28 Haziran 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 3

28 Haziran 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ROMAYA ÇIKAN YOL Aylardanberi bu memleket- te ahlâk, ce- miyet, adalet, idare bakım- larından kor- kunç bir facia dönüp duru- yor. Bu facianın bugünkü adı (Ankara cinayeti) dir. Doktor Neşet Naciyi An- karada tanımıştım. Bir kız talebenin (Sorbon) Üniversitesinden aldığı dok- torasında «fr€s bien» kaydiyle (jüri)nin tebriklerine de mazhar olduğunu görün- ce: «Biz, bu kızın yanında eşeğizl» de- diğini işitmiş, kadir biliciliğini beğen- miştim. İç durumunu bilmediğim bu doktorun ölümüne acıdıydım. Bununla beraber Ankaradaki dâvaya ilgi gös- TL LL LL Lİ İş ve Hedef: İsimlerimiz Korkarım, “İstanbul,, adının da Rumca (Stimpolis) in Türk ağzına uymuş şekli diye, tarihimizin bu muhteşem beldesine yeni bir ad takıp yakıştıracak kimseler .. İstanbul izi a Türkçe Bağı, Sam ulumas nastır da Türkçedir. nir Taaah Sokak,, bize, aşk uğrunda kahbece vurulmuş bir delikanlının hazin hikâyesini nakleder. Farazâ, my “General bahçesi” yapmak, Mirgün adının İstanbullu ağzın- daki Emirgân adm yi diye bozarak vapur e aslını yazdırtan sabık yn rare lale kadar gülünç “ona çe isimleri, âzalarının zevk ve bilğilerini kat'i olarak bilemediğimiz heyetlere, komisyonlara değil, İstanbulun imar zevkine bırakalım! H: eser, adını v mimarimizin son la G6 i, Osmanlı salta- natının en kuvvetli devrinde bile “Hatice Turban Valde camii, değil, bir “Yeni- cami,, oldu... Bilmem Bursalılar, hakkımda ne hüküm verir; ben onların “Keşiş,ine hâlâ ya- narım... Bu yeşil GağŞEnlar şehrinin eteklerine uzandığı dağa “Ulu,, dediler ; Uludağ, (Bitinya) haritasının (Olimpos) adında tefekkür, hem kemal ve hem âhenk ve zerafet vard Mağruru hüsn olma ey yüzü mahım Niceler bu tarzı revişten geçti. Sana kâr etmedi feryat ve zârım Düdu ahım gühu Keşişten geçti. Diyen şairin Keşiş Dağı, bugünkü Uludağ dir. Reşat Ekrem KOÇU ANL İİİ İİ İNİ termedim; bu ilgisizliği dâvanın Bolu- ya kaldırılmasından sonra da değiş- tirmedim. Fakat, bütün gazetelerin uzun uzun Sütunlarını bu dâvaya bağladıklarını, sağımda solumda ga- zete okuyanların birbirleriyle «şöyle midir? böyle midir?» diye tecessüse başladıklarını görünce, bende de bir merak uyan dâvayı başi Parti tartışmaları, seçim gürültü- leri, alışveriş, geçiniş buhranları bu facianın yanında ikinci dereceye dü- şüyor. Çünkü bu dâva, Türk cemi- yeti bakımından büyük, çok büyük, millet çapında, insanlık çapında bü- yük bir vakıadır. Ankara mahkemesinde. bir genç <katil benim!» diyor; hükmü giyiyor; Yargıtay kararı bozucu noktalar gö- rüyor, dâvayı Boluya kaldırıyor. Yargıtay, kendisine gelen her dâvayı inceler; içinde hükmü bozdu- racak noktalar görürse, kararı bozar; fakat dâvayı hemen her vakit aynı mahkemeye gönderir. Bu dâva, Yar- gıtayca neden Bolu mahkemesine gönderildi? Besbelli ki, Yargıtay bu dâvada Ankara mahkemesine itimat edememiştir. Gazetelerde okudukları- mıza bakınca, bu itimatsızlıkta hak görüyoruz. Katil kimdir? Bunu arayıp bul- mak Bolu'mahkemesine düşüyor; dü- şüyor ama, bu mahkeme acaba Yar- gıtayın itimadına lâyık olduğunu gös- terebilecek mi? Bence en elemli olan şey, dâvaya girenlerin bir şeyden korkmalarıdır. Dünyada az çok seci- ye sahibi bir adam için korkulacak tek şey, vicdan. azabıdır. Halbuki, sanıklar olsun, tanıklar olsun, böyle bir iç azabindan değil de, hayatların- dan korkuyorlar. Niçin? karışık, cürüm delilleri sara- hatsız olabilir; fakat katili görüp ta- nıyanlar,' nasıl bir korku ile bildik- lerini: söylemekten sakınırlar? Bunu zihin kabul edebilir; fakat vicdan dediğimiz iç mahkeme nasıl kabul eder? Demek bizde fert, içtimai ada- letin mânasını bilmiyor! Demek, ya- rın. öleceğini, “Allahın huzuruna için- deki ağır, korkunç yükle çıkacağını düşünmüyor. Demek, cemiyet içinde mânevi. kıymetlere hiçbir yer kal- mamıştır. İşte beni. düşündüren, beni üzen budur. Katil, katiller meydana çıka- ndı, re intizamla tâkib etmeğe ladım cak mı? Bu suali hâkimlerin vicdanı- na bırakırım; hâkimlerin bulacakları doğru netice, memleketimiz adliyesi için, yalnız milli değil; milletlerarası hâdise olacaktır! Bu başka mesele! Lâkin, az çok aydın olanlarımız- da ahlâk düşkünlüğünün ne kadar üzücü bir mikyas almakta olduğuna dikkat etmek lâzımdır. Bir halkta, bir iç disiplini olmaz- sa, o halk ipi kopan tesbih taneleri gibi dağılmağa mahkümdur. Bu iç disiplini ancak bir ululuğa iman doğurabilir. Aydınlarda dini imanın zayıfladı- ğı meydandadır; onun yerine koydu- gumuz başka bir (ideal) de yoktur. Meselâ kendini gerçek ilme vakfede- rek nefsini tezkiyeye: muvaffak olan- ları görmüyoruz. Milli (ideal) e gelin- ce: .Bu.da gereği.gibi gelişmemiş, yapılamamış, hattâ bu şartlar altında yapılamaz olduğuna kaniiz. İşte, Boludaki (Ankara cinayeti) dâvasının bende uyandırdığı intiba |. Her şeyin resmi kaynaklardan: .çık- masını bekliyoruz. Bu kaynaklar ise, sathi dünya işlerine o kadar dalmış- lardır ki, mâneviyat denilen iç fazilet- leri korumağa, yaşatmağa ne zaman, ne arzu, ne de irade bulabiliyorlar. olun Romaya çıkması gibi, dönüp e şunda karar kılmağa mahküm Öldürdüğünüz ve her ân öldür- mekte olduğumuz mâneviyat kayna- ğının, her vesile ile eksikliğini acı acı tadacağız!.. Her gün, bir gün evvelkinden daha acı!.. | Adesenin göziyle her hafta bir iş ve hedef: (Büyük Doğu) si ayei diyor ki: silk mekteplerin ye tevzii m imi mü- nasebetiyle düşündüm halinde teslim alıp a kaçakları helinda hayata teslim ederiz /»

Bu sayıdan diğer sayfalar: