15 Mart 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 14

15 Mart 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ENELERDENBERİ © uğraştığımız halde daha hâlâ bir tiyatro ku- ramiyoruz. Ve bunun sebebi soruldu- ğu zamanda, bin dereden su getiri- yoruz. Halbuki Sultan Abdülhamid bu meseleyi tamamiyle halletmiş ve Yıldız sarayında mükemmel bir ti- yatro ion geleni, Maamafi bu saray tiyatrosunun bir ire vardı. Tanzimat dev- rinde, Avrupai zevk ve eğlenceler memlekete idhal edilirken, bir tiyatro tesisi için Sultan Mecide tavsiye ve teşviklerde bulunmuşlardı. Bu suretle İstanbulun ilk tiyatrosu, Dolmabahçe silâhhanesinde teessüs etmiş; hattâ bu- nun mimarları ve san'atkârları Fran- sa ve İtalyadan getirtilmişti. Muzikai Hümayun efradından bu işe elverişli olan gençler de tiyatro heyetine se- çilmişti. İlk oyunlar, - dilsiz oyunu deni- len - pandomima ve (bale) lerden iba- retti. İtalyan san'atkârlar tarafından birkaç defa opera ve operetler sah- neye konulmuşsa da, hoşa gitmemişti. O tarihte henüz, telif eserler de mevcut değildi. Sultan Mecit devri, para sıkıntısı içinde geçtiği için bu tiyatro büyük bir varlık gösteremedi. Lâkin Sultan Aziz zamanında, Avrupadan yapılan büyük istikrazlarla birçok işlere girişi- lirken, bu tiyatroya da ehemmiyet ve- rildi. Bol maaşlarla Avrupadan kadın ve erkek artistler getirtildi. Sahne, büyük terakki istidadları gösterdi. Fakat bu vaziyet pek uzun sürmedi. Şehirde; «padişahın bu gibi eğlence- lerle meşgul olması muvafık değildir.» takım dedikodular be- surette yanıp gitti. harabesi tadil olunarak saray ahırla- rına tebdil edildi. Abdülhamid tahta çıktığı zaman, NİL GUNU ELERKEN O İğ) Yıldız eseri babasının eserini ihya etmek istedi. Ahırları kaldırtarak orada tekrar bir tiyatro yapılmasını emretti. Dörtyüz kişilik olan bu tiyatro, son derecede zarifti. Tavanları ve duvarları, altın yaldızlı nakışlarla tezyin edilmişti. Yanan tiyatronun şuraya buraya da- gğılan san'atkârları tekrar toplatıldığı gibi İtalyadan (tenor) lar, (primadon- na) lar, (subret) ler getirtilmişti. Muzi- kai Hümayundan yetişen artistler de bunlara inzimam ederek kala- balık bir sahne heyeti vücude gel- mişti Fakat bu tiyatronun hayatıda uzun sürmedi. Ali Suavi vak'asından sonra Sultanın Yıldız tepesine çekil- mesi üzerine, bir hayli masraf edilmiş olan bu bina metrük bir hale geldi. Yıldız sarayına birçok binaler ilâve edilirken, bunların arasına, ötekinden daha müzeyyen bir tiyatro ilâve edildi. Bu yeni tiyatro, harem dairesinde, (baş kadın dairesi) denilen binaya bitişikti. Çok büyük değildi. Fakat sahnesi gayet genişti. Sahnenin kar- şısı, tıpkı bir salon gibi, Padişaha mahsus tek bir locadan ibaretti. İki tarafında, altlı üstlü iki kat loca var- dı. Önleri tamamiyle kafesli olan bu locaların alt katlarında saray kalfala- riyle davetli kadınlar, üst kat loca- larda sultanlar ve hazinedarlar otu- rurlardı. “ Tiyatronun müdürü, Padişahın ikinci esvabcısı, İlyas bey isminde ca- hil bir Çerkesdi. Fakat tiyatroyu hay- Fikir adesesiyle geçmiş gün: Yarım asır pm (Serveti Fünün) da gördüğümüz Karacaahmet mezarlığına ait bu resim, bi. ize mezarlıkta bile taşlara ölülerin fotoğrafını asmıya kadar giden şahsiyet ve abuk: li hatırlattı. Ziya ŞAKİR rete şayan bir maharetle idare ederdi. iyatronun, muhtelif heyetleri vardı. Opera, operet, dram, komedi, pando- mima, alaturka piyes grupları, hiç bir tenkide meydan vermiyecek dere- cede san'atkârane oyunlar oynarlardı. Sultan Abdülhamid; operayı çok sevdiği için, (Verdi) nin, (Mozar) ın ve diger meşhur bestekârların eser- leri sıksık sahneye vazedilirdi. O tarihte İstanbulda, Gedikpaşa- da ahşap bir tiyatro binası vardı. Bu bina da cahil taassuba kurban olarak bir gece zarfında ortadan kaldırıldı. Ve oradaki (Fasulyacıyan heyeti) arasında baş oynayan (Güllü Agop), Yıldız Tiyatrosuna alındı. Ermeni aktör, cidden san'at- kârdı. İhtida etmiş, (Yakup) adını al- mıştı. Sultan Hamid, bu büyük isti- dadı bir kat daha inkişaf ettirmek istedi. Ahmet Mithat efendiyi saraya celbederek ona bir takım yerli mev- zular üzerine eserler sipariş etti... Mithat efendi, birkaç eser yazdı. Bun- lar, muvaffakiyetle oynandı. Sonra (Zeybekler) isminde bir (revü) telif etti. Bunu flütcü Saffet bey, (figüre) etti. Fakat oyunun ilk gecesi perde kalkıp da sahnede büyük bir zeybek grubunun palalar, yatağanlar, taban- calarla heybetli bir şekilde görünmesi üzerine, sultanlar arasında büyük bir heyecan husule geldi. Hattâ, bir ta- kım çığlık sesleri işitildi. Derhal per- de indirildi. Mithat efendi ile Saffet bey tekdirden geçirildi. Ve ikisinin de tiyatro ile alâkası kesildi. Lâkin tiyatro hesabına kendilerine verilmekte olan maaş, hayatlarının son günlerine kadar, ikisine de tediye edildi. Türk tiyatrosunun (Abdi) isminde meşhur bir komiği vardı. Sultan Ha- mid, onu da saray tiyatrosuna almıştı. Lâkin bir müddet sonra, bir oyun esnasında, mevzu icabı olarak Ab- di efendinin ayağındaki çizmeyi, uşağı çekip çıkaracaktı. Fakat çıka- ramadı. Komik san'atkâr, Padişahı güldüreyim - belki de intibaha davet edeyim - derken, büyük bir faka bastı. Çizmeyi çeken uşağa «ne o? Galiba bizim çizme de Maliye Neza- retinden verilen memur maaşı gibi kolay kolay çıkmıyor! demesi üze- rine, o geceden itibaren saraydan çıkarıldı.

Bu sayıdan diğer sayfalar: