19 Nisan 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 14

19 Nisan 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ULTAN Abdülhamit, hükümet iş- ri gibi, sarayının vaziyetini de baskı altında idare ederdi. Bilhassa , harem dairesinde en küçük bir lâü- baliliğe meydan vermek istemezdi. Haremağaları, çok sıkı bir niza- ma tâbi idi. İşleri olmadıkça, kadınla- rın arasına giremezlerdi. Girdikleri zaman da, kalfalarla uzun uzadıya görüşmiyerek sözü kısa keserlerdi. Ancak nöbet zamanlarında, icabeden kapıların önünde beklerler, diger za- manlarda, koğuşlarına çekilerek, veri- lecek emirlere intizar ederlerdi. gün, Hicaz Valisi Topal Os- man Paşa tarafından Sultan Hâmid'e iki genç haremağası takdim edildi. Bunlardan birinin adı (Mesrur), dige- rinin (Nedim) di. Sudan çöllerinden kaçırılarak Hicaza getirilmiş ve orada büyük bir dikkat ve itina ile terbiye edildikten sonra saraya gönderilmiş olan bu iki genç haremağasını Sultan Hamit pek beğendi. Kızlarağası Şerafettin Ağaya : — Bunlara iyi bakınız,dedi. Harem hizmetlerine alıştırınız. İcap ederse kendilerini (musahip) yaparız. Şerafettin Ağa, padişahın bu ira- desi üzerine bu iki genci, sarayın en tecrübeli ağalarının maiyetine verdi. Onların, musahipliğe namzet olacak bir şekilde meme sıkı- sikıya tenbih ett Mesrur ile Nedim, çocuk yaşla- rındanberi arkadaş oldukları için, biri- birlerinden “ayrılmıyorlardı. Hattâ va- zifeye bile beraber çıkiyorlardı. Ve ekseriya hünkâr dairesinin dış kapısı önünde nöbet bekliyorlardı. uh İlkbahar gelmişti. Kâğıthane mev- simi idi. Cuma günleri, saraylıların Kâğıthane'ye gidip gezmeleri âdetti... Yine bir Cuma günü, gezme nöbeti gelmiş olan otuz saraylı, Hasahır ara- balarına bindirilmiş, kafile halinde Kağıthane'ye gönderilmişti, Saraylılara refakat eden harem- ağaları arasında, Mesrur ile Nedim de bulunuyordu ve “her ikisi de atlara binmiş olarak baş kadın efendinin da- iresine mensup arabaların iki tarafın- da gidiyordu, Bu arabalardan birinin karşı san- dalyasındaki sarışın ve genç saraylı, aynı zamanda iki haremağasının da nazarı dikkatini celbetti. Garip bir tesadüf eseri olarak, ikisinin kalbinde de, o sarışın dilbere karşı bir aşk belirdi. Fakat bunu en masum bir şekilde izhar etmek bile mümkün de- radan. günler geçti. Nedim'in halinde bir değişiklik başgösterdi. iyi Bir pin Yemekten, içmekten kesildi. Şen ve şakacı Nedim, birdenbire huyunu de- giştirmiş, adetâ sinirli bir hasta hâli- ne “. rami r, arkadaşının bu halini me- rak iki ami şöyle bir muha- vere geçti: — Ne oluyorsun, Nedim?.. — Onu, ben de bilmiyorum. — Geceleri niçin uyumuyorsun? — Onu düşünüyorum. — O, Kim?.. — Cenan Kalfa... — Kim o, Cenan Kalfa?.. — Sen onu bilmiyor musun, san- ki?.. Benim kadar ona sen de yanıp tutuşuyorsun. Mesrur sustu. Hakikaten o gün- denberi, Mesrur da o sarışın Çerkes kızı için yanıp tutuşuvor; fakat tem- kinli davranarak hissiyatını kendi nefsine bile itiraftan çekiniyordu. .* Kafkas dilberinin aşkı, iki Sudan- lı arkadaşın kalpleri arasına girmişti. Senelerce ayni çatıların altında yat- mış, ayni duygularla yaşamış, daima beraber gülmüş ve beraber ağlamış olan bu iki dost, biribirine düşman kesilmişti. Lâkin onlar, daha hâlâ es- ki dostluğa hürmet ederek yeni düş- manlığı gizlemeğe çalışıyorlar, birinci kadın efendinin daire kapısında nöbe- te giderken, duydukları heyecan ve kıskançlığı £biribirlerine hissettirme- mek için dişlerini sıkıyorlardı. Bazı emirler tebliğ etmek için ka- pıya gelen kalfalar arasında Cenan da bulunuyordu. Bu çifte aşktan haberdar olmıyan genç kız, her ikisine de ayni su- retle hitap ediyordu... Mesrur, iradesine hâkim oluyor; Cenan'ı görür görmez helecana kapılmakla beraber, süküne- tini muhafaza ediyordu. Fakat buna mukabil Nedim'in çehresi bembeyaz kesiliyor, bütün vücudu zangır zangır titriyor, dudaklarında beyaz köpükler belirerek âdetâ kendinden geçiyordu. * Bir gün yine Kâğıthane nöbeti, birinci kadın efendinin dairesine gel- mişti. Hiçbir vazifede biribirinden ay- rılmayan Mesrur ile Nedim, o gün de saraylıların refakatine memur edilmiş- huE RAN e e Ziya ŞAKİR lerdi. Âdet mucibince bir katar gibi biribirinin arkasına sıralanmış olan arabalarla ağır ağır Kâğıthaneye gi- dildi. Yine âdet mucibince arabalar, ağaçlığın tenha bir köşesine çekildi. Mesrur ile Nedim de atlarından inmiş- lerdi, Dizginleri kollarına takarak, ea ee gezinmekte idiler. Birde; — ii ii MİSİNİZ?.. * Diye bir ses işitildi, Bu, Cenan'ın sesi idi. Arabanın yanına Nedim'den evvel Mesrur gitti. Genç kızın uzattı- ğı gümüş sürahiyi alarak atına bindi. Nedim'in kindar nazarları kendisini takip ederken, dörtnala atını koştu- rarak gitti. Sürahiyi doldurttu, getir- di, Cenan'a verdi. .*, Bize biraz su bulabilir Kağıthane'den döndükten sonra, iki arkadaş koğuşta karşılaştılar. Ev- velâ biribirlerine uzun nazarlarla bak- tılar, e şöylece konuştular : m— Tebrik ederim, Cenan'ın el kazandın, : Mesrur — Acele edip de sen ka- zansaydın. — Fakat, bu iş böyle devam et- seni Birimiz fazla geliyoruz. u halde, çekilip gidebilirsin. Hayır... Ben çekilmek niyetinde değilim. Gidilmesi lâzım gelen yere, seni göndereceğim. Mesrur, cevap verecekti. Fakat buna vakıt bulamadı. Nedim, cebin- den çıkardığı küçük bir tabancayı, Mesrur'un başına çevirerek patlattı. Genç haremağası yere yuvarlandı, Nedim, boğuk bir sesle haykırdı. Elinde tabanca olduğu halde, deli gi- bi koşmaya başladı. Tam hünkâr da- iresinin kapısı önüne gelince Sultan Hamit'le karşılaştı. Silâh sesini duyar duymaz daire- den dışarı fırlamış olan Hünkâr, heye- can içindeydi. Nedim'i görür görmez: — Ne oluyor? Dedi. Nedim, Sultan Hamit'in ayakları- na kâpanarak: — Beni affet efendim. Sana tes- lim oluyorum. Dedi ve tabancasını verdi. Hünkâra

Bu sayıdan diğer sayfalar: