerlere sermişti, Onu bu düşkün halinde b - rakmağa Fad.menin gönlü kail © olmadı. Güçlü kollarının —ara: sına alarak kulübesine götürdü. Bir. köylü çocuğu fabrikanın dispanserine koşturduktan sone — ra hastayı onarmağa başladı. Bir az sonra ellernde bir * çok ilâçlarla Gündüz koşarak geldi. Yağız nine yere düştüğü © zaman başı svri bir taşa yes lerek kanamıştı. Kokmuş koyun * — postunun üstünde sıtmanın üşü- me nöbe lerile kendinden geç- miş olan Yağız ninenin yarasını - — Fadme ile beraber sarıp sar - maladılar. Yağız ninenin bun« lardan haberi yoktu. İnliye ine - liye sayıklıyordu. —AH, ah.. Ih.. Ih. Büyüle- rine tavşan bâşı.. Kâfirler, imane sızlar, kıyametler koptü. — Yik dızlar başıma düştü... Saçlarım. tutuşuyor, başım yanıyor. K Bu sayıklamalara kulak ve- ren “Gündüz, yavaşca Fadi- meye sordu: — Ne oldu bu dıncağıza? Doğruyu söylemek Fadime- nin işine gelmiyordu. Kendi yüzünden velevki -hastalıklı da olsa- bir insanın kötülük düşün- düğünü açığa vurmak onun gu- ruruna dokunuyordu. Her — za- man yaptığı gibi ince hilâl kaş- larını kaldırarak: — Hiç bir şey değil: -diye cevaâp verdi- ihtiyar, sıtmalı sa- yıklıyor. işte. Fakat yağız nine durmadan sayıklıyarak Fadimenin sakın- dığı sırrı açığa vurdu: — Ahhh.. Ihhh: Başımıza taş- lar yağdı. Ben korkuyorum, bu kâfir imansızlar ocağımıza incir diktiler. Ah ah. O karın ağrısı * fabrika: “Gündüz, meseleyi anlamıştı artık. Mahcub mıh:îııb gö lerini yere diken Fadimenin elini tw tarak: — Bu zavallı Fadime bizden şikâyet ediyor. Acaba kendisine — — bir zararımız mı dokundu? € Fadime kıpkırmı olmuştu: — Kusuruna bakmayın, iht- yar hatun. Hastalık bu. Fadime kendini tutmasa ağ- lyacaktı. Gündüz genç kızın iyi yüreğini bildiği için bir kız - kardeş sevgisile omün - ollerini tutarak: . — Sen üzülme Fadimeciğim -dedi- yağız ninenin hastalığı geçer.: Öyle ya hastalık bu.. — İnsaa olur olmaz sayıklar. ğ Gündüz, hastayı Fadimeye birakarak gitti. g Üç gün sonra yağız nine fer« siz gözlerini açtı, Artık gayike © lama ve nöbet tavsamıştı. — Hastanın — başucundan a) miyan Fadimecik ona bir lia içinde ilâcını verdi: — Sonu yarın — zavallı ka-

Bu sayıdan diğer sayfalar: