17 Eylül 1943 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 16

17 Eylül 1943 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 16
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KAFİYELER Necip Fazıl KISAKÜREK Ne diye, Mu-hak-kak. Neden çok, Kafiye, Bu, şana, s / Nasıl yok, Hikâye... orgular ELE el? lm, Niçin var? ve me i Hiyi Yap, bae ” 5 Bir emi “ KM asıl yok, ir yokmuş eygamber! eğen ; Niçin v5? EN Bizi kabili) j Ve kokmuş Tuhaf şey Kanatsız Dünyamız a Kafiye Papağan üyamız Mz Mantığı Neden çok? Kapkara Kader sert Bu mantık Ve adsız Manzara!!! Ve bin dert... diye Kahraman ; n Sandığı Niçin yok? ek se ire Bahai öşeksiz p O ai Çok ve yok, Ebeler, Yol korkanç, beözidi ve çok, İsteksiz Kapı tanç, ç ve tok Kubbeler, yy > MZ : Tok ve aç, Desteksiz ime dağ, Ne yandık / Tut ve kaç! © Habbeler, Saklambaç... Süreksiz Anne, kal/ Hendese, Medeni vaki Türbeler, Nefes al! ümese Nasıl yol; Meleksiz. Çıngırık : Tıkılmak Niçin; ür? Tövbeler, Doğum hak... Hâdise, Gerçeksiz VB tes Kırkayak... Niçin'i, Cübbeler, elin nez/ des Boğarken Yüreksiz PM Oyuncak Piçini, Cezbeler, Ümit, nur... Vesvese, Yatakta Şimşeksiz Bulanur! Gökbayrak Bastılar ; İzbele Geliniz / Ölümse, Şafakta Emeksiz Cadde iz Gel dese, Astılar Heybeler, Toprak, post... Tak, tak, tak! Ve derken: Ekmeksiz. Allah, dost... uysal davranmasını ihsas edi- yorlardı. Evet, hakları vardı. Delileri kuşkullandırmamak lâ- zımdı. Ama ayakta durmaktan çok yorulmuştu. Hem bir müd- det kolu havada durmaktan ne çıkar? Bütün mesele ayakları- nı dinlendirmesinde değil mi? danberi day bütün sözler gibi bunların da mânasını bir tür!” anlıyamıyordu. Ne de çok söylüyorlardı ! Her halde bu da uzamış olacak ki Kuloğlu, kolunun yorulmağa başladığını İnsanın kolu havada mağa başladı. Kendisi kolunu kaldıralı beş dakika ya var, ya yoktu ; bükülmeğe başlamıştı. Halbuki bunlarınki kim bilir iradelerile mi böyle durabiliyor- lâardı? O, bunları düşünürken yanındaki alam oturdu, öteki kalktı, Bu sefer o söylemeğe Şimdi kendi kolu da kurşun gibi olmuştu. O da yanındakine gös- termeden, dirseğini kanepenin du, önce kaskatı kesildi ve boylu üzerine yığı Tiren müthiş bir sarsıntı ile durdu. Devrilir gibi imdat işa- reti çekilmişti. Vagonlar ve içindekiler birbirlerine girdi- ler. Kuloğlu nereden geldiğini farkedemediği bu darbenin te- sirile kendini kaybetti. * .. Gözlerini açtığı zaman yumu- şak bir yerde yatıyordu. Baktı, Hiç bir'tarafında bir kırık yok- tu. Davrandı. kalkabiliyordu. Doğruldu. Karşısında bir sürü ev vardı. Bunların arasında çocukluğunu geçirdiği ev de vardı. Merakla ilerledi, kapı- nin olduğu yere geldi. Fakat kapı yoktu. Nasıl olür? Evinin kapısını mı unuttu ? Buna im- kân yok. Evin etrafını dolandı. Hayır, kapı yoktu. Öteki evle- lerin kapılarıda yoktu. Bu ev- ler birbirine bitişik değildi ve bir tek yol etrafına sıralanmış- lardı. Kuloğlu evinin bir pencere- sinden 'içeri baktı. İhtiyar da- yüzü duvara dönmüş birisi ya- iy Pencereden seslendi: € yapıyorsun dadı? Dadısı aşağıdan cevap verdi - Görüyorsun, delikleri ka- pit orum. - Yataktaki kim? — Kim olacak, yumuşak ha- lan. Yatalak oldu. — Peki ama çe ediyor- sun, rahatsız olmaz mı? Ne eli öyle yaşar, işitmez de oldu yavrum. Kuloğlu pençereden içeri at- ladı : — Dadı karnım aç! — Kilerde bir şey kalmadı yavrum, bakkaldan bir şeyler al, pişireyim Kuloğlu içinde serin bir ra- hatlık duydu. Bu gündelik mide endişesi ona tarifi imkânsız bir tabiilik veriyordu. Sofaya çıktı, o loş sofanın muşambas kabarıktı. o Bunların e baktıkça altından cik diye fa- re sesleri duyuluyordu. Kul- oğlu küçüklüğündeki korkuyu yine duydu ve bir pencereden sokağa çıktı, rahatladı. ileride bakkal, önünde başi- mam, bekçi ve mezarcı Mah- mud... Her halde cenazeden ge- liyorlar. Bir şeyler konuşuyor- lar ve başlarını sallıyorlar. Yaklaştı. Sustular. Lâkin baş- larını sallamakta devam ettiler. Kuloğlunun kalbi burkuldu. başlarını sallıyorlardı. Açlığını unuttu ve başından geçenleri düşünmeğe başladı. Ah bu dü- şünce! Ne olur, sen de salla başını, tirende bir yer bul, ra- hatet.. Hayır!O halde git, sor, sebebini öğren! Fakat Kuloğlu başkalarının işlerine karışmak Onun bütün zulmü zam bir tâk vardı. Oraya, yü- rümeklö erişmek kabil değildi. Koşmağa başladı. Kalbi çatlı- yacak gibi atıyordu. koşuculara şek buruda, bıçakla kesilmiş pey- nir kalıbı gibi bitiyordu ve ötesi boşluktu. Uçurum dahi değil. Boşluk. Hi Tâkın iki kenarına, ayakları- nı havuza sokan çocuklar gibi, eski arkadaşları oturmuşlar, başlarını sallıyarak ona merak- la bakıyorlardı. Bu bakışta bi- raz da merhamet vardı. Kuloğlu, bir ayağı yolun ke- narında, öteki boşlukta, kaz- iğ yap! Ağla, haykır, u! Kuloğlu ıstıraplarını başka- “istemezdi. e ket ona bütün hakikati ifşa et- ti. Geri döndü. Fikret Adil mi

Bu sayıdan diğer sayfalar: