7 Nisan 1944 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4

7 Nisan 1944 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Prof. Mustafa Şekip TUNÇ MADDE YE RoOH:2 BUGÜNÜN ATOMU iL tarihi, içinde yaşadığımız as- rın başından beri madde âleminin en küçük ucu olan atomlarla, en bü- yük ucu olan gökler âlemi hakkında insan zekâsının elde etmeğe muvaffak olduğu yeni keşiflerin mazideki bütün bilgi ve keşiflerimize nisbetle olan farkını, yeryüzü ile bir bohça yüzü arasındaki münasebet kadar muazzam göstermektedir. Buna göre son kırk dört yılımız, ilim tarihinin iki bin beş yüz yılını hem nazari, hemde âmelt sahada tamamile gölgede bırakmıştır. (X) şualarile (Radyo aktivite), (Elek- tron) ve telsiz yazışma, konuşma, görme ve göstermelerin keşiflerinden başlıyan hareket, gittikçe hızlanarak ve hızlandıkça genişliyerek, ilim tari- hinde bir «Altın Devri» açmıştır. 1890 senesinde (Elektron) un keşfile birlik- te, maddenin elektriğe bağlılığı naza- riyesi geliyor. Öyle bir nazariyeki, kâinatı örgüleyen (Cevher) hakkında, yâni kâinatın «ne idüğü» bâbında, tam inkilâpçı bir telâkki getiriyor. Geçen yazımda bahsettiğim eski atom- cu dünya görüşünü, bu nazariye, kaba bir hâyale münkalip kılıyor. Biraz sonra (Plânk) ın (Kuanta) nazariyesi, madde, ziya ve kudretin mahiyeti hakkında, mühim inkilâpçı keşiflerle sökün ediyor. Yalnız bu kadar da değil...(Plânk)ın nazariyesi gibi, (Aynş- tayn)ın İzafiyet nazariyeside bize kâinatı a m bir bütün olarak göstermi yeni bir devir açıyor. Fizika ilminin bu son keşiflerine ait tafsilâta girmek, henüz halledilmemiş ihtilâflı noktala- rına ilişmek benim işim olmadığı gibi, mevzuum için de elzem değildir. Benim durumuma gerekli olan şey, yeni fizika araştırmalarının erişebildikleri madde vâkıalarının - eğer vâkıa denebilecek birşey varsa - verimlerinden çıkarılan nazariyelere Okarşı kör kalmamak, dünya görüş ve anlayışımızın bunlara göre nasıl değiştiğini göstermeğe ça- lışmaktır. Hiç şüphe yokki, bu görüş ve anlayışda, ilmin duraksız tekâ- mülü yüzünden, kati ve son bir an- layış olmiyacaktır. Fakat bugün için aydınlanması ve meydana çıkması, beşeri kıymetleri muvazelendirme ba- kımından, elzem olan bir iştir. Yap- mağa çalıştığım terkibin sonunda, ümit ettiğim nokta da budur. O halde bu yeni madde telâkkisi nedir? Daha doğrusu bu günün na- zarında atom nedir? Eski fizika âlimi bize diyorduki «bir masanın bacağı, yahut bir tencere, tek ve parçalan- maz birşey değildir; minicik şeylerin bir kümesidir ; hattâ (Molekül) denilen bu minicik şeyler de tek ve parçalan- maz değildirler; bunlarda atomlara ayrılırlar ; işte bir (Molekül) ü terkib- eden atomlardır ki, maddenin, tek, son ve kati parçalarıdır.» İşte 19 uncu as- rın inandığı madde âlemi!.. Bu son kırk sene içindeki atomsa eski atoma hiç benzemiyor. Bir kere minicik, bi- ricik ve parçalanmaz bir cisim olma- yıp (Elektron), (Proton), (Nötron); (Foton) vesaireden müteşekkil bir elektrik manzumesi, parçalanması için dünyalar kadar kuvvet istiyen sıkı ve mazbut bir vahdet manzarası göste- riyor. Bir (Hidrojen) atomunun kut- runu kaplamak için yüzbin (Elektron) ve bütün bir atomu doldurmak için de beşyüz milyon kere milyon (Elektron) lâzım geldiğine göre, kâinatın malüm olan en küçük varlığı (Elektron) ola- rak görülüyor. Atomun ihtiva ettiğini yukarıda söylediğimiz ve sonları (on) harflerile biten elektrik kuvvetlerine (on) lar aileside dendiği olmuştur. Bu aileden ilk keşfedilen (Elektron) olup menfi bir elektrikiyeti, (Proton) ise müsbet bir elektrikiyeti haizdir. Bir zaman simyacıların bakırı altıs yapmak istedikleri ve hattâ bunu korkunç bir büyü veya uğursuz bir uğraşma gibi gören hükümdarların onları son derece tazyik ettikleri ma- lâmdur. Bu gün ise atomun elektrik yapısını keşfeden (Tomson)un tale- belerinden (Ruterfort) un maddeyi suni bir surete istihale ettirmeğe mu- vaffak olduğu kaydediliyor. Vâkıâ (Elektron) henüz doğrudan doğruya görülememiştir. Fakat (Elek- tron) un kendisi değilde tesiri gözle görülebilecek bir halde olduğu için, mevcudiyeti hayali değil müsbettir. Hattâ “(Vilson) tarafından fotoğrafını alabilecek bir usul de bulunmuştur. Elhasıl 1890 da menfi (Elektron) un keşfedilmesinden sonra, dünyanın ca- mit birşey olmayıp, elektrik yüklü (dinamik) sistemler olduğu ve her atomun (Elektron), (Proton) ve (Foton) larla mücehhez birer kudret hazinesi bulunduğu anlaşılıyor. Şimdiye kadar, sakil, karanlık, tıkız, camit ve atıl bir varlık sanılan maddenin esas iti- barile güneş sistemini andıran, kes- rette vahdet, çoklukta birlik halinde mevcut elektrik manzumeleri âlemi halinde olması; ve en sakil ve camit gibi görünen maddenin de elektrik kadar esiri bir mahiyette bulunması, kâinatta gördüğümüz harikulâde örgü ve taazzuvlarla, bunların karşılıklı te- sirlerini, daha doğrusu maddenin mad- deye olan tesirini ilk defa olarak anla- şılabilecek bir hale getirmiş bulunuyor. Kaba duygularımızla şahit olduğu- muz-kaba âlemde, tesir ve teessür- leride ancak kaba ve göze sığar şe- kilde tasavvur ettiğimiz içindir ki, maddi ve manevi birçok tesir ve te- essürleri ya inkâr veya ihmal etmek- ten fazla birşey yapamıyor, bunun (Devamı 16 ıncı sayfada) nevver fikir ve mücadele çocukları sahip olduğunu anlamağaı kâfidir. Halkev» lerinin kadrolarını (barem) in altıncı derecesini (ideal) edinmiş küçük memur zihniyetinden kurtarmak kararını verdiğimiz anda, bu emirleri ülküye en tarzda aştırmak, yirmi dört Köylerimizde Halkevleri var diyoruz. Köylerimizi geziyor muyuz ? Uzağa gitme- 4 ğe hacet yoktur. Üsküdar kazası dahilin- deki büyük köylerde Halkodalarına bir göz atmak, bu tamtakır odaları sessizce seyreden büyük rehberlerimizin resimle- ndeki büyük iç sızısını sezmeğe kâfidir. Halkevleri müfettişlerinin raporlarını va- ziyetin pek sadık ifadeleri olarak kabul edemiyeceğim; beni mazur görünüz | * .,. Bir millet yaratmak dâvası öyle bir bü. h90. tündür ki, bunu, ya tam ölçüsünde başar- mak, yahut hiç ele almamak doğru olur. Evet ya hep, ya hiç. Eğer “hep, i yaratmak kudretine ulaş- maktan kendimizi mahrum etmek ısrarın- -da isek “hiç, e dönmekte tereddüt etmi- yelim. Bu dâvâyı yarım tedbirlerin üstüne l wi B NEMİ kli ME kiki dost edasını ve gerçek tekevvün has- retini görmek lâzımdır... Nisamettin NAZİF

Bu sayıdan diğer sayfalar: